Anasayfa / Makaleler / DEMİRTAŞ VE KOBANİ PROTESTOLARININ EKONOMİ POLİTİĞİ

DEMİRTAŞ VE KOBANİ PROTESTOLARININ EKONOMİ POLİTİĞİ

(Article 029-09.10.2014)

Selahattin Demirtaş başta olmak üzere birçok HDP milletvekili tarafından bundan üç gün önce yapılan “sokaklara dökülün” çağrısı yıllar boyu unutulmayacak olaylara sebebiyet verdi. 29 kişi boşu boşuna ölüp gitti. Haber ajansları ölenlerin ismini yazmaya bile gerek görmedi.

Bazıları yakılarak, bazıları bıçaklanarak, bazıları ateşli silahlarla, bazıları da linç edilerek öldürüldü.

Peki ne uğruna?

Bu soruya doğru ve doyurucu cevap verebilecek tek bir kişiyi herhalde iğneyle arasanız bulamazsınız.

Kobani’ye destek gayesiyle insanları sokağa döken, okullar başta olmak üzere kamu binalarına ve mallarına zarar veren, Türk bayrağını yakan zihniyetin mensupları, nelere yol açtıklarını asıl bundan sonra görecekler. Suriye’de son dört yıldan beri yaşananlar yenilir yutulur cinsten değil. İnsanlar uçak ve helikopterlerden rastgele atılan varil bombaları, füzeler, havan topları, kimyasal silahlarla çoluk çocuk gözetilmeksizin katledildi ve halen de katlediliyor. Suriye’nin hemen her noktasında Türkmenler, Araplar, Nusayriler, Ezidiler, Kürtler, Süryaniler ve hatta Hıristiyan azınlıklar bile öldürüldü. Resmi olmayan verilere göre dört yılda öldürülen insan sayısı 400 bin kişi.

Bu rakam sizin için ne anlam ifade ediyor?

Nüfusu 400 bin civarında olan kaç tane ülke var biliyor musunuz?

Malta (416 bin), Brunei (393 bin), Bahamalar (351 bin), İzlanda (323 bin), Maldivler (317 bin), Barbados (274 bin), Samoa (187 bin), Andorra (76 bin), Lihtenştayn (37 bin), Monako (36 bin). Aslında bu listede yüzlerce ülke var ama ben sadece ismi çokça bilinenleri yazdım. Suriye’deki iç savaşta ölen insan sayısı bazı ülkelerin nüfusunun on kat fazlası. Batı dünyası Suriye’deki çatışmalara dört yıl boyunca gözünü kapadı ve duymamayı yeğledi. Ta ki dört tane ABD ve İngiliz gazeteci, IŞİD militanlarınca boğazlanıncaya kadar. Suriye’de ölen 400 bin kişiyi görmemezlikten gel, ama 4 tane Batılı ölünce hemen horoz kesil. Bu kadar ikiyüzlülük ve ahlâksızlık olmaz. Halbuki Türkiye son dört yıldan beri bu iç savaşın radikal grupları harekete geçireceği, yeni terör örgütlerinin oluşumuna imkân sağlayacağı, Ortadoğu’da var olan sorunlara yenilerini ekleyeceği, Beşar Esed ve Baas rejiminin bazı radikal gruplara destek verdiği hususunda tüm dünyayı uyardı. El-Kaide’nin mutasyona uğrayan bir kolu olan IŞİD, vahşi bir terör örgütü olarak bugün tüm dünyanın karşısına dikildi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin son üç haftadan beri yaptıkları hava saldırılarına harcanan para ise daha şimdiden 1,5 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu hava saldırılarının neticesi ise açık havaya sivrisinek ilacı sıkmaktan başka bir şey değil. Üstelik hava saldırılarında militandan çok siviller ölmekte.

Türkiye, Ortadoğu coğrafyasına çok hakim bir ülke olarak, bu işin hava saldırıları ile çözülemeyeceğini, gerek NATO’da gerekse BM çatısı altında büyük bir sabırla anlattı. Bugün hem Irak hem de Suriye’de ciddi bir otorite boşluğu var. Irak fiilen üçe parçalanmış durumda. Ülkenin Basra merkezli güneyinde Şiiler, Bağdat merkezli orta kısmında Sünniler, Erbil merkezli kuzeyinde ise Kürtler ve Türkmenler egemen durumda. Suriye’deki parçalanma ise henüz oluşum aşamasında. Suriye’nin etnik ve dini yapısı Irak’tan daha karmaşık ve çok çeşitlilik arz ediyor. Suriye nüfusunun %18’i Kürtlerden, %6’sı Ermenilerden, %4’ü Rum ve Yahudilerden, %2’si Türkmenlerden, %1,5’u Çerkezlerden, %2,5’u Dürzilerden, %65’i Araplardan oluşmakta. Nüfusun %12’si Alevi, %3’ü Dürzi, %2’si İsmaili, %14’ü Hıristiyan Arap, %68’i ise Sünni Müslüman.

Dünyanın hiç bir ülkesinin iç hukukunda olmayan bir vatandaşlık uygulaması Suriye’de bulunmakta. 380 bine yakın Suriye Kürdü vatandaşlık hakkından yoksun ve “Ecnebi” statüsünde. Kürtlerin hiç bir insani ve demokratik hakları olmadığı gibi mal edinme hakları da yok. Dahası devlet tarafından üretilen ve satışa sunulan bazı mal ve hizmetler bile Kürtlere daha yüksek fiyatlarla satılmakta.

Son dört yıldan beri Suriye’de yüz binlerce Arap, Türkmen, Kürt ve diğer ırklara mensup insanlar ölürken ve Suriye’nin yüzlerce yerleşim noktası bir taraftan Esed güçleri, diğer taraftan Esed’e destek veren çeşitli silahlı gruplarca ateş altında tutulurken sesi soluğu çıkmayan Türkiyeli Kürt gruplar, Kobani olayında niçin bu kadar agresif ve saldırgan tavır takındı? Kobani’nin altında petrol ve doğalgaz rezervleri var da bizim mi haberimiz yok? Ya da Kobani Kürtlerin kutsal bir mekânı da biz mi bilmiyoruz? Burada mesele Kobani falan değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde geçen hafta yapılan tezkere oylamasında “hayır” oyu kullanan HDP milletvekillerinin, Türkiye’nin Kobani’ye müdahale etmemesini eleştirmeye zerre kadar hakkı bulunmamaktadır. Üç gün önce yaptıkları “sokağa dökülün” çağrısından sonra çıkan olaylarda 42 kişinin ölümüne sebep olan HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yaptığı basın toplantısında yine aynı nakaratları tekrarladı ve “Türkiye Kobani’ye yardım etmeli, ancak savaşa girmemeli” dedi. Bu adam ne demek istiyor şahsen ben anlamıyorum. Burada bütün mesele Türkiye’deki Barış ve Kardeşlik Projesi’nin akamete uğratılmasıdır. Demirtaş ve avanesi, dış güçlerce kendilerine empoze edilen fikri uygulamaya koymuşlardır.

Bugün hiç kimse inkâr edemez ki Türkiye bölgenin en önemli ekonomik ve askeri gücüdür. Üstelik Ortadoğu coğrafyasının en hızlı kalkınan ve kredibilitesi en yüksek ülkesidir. Almanya, İngiltere, Fransa, ABD ve İsrail gibi oyun kurucu ülkeler çok iyi biliyorlar ki, bu dakikadan sonra Ortadoğu’da Türkiye’nin istemediği hiçbir şeyin hayata geçme olasılığı yoktur. AB 2014 İlerleme Raporu açıklandı. Bu raporda Türkiye’ye özel bir bölüm ayrılmış. Barış ve Kardeşlik Projesi başta olmak üzere Kürtlere tanınan birçok haktan övgüyle bahsediliyor. Fakat bence raporun Türkiye kısmındaki en can alıcı nokta ekonomi ile ilgili kısmı ki; “AB ülkelerindeki ekonomik durgunluğa ve gerilemeye karşın, Türkiye’nin büyümeye devam ettiği” vurgulanıyor. Türkiye durmaksızın büyüyor ve Batı ülkeleri ile arasındaki gelişmişlik farkını hızla kapatıyor. Batı ülkelerini turist olarak ziyaret eden Türk vatandaşları, bundan 15 yıl önceki Türkiye ile günümüz Türkiye’sini rahatlıkla mukayese edebilir. Yine aynı şekilde Batı ülkeleri ile Türkiye’nin gelişmişlik seviyesini de çok iyi karşılaştırabilir.

Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik önemi son 12 yılda katlanarak artmıştır. Azerbaycan, Türkmenistan, İran, Irak, Kuzey Irak, Rusya ve Katar ile yapılan uzun vadeli enerji sözleşmeleri, Anadolu’yu bir metro ağı gibi ören petrol ve doğalgaz boru hatları, Türkiye’nin stratejik önemini tarihinde hiç olmadığı kadar arttırmıştır. Gelecek 100 yıl içerisinde Türkiye’nin enerji sorunu diye bir sorunu olmayacaktır. Enerji; büyüme, kalkınma, üretim, ihracat ve refah demektir. Bundan 90 yıl önce Osmanlı’nın tüm enerji kaynaklarını Türkiye Cumhuriyeti topraklarının dışında bırakan ve Lozan’da bizleri yalnızlığa mahkûm edenler, Türkiye’nin böyle bir adım atacağını hiç tahmin etmemişlerdi. Enerjiden yoksun olan ve her sene yaklaşık 55-60 milyar dolar parayı petrol ve doğalgaza harcayan Türkiye, radikal bir kararla “Enerjim yoksa, enerjiyi taşıyan olurum” prensibiyle hareket etmeye başlamıştır. Ortadoğu ve Kafkas coğrafyasından çıkan her bir varil petrol ve her metreküp doğalgaz, bizim onayımız olmadan artık Avrupa’ya ulaşamaz. Türkiye bununla da yetinmiyor. 600 yıldan beri kapalı olan İpek Yolu’nu tekrardan canlandırıyor ve Çin’den Türkiye’ye uzanan demiryolu hatları yenileniyor. Asya ve Avrupa kıtalarını denizaltından birbirine bağlayan kara ve demiryolu tünelleri açılıyor. Demiryolu hatlarının tamamı hızlı trene adapte ediliyor. Otoban, tünel ve viyadük yapımı ise artık vakayı adiyeden sayılıyor. Dünyanın en büyük havaalanlarından birisi İstanbul’a yapılıyor. 1984 yılında 500 bininci turisti kılıç kalkan ekibiyle karşılayan Türkiye, bugün 40 milyon turiste “bana mısın?” bile demiyor.

Batılılar açısından bu hiçbir şekilde kabul edilemez ve çok korkunç bir durumdur. Lozan’da kendisine “köylü” statüsü biçilen Türkler nasıl olur da enerji kartı ile Avrupa’ya şantaj yapabilecek duruma gelir? Bunun derhal önlenmesi ve Türkiye’nin tekrardan köylü toplumuna dönüştürülmesi gerekmektedir. Bunun için yapılması gereken tek bir şey var o da; yıllardır yapıldığı gibi Türkiye’nin sinerjisini farklı alanlara kaydırmak. Tıpkı 1960, 70 ve 80 askeri darbelerinde olduğu gibi, tıpkı 1976-80 arası sağ-sol çatışmalarında olduğu gibi, tıpkı 1984-2013 yılları arasında PKK teröründe olduğu gibi, tıpkı 1993-2001 yılları arasında ekonomik krizlerle boğuşan aciz ve biçare Türkiye gibi. Fakat o dönemler artık geride kalmıştır. Türkiye, bugün genç ve donanımlı dinamik nüfusuyla insansız hava aracından helikoptere, radar ve füze sistemlerinden tank ve tüfeğine kadar hemen her şeyi kendisi üretebilmekte ve stratejik konularda dışa bağımlılığa son vermektedir.

Batılılar açısından bunlar çok tehlikeli hareketlerdir. Bu aktivasyona son vermenin, Türkiye’nin önüne ket koymanın tek yolu, Türkiye’yi o eski içine kapanık, pısırık, aciz ve kendi sorunlarıyla boğuşan bir noktaya getirmektir. Kobani bahanesiyle üç gün boyunca ülkemizin Doğu ve Güneydoğu şehirlerinde sergilenen olayların tek sebebi budur. HDP’nin yaptığı “sokağa dökülün” çağrısı bunların zekâ ürünü değildir. Selahattin Demirtaş başta olmak üzere diğer tüm HDP milletvekilleri Batı ülkelerinin attığı zokayı yutmuş, oyuna gelmiştir. Bundan sonra 42 kişinin katili sıfatını taşıyacak olan Selahattin Demirtaş’ın siyasi hayatı bitmiştir.

Bundan iki ay önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı makamına aday olan Demirtaş’ın yaptığına bakar mısınız? Bu zatı muhterem kazayla Türkiye Cumhurbaşkanı olsaydı herhalde neler yapardı. Necip Fazıl yine anılmayı hak etti. Üstad ne diyordu?

İnsanda yok ise ‘Edep’ neylesin medrese, mektep!

Okusa alim olsa yine merkep, yine merkep..!

Çözüm süreci Türkiye’de birçok şeyi değiştirecektir. Doğu ve Güneydoğu barış ve huzurla tanışacak, yatırımlar artacak, bölge insanı zenginleşecek ve refah seviyesi artacaktır. Bölge insanı zenginleştikçe başkalarına avuç açmayacak, ağalar beyler tarih olacaktır. Garip Anadolu köylüsünü 90 yıldır sömüren, tefecilik yoluyla topraklarını ele geçiren düzen sona erecektir. İnsanların evi, arazisi, toprağı para edecektir. Diyarbakır’da, Van’da, Batman’da, Hakkâri’de, Mardin’de, Siirt’te, Ağrı’da ve diğer şehirlerimizde ceplerine üç beş lira para konulup sokağa sürülen gençler, kendi alın terleriyle ekmeklerini kazanacak, gelecek kaygısı duymayacaktır. Sokakları kan gölüne çeviren, kamu binalarını ateşe veren, havaalanı ve yol yapılmasını istemeyen bir düşünce yapısı sizce neyi amaçlamaktadır? Her şey çok açık değil mi?

HDP’nin Kobani konusundaki yaklaşımı da aynen budur. Kobani yanıyor, Kobani’de insanlar ölüyor. HDP diyor ki “Türk Ordusu Kobani’ye girmesin”. Çünkü Türkiye’nin bölgeyi işgal edeceğinden korkuyorlar. Peki Türkiye ne yapsın? “Türkiye Kobani’ye koridor açsın”. Peki, ordu oraya girmeden o dediğin nasıl olacak?

HDP ve PKK mensuplarının beyinleri adeta dumura uğramış ve ne yaptıklarını, neye hizmet ettiklerini bilemiyorlar. Amaçları ne? “Küçük olsun benim olsun”. Asıl amaçları Kobani’de küçük bir otonom Kürt Beyliği yaratmak. Belli ki Kuzey Irak’taki Mahmur Mülteci Kampı’nın benzerini orada oluşturup, Kobani’yi gelecekte PKK’ya lojistik destek sağlayacak bir istasyon olarak kullanmak istiyorlar. Salih Müslim gibiler, Baas rejiminin geçmişteki tüm baskılarına ve Kürtleri insan yerine koymayan uygulamalarına karşın, Özgür Suriye Ordusu ile savaşa girişip Esed’in yanında yer alırken hiç kimsenin sesi soluğu çıkmıyordu. Çok merak ediyorum; acaba herhangi bir Kürt aydını veya bir tane akıllı HDP ve PKK’lı adam çıkıp Salih Müslim’e; “Yahu kardeşim bu Esed bize kimlik kartı bile vermiyor, adımıza mal mülk edinemiyoruz, pasaportumuz bile yok, canı sıkıldıkça kimliği olan Kürtlerin kimliğini bile iptal ediyor, sen bu adamın yalanlarına kanıp niçin Özgür Suriye Ordusu ile savaşıyorsun” diye sormuyor mu?

Fakat söylenecek fazla bir şey yok. Neticede; “İnsanlar lâyık olduğu şekilde idare edilir”. Gezi Olayları sırasında İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerimizde Sırrı Süreyya Önder öncülüğünde mücadele veren PKK mensupları, üç gün boyunca Kobani’nin hakkını savundu. Nasıl mı? Kürtlerin evini, malını, mülkünü ve aracını tahrip ederek, Kürtlerin işyerini soyarak ve yağma yaparak, Kürtleri öldürerek, Kürtlerin yararlandığı belediye binalarını, spor salonlarını, alışveriş merkezlerini, belediye otobüslerini yakıp yıkarak, Kürtlerin kullandığı kaldırımları, yolları, elektrik direklerini sökerek, başları sıkıştığında kullanacakları itfaiye araçlarını ve ambulansları ateşe vererek.

İyi yaptınız, elinize kolunuza sağlık. Eylemleriniz sayesinde Kobani kurtuldu! Kobani’yi ele geçirmeye çalışan ve sadece 2000 kişiden ibaret olan IŞİD militanları arkalarına bile bakmadan kaçmaya başladı!

Kobani’yi kurtarmak için twit atan 250 bin gerizekâlıya, sokaklarda eylem yapan on binlerce PKK ve HDP militanına, eylemcilere alkış tutan Mahmut Tanal, İhsan Özkes, Faik Tunay, Sezgin Tanrıkulu gibi CHP’li çapulculara, Kadıköy’de Kobani’ye destek gösterisinde Abdullah Öcalan ve Mustafa Kemal’in posterlerini yan yana getiren Kemalist Ulusalcılara sesleniyorum; Kobani’yi ele geçirmeye çalışan 2000 kişilik IŞİD militanını tükürüğünüzle bile boğabilirsiniz.

Mürşitpınar orada duruyor. Gidin Kobani’ye aslanlar gibi savaşın ve Kobani’yi kurtarın, hatta durmayın Musul ve Bağdat’ı da kurtarın.

İşiniz gücünüz rast gelsin, ışığınız bol olsun.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber