(Article 078-28.04.2015)
18’nci yüzyıl sonuna kadar İngiltere’nin dış politikası, Rusya’nın Osmanlı Devletialeyhine genişlemesine yönelik bir yapı sergiliyordu. O yıllarda İngiltere’nin Rusya ile ticaret hacmi oldukça büyüktü. Ancak Fransız Devrimiile birlikte Avrupa’da İngiltere’nin çok duyarlı olduğu güç dengesi hızla değişmeye başladı ve açık bir Rus tehdidi ortaya çıktı. İngiltere, Yedi Yıl Savaşları (1756-63) sonunda Fransa’nın elinde bulunan Hindistan sömürgesini ele geçirmişti. İngiltere’nin ekonomik geleceği açısından oldukça önem taşıyan Hindistan yolu, Mısır, Akdeniz ve Cebelitarık Boğazı’ndan geçmekteydi ve bu güzergâha “İngiltere’nin İmparatorluk Yolu” deniliyordu. 1787-92 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Rusya ve Avusturya ile yaptığı savaşlarda, Rusya ve Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve özellikle Rusya’nın Boğazlara yerleşmek istemesi İngiltere’yi endişeye sevketti. Bundan dolayı İngiltere, Rusya’nın Boğazlardan Akdeniz’e inmesini önlemek amacıyla Osmanlı Devleti’nin varlığı ve devamını önemsemeye başladı. Ayrıca İngiltere, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak amacıyla, 1790’da Prusya ve Hollanda ile bir ittifak bile yaptı. Böylece, İngiltere’nin Rus yanlısı politikası kökten değişmiş oldu.
Viyana Kongresi’nin hemen sonrasında İngiltere yeni bir dış ticaret politikası uygulamaya koydu. İngiliz sermaye grupları özellikle denizaşırı ticaretlerini geliştirme çabası içine girdiler. Bunun en önemli nedeni ise çoğu Avrupa ülkesinin korumacı bir dış ticaret politikası izlemeye başlamasıydı. Bundan dolayı İngiliz tüccarı Ortadoğu’ya özel bir ilgi duymaya başladı. 1820’lerden 1840’lara kadarki dönemde İngiltere, Latin Amerika’dan Çin’e ve oradan Osmanlı Devleti’ne kadar pek çok ülkede mümkünse yerel iktidarlarla anlaşarak, gerektiğinde ise silah gücü kullanmaktan çekinmeyerek, çok sayıda serbest ticaret anlaşması imzaladı. Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nın imzalanabilmesi için İngiltere’ye gerekli fırsatı ise aslen Kavalalı olan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa sağladı.
Mehmet Ali Paşa, 1805’te Hüsrev Paşa’nın yerine Mısır valisi olduktan hemen sonra Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanarak uzun süre devleti güçsüz bıraktı. 1811 yılında Kölemenleri ortadan kaldırdı ve Mısır’da tam bir egemenlik kurdu. Bundan sonra nüfuzunu Arabistan ve Mısır’ın güneyine doğru genişletip ülkede modern bir tarım, eksiksiz bir mali idare, yeni ve modern bir filo ve ordu oluşturdu. 1833 tarihli Kütahya Antlaşması imzalanıncaya dek Osmanlı ile çatışma halinde olan Mehmet Ali Paşa, bundan sonra Mısır’ı bağımsız bir devlet haline getirmek için çabaladı. Osmanlı Devleti, kendisi açısından büyük tehlike arzetmeye başlayan Mısır sorununu kesin olarak çözmek amacıyla, İngiltere’nin siyasi desteğini sağlamaya çalışırken, İngiltere de bu sorunu koz olarak kullanıp kendine bir avantaj sağlama çabası içine girdi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa probleminin çözümüne karşılık İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nden talebi 16 Ağustos 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması oldu.
Baltalimanı Ticaret Antlaşması
16 Ağustos 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşmasının hazırlanışı yaklaşık beş yıllık bir zaman aralığında gerçekleşti. Osmanlı ve İngiliz heyetleri arasındaki görüşmeler aslında 1 Mart 1834’de sona erecek olan 1820 tarihli ticaret tarifelerinin yeniden düzenlenmesi amacıyla çok önceden başlamıştı. Bu görüşmeler özellikle bir ticaret anlaşması yapmak amacıyla başlamamıştı. Ancak daha sonra görüşmelerin seyrini değiştirecek bir takım gelişmeler yaşandı. Osmanlı ülkesindeki kimi ekonomik uygulamalardan dolayı İngiliz tüccarın şikâyeti, Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca tavrı ve Mısır’da uyguladığı Yedd-i Vâhid (Tekel) usulü bu gelişmelerden bazılarıydı.
Osmanlı Devleti, kapitülasyon avantajı verdiği devletlerle eski anlaşmaya dayanarak kimi zaman yeni tarifeler yapmaktaydı. Bu tarifeler ithalat ve ihracat eşyasının değeri üzerinden alınacak %3 gümrük vergisinin her maddenin fiyatına göre hesaplanmış şekillerini gösterirdi. Bu tarifelerin her 14 yılda bir değiştirilmesi veya yenilenmesi, anlaşma şartları arasındaydı. İngiliz tüccarıyla ilgili ticaret tarifeleri en son 1820’de yapılmıştı. 1820 tarihli tarifenin süresi 1 Mart 1834’de dolmaktaydı. Bundan dolayı Osmanlı Devleti’nin Londra elçisi Mehmet Nuri Efendi, Ocak 1834’te 1820 tarifesinin yenilenmesi için İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’a başvurdu. Ancak Palmerston ve İngiliz yetkililer buna pek sıcak bakmadı. Çünkü 1820 tarifesi düzenlendiği sırada ticarete konu mal fiyatları yükselmiş olduğundan İngiliz tüccar avantajlı duruma geçmişti. İngiliz tüccarın ödediği vergi, ticaretini yaptığı eşyanın değeri üzerinden % 3 olması gerekirken, reel olarak % 1 ilâ % 1,5 civarına gerilediğinden Osmanlı maliyesi sıkıntı içine girmişti. Bu olumsuz durum devleti yeni gelir kaynakları arayışına zorluyordu. İngiliz tüccarının Osmanlı ülkesine yaptığı ticaretle ilgili bir dizi şikâyet, İngiltere’yi ancak 1836’da harekete geçirdi.
İngiliz tüccarın şikâyetleri başlıca üç noktada toplanıyordu: Yedd-i Vâhid (tekel) usulü, iç gümrük (tezkire) sistemi ve ticaret kısıtlamaları. Osmanlı ülkesindeki Avrupalı tüccarın en çok şikâyet ettiği konu ise kapitülasyonlara rağmen ortadan kaldıramadıkları yedd-i vâhid usulüydü. 1826’dan itibaren uygulanan bu usulün iki türlü uygulama biçimi vardı.
Birinci uygulama, yüksek dereceli bir memurun belli bir bölgede belli bir ürünün ya da ürünlerin tek alıcısı olarak görevlendirilmesiydi. Böyle bir durumda üreticiler, tespit edilmiş resmi fiyat üzerinden ürünlerini bu alıcıya satmak zorunda kalıyor, ürünü alan memur ise bu malları ülke içindeki kullanıcılara veya yabancı tüccara tekel fiyatıyla satıyordu. Yedd-i vâhidi elinde tutan kişi herhangi bir ithal malının tek alıcısı konumunda oluyordu. Bu durum hem İngiliz tüccarın kâr marjını, hem de tekelci fiyat uygulamasından ve artan maliyetlerden dolayı İngiliz mallarının dünya çapındaki talebini düşürüyordu.
İkinci uygulama ise yerli tüccara ya da herhangi bir kişiye satın alma tezkereleri (lisans) verme şeklindeydi. Tezkerelere sahip olabilmek için devlete bir bedel ödemek gerekiyordu. Her yörede belli bir ürün için tek bir tezkere sahibi bulunduğundan bu durumda da tekelci bir yapı ortaya çıkıyordu. Bu nedenle İngiliz tüccar, “en ziyade müsaadeye mazhar devletin” en çok ayrıcalığa sahip yerli tüccarı statüsüne geçmeyi ya da bu sistemin kökten kaldırılmasını arzulamaktaydı. Yedd-i Vâhid usulünün Mehmet Ali Paşa tarafından Mısır’da uygulanması İngiliz tüccara yaşama şansı bırakmıyordu.
Mehmet Ali Paşa’nın tekelci uygulamaları yalnızca ekonomik ve mali değil aynı zamanda savunma amaçlıydı. Tekel sistemini son derece yaygın şekilde kullanarak adeta Mısır’ın mülkiyetine sahip hale gelmişti. Bu suretle kazandığı kaynakları ise, Osmanlılardan çok daha rasyonel bir biçimde kullanarak Mısır’ı modernleştiriyordu. Batılı çevrelerde Mehmet Ali Paşa’nın tekellerin kalkmasına kolay kolay razı olmayacağı konuşuluyordu. Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa’nın bu gücünü kırmak için 1838 Ticaret anlaşmasında Yedd-i Vâhid (tekel) usulünün kaldırılmasına, ekonomik değil ancak siyasi nedenlerle razı oldu.
İngiliz tüccarın şikâyet ettiği bir diğer konu da “İç Gümrük Vergileri” idi. Osmanlı devlet bütçesi uzun süreli savaşlardan dolayı bir hayli zayıflamış olduğundan, 1802’de yabancı tüccarın sahip olduğu tüm ayrıcalıklara son verildiği ilan edildi. Buna göre iç ticaret yapmak isteyen yabancı devlet tüccarı, yerli tüccar gibi % 5 iç gümrük vergisi ödeyecekti. Bu oran, özellikle II. Mahmut döneminde ordunun giderek artan ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla arttırılmıştı. Bu vergi sistemi, ticarete konu mal fiyatlarının yüksek olmasından dolayı yerli sanayinin gelişmesine yardımcı oluyordu.
Bunlardan başka Osmanlı Devleti, uygulamış olduğu “provizyonist” ekonomi politikasından dolayı kendisi açısından önemli bazı malların ihracını yasaklıyor ya da ihraç edilen bu mallara yüksek gümrük vergisi uyguluyordu.
Osmanlı yöneticileri ile İngilizler arasında 1836’da başlayan görüşmeler uzunca bir süre devam etti. Osmanlı ve İngiliz heyetlerinin ticari ve politik deneyimleri ve heyetlerin olaya bakış açıları farklıydı. Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa’ya karşı İngiltere’nin desteğini temin etmeyi amaçlarken, İngiltere, Osmanlı ülkesinde daha fazla hareket serbestliği kazanmak istiyordu. İlki politik ikincisi ekonomik amaçlıydı ve İngiltere politikayla ticareti birlikle kullanabilecek maharete ziyadesiyle sahipti. Neticede bu anlaşma 16 Ağustos 1838 tarihinde imzalandı. Ancak imzalanan bu anlaşma Osmanlının asırlara dayalı provizyonist iktisat politikasını tarihe gömüyor, Osmanlıyı liberal ekonomi tuzağına çekiyordu. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da.
Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nın maddeleri temel olarak şu şekildeydi;
- Mevcut kapitülasyonlarla garanti edilen tüm hak ve ayrıcalıklar süresiz olarak devam edecekti.
- İngilizler tarım ve sanayi ürünlerini istisnasız bir şekilde ülke içinde satabilecek veya ihraç amaçlı satın alabilecekti.
- Osmanlı Devletitüm tekelleri kaldırmayı ve “tezkere” uygulamasına son vermeyi kabul ediyordu.
- İngiltereve sömürgelerinde üretilen tüm mallar, değerleri üzerinden %3 gümrük vergisi ödenmek koşuluyla Osmanlı ülkesine girebilecekti. Eğer mal içeride satılacak olursa ilaveten %2’lik ek bir vergi alınacaktı.
- Herhangi bir malı Osmanlı toprağında satın alan İngiliz tüccar, tüm iç gümrüklerin karşılığı olarak malın değeri üzerinden % 9 vergi ödeyecekti. Eğer bu mal ihraç edecek olursa %3 oranında ek bir vergi daha ödeyecekti.
- İngiliz tüccar, Osmanlı Devleti’nin en ayrıcalıklı tüccarının yararlandığı koşullarla ticaret yapma özgürlüğüne sahip oluyordu.
- Fiyatları kuruş cinsinden tespit edilen gümrük tarifeleri daha önce 14 yılda bir yenilenirken bundan böyle 7 yılda bir yenilenecekti.
Anlaşmanın Osmanlı Ekonomik Düzenine Etkileri
16 Ağustos 1838 tarihli ticaret anlaşmasının Osmanlı ekonomik sistemine etkileri ise şu şekilde sıralanabilir;
- Bu anlaşma ile İngiliz uyruklu her tüccar Osmanlı Devletisınırları içinde yetiştirilen veya işlenen her çeşit malı satın alabilme hakkını elde ediyor,
- Yedd-i vâhid usulü tamamen ortadan kaldırılıyor,
- Tezkere uygulamasına son veriliyordu.
Yedd-i vâhidin bir parçası olan “tezkere” sistemine göre, yerli veya yabancı uyruklu tüccara yerli ürünleri alıp satabilmesi için belli bir ücret karşılığında “tezkire” veriliyordu. Bu sistem Osmanlı Devlet hazinesinin en önemli gelir kaynaklarından birini oluşturuyordu. Bu anlaşmayla bundan böyle, eşya ve mal nakli için tezkere istenilmeyecek, isteyenler cezalandırılacak ve bu uygulamadan daha önce zarar görmüş olan İngiliz tüccarın kaybı Osmanlı Devleti tarafından tazmin edilecekti.
Yine bu anlaşmayla İngiliz tüccar, “en ziyade müsaadeye mazhar tüccar” derecesine ulaşıyor ve Osmanlı tüccarı ile aynı haklara sahip olmuş oluyordu. Eskiden bir İngiliz tüccarı herhangi bir Avrupalı tüccar gibi, Osmanlı ülkesinden aldığı bir malı iskelede gemiye yüklerken % 3 gümrük vergisi ödüyordu. Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nda bu oran aynı kalmakla birlikte yeniden düzenlenmişti. İngiliz tüccar, herhangi bir malı üretildiği yerden alıp iskeleye getirdiğinde % 9 âmediyye vergisi verecek, vergisi ödenmiş bir eşyayı ülke dışına çıkarmadan başka bir iskeleye götürmesi durumunda yalnızca % 3 reftiyye vergisi ödeyecek (eski uygulamada yeniden âmediyye vergisi vermesi gerekiyordu), malı iskelede satın alması durumunda ise sadece % 3 vergi ödeyecekti.
Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçecek gemilerin “izn-i sefîne” adında bir belge alması uygulamasına devam edilmiş, ancak bu izinlerin hızlı bir biçimde verilebilmesi için bazı düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre, Osmanlı limanlarında bir gemiden diğerine aktarma yapılabilecek, transit ticaret serbest olacak, ayrıca bu işlemlerden dolayı hiçbir vergi alınmayacaktı. İngiliz tüccarın Osmanlı ülkesine sokacağı her çeşit İngiliz malının fiyatı üzerinden eskiden % 3 gümrük vergisi ve ayrıca iç gümrük vergisi alınıyordu. Bu anlaşma ile birlikte % 3 (dış) gümrük vergisi ödendikten sonra bu malın ister geldiği yerde isterse nakledildiği yerde satılabilmesi için % 2’lik bir iç gümrük vergisi ödenecek, bu vergi ödendikten sonra ürünün el değiştirmesi veya başka bir ülkeye gönderilmesi durumunda başkaca bir vergi talep edilmeyecekti. Yabancı tüccarın bu anlaşmadan önce İngiliz patentli olmayan bir malı Osmanlı ülkesine sokup satabilme yetkisi yoktu. Bu anlaşmayla birlikte söz konusu sınırlama ortadan kalkmış, bir önceki ithal şartlarına bağlanmıştı.
Bu anlaşma kamuoyuna açıklandıktan sonra Osmanlı Devleti ile birçok Avrupa devleti arasında Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması’nı temel alan anlaşmalar yapıldı. 25 Kasım 1838’de Fransa ile, 1839’da Hansa şehirleri (Lubleck, Bremen, Hamburg) ve Sardunya ile, 1840’da İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika ve Zollverein Hükümetleri ile (Prusya, Bavyera, Saksonya, Wurtemburg, Baden, Hasen Elektörlüğü ve Grand Dukalığı, Thuringen, Nassau Birliği, Serbest Frankfurt Şehri), 1841’de Danimarka ile, 1843’de Portekiz ile ve son olarak 1846’da Rusya ile benzer ticaret anlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmalar aslında Osmanlının asırlar boyu uyguladığı ekonomi politikasında köklü bir değişiklik anlamına geliyordu. Osmanlı hazinesinin gelir kaybı provizyonist uygulamalardan anti-provizyonist uygulamalara geçişle birlikte hızlanmış, hammaddelerin çok ucuza dışarıya ihraç edilmesine, henüz gelişmemiş durumda olan sanayinin tamamen çökmesine, iç ve dış ticaretin yabancıların eline geçmesine neden olmuştur.
Bu dönemin gelişmelerine şahit olan bir Osmanlı vakanüvisi gelişmeleri şöyle özetlemektedir: “Bu anlaşma ile yedd-i vâhid usulü kalktı ise de yerine yabancı tekeli geldi ki, Osmanlı Devleti’nde en küçük ticarete kadar yabancılar iştirak etti. Yerli sanayi bütün bütün çöktü ve yabancı mallar revaç bularak mevcut paramız Avrupa’ya çekilip gitmeye başladı… Bu demek oluyor ki, varsın Mısır’a kötülüğü olsun da bize zararı olması önemli değil!”.
İngiltere bu anlaşmayı Lord Palmerston bir şahaser (Lago d’Opera) olarak değerlendiriyordu. Osmanlı Devleti ile ticari ilişkisi oldukça fazla olan Avusturya, İngiltere ile imzalanan anlaşmayı olduğu gibi kabul etmek istemiyordu. Özellikle Tuna Prenslikleriyle ticari ilişkilerinde bu devletin kendisine has ayrıcalıkları vardı. Bununla beraber Avusturya, “en ziyade müsaadeye mazhar devlet” şartı dolayısıyla İngiliz anlaşmasının sağladığı yeni çıkarlardan aynen yararlanıyordu.
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa, bu anlaşmayı, ilk önce tanımayacağını bildirmesine karşın kısa süre sonra bu düşüncesinden vazgeçip kabul etti ve böylece Fransa’nın anlaşmaya karşı olumsuz tavrı son buldu.
1838 ve sonrasında imzalanan anlaşmalar serisi Osmanlı pazarını ve hammaddelerini, Avrupalı ticaret ve sanayi sermayesinin çıkarları doğrultusunda dış ticarete açıyordu. Baltalimanı Ticaret Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin ülke içinde kendi halkıyla ilgili bir takım düzenlemeler yapma, kurallar koyma ya da mali ve iktisadi tedbirler alma hak ve olanaklarını büyük ölçüde kısıtlamakla birlikte, devletin iktisadi çöküşünü hızlandırmıştır. Anlaşmanın en önemli sonuçlarından biri, Osmanlı dış ticareti üzerindeki devlet müdahalelerinin tümünü olmamakla birlikte önemli bir bölümünü bir daha geri dönülmemek üzere ortadan kaldırmasıdır. Böylece hem Osmanlı pazarı, hem de Osmanlı hammaddeleri Avrupa ticaretine açılmış oluyordu. Anlaşma, dış ticarette yedd-i vâhid olarak adlandırılan devlet tekellerini ortadan kaldırmakla ülkenin tarım ve sanayisinin gerilemesine, tüccar ve esnafın güçsüz ve savunmasız duruma düşmesine neden olmuştur.
1839’dan itibaren Batılı müteşebbisler Osmanlı ülkesinde sadece ticaret ve esnaflıkta söz sahibi olmakla kalmadılar, sanayiye de el atarak Osmanlı tebaasıyla rekabete de giriştiler. Fabrikalar ve imalathaneler kurarak faaliyet göstermeye başladılar. Bu müteşebbisler, serbest ticaret rejiminin getirdiği rahatlıktan yararlanarak rekabeti o derece ileri götürdüler ki Osmanlı esnafı, devlete karşı bazı yükümlülüklerini bile yerine getirememeye başladı. Osmanlı Devleti’nin iç ve dış ticaretine tamamıyla yabancı tüccarların hakim olması, ticari ilişkileri karmaşık bir duruma soktu ki sonuçta devlet, ticari anlaşmazlıkların çözümü amacıyla karma ticaret mahkemeleri kurmak zorunda kaldı (1846).
Bu anlaşmanın bir diğer olumsuz etkisi ise Osmanlı Devleti’nin dış borçlanma sürecini başlatmış olmasıdır. Bu anlaşma, devletin dışarıya bağımlılığını pekiştirmekle kalmamış yabancı sermayenin Osmanlı ülkesinde yatırımlar yapmasına da imkân tanımıştır. İlk demiryolu yatırımları ile ilk önemli borçlanmanın aynı zamana rastlaması tesadüf değildir.
Bu anlaşmanın bir diğer sonucu da Osmanlı Devleti’nin Balkan eyaletlerini kaybetme sürecini başlatmış olmasıdır. Bu süreç esas olarak 1861 Kanlıca Ticaret Anlaşmaları serisiyle başlasa da, Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında yapılan 1839 tarihli ticaret anlaşması bunun ilk tohumlarını atmıştır. Anlaşmanın diğer önemli sonucu ise İngiliz tüccarlarının Osmanlı topraklarında perakende ticaret yapabilme hakkını elde etmiş olmasıdır. Bu durum Osmanlı esnaf ve lonca teşkilatını yıkmış, Mısır’da İngiliz koruyuculuğunun ilk sinyalleri görülmeye başlanmıştır.
Osmanlı Devleti, bu anlaşmayla bağımsız bir dış ticaret politikası izleyebilme hakkını kaybediyor, Avrupa ekonomilerine entegre olmuş oluyordu. Baltalimanı Antlaşması imzalandıktan sonra, Avrupalı devletler kendilerince yüksek gördükleri gümrük vergilerini indirtmek için Osmanlı yönetiminin yeni bir bunalıma sürüklenmesini beklemiş, 1860-61 yıllarında yaşanan mali bunalım ve Lübnan’daki siyasal çalkantılara bağlı olarak Osmanlı Devleti, Batılı devletlerle bu defa Kanlıca Ticaret Muahedelerini yapmak zorunda kalmıştır. 1838’de başlayan ekonomik kırılganlık süreci, 1861’de başlayan yeni bir anlaşmalar silsilesiyle daha kalıcı hale gelmiştir.
Kanlıca Ticaret Anlaşmaları
Sultan Abdülmecit’in saltanatının son aylarında devlet, büyük çapta mali ve iktisadi bir buhran geçiriyordu. Yüksek kademedeki Osmanlı devlet adamları, bu buhranın politik bir soruna dönüşmeden önlenebilmesi için Batılı devletlerin yardımını almayı düşünüyorlardı. Yeniden bir dış borçlanmaya gidilmesi zorunlu hale gelmişti. Fakat Batılılar, Osmanlı Devleti’ne her türlü yardımı çıkar karşılığı yapıyorlardı. Mehmet Ali Paşa sorunu ve Kırım Savaşı sırasında Avrupalı devletlerin Osmanlı’ya verdiği destek, önemli çıkarlar karşılığında sağlanmıştı. Bu olaylardan anlaşılacağı üzere, Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlerle ticari ilişkileri teknik bir işbirliğinden öte, siyasi bir taviz kaynağı haline gelmişti. Balkan eyaletlerinde Rusya’nın tahrikiyle Slavlar devlete karşı ayaklanma faaliyeti içerisindeydi. Lübnan’da Dürziler ile Maruniler arasında yeniden başlayan çatışmalar ve Hıristiyan tebaanın istekleri artmaya başlayınca, Batılıların bu konudaki talepkâr isteklerini ortadan kaldırmak amacıyla 1861 yılından itibaren Osmanlı Devleti ile Avrupalı devletler arasında yeni ticaret anlaşmaları yapılmaya başlandı. 1861-62 yıllarında yapılan bu ticaret anlaşmalarına genel olarak “Kanlıca Ticaret Muahedeleri” denilmektedir.
Kanlıca Ticaret Muahedeleri’nin ilki Fransızlarla 29 Nisan 1861’de yapılmış, bunu diğer devletlerle yapılan ticaret anlaşmaları takip etmiştir. İtalya ile 10 Temmuz 1861, İngiltere ile 1 Ekim 1861, Belçika ile 10 Temmuz 1861, Rusya ile 3 Mart 1862, ABD ile 13 Şubat 1862, İsveç ile 5 Mart 1862, İspanya ile 13 Mart 1862, Danimarka ile 13 Mart 1862, Prusya ile 20 Mart 1862, Felemenk ile 25 Mart 1862, Avusturya ile 1862 tarihlerinde benzer anlaşmalar imzalanmıştır.
29 Nisan 1861 Osmanlı-Fransız Ticaret Antlaşması 17 maddeden ibaret olup anlaşmanın esasları diğer devletlerle imzalanan ticaret anlaşmaları için de temel olmuştur. Bu anlaşmanın maddeleri özetle şu şekildedir:
- İç ticarette tam bir serbestlik. Fransızlar, Osmanlı Devleti’nin her tarafında her türlü ziraat ürünlerini ve mamul eşyayı, Osmanlı tebaasından en ziyade müsaadeye mazhar olan tüccarın vermekte olduğu resimleri ödemek koşuluyla alıp satabilecektir. Yalnız, barut, top ve mühimmat maddelerinin perakende ticareti yasaktır. Tuz ve tütünün Osmanlı’ya ithalatı yasaklanmış, ihracatı serbest bırakılmıştır.
- Dış ticarette tam bir serbestlik. Yukarıdaki maddede bahse konu ticaret maddeleri İmparatorluğun dışına serbestçe çıkarılabilecektir. Bu ürünlerden % 8 oranında çıkış gümrüğü alınacaktır. Fakat bu rakam kesin değildir. Her yıl % 1 oranında düşürülecek, bu şekilde yedi yılın sonunda çıkış gümrüğü % 1’e inmiş olacak ve bu rakam artık kesin ve sabit olacaktır.
- Fransız gemileriyle Osmanlı İmparatorluğu’na ithal edilen her türlü ticaret eşyasından % 8 gümrük resmi alınacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan transit olarak geçirilecek eşyalar için % 2 transit resmi alınacak, fakat sekiz yılın sonunda bu resim % 1’e indirilecektir.
- Boğazlardan Fransız ticaret gemileriyle geçirilecek ticaret eşyasından hiçbir gümrük resmi alınmayacaktır.
Kanlıca Ticaret Anlaşmaları serisinde 1838-41 arasında çeşitli devletlerle imzalanan Baltalimanı Ticaret Anlaşmaları ile yabancılara tanınan imtiyazlar aynen korunmuş, ancak 1846 Osmanlı-Rus Ticaret Antlaşmasıyla bazı maddelerin ticaretine getirilen sınırlamalar aynen devam etmiştir. Osmanlı-Rus Ticaret Antlaşması’na göre; Rus tüccarları savaş alet ve malzemesi, müskirat, enfiye gibi maddeler de dahil olmak üzere perakende ticaret yapamayacak; şap, sülük, tuz ve tütün alım satımları bazı koşullara bağlanacaktı. Hububat ihracına ise herhangi bir kıtlığa neden olmaması için ancak ürünün bol olduğu yıllarda izin verilecekti. Bu şartlar, Kanlıca Ticaret Anlaşmalarında geçerliliğini korudu.
Osmanlı ticaret ve gümrük politikasında köklü değişikliklere sebep olan “himaye sistemi” ilk defa bu anlaşmayla başladı. 1861-62 anlaşmalarında esnaflık inhisarının kaldırılmasından sonra “frenk esnaf” artık Osmanlı topraklarında Osmanlı nizamlarına uymak koşuluyla, istedikleri esnaf kolunda serbestçe faaliyet göstermeye başlıyordu. Bu anlaşmayla; örgütsüz, korumasız ve donanımsız Osmanlı tüccar ve esnafı ise oldukça güç durumlara düşüyor, ülkede ekonominin ve istihdamın belkemiğini oluşturan lonca sistemi çökmeye başlıyordu.
Baltalimanı ve Kanlıca Ticaret Anlaşmalarının Osmanlı Ticaret ve Sanayi Hayatına Etkileri
16’ncı yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı sultanlarının yabancı devlet tüccarlarına bahşettikleri kapitülasyonlar; tarihsel süreç içinde dünya koşullarının değişmesi ve Avrupalı devletlerin güçlenmesine bağlı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğü açısından önemli bir tehdit unsuru halini gelmiştir. Avrupa’da 18 yüzyılın sonlarında başlayan sanayi devrimi, ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra dünyanın başka ülkelerini olumsuz yönde etkilediği gibi doğal olarak Osmanlı Devleti’ni de etkilemiştir. Bu etki 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması(Baltalimanı) ile en somut şeklini almıştır. Bu anlaşmayı hazırlayan koşullar, Osmanlı Devleti’nin zaafları ve İngiltere’nin yeni iktisat politikasıdır. Bu anlaşmanın daha olgunlaşmış şekli olan Kanlıca Ticaret Antlaşması ise Osmanlının geleneksel iktisadi, sosyal ve kültürel yapısını bozmuş, Osmanlı ekonomisini dışarıya daha fazla bağımlı hale getirmiştir.
Bu süreç, Baltalimanı Ticaret Antlaşması’nın imzalandığı 1839 yılından sadece 16 yıl sonra 1854’de Osmanlı ekonomisinin kalıcı bütçe açıkları ile tanışmasına yol açtığı gibi, devletin ilk defa olarak yurtdışından borç almasına sebep olmuştur. İlk borç anlaşmasının imzalandığı 1854’den sadece 20 yıl sonra ise Osmanlı Devleti 1874’de borçlarını ödeyemediği için moratoryum ilan etmek zorunda kalmıştır.
Provizyonist ekonomi politikası sayesinde 1299’dan 1838 yılına kadar kendi ayakları üzerinde duran Osmanlı ekonomisi, 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması ile kırılgan bir nitelik arz etmeye başlarken, 1861 Kanlıca Ticaret Antlaşması ile kendi geleneksel iç pazarını da yabancılara açmak suretiyle esnaf ve lonca sistemine darbe vuruyor ve neticede 1874’de borçlarını ödeyemez hale geliyordu. Tüm bunların sonucunda ise devlet, 1881 yılında Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin –günümüzdeki IMF- kuruluşuna onay vermek zorunda kalıyordu.