Anasayfa / Makaleler / SURİYE İLE SAVAŞA GEREK YOK… ŞAM VE HALEP, ZATEN BİZİM DEĞİL Mİ?

SURİYE İLE SAVAŞA GEREK YOK… ŞAM VE HALEP, ZATEN BİZİM DEĞİL Mİ?

Yazan: Hasan KARAKAYA

10 Temmuz 2015

CHP’li Gürsel Tekin’e kalsaydı; hem de seçimden bir hafta-on gün önce;“Türkiye, 24 saat içinde Suriye’ye girecek”, böylece AK Parti, “savaş şartları”nı gerekçe gösterip, “seçimleri iptal edecek”ti!..

HDP’lilere kalsaydı; “Türkiye, seçimden hemen sonra Suriye’ye girecek ve orada Kürtleri katledecek”ti!..

Hiçbiri olmadı!..

“Yalancının mumu, nasıl ki yatsıya kadar yanar”mış, CHP ve HDP’lilerin mumu da, anında “püff”ledi!..

Türkiye ne Suriye’ye girdi, ne de başka bir ülkeye!..

Ama, “savaş” çığırtkanlığı ile bir “algı operasyonu” yürüten CHP ve HDP;“Kürtlerin iradesini yönlendirdi” ve “HDP’nin barajı aşmasını” sağladı!..

Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki;

“Barış(!) partisi” HDP’nin tek derdi, “savaş çığırtkanlığı” ile barajı aşmakmış!.

Tabiî, sadece “barajı aşmak” değil, aynı zamanda “AK Parti’yi de zayıflatmak” ve “tek başına iktidar olmasını önlemek”miş!..

Bunu da başardılar!..

NİYE 1921’İ TARTIŞMIYORUZ?

Bir ay öncesinde zirveye çıkan savaş çığırtkanlığı, son günlerde yeniden depreşti!.. “TSK’nın sınırda yaptığı yığınak” ve muhtemel “tehdit”lere karşı aldığı “tedbir”ler; “Girdik!.. Giriyoruz” söylemleriyle, yeniden gazete manşetlerine yerleşti!..

İşte tam da bugünlerde, bir “yazı” okudum… Bazılarına “ekzantrik”gelebilir ama, sadece “fikir cimnastiği” yapmak açısından bile, ilginç bir yazı!..

Dr. Mehmet Hakan Sağlam’ın internette dolaşan bu yazısına bakılacak olursa; aslında “Suriye’ye girmemize” yani “Esed’le savaşmamıza” bile gerek yok!..

“Çünkü” diyor, Dr. Mehmet Hakan Sağlam; “1921 Ankara Antlaşması’na göre, Suriye zaten Türkiye Cumhuriyeti toprağıdır!”

Nasıl yani?..

Dr. Mehmet Hakan Sağlam, diyor ki;

“Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu arazi nasıl ki Türk toprağıdır ve orada Suriye devletinin bir tasarruf hakkı yoktur, Halep ve Şam da, Türk toprağıdır!”

ANLAŞMANIN BİLİNMEYENLERİ

Bugün, köşemi; işte bu ilginç yazıya ayırmak istiyorum.

Söz, Dr. Mehmet Hakan Sağlam’da:

Suriye ile Türkiye arasında son dört yıldan beri yaşanan sorunlar, 90 yıl boyunca kimsenin dikkatini çekmeyen ve bilerek unutturulan bazı topraklarımızı tekrardan gündeme taşımamı gerektirdi.

Fransa ile Ankara Hükümeti arasında 1921 yılında imzalanan Ankara Antlaşması, bünyesinde birçok bilinmeyeni barındırmaktadır. 13 maddelik bu anlaşma; basit olduğu kadar her iki taraf açısından da ilklerniteliğindedir. Öncelikle bu anlaşma Ankara Hükümetinin yabancı bir Batılı devletle imzaladığı ilk anlaşma olup, en azından o yıllarda güney sınırlarımızın savaş tehdidinden arındırılması gayesini gütmekteydi.

Sykes-Pycot Antlaşması ile Osmanlı topraklarını paylaşma sevdasına düşen Rusya, İngiltere ve Fransa, bugün Suriye olarak isimlendirilen ama aslında Halep ve Şam vilayetlerini kapsayan topraklarımızı Fransa’ya, Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerimizi de İngilizlere vermeyi hedeflemişti.

Anadolu’da devam eden kurtuluş mücadelesi esnasında 1921 Ankara Antlaşması’nın içeriğine Süleyman Şah Türbesi dışındaki hiçbir yer açıkça yerleştirilmedi. Ancak bu anlaşmanın 13. maddesi çok korkunç bir gerçeği saklamaktadır.

İlk okunduğunda çok basit ve insani bir gereklilik gibi görülen bu madde, aslında Halep ve Şam vilayetlerimiz içerisinde Türk vatandaşlarına ait olan ve vergisel açıdan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hüküm ve tasarrufu altında bulunan milyonlarca dönüm arazinin mülkiyetini izah etmekteydi.

Ankara Antlaşmasının 13. maddesinde tarif edilen araziler bugün çoklukla Osmanlı Devleti’nin Halep ve Şam vilayetleri içerisinde kalmakta olup, milyonlarca dönüm araziden oluşmaktadır. Bu araziler; bugünkü Suriye’nin Halep, Şam, Hama, Humus, Rakka, Deyr-uz Zor, Haseke, İdlib, Lazkiye ve Tartus vilayetlerini kapsamaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşunu takiben bu sorun ara sıra gündeme gelmiş ancak sonraları kişiliksiz idarecilerin de etkisiyle unutulup gitmiştir. Bu sürecin geçmişini ve hangi merhalelerden geçerek bugünlere intikal ettiğini size aktarmak istiyorum.

13 MADDELİK ANLAŞMA

Ankara, 20 Ekim 1921…

Bir yıl önce kurulan Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Fransa hükümeti temsilcisi Franklin Bouillon ile Halep ve Şam vilayetlerimizin elimizden çıkışına ilişkin anlaşmayı imzalıyor.

Anlaşmanın tüm maddeleri aşağıdaki şekildedir;

Madde 1- Her iki taraf işbu anlaşmanın imzalanmasından itibaren aralarında harbin sona ereceğini bildirirler. Ordular, mülki memurlar, ahali keyfiyetten derhal haberdar edilecektirler.

Madde 2- İşbu anlaşmanın imzasını müteakip, her iki tarafın harp esirleriyle mevkuf veya mahbus Türk, Fransız bütün şahıslar serbest bırakılacak ve kendilerini, tevkif eden taraf yol masrafını ödeyerek gösterilecek en yakın şehre gönderilecektir.

Madde 3- İşbu anlaşmanın imzasından başlayarak, en geç iki ay içinde Fransız kıtaları 8. maddede de yazılı hattın güneyine ve Türk kıtaları da kuzeyine çekileceklerdir.

Madde 4- Üçüncü maddede belirtilen müddet zarfında seçilecek bir karma komisyon bu maddenin ne şekilde tatbik olunacağını tespit edecektir.

Madde 5- Her iki taraf boşaltılan arazide, buranın işgalini müteakip genel af ilan edecektir.

Madde 6- Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Misak-ı Milli’de açıkça tanınan azınlıklar haklarının, bu hususta müttefikler ile bunların düşmanları ve bazı dostlar arasında yapılmış mukavelelerdeki esaslara dayanarak, kendi tarafından teyit olunacağını bildirir.

Madde 7- İskenderun Bölgesi (Hatay) için özel bir idare usulü tesis olunacaktır. Bu mıntıkanın Türk ırkından olan ahalisi kültürlerinin inkişafı için her türlü teşkilattan faydalanacaklardır… Türk lisanı orada resmi dil olacaktır.

Madde 8- Üçüncü maddede zikredilen hat: İskenderun Körfezi’nde Payas’tan başlayarak Meydan-ı Ekbez-Kilis-Çobanbeyli istasyonuna gidecek ve demiryolu Türkiye’de kalmak üzere Çobanbeyli’den Nusaybin’e varacaktır. Payas ile Meydan-ı Ekbez ve Çobanbeyli istasyonları Suriye’de kalacaktır. İşbu anlaşmanın imzasından itibaren bir ay içinde mezkur hattı tespit etmek üzere her iki taraf delegelerinden mürekkeb bir komisyon seçilecek ve bu komisyon tespit muamelesine nezaret edecektir.

Madde 9- Osmanlı sülalesinin kurucusu Sultan Osman’ın dedesi Süleyman Şah’ın Caber kalesinde bulunan ve Türk mezarı ismiyle belirli türbesi müştemilatı ile Türkiye’nin malı olacak ve Türkiye oraya muhafızlar koyacak ve Türk bayrağı çekecektir.

Madde 10- Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Pozantı ile Nusaybin arasındaki Bağdat demiryolu parçasını, Adana ilinde yapılmış bulunan şubelerin işletme hakları ile beraber bütün ticaret ve ulaştırma işlerini Fransa Hükümeti’nin göstereceği bir Fransız grubuna vermesini kabul eder. Türkiye Hükümeti Meydan-ı Ekbez’den Çobanbeyli’ye kadar Suriye arazisinde demiryolu ile askerî ulaştırma yapacaktır.

Madde 11- İşbu anlaşma yürürlüğe girdikten sonra seçilecek bir karma komisyon Türkiye ile Suriye arasındaki gümrük işlerini düzenleyecek, bu işlem yapılıncaya kadar her iki hükümet hareketinde serbest olacaktır.

Madde 12- Türkiye ve Suriye, Kırık Suyu’ndan hakkaniyet üzere faydalanacaklardır. Suriye Hükümeti, masrafı kendisine ait olmak üzere Fırat nehrinin Türkiye kısmından su alabilecektir.

Madde 13- Madde 8’de belirtilen hududun her iki tarafında oturan yerli ve yarı göçebe halk buradaki otlaklardan faydalanacak veya emlak, araziye sahip bulunanlar eskisi gibi haklarını kullanmaya devam edeceklerdir. Bunlar işletme ihtiyaçları için serbestce ve hiçbir gümrük veya otlak resmi ve ne de başka bir resim vermeksizin hayvanlarını, araçlarını, tohumlarını ve bitkilerini taşıyabileceklerdir. Bunlara ait vergileri oturdukları memlekette ödemeleri kararlaştırılmıştır.

  1. MADDE’YE DİKKAT!

Şimdi, “1921 Ankara Antlaşması’nın 13. maddesi”ni tekrardan dikkatle okuyalım…

Anlaşmanın bu maddesinin son kısmı, çok ama çok önemlidir.

Yani, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olup da Suriye’de toprağı, emlâkleri bulunan kişiler, Suriye’deki mal varlıkları üzerinde her türlü tasarrufu yapabilecek, çalışıp mal ve hizmet üretebilecek ama tek bir kuruş vergi ödemeyecektir. Bu kişiler kazançlarının vergisini sadece Türkiye’ye verecektir.

Neden; Çünkü bu topraklar Türkiye Cumhuriyeti devletine aittir. Yani Süleyman Şah nasıl bir Türk toprağı ise ve orada Suriye Devleti’nin hiçbir tasarruf hakkı yok ise, bu topraklarda da Suriye hükümetinin tasarruf hakkı yoktur.

Aynı hak Suriye vatandaşı olup da Türkiye tarafında gayrimenkul ve mal varlığı olanlar için de geçerlidir.

Şimdi realiteye geçelim.

Bugün durum nedir?

Baas rejimi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Suriye tarafındaki topraklarını Ankara Antlaşması’na aykırı olarak 1958’de tamamen kamulaştırmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 1958 yılından sonra bu haklarını kullanamaz hale gelir.

O vakitten sonra Türkiye bu anlaşmanın gereğinin yerine getirilmesi için hiçbir talepte bulunmaz. Türkiye ise; Suriye vatandaşlarının Türkiye’de bulunan 60 bin dönümlük toprağını kiraya verip elde ettiği geliri, ileride onlara teslim etmek üzere bir emanet hesapta tutar.

ÖNÜMÜZDEKİ 2 SEÇENEK

Artık Ankara Antlaşması’nı masaya yatırmanın zamanı gelmiştir. Suriyebağımsızlığını kazanırken, “Fransa’nın imza attığı tüm anlaşmaları kabul ettiğini” deklare etmiştir!..

Bu aşamadan sonra Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır;

1- Türkiye bu sorunu Lahey Adalet Divanı’na taşıyabilir ve söz konusu topraklar fiilen Türkiye Cumhuriyeti’ne geçebilir.

2- Türkiye, Ankara Antlaşmasının şartlarının Suriye tarafından açıkça ihlal edildiği gerekçesiyle 1921 Ankara Antlaşmasını geçersiz ilan edip, Halep ve Şam vilayetlerimizin tekrardan kendi topraklarımıza katıldığını dünyaya duyurabilir.

Türkiye, “90 yıllık veresiye defteri”ni önüne koyup, eski hesapları kapatmaya başlamak zorundadır.

Bugün bizim misafirimiz olan 2 milyon Suriye vatandaşı, bundan 90 yıl önce Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin vatandaşıydı.

Bölünmeyi onlar istemedi.

O yılların küresel güçleri olan İngiltere ve Fransa ellerine bir cetvel ve gönye alıp Ortadoğu topraklarımızı parselleyip, paylaştı.

Türkiye’de yaşayan Suriyeliler bugün bir şeyi çok açık ve net şekilde görmektedir. Diktatoryal bir devlette yaşamak yerine, hak ve özgürlüklerin rahatça kullanılabildiği bir ülkede yaşamanın farkını artık çok iyi biliyorlar.

Yarın Suriye’de her şey düzelse ve bu insanlar kendi memleketlerine geri dönse dahi, artık Suriye hiçbir zaman eski Suriye olamayacaktır. Çünkü artık ne Suriye eski Suriye’dir, ne de Suriye halkı eski Suriye halkıdır.

Pek yakında araç plakalarında 82, 83, 84 ve onları takip eden diğer bazı numaraları da görebiliriz.

Her şeyin hayırlısı…”

ASIL BUNU TARTIŞALIM

En başta söyledim…

Dr. Mehmet Hakan Sağlam’ın bu yazısı, bazılarına “eksantrik” veya “hayâl ürünü” ya da “komplo teorisi” gibi gelebilir!..

Ama, hakkını teslim etmek gerekir ki; ortada “1921 Ankara Antlaşması’nın maddeleri” ile “Türkiye’ye sunulan iki seçenek” bulunuyor!..

Bizler, bugün “Türkiye’nin güneyinde açılan PKK koridoru”ndan söz ediyor, bir “PKK devleti” ihtimalini tartışıyoruz!..

Oysa; “1921 Ankara Antlaşmasını, özellikle de “anlaşmanın 13. maddesi”ni tartışmak daha akıllıca değil mi?..

Ortada “2 seçenek” var:

Ya; “1921 Ankara Antlaşması’na göre Suriye Türk toprağıdır” tezini kabul ettireceğiz, ya da “Anlaşma madem ki ihlâl edildi, o halde bu anlaşmayı biz de geçersiz ilan ediyor, Halep ve Şam’ı geri istiyoruz” diyeceğiz!..

Bu kadar basit!..

Buna “itiraz” edecek “Esed diktası”na da diyeceğiz ki;

“Arkadaş, sen Suriye’nin bağımsızlığını ilân ederken, Fransa’nın imza attığı bütün anlaşmaları kabul ettiğini” deklâre ettin mi, etmedin mi?..

Ettin… O halde; “Fransa Hükümeti Temsilcisi Franklin Boullion ile Ankara Hükümeti’nin 20 Ekim 1921’de imzaladığı Ankara Antlaşması’nı da kabul etmek zorundasın!”

Demek oluyor ki;

Bu anlaşma mucibince, ya “Suriye bizim” olacak, ya da Halep ve Şam vilâyetleri “Türkiye’ye iade” edilecektir!..

“Acaba” diyorum;

“Türkiye’nin elinde böyle bir koz olduğunu bilen Haçlı-Siyonist ittifakı, Türkiye uyanmadan PKK Koridoru’nu dikte etmek için mi PYD kartını kullanıyor?”

Durum bu… Yorum sizin!..

Herhalde kafa yormaya değer!..

*************************************************

Rezidans işinin altında daha neler var, neler!

Hani; “Bu pilav, çok su kaldırır” diye bir sözümüz var ya, görünen o ki; bu“Rezidans” işi de çok su kaldıracak!..

Son günlerde elimize ulaşan bilgi ve belgelere bakılırsa; “Rezidans meselesi, sadece Rezidans meselesi değildir!”

İşin içinde “haraç” var, “yolsuzluk” var, “dayatma” var, “gasp” var!..

Yok, yok!..

Ne ararsan var!..

Mesele, sadece CHP’li Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi ve eşi Gamze Akkuş İlgezdi ile de sınırlı değil!..

Dahası, sadece “Rezidans”la sınırlı da değil!.. İşin bir ucu Çekmeköy’e, bir ucu da Bodrum’a uzanıyor!..

İşin içinde öyle “isim”ler var, o isimlerin birbirleri arasında öyle bağlantıları var ki, bugüne kadar bu işlere niye el atılmamış anlamadım!..

Her neyse…

Elimdeki “belge”ler de yeterli ama, “yeni belgeler” bekliyorum…

O belgeler de geldiğinde “Rezidans” işinin derinine inmeyi düşünüyorum…

Birileri “Buz kesecek” olsa da!.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber