(Article 097-03.08.2016)
Filistin’de, Arakan’da, Irak’ta, Suriye’de ve geri kalan İslam coğrafyasının neredeyse tamamında kadın ve çocukların, sivillerin ölmesi artık adi bir vaka gibi görülüyor. Şu veya bu sebeple ölen insanların sayısı ise haber bültenlerinde en fazla üç beş saniyeliğine yer alıp geçiştiriliyor.
Bugün Ortadoğu coğrafyasında gerçek anlamda tek bir Müslüman Arap lider kalmamış durumda. Bundan 20 yıl önceki Ortadoğu coğrafyasını lütfen gözlerinizin önüne getirin. Suriye’de Hafız Esad, Irak’ta SADDAM HÜSEYİN, Libya’da KADDAFİ, Mısır’da ENVER SEDAT, Ürdün’de KRAL HÜSEYİN gibi cevval liderler bulunuyordu. Bunların hemen hepsi kendine göre güçlü ve otoriter liderlerdi. Uygulamaları ve despotlukları bir yana, bu liderlerin tamamı kendi ülkelerindeki milyonları bir anda sokaklara dökebiliyorlardı.
İran-Irak savaşı sırasında Saddam Hüseyin ile Humeyni’yi birbirine kırdırıp her iki tarafa milyarlarca dolarlık silah satan Batılı ülkeler, Ortadoğu’nun bu en kanlı savaşı sona erdiğinde büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Zira ülkelerindeki silah sektörünün bir şekilde çalışması gerekiyordu. İşte sırf bu nedenle Saddam’ın yumuşak karnını çok iyi analiz edip onu alkışlar eşliğinde Kuveyt’e sokmaya ikna ettiler. Kuveyt’in, Saddam tarafından 1990 Ağustos’unda işgali Ortadoğu tarihinde büyük bir dönüm noktasıdır. Halbuki Kuveyt devleti, İran-Irak savaşı süresince -sekiz yıl boyunca- Irak’a maddi destek sağlamıştı. Körfez Savaşı’nın hemen öncesinde Irak’ın Kuveyt’e 14 milyar dolar borcu vardı. Kuveyt’in işgali uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarını bir anda zirveye çıkartınca, üç gün önce Kuveyt’e girmesi için Saddam’ı yüreklendirenler, aynı gün BM’de karar alıp Irak’a karşı uluslararası bir koalisyon oluşturdu ve 17 Ocak 1991’de Birinci Körfez Savaşı başladı.
Başrolde doğal olarak Büyük Şeytan Amerika ve onun eniği olan İngiltere vardı. Irak, Kuveyt’ten çıkartıldı. Saddam’ın ordusu çökertildi ve Irak çok büyük bir tazminata mahkum edildi.
Derken 11 Eylül 2001 saldırısı yaşandı. Usame bin Ladin’in militanları Amerika’nın kalbi olan Pentagon’a ve Dünya Ticaret Merkezi binalarına uçaklarla daldılar. Amerika, tarihinin en büyük terör eylemiyle tanıştı. Üç binden fazla Amerikalı öldü. Bu saldırı Amerika’daki Neoconların fikirlerini popüler hale getirdi ve tüm dünyada Müslümanlara karşı savaş naraları atılmaya başlandı. Sonrasında eksik kalan işi tamamlama gayesiyle 2003 yılında 2. Körfez Savaşı olarak isimlendirilen savaş başlatıldı. Irak işgal edildi. Ülke; Şii bölgesi, Kürt bölgesi ve Sünni bölgesi olarak fiilen üçe bölündü. Saddam uzunca süre saklandığı bir hücrede Amerikalılarca yakalandı, Şiilerce yargılandı ve Kürt cellatlarca asıldı. Asılırken kelimeyi şehadet getirmesine dahi izin verilmedi ve idam esnasında Şii muhafızlar “Yaşasın Mukteda Sadr” sloganları attılar.
Bu idam görüntüleri tıpkı Başbakan Erdoğan’a karşı tertip edilen Gezi Olayları ve 17-25 Aralık Yargı Darbesi operasyonunda olduğu gibi an itibarıyla medyaya ve tüm dünyaya servis edildi. Müthiş bir toplumsal mühendislik çalışması kısa zamanda meyvelerini verdi. Sünnilerin çoğunlukta olduğu Irak gibi kozmopolit bir coğrafyada, koyu SÜNNİ bir LİDER olan SADDAM HÜSEYİN’in, Şiilerce yargılanıp Kürt cellatlara astırılması hiç ama hiç unutulmadı. Irak toplumu Saddam’ın idam edildiği 30 Aralık 2006 tarihinde bir daha birleşmemek üzere resmen ayrıldı.
Arap dünyası SADDAM’ın ölümüyle beraber Mısır’ın efsanevi lideri CEMAL ABDÜL NASIR’dan sonraki en önemli şahsiyetini kaybetti. Irak’ta Saddam’ın ortadan kaldırılmasını sonraki yıllarda diğer bazı operasyonlar takip etti. LİBYA lideri MUAMMER KADDAFİ’de önemli bir Arap liderdi. O da aşağılık ve utanç verici bir şekilde saklandığı bir menfezden çıkartılarak infaz edildi.
Mısır’ın Enver Sedat’ı ise 1981’de bir tören sırasında öldürüldü ve onun yerine iktidara Hüsnü Mübarek geldi. Mübarek, 30 yıllık iktidarından sonra yaşanan sokak gösterileri sonucunda 2011’de istifa etmek zorunda kaldı. Yerine Muhammed Mursi geldi. Fakat onun ömrü de sadece bir yıl sürdü. Mısır’ın seçimle gelen ilk Cumhurbaşkanı bir yıl sonra askeri darbeyle görevinden uzaklaştırıldı. Şimdi onun yerine gelen isim ise tam bir Amerikan köpeği olan ABDULFETTAH EL SİSİ. Suriye’de ise Ortadoğu’nun en korkunç diktatörlerinden biri olan Hafız Esad ölünce onun yerine oğlu BEŞAR ESAD geçti. Ancak ülkenin durumu ayan beyan ortada.
Bugün artık ne Hafız Esad, ne Enver Sedat, ne Saddam Hüseyin, ne de Kaddafi’den eser yok. Ortada dolaşan liderlerin tamamını birbirine vursanız yirmi yıl önceki Arap diktatörlerden bir tanesinin çeyreği bile etmiyor. Uzaktan bakınca petrol zengini olan ülkelerin tamamında gelir adaletsizliği, sosyal sorunlar, fakirlik, altyapı yetersizliği had safhada. Her sene milyarlarca dolarlık petrol satışı yapan Suudi Arabistan Irak, Kuveyt, BAE, Libya, Cezayir gibi ülkelerde maalesef petrol paraları devletlerin kasası yerine, liderlerin İsviçre’deki banka hesaplarına akıyor. Her biri yüz milyarlarca dolarlık hesaplara sahip olan Arap kralları ve şeyhleri bambaşka bir dünyada yaşarken, halklar ser sefil hayat sürüyor.
Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, BAE, Libya, Cezayir’in herhangi bir köyünü gezme fırsatı bulanlar, 100 yıl önceki bölge fotoğrafları ile şimdikiler arasında hiçbir fark olmadığını göreceklerdir. Bugünkü Arap liderlerinin tamamı koltuklarına emaneten oturduklarını da çok iyi biliyor. Mısır, Kuveyt ve Suudi Arabistan’da Amerikalılar, BAE, Katar ve Ürdün’de İngilizler, Suriye’de ise Fransızlar etkin ve egemen. Bu güçlere hizmet etmeyen liderler, adı ve ünvanı ne olursa olsun derhal derdest edilir, daha da ötesi kelimenin tam anlamıyla YA KAFESE KAPATILIR YA DA KÖPEKLER GİBİ İTLAF EDİLİR. İşte örnek Saddam, işte örnek KADDAFİ, işte örnek MÜBAREK, işte örnek MURSİ.
Dış güçlere hizmet eden vesayet kurumları bizim kendi ülkemizde bizzat “yargı” ve “ordu” genelinde kümelenmiştir. Aynı güç kümelenmeleri Araplarda da vardır. Geçmişte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılarının internetten derledikleri yalan ve sahte haberlere dayanarak kapatma davası açtığı, olmayınca askerler vasıtasıyla muhtıra verildiği, olmayınca “vatana ihanet” gerekçesiyle Başbakanın tutuklanmasının planlandığı, olmayınca 17-25 Aralık Yargı darbesiyle Başbakan’ın ve Hükümet’in düşürülmek istendiğini herkes çok iyi bilir ve hatırlar. Kim ne derse desin bu olayların arkasında dış güçler ve kapalı kapılar arkasında planlanmış çok organize sosyal mühendislik çalışmaları bulunmaktadır.
15 Temmuz 2016 askeri darbesi Pentagon ve CIA’nin mutfağında hazırlanan, PİÇ (Paralel İhanet Çetesi) lideri Fethullah Gülen köpeğince servis edilen, beyni dumura uğramış haşhaşi kılıklı müritlerince sahnelenen çok güzel bir kalkışmadır. Yanlış olan; Amerikalıların Türk halkını Ortadoğu’nun Arap halklarıyla karıştırması, PİÇ/FETÖ mensuplarının ise Erdoğan’ın halk nezdindeki gücünü küçümsemiş olmalarıdır. Fethullah’a gelince kerameti kendinden menkul bu zatın Türkiye içinde ve dışında bu kadar büyük bir organizasyona önderlik edebileceğini iddia etmek saflıktan başka bir şey değildir. Ancak bazı konularda bu meczubu takdir etmemekte elde değildir. Kendi adamlarını ordu, yargı, polis ve tüm bakanlıklar başta olmak üzere Cumhurbaşkanının yanına ve hatta MİT’in içine yerleştirebilmek takdire şayan bir durumdur. 35-40 yıl içerisinde devletin hemen her kurumuna rahatlıkla adam yerleştirebilen bu yapının içerisine ve bu meczubun yakınına tek bir tane istihbarat elemanı yerleştirememek ise büyük bir acizliktir.
Darbe girişiminin bastırılmasından sonra Genelkurmay Başkanlığı’nca yapılan istatistiki açıklamalar ise tam bir komedyadır. Efendim ordu mensuplarının sadece yüzde bir buçuğu eyleme katılmışmış da, araç gerecin yüzde yarımı kullanılmış da falan filan. Türk ordusunun kuvvet komutanlarının yüzde kaçı kaçırıldı? Yüzde 100’ü. Kaç tane tank, kaç tane uçak ve helikopter ve kaç tane gemi kaçırıldı? 31 tank, 32 helikopter, yakıt ikmal ve nakliye uçakları dahil 24 uçak, 3 adet gemi ve hücumbot ve çeşitli füze sistemleri. Bu kadar tank, uçak ve helikopter dünyadaki 170 ülkenin ordusunda bile bulunmamaktadır.
Bu darbeyi ufak sıyrıklarla atlattık. Son beş yıldan beri Suriye’deki ve Irak’taki iç savaştan kaçarak bizlere sığınan milyonlarca insanın yüzü suyu hürmetine Allah bize yardımcı oldu, bu asil milleti ezansız, vatansız ve bayraksız bırakmadı. Erdoğan gibi güçlü bir liderin varlığı Türkiye’yi en zor gününde kurtardı. Milyonlar, Erdoğan’ın tek bir lafıyla karınca sürüsü gibi sokaklara döküldü ve darbecileri silip süpürdü. Erdoğan ve Türk halkı sayesinde üst aklın bu son planı da tutmadı. Ancak hiçbir şey bitmiş değil. Atalar ne demiş; “SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ”.
Lidersiz Ortadoğu’da şu an ayakta duran en güçlü ülke Türkiye, kafes içerisinde yargılanamayan en güçlü lider ise ERDOĞAN’dır.
Osmanlının Çanakkale Zaferi ve Kutt’ül Ammare Zaferi ne ise Türk halkının darbecilere karşı kazandığı 15 Temmuz Zaferi’de aynen onlar kadar kıymetli ve önemlidir.
Bu zafer sadece Türklerin değil Ortadoğu’daki mazlum halkların da zaferidir. Bu zafer sayesinde dünyanın hemen her noktasında esaret altında yaşam mücadelesi veren Müslüman halklar derin bir nefes alıp Allah’ına şükretmiştir.
ERDOĞAN ORTADOĞU’DAKİ SON KALEDİR. O giderse ne Türkiye kalır, ne Ortadoğu, ne de Müslümanlık.
DR.Mehmet Hakan Sağlam