Anasayfa / Makaleler / ÇAKMA PROFESÖRLER, TERÖR DESTEKÇİSİ AKADEMİSYENLER…

ÇAKMA PROFESÖRLER, TERÖR DESTEKÇİSİ AKADEMİSYENLER…

(Article 103-10.09.2016)

İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi İlhan KARAGÖZ isimli bir meczup, 15 Temmuz 2016 Darbe Kalkışması’ndan 11 gün önce Balyoz davası bilirkişileri Erdem Alparslan, Tahsin Türköz ve Hayrettin Bahşi hakkında açılmış olan “görevi kötüye kullanma” davasında, yargı tarihine altın harflerle yazılması gereken! bir karara imza atmış. Normal şartlar altında 23 Eylül 2016 günü yapılması gereken duruşma hâkim İlhan Karagöz tarafından keyfi bir şekilde öne çekilerek 4 Temmuz 2016 tarihinde yapılmış. UYAP’a yüklenen 572 sayfalık gerekçeli karar içeriğinde, zekâ seviyesi “geri” olarak nitelendirilecek kişiler tarafından dahi kaleme alınamayacak mahiyette ifadeler göze çarpmakta.

Skandal kararında hakim İlhan Karagöz aynen şu ifadeleri kullanmış;

“İzzet ve azametine teslimiyetimi bildirmek, üzerimdeki nimetlerinin tamamlanmasını istemek, tevfik ve inayetinin devamını sağlamak için Allah teala’ya hamd ederim. Peygamberlik rütbesine eğildiğimi ifade etmek, Allah resulü olmasının bize yüklediği saygı hakkını yerine getirmek ve şefaatini dilediğimi açıklamak için en hayırlı kul olan Muhammed’e ve onun vesilesiyle al ve ashabına salat ve selam ederim.”

Hakim İlhan Karagöz, Hikmet Neşriyat yayınlarından çıkan İmam Gazali’nin “Ey Oğul” isimli kitabının ilk bölümü olan “Risale, iman, küfrü birbirinden ayırmak” başlıklı kısmından alıntılar yaparak kararına devam etmiş;

“Allah hepimize doğru yolu göstersin, esenlik ve kurtuluş versin, hidayet nasip etsin, adalet ve insanlık ve hoşgörüden, insanlıktan ayırmasın. Âmin.”

Hakim birden bire şevke gelerek coşuyor ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sarmaya başlıyor, nihayetinde Erdoğan’ı Deccal ilan etmeyi de unutmuyor; “Bilgilere göre o sadece kendi talebeleriyle çıkacak ve sonra diğer insanların çoğunluğu ona tabi olacaktı. Tabii ki Tayyip Erdoğan alabildiğine müsrif, kendi adamları dahi bunu dile getirdiler. Evet, Erdoğan da son ve İslam’ın büyük deccalıdır.”

“Ben de Metrix (!) kitabında yazıldığı gibi 50 yaşındayım ve ailemden ayrıyım. Sene başından itibaren eşimle anlaşamadığımız için boşanma aşamasında olduğumuzdan evimizi ayırmıştım.

Asa’yı Musa tabii ki Fetullah Hoca ile birlikte ortaya çıkacak ve daha sonraki süreçte de Hazreti İsa Aleyhisselam’ın dünyaya gelerek Mehdi Aleyhisselam’ın arkasında namaza duracağı, ona tabi olacağı fakat daha sonraki aşamada da Mehdi Aleyhisselam’ın da Hazreti İsa Aleyhisselam’ın arkasında namaza duracağını yazmaktadır kaynaklar.

Ben de herhalde bu kararım ile yine Mehdilik kitabında geçen CEH CAH (Mehdi’nin ikinci adamı) oluyorum. Allah inatla yaşamayı ve çene kapamayı, sevdiklerimizin yanına giderken onların yolundan giderek onlara ulaşmayı ve ona göre inanmayı da nasip etsin İnşallah. Âmin… Bir cümle daha mehdi Aleyhisselam’ın adı Peygamber Eefendimiz’in adına denk düşecek, babasının adı da aynı şekilde denk düşecektir. Aynı olmayacak denk düşecektir, bunu aynı zamanda Nihat Hatipoğlu da televizyonda söylemişti.

Ne kadar yazarsak yazalım kader Allah’ın elinde o yüzden eksik ve bazı hatalar olsa da biz bu kadar becerebildik. Eksik ve hatalarımız için önce Fetullah Hoca Efendi’den ve sonra tüm Müslümanlardan özür diliyoruz. Gecikme için de, ama içimizde çözemediğimiz şeyler de vardı. Şimdi ise tam bir kalp tatmini ile bu kararı bitirmiş olduk inşallah.”

Ülkenin yargısının haline bakın! Davayla uzaktan yakından ilgisi olmamasına rağmen hakim, “Ayasofya’ya değinelim” diyor ve karara şunları yazdırıyor:

“Osmanlı fermanlarına göre karar verebilmektedir mahkemelerimiz. Ayasofya‘nın derhal cami olarak açılabilmesi için de hiçbir engel bulunmamaktadır. Son olarak da tüm bu hususların kararın mahiyeti ve konumuza göre başka türlü olması mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı yetkililerinin bu suç duyurumuz doğrultusunda derhal olarak el koyarak ismi geçen herkesin derhal gözaltına alınması ve sonra da yapılması gerekenlerin sırayla yapılması.”

Peki ne yapılması gerekiyormuş? “Yurda giriş-çıkışların tutularak ismi geçen ya da geçmeyen tüm milletvekillerinin, belediye başkanlarının, iş adamlarının, gazetecilerin ve bilinebilen herkesin, emniyetçi, hakim ve savcılar için de yurttan çıkışlarının engellenerek haklarında derhal soruşturma işlemlerinin yapılmasına özen gösterilmesine” deniliyor.

Bu arada davanın esas konusu herhalde aklına geliyor ki, kararın bir yerinde “Balyoz”un kaçan bilirkişilerine yönelik yakalama kararını da kaldırıyor. Hakimin, aylar sonra yapılacak duruşmayı öne alması, Fethullah Gülen’i mehdi ilan etmesi, darbeyi önceden öğrendiği izlenimi yaratıyor.

Böyle bir kararı bugüne kadar okudunuz mu? Okuyunca da, “Vah bu ülkenin yargısına?” dediniz mi? Netice itibarıyla darbe kalkışması sonrasında bu hakim görevinden alındı ve tutuklandı.

Kurban konusuyla ilgili bir fıkra vardır. Adamın biri “Kurban” konusunu anlatıyormuş: “Çocuğu olmayan Hazreti Davut, Allah’a dua etmiş ve ’Yarabbim bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeyim’ demiş… Dua tutmuş; Davut, kızının adını Ayşe koymuş. Gel zaman git zaman, çocuğun kurban edileceği zaman gelmiş. Hz. Davut kızı yatırmış, kızının boğazını kılıçla kesip tam kurban edecekken Azrail gökten bir keçiyle çıkagelmiş ve ’Kızı bırak, al bu keçiyi kurban et’ demiş…”

Dinleyenlerden biri dayanamamış: “Yahu bunun neresini düzelteyim… Hz. Davut değil Hz. İbrahim, kız değil erkek, kılıç değil bıçak, Ayşe değil İsmail, Azrail değil Cebrail, kurban edilen de keçi değil koç olacaktı!”.

Şimdi bu meczup hakimin verdiği hüküm o kadar saçma, o kadar garip ve o kadar uydurma ki düzeltilecek tarafı bile yok.

Ancak bu meczubun “mehdi” yerine koyduğu Fethullah Gülen isimli şerefsizin kendisini kâh Peygamber, kâh Mehdi, kâh Allah yerine koyduğunu televizyon ekranlarından gördükten sonra “bu meczup hakim az bile yazmış” demekten de kendimizi alamıyoruz.

Fethullah Gülen denilen bir beyinsizi mahkeme kararıyla Mehdi olarak atayıp, onu Hz. Muhammed’e denk tutmaya kalkmak nasıl bir düşüncenin ürünü olabilir ben anlayabilmiş değilim.

Türkiye’de öğretim üyelerinin kalitesine yönelik olarak çok sayıda yazı kaleme almıştım. Yazılarımda ısrarla şunu dile getiriyordum; “Türkiye’deki akademisyen kitlesini lütfen bir matah zannetmeyin. İsimlerinin başına Prof., Doç, veya Dr. ünvanı yazılan kişilerin tamamını toplasanız, Rusya’daki alelade bir üniversite görev yapan herhangi bir hocanın kesip attığı tırnak bile olamazlar. Akademisyen kılıklı bu kişilerin ne bir tane buluşu, ne bir tane bilimsel çalışması, ne bir tane uluslararası yayını, ne de bir tane kendilerine ait teorileri bulunuyor.”

Darbe Kalkışması öncesinde ve sonrasında gerek PKK ve DHPC gibi sol tandanslı terör örgütlerine gerekse FETÖ yapılanmasına destek veren akademisyenlerin açıklamalarını hemen her ortamda duyduk ve gördük. Buradan yine tekrarlıyorum; sağcısıyla solcusuyla bu tür akademisyenlerin tamamı şerefsizdir, tamamı vatan hainidir. Bilimsel yeterlilik açısından sadece birer “HİÇ” mahiyetinde olan bu tür kişiler üniversitelerden uzaklaştırılmadığı takdirde bilimsel gelişme açısından bir arpa boyu yol gidemeyiz. Nitekim bu akademisyenlerin mahsulü olan; savcı ve hakimlerin, polis ve askerlerin, bürokrat ve devlet memurlarının, bu ülkeyi parçalamak için neler yaptığını Gezi Olaylarında, 17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesinde ve nihayetinde 15 Temmuz Darbe Kalkışması esnasında gördük. Demek ki bu adamlar, insan yetiştirmeyi bilmiyor. Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Eser Karakaş başta olmak üzere birçok akademisyenin, televizyon ekranlarında sergilediği terör destekçiliklerini gözünüzün önüne getirin ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Bundan iki ay kadar önce Ukrayna’nın Harkov şehrinde faaliyet gösteren National Technical University Kharkiv Polytechnic Institute isimli 130 yıllık geçmişe sahip bir devlet üniversitesini ziyaret ettim. Üniversite Rektörü Prof. Yevgen Ivanovych Sokol ve Rektör Danışmanı Prof. Eldar Veliyev ile tanıştım. Toplam yıllık bütçesi 50 milyon dolardan bile az olan ve profesörlerin 250-300 dolar maaş aldığı bu Üniversitede yapılan işleri görünce dehşete kapıldım. Temel bilimler, nanoteknoloji, kompozit malzeme ve savunma sanayi konularında uzmanlaşan bu üniversite, T-34 tankları ile uçak ve uçak motoru üretimini gerçekleştiriyor. 50 milyon dolar bütçeli Harkov Üniversitesi’nin 100 katı bütçeye sahip olduğu halde, bir tek tane “civata” üretmeyi bile beceremeyen ODTÜ, Yıldız, İTÜ gibi üniversitelerimizin ne kadar boş ve ne kadar anlamsız olduğunu bir defa daha anladım.

Buradan Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Sayın Başbakan’a ve Milli Eğitim Bakanı’na çağrı yapıyorum; kuruldukları günden bu yana uluslararası anlamda tek bir başarıya imza atmayan, tek bir tane Nobel ödülü alamayan bu üniversiteleri ya kapatın ya da bunların insan hafızasını yenileyin.

Bu akademisyen kitlesiyle hiçbir şey üretemeyiz, hiçbir buluşa imza atamayız, teknolojik açıdan bir adım ilerleyemeyiz. Hiçbir şey yapmayan, aylık 2-3 bin dolar tutarındaki maaşlarını beğenmeyen, devlet ve hükümet aleyhine düzenlenen hemen her türlü eylemin baş aktörü olarak meydanlara çıkan bu tür şarlatan ve “çakma” profesörlerin görevine son verip, temel bilimler konusunda son derece kıymetli “halis ve gerçek” profesörleri Ukrayna ve Rusya’dan Türkiye’ye getirmeye ne dersiniz?

Konserve kutusu yapmaktan aciz mevcut profesörler kitlesiyle biz kendi uçağımızı ve uçak motorumuzu 2000 yılda bile yapamayız.

İddia ediyorum; nitelikli bir eğitmen kadrosuyla kendi uçağımızı 5 yıl içerisinde göklerde uçurmayı başarırız.

Dr. Mehmet Hakan Sağlam

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber