(Article 189 – 02/11/2017)
15 Temmuz’un ne derece vahim bir ihanet kalkışması olduğu artık ayan beyan ortada. Olayın arkasında kimlerin olduğu, ABD başta olmak üzere Alman, İsrail ve Fransız istihbaratının darbecilere destek verip yönlendirdiği de artık biliniyor.
Peki Batılıların neredeyse tamamı neden Türkiye ile yatıp Türkiye ile kalkıyor?
Ya da daha doğru bir ifadeyle Erdoğan’ı neden “düşman” olarak tanımlıyor?
Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde hiçbir zaman risk unsuru olarak görülmedi. Hatta Cezaevine girip çıktıktan ve AK Parti’nin başına geçtikten sonra da böyle bir endişeye sahip değillerdi.
Peki ne oldu da Erdoğan hedef tahtası haline dönüştü.
Burada ki en önemli faktör hiç şüphesiz “Davos” olayı. Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı Davos’ta yaptığı “One minute” çıkışından hemen sonra Batılılar, Erdoğan’ın geçmişteki liderler gibi “SÜMSÜK” bir lider olmadığını algıladı ve “Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir” ilkesinden hareketle Erdoğan’ı ortadan kaldırmanın yollarını aramaya başladı. Hele hele Erdoğan ve Putin’in zaman içerisinde ortak ulusal menfaatler ekseninde işbirliğine gitmesi olayı daha da karmaşık bir hale getirdi.
Ortadoğu, Rus ve Kafkas coğrafyası bugün dünya enerji ihtiyacının yaklaşık %65’ini tek başına karşılıyor. Bu durum en kötü ihtimalle önümüzdeki 50-60 yıl boyunca da aynı şekilde devam edecek. Enerjiye en fazla ihtiyaç duyan bölgelerin başında ise Doğu’da Çin, Batı’da ise AB ülkeleri gelmekte.
Bundan 90 yıl önce Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde yer alan Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Yemen, BAE gibi petrol üreticisi ülkelerin tamamı Lozan Anlaşması ile bizden kopartıldıktan sonra Türklere sadece Anadolu’nun tarım ve hayvancılık yapılabilecek çorak bozkırları bırakılmıştı. Lozan’da boynuna takılan “sömürge” halkasını yıllar boyu kıramayan Türkiye, 2002 sonrasında farklı bir vizyon ve bakış açısıyla köylü toplumu olmayı reddederek enerji konusu başta olmak üzere stratejik yatırımlar yapmaya başladı. Türkiye-İran Doğalgaz Boru Hattı, Şahdeniz Doğalgaz Boru Hattı (Azerbaycan), Trans Hazar Doğalgaz Boru Hattı (Kazakistan ve Türkmenistan), Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı (Rusya), Türk Akımı, Irak Doğalgaz Boru Hattı, Arap Doğalgaz Boru Hattı (Mısır, Suriye), Türkiye-Yunanistan Doğalgaz Boru Hattı, NABUCCO, TANAP, TAP ve planlanan ve hayata geçirilen daha birçok proje.
İngiliz basını başta olmak üzere neredeyse tüm Batılı medya organları ağız birliği etmişçesine Rusya ve Türkiye’nin bu işbirliğini hemen her gün yazılarına yansıtmakta. Hükümete ve Erdoğan’a hakaret etmeyi bir meziyet haline dönüştüren bazı ahlaksız köşe yazarları, (yabancı dil bilmediklerinden olsa gerek) Türkiye’nin büyümesinden endişe duyan Batılıların bu türden yazılarını maalesef görememekte ve kendi küçük dünyalarında 300 KELİME ile yaşamaktadır.
Güney Akım enerji boru hattının Ukrayna ve Bulgaristan güzergahı yerine doğrudan doğruya Rusya’dan çıkıp Türkiye’nin Trakya bölgesinde sonlanması dünyadaki tüm enerji dengelerini alt üst etmiş durumda. Bu dakikadan sonra oyun düğün Putin ve Erdoğan’ın üzerine oynanacaktır. Lozan’da kendisine “köylü” rolü biçilen Türkiye’nin, Avrupa’nın enerji vanasını kontrol eder duruma gelmesini Batılılar hiç de hoş karşılamıyor ve hatta hazmedemiyor.
Gerek Türkiye gerekse Rusya için yeni yeni tezgahlar planlanıyor. Gezi Olayları benzeri eylem ve kalkışmaların kat be kat fazlası organize edilecek. Putin ve Erdoğan’a yönelik fiili suikast tehditlerini saymıyorum bile. 1 Aralık 2014, Putin ve Erdoğan’ın kaleminin kırıldığı tarih olarak işaretlenmiştir. Her iki lider için ‘katli vaciptir’ fetvası verilmiştir.
Rusya Devlet Başkanı Putin ile Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Faşist Almanya’nın SS ve KGB tarzında kendi gizli polis teşkilatlarını kurup muhaliflerini ortadan kaldırdığı ve hatta asit kazanlarında erittiği şeklindeki haberleri bundan sonra daha sık duyabiliriz.
Hem Türkiye hem de Rusya bu aşamadan sonra çok temkinli ve çok akıllı hareket etmek zorunda. Her iki ülkede tarihlerinde hiç olmadığı kadar birbirine yakınlaşmış, birbirlerinin gücüne güç katmıştır. Kırım ve Ukrayna hadisesinden dolayı ABD’nin oyununa gelmeyen ve Rusya ile ilişkisini bozmayan Türkiye çok doğru hareket etmiş ve bunun neticesini görmüştür. Kırım Türkleri konusunda Erdoğan’ın taleplerini not eden ve kişisel olarak güvenceler veren Putin’de aynı şekilde akıllı davranmış ve şu an dünyaya açılan en güvenilir kapısı olan Türkiye’nin gönlünü kazanmıştır. İki ülke arasında siyasi ve politik açıdan farklılıkların olması oldukça normaldir. Ancak stratejik işbirliği ve milli çıkarlar noktasında Türkiye ile Rusya eşit paydalarda buluşmuştur.
Dünyanın herhangi bir ülkesinin herhangi bir medya kuruşu, adını ne koyarsa koysun, ne kadar algı operasyonu yaratırsa yaratsın ne Türkiye açısından ne de Rusya açısından “değerli yalnızlık” diye bir olay söz konusu değildir. Asıl “yalnızlık” içerisinde olanlar AB ülkelerinin kendisidir. Almanya’nın kuklası haline gelen AB ülkelerinin neredeyse tamamı kendi içsel sorunlarıyla mücadele etmekte, ekonomiden siyasete kadar çeşitli sıkıntılar yaşamaktadır. Uluslararası sermaye hareketliliği ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekme noktasında hangi Avrupa ülkesinin cazip olduğu ileri sürülebilir ya da büyüme oranları bakımından hangi Avrupa ülkesinin Türkiye’ye yakın derecede büyüdüğü iddia edilebilir ki?
Herkes kendi işine bakacak. Türkiye ve Rusya doğru yapmış, doğru hareket etmiştir. Bundan sonrası Batılıların problemidir.
Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye bu kadar yüksek uluslararası itibar ve güç seviyesinin bir benzerini herhalde Fatih Sultan Mehmet’in Doğu Roma İmparatorluğu’nu tarih sahnesinden silip İstanbul’u fethettiği 1453 yılında görebilmiştir. Bu sinerjiyi devam ettirmenin ve Batı dünyası ile aramızda var olan gelişmişlik farklılığını ortadan kaldırmanın tek yolu Erdoğan’a sahip çıkmaktan geçmektedir. Bu coğrafyanın delisi olarak sıfatlandırılacak iki tane lider varsa bunlardan birisi Erdoğan, diğeri de Putin’dir.
Gorbaçov ve Yeltsin’in tarumar ettiği Sovyet Rusya’yı 10 yıl içerisinde eskisinden daha güçlü duruma getiren Putin’in bir suikasta kurban gittiğini düşünelim. Putin’in olmadığı bir Rusya’nın durumu ne olur? Üç gün içerisinde paramparça olur ve eskisinden çok daha kötü duruma düşer. Yeni oligarklar türer ve tüm köşe başları Batılı kompradorların eline geçer.
Allah korusun aynı durumun Erdoğan’ın başına geldiğini de düşünelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir suikast sonucu öldürülse veya zehirlense veya aracı havaya uçurulsa Türkiye’nin durumu ne olur?
Ülkede müthiş bir kaos durumu yaşanır, ekonomi allak bullak olur, sermaye kaçışı hızlanır, Türk lirası inanılmaz derecede değer kaybeder, faizler yükselir, yabancı yatırımcılar ülkeyi terk eder, siyasi ve politik istikrar diye bir şey kalmaz ve 2001 öncesi duruma geri döneriz.
17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi ile içeri sokulmak istenilen Erdoğan, 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan FETÖ Kalkışması esnasında eğer ele geçirilseydi Romanya’nın devrik diktatörü Çavuşesku ve eşi gibi kurşuna dizilerek öldürülecekti.
Türk halkının feraseti sayesinde bu risklerin tamamı şimdilik bertaraf edildi. Ancak şimdi yeni bir saldırı başladı. FETÖ’nün siyasal uzantısı konumuna gelen CHP’nin bazı milletvekili ve yöneticileri “DİKTATÖR ERDOĞAN” laflarını hemen her mecrada sıkça dillendiriyor.
Bu dangalaklar sürüsü, Adnan Menderes’i idama götüren darbe sürecinde gazetelerinde manşetler attırıp; “Menderes gösteri yapan öğrencileri katledip kıyma makinesinden geçirdikten sonra asfalta ve tavuk yemine katmış!” diye haberlerde yaptırmışlardı.
Şu son derece açık; Batılıların işbirlikçi ve ajan bulma noktasında Türkiye’de hiçbir sıkıntıları yok. Ruhunu, benliğini, özünü, vatanını üç kuruş beş paraya satan ne kadar çok insanımız varmış.
CHP’liler, FETÖ mensupları, PKK’lılar ve daha niceleri bugün el birliği etmişçesine Erdoğan’a saldırdıkça saldırıyor. Hiç merak etmeyin. Pek yakında tıpkı Menderes’e attıkları iftiralar gibi, Erdoğan’ın da muhalifleri öldürüp kıyma makinesinden geçirdiğini, dipsiz kuyulara attırdığını, asit kazanlarında erittiğini söyleyecekler.
Maalesef bunların tamamı insanlıktan nasibini almamış mahluklar.
Ancak yapacak bir şey yok. Bu ülkede Atatürk hakkında en ufak laf eden yargılanıp ceza alırken, mahallenin çelet (ele avuca sığmayan) oğlanı Erdoğan’a küfretmek serbest!
Bu da başka bir ironi…
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM