(Article 194 – 09.12.2017 – Avaztürk)
Bizler, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” cümlesiyle büyüdük. Ve yıllar boyu zannettik ki “yurtta sulh” olursa tüm dünyada barış olur.
Bu cümlenin bir safsata ve uydurma olduğunu anlamamız ise tam 100 yıl sürdü. Günün birinde bir baktık ki kendi ülkemizde barış varken 2. Dünya Savaşı yaşanıp dünya genelinde 65 milyon insan ölmüş.
Sonra yine baktık ki kendi ülkemizde barış varken Filistin işgal edilmiş, İsrail devleti kurulmuş.
Sonra yine gördük ki Birinci ve İkinci Körfez Savaşları yaşanıp Irak parçalanmış, Yemen bölünmüş, Afganistan işgal olunmuş, Suriye’de taş üstünde taş kalmamış, Libya bölük pörçük edilmiş…
Batılıların bu coğrafyadaki “oldu bittileri” maalesef hiç bitmiyor, bitmeyecek de…
Dünyada bu kadar olay yaşanırken biz sadece kenarda durup olayları seyretmek zorunda kaldık. Ne de olsa bu “söz” bizim için bir düsturdu. Haşa tartışılamaz ve eleştirilemezdi.
Sonra kendimi biraz zorladım ve “yurtta sulh cihanda sulh” cümlesine; “BENİM YURDUMDA BARIŞ YOKSA DÜNYAYI SİZE DUMAN EDERİM!” şeklinde baksak acaba nasıl olur diye düşündüm.
Bu yaklaşım tarzı kulağıma biraz hoş geldi ancak Türkiye’de böyle bir durum hiç yaşanmamıştı ki.
Bence bu cümle en fazla “bol apoletli paşaların” işine geliyordu. Yan gelip yatmayı, bol sıfırlı maaşlarını tıkır tıkır ceplerine indirmeyi ve vakti zamanı gelip emekli olduklarında OYAK’tan kallavi bir emekli ikramiyesi almayı kim istemezdi ki? “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi yüzünden Türk ordusu pasifleştirildi.
Peki Türk ordusu ne işe yarıyordu?
Türk ordusu 15 Temmuz 2016 darbesi yaşanana dek “dış odaklı” değil, aksine “iç odaklı” bir savunma stratejisi izlemişti.
Bu ne anlama geliyor?
Bu şu demek; “Türkiye’ye saldırı olmadığı sürece ben kimseye saldırmam, benim için asıl sorun kendi vatandaşlarımdır. İç düşmanlarla uğraşmak ordu olarak benim birinci görevimdir. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Kudüs’te, Afganistan’da, Pakistan’da darbe olmuş, savaş olmuş bana ne!”
Türk ordusu açısından “dış güçler” yerine, elinde silah olmayan, biçare Türk halkıyla uğraşmak her zaman daha kolay bir iş olmuştur. 1960 darbesinin, 70 muhtırasının, 80 darbesinin ve 15 Temmuz kalkışmasının esas nedeni işte bu düşünceden kaynaklanıyordu.
“Darbe yap, iş yapıyormuş gibi görün” mantığı bu ülkenin yıllar boyu askeri müdahalelere maruz kalmasına, milyarlarca doların boş işlere harcanmasına, sayısız can ve mal kayıplarına sebep oldu.
15 Temmuz darbesine kadar Türk ordusu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin değil Amerika Birleşik Devletleri’nin ordusuydu.
NATO projesi Batılıların değil, Amerika Birleşik Devletleri’nin projesidir. NATO üslerinin tamamı da istisnasız bir şekilde Amerikan üssüdür.
Batılıların Ortadoğu coğrafyasında siyaseten çuvallamalarının esas nedeni; bu coğrafyada 24 saatin çok uzun bir süre olduğunu halâ anlayamamış olmaları. Amerika’nın Afganistan ve Irak’taki başarısızlıkları, 37 yıldır süren tüm ambargolara karşın İran’ın halâ dize getirilememesi bunun en açık göstergesi. Tüm dünya ordularını yerle bir eden, hatta uzaylıları bile ortadan kaldıran Hollywood ürünü terminatörlerin gerçek olmadığını birçok kişi halâ anlayamadı.
Trilyonlarca dolarlık harcamaya ve o kadar üstün silah teknolojisine rağmen Afganistan ve Irak’tan arkasına bakmaksızın kaçıp giden Amerika Birleşik Devletleri’nin ordusu değil midir?
Vietnam savaşında çuvallayan, Kore Savaşı’nda başarısız olan yine bu Amerikan ordusu değil midir?
Peki girdiği savaşlarda bu kadar başarısız olan bir ülke nasıl oluyor da kendisini tüm dünyaya başarılıymış gibi gösteriyor?
Amerikan sinema endüstrisi ve Spielberg gibi yönetmenler sağ olsun.
Gazze’de çoluk çocuk binlerce insan ölürken, Kudüs, Filistin, ABD’deki Riza Sarraf davası üzerinden Erdoğan’ı vurmaya kalkan ve adeta sevincinden göbek atan Kılıçdaroğlu ve avanesine ne demeli?
Kılıçdaroğlu ve tayfası, Hollywood filmlerini bolca seyredince ABD’nin dünyanın süper gücü olduğuna kendilerini o kadar kaptırmışlar ki ülkelerine bile zerre kadar inanmıyorlar.
- Dünya Savaşını sona erdiren meşhur NORMANDİYA ÇIKARMASI‘nı herkes bilir. Ancak bu çıkarmada TOPLAM 10,264 askerin öldüğünü kimse bilmez.
Normandiya ile ilgili olarak Amerika’da hiç yoksa elli tane film yapılmıştır. Herkes bu çıkarmada milyonlarca kişinin öldüğünü zanneder. Halbuki 2. Dünya Savaşı’nı sona erdiren bu çıkarmada toru topu 10 bin kişi ölmüştür!
Bizler ise Çanakkale Savaşı’nda 254 bin şehidimiz olmasına rağmen, bunu hiçbir zaman kamuoyuna mal edemedik, dünyaya duyuramadık. İşte Amerikan sinema endüstrisinin gücü burada ortaya çıkıyor.
Bizler, Fahrettin Paşa’nın MEDİNE savunmasını bile film yapamamışız. Lütfen Medine savunmasının hangi şartlarda icra edildiğini okuyup öğrenin. Bizim entel dantel takımı yönetmen ve sanatçılarımız abuk sabuk anlamsız filmler yapacaklarına, oturup Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de, Medine’de, Kanal’da, Basra’da, Galiçya’da ve Sarıkamış’ta neler yaşadığını tüm çıplaklığıyla anlatacak gerçek tarih üzerine kurulu filmler çekse daha iyi olmaz mı? Osmanlı’nın bu süreçte yaşadığı olayların bırakın zekâtını, fitresi bile Amerika’nın elinde olsaydı iki bin tane film çekerdi.
Rumeli Hisarı’nın kulesinden aşağıya atlayan Cüneyt Arkın ile dalga geçenler, Rambo’nun Afganistan’da tek başına koca Rus ordusunu telef etmesine hiçbir şey diyemiyor. Amerikalılar, Avrupalılar yapınca “doğru”, Türkler yapınca “yanlış” psikozundan kurtulmamız gerekiyor.
Aynı şeyi ulusal güvenlik konusunda da ilke edinmemiz gerekiyor. Bu coğrafyada terör estiren İsrail’i askeri açıdan bir deha veya yenilemez bir ordu gibi gören zihniyetin terk edilmesi şart. Her şeyin bir sonu var. “Yan gel yat Osman” mantığıyla hiçbir şey olmaz.
Savunma sanayisi güçlü, yüksek teknolojiye sahip bir Türkiye şu an en fazla İsrail’i endişelendiriyor. Türkiye’nin civar ülkelerle ilişkisi arttıkça, Rusya, İran ve Çin’e yaklaştıkça İsrail ve onun koruyucu köpekleri endişeye kapılıp korkmaya başlıyor.
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” aldatmacası yüzünden Türkiye bir asır boyunca etrafındaki hiçbir ülke ile ilişki kurmadı, kuramadı. İlkokuldan itibaren hepimize “Türkiye’nin dört bir yanı düşmanlarla çevrili, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” öğretisi aşılandı. Hiçbir komşu devletle ilişkimiz olmasın, ondan sonrada “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesinin doğruluğundan bahset! Bu nasıl bir mantıktır?
İğnesi takılı 45’lik plak modundaki Kılıçdaroğlu ve avanesi ise halen 40’lı ve 50’li yılların dünyasında yaşamakta. Batılıların yeni dünya düzenindeki terör tanımlaması daha çok “mikro terör yapılanmaları” üzerine kuruldu. “100 bin dolar para, 100 kaleşnikof ve 100 aptal” ilkesiyle dünyanın hemen her köşesinde sayısız terörist yapılanmalar oluşturabilmek mümkün. Nitekim Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de, Libya’da ve daha birçok bölgede bunlardan istemediğiniz kadar var.
Türkiye’deki siyaset kültürü de aynı esaslar üzerine oturmuş durumda. “Bir mikrofon, iki kamera, fotokopiyle çoğaltılmış üç parça kağıt ve on tane partili” buldukları anda ağızlarının dolusunca Erdoğan’a “hırsız ve soyguncu” yaftası yapıştırmayı ilke haline getiren “sünger beyinli aydın ve siyasetçi kırıntıları”, konuşmalarına başlar başlamaz vatandaşın kendilerini zapladığının farkında bile değil.
Türkiye’nin bölgesel bir güç olduğunu idrak edemeyen, hemen her fırsatta ülkesini ve insanlarını aşağılayan, FETÖ ve PKK başta olmak üzere neredeyse tüm terör örgütlerinin sözcüsü durumuna gelen bu “çizgi film” karakterlerinin Türk siyasetine ne tür katkısı olabilir ki?
Erdoğan; “hızlı tren, metro, yeni havalimanı, köprü, baraj, uydu, füze, İHA, SİHA, uçak, helikopter yapalım” derken, bu çapsız siyasetçiler Türkiye’nin 1940’lı ve 50’li yıllarını Türk gençliğine pazarlamaya çalışıyorlar.
Erdoğan “İsrail terör devletidir” derken, bazı ahmaklar Türkiye’nin ilkeli olmasından, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” prensibini uygulayıp İsrail ve ABD’ye hizmet etmesinden bahsediyorlar.
Gazze’de, Batı Şeria’da ve Kudüs’te bir avuç toprak parçasına sıkışıp kalan Filistinliler’i görmezden gelen, ancak İsrail ile yatıp ABD ile kalkan Türk medyasına ise söylenecek söz bulamıyorum.
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM