(Article 216 – 29/03/2018)
Suriye özelinde Ortadoğu’da çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Türkiye ve Rusya’nın Suriye konusunda ezberleri bozan açıklamaları, Türkiye’nin El-Bab- Afrın ve İdlib operasyonları, kalıcı ateşkesi sağlamaya yönelik girişimleri, ABD’nin Türkiye ve Rusya tarafından Ortadoğu denkleminin dışına itilip adeta görmezden gelinmesi çok basit izah edilebilecek olaylar değil.
Suriye krizi yedinci yılına girdi. Yedi yıldan beri Amerika’nın peşine takılıp Ortadoğu’da parsa kapmaya çalışan 63 devlet bozuntusunun anlamadığı çok önemli husus var ki, bugün denklemin dışında kalmalarının esas nedeni de aslında bu.
Batılıların devlet yönetme kapasitesi, bugünden geriye gitseniz toplamda 400 yılla sınırlıdır. İngiltere, Fransa, Hollanda başta olmak üzere Batı ülkelerinin ulus devlet haline dönüşmesi 1600’lü yılların başında gerçekleşmiştir. İtalya ve Almanya’da ise, feodal yapıların sona erip ulus devletlerin kurulması çok daha sonraları 1870’li yıllarda olmuştur. “Peki ondan önce bu adamların durumu neydi?” diye sorarsanız, bizdeki aşiret ve ağa yapılanmasına benzer şekilde, “senyör” olarak isimlendirilen kişilerce idare edilen Avrupa’da hemen her köy ve kasabanın kendince bir “feodal beyi” veya “kralı” vardı.
Ancak Ortadoğu coğrafyasında, bu topraklar üzerinde medeniyet kuran devletleri alt alta yazmaya kalksak sayfalar yetmez. Sümer, Akad, Asur, Babil, Fenike, Mısır, Arap, Pers, Roma, Memluk, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin, bu topraklarda 5000 yıl içinde olgunlaşan diplomatik ve politik zekâsını hiçbir ülke görmezden gelemez. Bu topraklarda binlerce yıldır sayısız savaş yaşanırken, topraklar sürekli olarak el değiştirdi ama işin sonunda herkes el sıkışmasını ve barış içinde yaşamayı becerdi.
Olaya bu açıdan baktığımız takdirde, Rusya ve Türkiye’nin Suriye konusunda niçin el sıkıştığını ve sorunun çözümü konusunda hızlı adımlarla nasıl ilerleme kaydettiğini daha iyi anlayabiliriz.
Bu hafta içinde bir makale kaleme almış ve “Bu coğrafyasının delileri!” olarak nitelendirdiğim iki liderden bahsetmiştim. Bu delilerden birisi Putin idi. Sovyet Rusya’nın eski ihtişamını tekrardan teessüs etmek için derinden ve sessizce, SSCB’den ayrılan diğer ülkelerle stratejik işbirliği kurma yoluna giden Putin, Rusya Federasyonu’nu tekrardan “süper güç” haline dönüştürdüğü gibi enerji konusunda önemli bir tedarikçi olarak stratejik önemini tüm dünyaya kabul ettirdi. Tabi bu işi tek başına değil, bu coğrafyanın bir diğer delisi! ve Türk tarihinin son 100 yılda yetiştirdiği en büyük lider olan “Erdoğan” sayesinde başardı.
2002 yılında Eski Türkiye’yi “hiçlikler ülkesi” şeklinde devir alan Erdoğan, geçen 16 yıl içerisinde ülke de inanılmaz dönüşümlere imza attı. Köprüler, demiryolları, bölünmüş yollar, otobanlar, havalimanları, deniz altı tünel geçişleri, İran-Azerbaycan-Rusya ve Irak’tan başlayıp Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan petrol ve doğalgaz boru hatları ile Yeni Türkiye’yi inşa etti.
Erdoğan’a yönelik saldırıları artık görmeyen, duymayan, bilmeyen kalmadı. Sadece son 5 yıl içerisinde birbiri peşi sıra yaşanan Gezi Olayları, 17/25 Aralık Yargı ve Emniyet Darbesi ve son olarak 15 Temmuz Darbesi’nin gerçek amacı; “Erdoğan’ın düşürülmesi” ve eğer mümkün ise “öldürülmesi” idi. 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otele darbeci askerlerce düzenlenen saldırı başka nasıl izah edilebilir ki?
Aslında Rusya’nın ve doğal olarak Putin’in içinde bulunduğu durum, asimetrik saldırılara maruz kalan Türkiye’nin durumundan hiç de farklı değil.
Eski Rus casusu Sergei Skripal’in İngiltere’nin Salisbury kentinde zehirlenmesiyle başlayan casus krizi bir anda Rusya aleyhtarı kampanyaya dönüştü. İngiltere ve ABD başta olmak üzere neredeyse tüm Avrupa ülkeleri Rusya büyükelçilik görevlilerini birbiri peşi sıra sınır dışı etmeye başladı.
Kelimenin tam anlamıyla Rusya’ya karşı kılıçlar çekildi! Ancak bu savaşın esas nedeni; Ortadoğu denkleminde ABD’nin by-pass edilip saha dışına itilmesi, hatta stadyumdan tekme tokat kovulması.
Türkiye ve Rusya, binlerce yıllık medeniyet ve kültür birikimlerini diplomatik sahada profesyonelce konuşturunca, Batılıların ezberi bozuldu ve şimdi çaresizlik içinde “deli danalar” gibi ne yöne gideceklerini bilemez hale geldiler.
Erdoğan ve Putin, Kafkas-Rus ve Ortadoğu coğrafyasında sergilenen Batı menşeli oyunların, kendilerini hedef aldığının çok iyi farkında.
Erdoğan giderse Türkiye, Putin giderse Rusya bitecektir.
Batılılar, Putin’in olmadığı Rusya’yı üç günde 30 parçaya bölerken, Erdoğan’sız bir Türkiye’de yaşanacakları tahmin edebilmek bile mümkün değil.
Allah’a çok şükür ki bugünün Batı dünyasında devlet yönetebilme kapasitesine sahip tek bir lider bulunmuyor.
Doğu Almanyalı nudist Papaz kızı Merkel, arkasına parti desteğini alarak Alman Şansölyesi olmayı başardı, ancak bu haliyle Almanya’nın kurucusu Bismarc’ın kesip attığı tırnak bile olamaz.
İngiltere, Demir Leydi Margaret Thatcher’dan sonra 30 yıldan beri kuvvetli bir lider çıkartamadı.
Amerika, Ronald Reagan’dan başlayarak gerek baba-oğul Bush, gerekse Clinton ve Obama döneminde; kendi ülkesine bir kuruş para harcamadığı gibi, ülke kaynaklarını Irak, Afganistan ve Ortadoğu’da boş hayaller uğruna heba etti. Trump’ın devleti yönetirken karşılaştığı “derin darbeler” ise hiçbir ABD Başkanı’nın yaşadığı türden değil.
Fransa, son 70 yıldır De Gaulle gibi bir deha yetiştiremedi. Mitterrand, Chirac, Sarkozy ve Hollande ise salon erkeği olmaktan öteye gidemedi.
Avrupa’nın ne idüğü belirsiz geri kalan ülkelerini buraya yazmaya gerek bile yok.
Avrupa ülkesi olarak isimlendirilen ülkelerin nüfus büyüklüğünü aşağıda sıralayacağım ki gerçek daha iyi anlaşılsın.
Polonya 38.1 milyon, Romanya 21.6 milyon, Hollanda 16.4 milyon, Yunanistan 11.1 milyon, Portekiz 10.6 milyon, Belçika 10.5 milyon, Çek Cumhuriyeti 10.3 milyon, Macaristan 10.1 milyon, İsveç 9.1 milyon, Avusturya 8.3 milyon, Bulgaristan 7.5 milyon, Danimarka 5.5 milyon, Slovakya 5.4 milyon, Finlandiya 5.3 milyon, İrlanda 4.2 milyon, Litvanya 3.4 milyon, Letonya 2.3 milyon, Slovenya 2 milyon, Estonya 1.4 milyon, Güney Kıbrıs 800 bin, Lüksemburg 500 bin, Malta 400 bin nüfusa sahip.
Bu arada Avrupa genelinde nüfusu 40 milyonun üzerinde olan sadece 5 ülke bulunuyor ki bunlarda; Almanya (82.2 milyon), Fransa (63.8 milyon), İngiltere (60.6 milyon), İtalya (59.3 milyon), İspanya (47.1 milyon).
Abartı falan değil birinci grupta yer alan ülkelere 100’er tane Türk komandosu gönderdiğinizde, askerlerimiz bir gün sonra telefon açıp “Görev tamamlandı buraları ele geçirdik, şimdi ne yapalım?” diye sorarlar.
“Avrupa, Avrupa!” diye yere göğe sığdırılamayan ülkelerin hepi topu işte bu. Bunları gözümüzde fazla büyütmeye gerek yok. Bu arada, bu ülkelerin neredeyse tamamında yaş ortalamasının 44.5 olduğunu, istisnalar dışında birçok ülkede nüfus artışının yerini gerilemeye bıraktığını unutmayalım.
Türkiye 29.3 yaş ortalaması ve hızla kalkınan ekonomisiyle Batılıların imrenerek ve kıskanarak takip ettiği bir ülke oluverip çıktı.
Avrupa içindeki etkinliğimizi hızla arttırmamız gerekiyor. Bu amaçla yurtdışında yaşayan anne-baba Türk çiftlerin yapacağı her çocuk için parasal yardım yapılması bir devlet politikası haline dönüştürülebilir.
Hatta ben biraz daha abartıyorum, Türk gençlerinin yabancı kızlardan evlilik dışı çocuk yapmaları durumunda dahi onlara çocuk başına para ödeyelim. Ödeyelim ki Avrupa’nın etnik ve demografik nüfus yapısını gelecek 30 yıl içerisinde kökten değiştirelim.
Ancak yapılması gereken daha çok işimiz var. Bu işlerin başında da; yönetimsel anlamda Türkiye’nin geleceğini planlamak geliyor.
Geçen ay içerisinde verdiğim bir konferansta; “FETÖ kapsamında görevden alınan birçok kişinin şu an tutuklu olduğunu, ancak çok sayıda FETÖ mensubunun devlet kurumları içinde halen etkin makamlarda yer aldığını, kimi kime şikâyet edeceğimizi şaşırdığımızı, Allah uzun ömür versin Sayın Cumhurbaşkanı’na suikast yapılmasından endişe ettiğimi, böyle bir durumda FETÖ mensuplarının kısa sürede devleti yeni baştan ele geçireceklerini ve maazallah katliam yapacaklarını” dile getirdim.
Böyle bir risk var mı? Evet. Hem de çok yüksek oranda var.
Bugün bakıyorum da bazıları çıkıp o günler hakkında sallayıp duruyor; “Efendim o günlerde Cemaate karşı şöyle mücadele etmişlerde, böyle konuşmalar yapmışlarda, cansiperane şekilde Devlet’i ve Hükümet’i korumuşlarda, şu şekilde direnmişlerde, Sayın Başbakan’a şöyle akıl vermişlerde, ölümüne kadar arkanızdayız Başbakanım demişlerde!”
Bu olayın benzeri darbe gecesi de yaşandı. 15 Temmuz darbe akşamı Ülke TV’de canlı yayında olan Turgay Güler daha ilk andan itibaren camilerden selâ okunması çağrısında bulundu ve Diyanet İşleri Başkanına adeta yalvardı.
Şimdi bakıyorum DİYANET’ten birileri çıkıyor “ben yaptım” diyor, üst düzey birileri çıkıp “ben yaptım ben” diyerek showman’lik yapıyor. Vay efendim darbe gecesi selâ çağrısını onlar yaptırmış da, onlar okutmuş da, ülkenin kaderini onlar değiştirmiş de, falan, felan, filan!!!
Şimdi bu adamlara ne denilir?
Yürüyün be oradan! Ufak atın da civcivler yesin. Darbe gecesi bir kaç tane milletvekili dışında hiç bir bakan, milletvekili, parti yetkilisi telefonunu bile açmadı. Bir yerlere sinmiş, gıklarını dahi çıkartamıyorlardı ta ki halk sokakları ele geçirinceye kadar.
Gözlerimizle görmesek, kulaklarımızla duymasak inanacağız ama bu işler artık öyle yürümüyor. Televizyon denilen bir şey var, internet denilen bir şey var, sosyal medya denilen bir şey var.
Siz yatın kalkın da darbeye karşı göğsünü siper eden vefakâr Türk insanına dua edin. Bu halk olmasaydı Sayın Erdoğan dahil 300-500 BİN KİŞİ, kafasına birer kurşun sıkılmış olarak tarlalara ve yol kenarlarına atılmış olarak bulunurdu.
Buradan açık ve net söylüyorum. Bu kişilerin tamamı, o günlerin gergin ortamında Cemaat aleyhinde tek kelime laf edemeyen, Fethullah Gülen’i “muhterem hocaefendi” olarak tanımlayan İKİYÜZLÜ RİYAKÂRLARDIR.
Gazete ve TV arşivleri ortada duruyor. “Vallahi o günlerde benden başka konuşan yoktu” diye orada burada dolaşan ŞAKLABANLARI ise iddialarını ispata davet ediyorum.
Samimiyetinizi ve vatanseverliğinizi ispat etmek istiyorsanız “yemin billah” ederek ortalıkta dolaşmanıza gerek yok; Gazete ve TV konuşmalarınızı bize gösterin yeter.
Gerisi hikâye…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta dile getirdiği “ARTIK METAL YORGUNLUĞU YOK” tespiti bence son derece yanlış bir tespit. AK PARTİ’deki sorun metal yorgunluğu değil, sorun; GÜÇ ZEHİRLENMESİ.
Anlamayanlar için “güç zehirlenmesi” teriminin siyaseten karşılığını da yazayım: Kibirlenme, şımarma, hazımsızlık, kendini beğenme, kendini bir matah zannetme, havalanma, gaza gelme, yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeme, koltuğun gücüne kendini fazla kaptırma, koltuğa yapışma, kraldan çok kralcı olma, ya da halkın telaffuz ettiği ifadeyle “KIÇI KALKMAK”.
Yüzde 7 buçuk oranındaki MİLLİ GÖRÜŞ tabanından gelip siyaset yapan AK Parti, ANAP, DYP, MHP, BBP ve toplumun diğer katmanlarından koparttıkları yüzde 40’dan fazla oy ile bugün Türkiye genelinde yüzde 47-48 oy oranına ulaştı ama artık “DENİZ BİTTİ!”
Neden? Çünkü toplumun çeşitli katmanları nezdinde oylar artık giderek kemikleşmeye başladı. CHP’nin %25, HDP’nin yaklaşık %10-11, AK Parti ve MHP’den geriye kalan diğer partilerin oyları da yaklaşık %7-8 olarak kabul edilirse kimin ne alacağı aşağı yukarı belli.
Şu bir gerçek ki AK PARTİ kendi içine gittikçe daha fazla kapandı, toplumun diğer katmanlarına karşı kapıları kapattı ve bunu yaparken de aynen şu mantıkla hareket etti; “Sizler bizim kanımızdan değilsiniz, bizimle genetiğiniz asla uyuşmuyor, bizim için çalışabilirsiniz, bize oy verebilirsiniz ama bizim içimize girmeyi hak edemezsiniz. Bizim için beleş bedava çalıştığınız için bahçemizde oturabilirsiniz ama odamıza asla giremezsiniz”.
AK Partililere göre ne de olsa bahçede yer çok, ancak oda da yer yer.
Ancak bilmiyorlar ki evin çatısı çöktü çökecek.
Şeyh Edebali ne demiş; “Yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar güvende değildir.”
2019 seçimlerine gelince durum hiç de iç açıcı değil. AK Parti teşkilatlarında görev yapan hemen her kademedeki şahıs, ülke fethetmiş komutan edasıyla ortalık yerde caka satıp, milleti muhatap kabul etmez iken halk bunlara oy verir mi?
Bence zor…
2002 ve sonrasında AK Parti’yi diğer partilerden ayıran en büyük özellik toplumun nerdeyse tüm katmanlarına karşı gösterdiği ilgi ve alâka idi. Evlerin kapıları tek tek çalınır, yüzlerine kapı kapansa bile bıkmadan usanmadan insanlarla ilişki kurulurdu.
Şimdi nasıl?
AK Parti’yi temsilen ortada dolaşan tek bir Allah’ın kulunu gören varsa helal olsun. AK Parti’nin GENÇLİK KOLLARI, KADIN KOLLARI, İL ve İLÇE TEŞKİLATLARI’nda görev yapan hemen herkes birbirinin çukurunu kazmakla meşgul. Dedikodu almış başını gidiyor. İftiranın bini bin para.
Erdoğan olmasa bu parti seçimlerde %2 oy bile alamaz.
AK Parti’de maalesef herkes yan gelip yatıyor ve partinin hemen her kademedeki bireyi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a halkın gösterdiği itibar, sevgi ve teveccüh sayesinde hiç de hak etmedikleri “ikbal koltuklarına” oturuyor.
Sadece partililer değil, bürokratlarda yan gelip yatıyor.
Bazı kamu kurumları tamamen kilitlenmiş durumda.
Bazı anayasal kurumlarda görev yapan ve etliye sütlüye bulaşmayıp asla risk almayan, vatandaşı sürüm sürüm süründüren bürokratlara ve devlet memurlarına ne diyeceğiz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ricam; sade bir vatandaş gibi mesela YÖK’e bir dilekçe verip, herhangi bir talepte bulunması. Dilekçesine cevap verilmeyeceğinden adım gibi eminim. Yurtdışında üniversite bitiren öğrencilerin denklik başvurularının iki üç yıl sürdüğünden Sayın Erdoğan’ın haberi olsa bu kurumu aynı gün kapatıp Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlayacağından da adım gibi eminim.
Şu an için AK Parti’nin mahalle, semt, ilçe veya il kademelerinde görev alabilmek veya bürokraside alelade bir makam koltuğuna oturmak için “ruhunu ve benliğini satmaya hazır” o kadar çok insan müsveddesi var ki!
Halbuki bizler için mevki, makam, koltuk denilen şeyler asla “amaç” olmamalı.
Bu tür sülükler bünyeden atılmadığı sürece 2019 seçimleri AK Parti açısından bir kâbusa dönüşebilir.
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM
Yazılarınızı dikkatle okuyor ve fikirlerinizden yararlanıyorum Sağ olun var olun..
Yazılarınızı dikkatle okuyor ve yararlanıyorum Teşekkürler..Sağ olun..Var olun
Maalesef SAYGIDEĞER HOCAM tespitleriniz ÇOK doğru Akparti teşkilatlarında durum ÇOK vahim berbat FETÖCULER fing atıyor sanki her şekilde yanlış yapalım bunu gören millet oy vermesin Erdoğan seçim kaybetsin gibi bir hain tuzak mevcud gibi…
Benim tespitimde aynı. Örneğin seçimlere 1 yıldan az zaman kalmış 1 Milyon Öğretmeni kendileriniden bilgi ve donanım olarak çok gerilerdeki öğrencilere ve velilere değerlendirtiyorlar ve adeta bu 1 milyon öğretmenin aileleriyle birlikte en az 3 milyon tutan oylarını sırf kuru bir inat(çünkü bu performans değerlendirmesinin altı boş)için AKP kaybetsin istiyorlar. Acaba bunlar kripto FETÖ’cü mü?
hocam bu yazınızı ısrarla sakladım. Ve seçim oldu .tahmininiz tuttu