Article 260 – 09.06.2021
Önümüzdeki hafta Cuma günü İran’da cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yedi kişiden oluşan bir aday listesiyle karşı karşıyayız. Liberaller, muhafazakârlar, demokratlar, hülasa hemen her grubun adayı ipi göğüslemeye çalışıyor. Herkesin hedef kitlesi birbirinden farklı. Adaylar ne düşünür ne düşünmez bence hiç önemli değil. Esas önemli husus İranlıların beklentileri. İslam Devrimi’nin yaşandığı 1979 yılından günümüze kadar geçen 42 yıllık süre zarfında İran’da köprülerin altından çok su aktı. Ne 80’li yılların dünyası aynı dünya, ne de 42 yıl önceki İran.
İran halkının beklentileri, arzu ve istekleri arttıkça artıyor. Bilişim çağının en önemli silahı konumundaki internet teknolojisi ve buna dayalı sosyal medya platformları kendince yeni bir dünya yaratmış durumda. 2000’li yıllarda dünyaya gözlerini açan yeni bir kuşak, eskilerin deyimiyle geçmişte neler yaşandığından bi-haber. Elinde akıllı telefonu olmayan tek bir kişiye rastlamak neredeyse imkânsız gibi bir şey.
İran’da seçime giren bazı adaylar şimdi bin bir güçlükle mücadele ediyor. Yalanlar, iftiralar, kumpaslar gırla. Bir yanda ülkenin kendi iç dinamikleri ve yerleşik düzeni ile mücadele ederken, diğer yandan da İran üzerinde hemen her türlü kirli planı uygulamaya sokmak için fırsat kollayan dış güçlerle mücadele etmeleri gerekiyor.
Dünyanın en kaygan, en stresli, en önemli noktasında var olmanın İran ve Türkiye gibi kadim ülkelere ve köklü ülke halklarına yüklediği kaderde herhalde bu olsa gerek. “Dış güçler” olarak isimlendirilen; ABD, İngiltere, Almanya ve İsrail başta olmak üzere diğer birçok Siyonist ve Hıristiyan ülkeler asla durup dinlenmeden saldırıyor. Bu saldırılar ilk başlarda konvansiyonel savaş yoluyla yapılırken, sonraları Muhammed Kesnizani, Fetullah Gülen ve Tahir-ül Kadri gibi Batılıların sadık uşaklarınca icra edildi. Şimdilerde ise bu işi sosyal medya çılgınlığının kurbanı olan hayalperest kendi gençlerimize yaptırmıyorlar mı?
Batılıların Yemen’de, Mısır’da, Libya’da, Irak’ta, Lübnan ve Suriye’de yaptıkları ortada. Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmasının arkasında bizzat ABD devletinin var olduğunu artık sağır sultan bile biliyor. Kendisinden olmayanı linç etmeyi, yıkmayı ve ortadan kaldırmayı ilke edilen ABD’nin, Ortadoğu’da bileğini bükemediği toru topu iki tane ülke kaldı; Türkiye ve İran.
Her biri binlerce yıllık geçmişe sahip bu iki devlet ardı arkası kesilmeyen saldırıların odak noktasında olmayı bir türlü durduramıyor. İnsanlar nerede doğacağına nasıl karar veremiyorsa, ülke topraklarınızın dünyanın hangi noktasında bulunacağına da siz karar vermiyorsunuz. Bu topraklar bize atalarımızdan miras kaldı ve biz de çocuklarımıza miras bırakacağız.
21’nci yüzyılın en büyük Haçlı seferleriyle karşı karşıyayız. Ortadoğu coğrafyası Batılılarca yeniden şekillendiriliyor. Ülkeler iç savaşlarla birer ikişer parçalanıyor. Terörist gruplara yapay devletçikler kurulması için sınırsız parasal kaynak ve silah desteği sağlanırken, uluslararası hukuk, evrensel insan hakları ve daha pek çok afilli cümleler havada uçuşuyor.
Türkiye, Erdoğan liderliğinde Arap Baharı olarak isimlendirilen Batı menşeli toplumsal ayaklanmaları Gezi Olayları ve 15 Temmuz 2016 Askeri Kalkışması’nda olduğu büyük bir toplumsal özveriyle pasifize etmeyi başardı. Sedat Peker olayı ise yine ABD menşeli yeni bir kalkışmanın beyhude bir denemesi.
İran’a gelince…
İran 1979 yılından beri ambargolar altında eziliyor. Petrol ve doğalgaz zengini bu kadim ve köklü devletin tüm sinerjisi, Batılılar tarafından bilinçli olarak ortaya atılan akla hayale gelmeyecek yalan, iftira ve kumpaslarla heba ediliyor.
İran güçlü bir devlet. Fars ve Türk kökenlilerin kardeşçe bir arada yaşadığı bu ülkede bazı şeylerin değişmesi artık bir zorunluluk. Azeri ismine dahi tahammül edemeyen İranlı yöneticilerin, bu düşünce yapısıyla İran’da birlik ve beraberliği sağlaması ne kadar mümkün olabilir ki? Bunun son örneği daha bir kaç gün önce Cumhurbaşkanlığına aday olan kişilerin canlı bir TV programında yaptıkları münazara esnasında kendini gösterdi. Muhafazakâr adaylardan biri olan eski Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Muhsin Rizai, “Yaşasın Azerbaycan” cümlesini sarf etti. İşin doğrusu bu cümle aslında ülke nüfusunun %55’ini oluşturan Türk ve Azeri kökenlilere sempatik görünmek ve onlardan oy devşirmek için yapılmış bir aldatmacadan başka bir şey değildi.
Münazara esnasında bir diğer Cumhurbaşkanı adayı ve Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi ise; “İran Türklerinin kendisine gösterdiği teveccüh ve sevgiye teşekkür ederek, ilk münazara sonrası farklı eyaletlerden İran Türklerinin kendisine ulaştıklarını ve sevgilerini gösterdiklerini belirtip, “Bana sevgi ve teveccühlerini gösteren Azerilere keramet ve samimiyetlerinden dolayı teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı. Konuşmasında sosyal adalete vurgu yaparak, alınan yanlış ve adil olmayan kararların toplum arasında sınıflaşmaya neden olduğunun altını çizen Reisi, “Hukuk ve yasa, adalete bağlı olmalıdır. Eğer ülkedeki tüm enerjimizi adaletin tesisine ayırırsak, tüm toplumsal tabakalar ortadan kalkar. Alınan yanlış ve adil olmayan kararlar, toplum arasında sınıflaşmaya neden oluyor. Bugün toplumumuz, büyük toplumsal sorunlar ile karşı karşıyadır” ifadesini kullandı.
Aslen Türk kökenli olan İbrahim Reisi münazaraya katılanlar içerisinde ayakları yere basan herhalde en tutarlı ve en mantıklı açıklamalarda bulunan kişiydi.
Yazımın içeriğinde de belirttiğim üzere İbrahim Reisi’nin konuşmasından hemen sonra söz alan reformist aday Mihralizade ise; Reisi’nin “Azeri” açıklamasına tepki göstererek, “Sayın Reisi, Azerice konuşanların kendisini arayarak kendisine sevgilerini ve muhabbetlerini gösterdiklerini söylüyor. Ben, Reisi’nin Azeri sözüne bir düzeltme getirmek istiyorum. Çünkü ülkemizde Azerice konuşanlar değil, Batı ve Doğu Azerbaycan’dan Hamedan, Zencan, İsfahan, Erdebil, Horasan ve Huzistan’a kadar İran’ın dört bir yanından Türkçe konuşanlar var. Sayın Reisi, Azeri kelimesini kullanırken daha dikkatli olmalıdır” ifadelerini kullandı. Reformist adayın bu saçma sözlerini okuyunca hangi konuda reform yapacağını da merak etmekten kendimi alamadım.
Tüm adayların konuşmalarını dikkatlice dinlediğim münazarada İranlıların ve Azerilerin önündeki en iyi seçenek herhalde İbrahim Reisi’den başkası olmayacak.
Güçlü, büyük ve daha istikrarlı bir İran için bu seçimler adeta hayat memat meselesi. Bu seçim; İran Azerileri açısından son derece önem arz ediyor. İran’ın şu ana kadar sergilediği tavır; tıpkı Batı Trakya’da yaşayan Türklere “Müslüman azınlık” tanımlaması yapan Yunanistan’ın tutumundan hiç farklı değil. “Azeri yok, Türkçe konuşanlar var” cümlesi İran’da yaşayan Türkleri Farslılaştırmaktan başka bir değil.
Daha zengin, daha güçlü ve daha kudretli bir İran için her şeyin hayırlısı…
DR. MEHMET HAKAN SAĞLAM