Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Makaleler / ENDÜSTRİ TOPLUMUNDAN TEKNOLOJİ TOPLUMUNA GEÇMEYE ÇALIŞIRKEN BUNLAR KİMİN AKADEMİSYENİ?

ENDÜSTRİ TOPLUMUNDAN TEKNOLOJİ TOPLUMUNA GEÇMEYE ÇALIŞIRKEN BUNLAR KİMİN AKADEMİSYENİ?

(Article 162-14.05.2017)

14 Mayıs 2017 tarihinde CHP’nin düzenlediği bir çalıştaya katılmak üzere Bursa’ya giden Kemal Kılıçdaroğlu, programların ardından çoğunlukla üniversite öğrencilerinin yaşadığı Görükle Mahallesi’ndeki bir kafeye giderek gençlerle buluştu. Kılıçdaroğlu, oturduğu masadaki gençlerle çay içti ve Maliye bölümü öğrencilerine müthiş ve son derece önemli! tavsiyelerde bulundu; “Üretime dayalı yatırım yapmalıyız. Sakız üretmeliyiz, katma değeri yüksek ürün üretmeliyiz, bez üretmeliyiz, demir-çelik üretmeliyiz.”

Kılıçdaroğlu’nun bu dahiyane! fikrini biraz açmakta fayda var.

AR-GE’ye dayalı ürün geliştirilmediği takdirde, gelişmekte olan ülkelerin “dış ticaret açığı” yaşamasından daha doğal bir sorun olamaz. Örneğin Türkiye’de dış ticaret açığının yüzde 32’si ileri teknolojiye dayalı ürün ticaretinden kaynaklanıyor.

TİM verilerine göre, kilogram başına ihracat gelirimiz geçen yıl 1.44 dolarken, bu yıl 1.39 dolara geriledi.

Büyük ölçüde enerji tüketerek ürettiğimiz demir çeliğin kilosunu 0.53 dolara ve yine büyük ölçüde enerji kullanarak ürettiğimiz çimento, cam ve seramik ürünlerimizin kilosunu 0.13 dolara ihraç ediyoruz.

Yaş meyve ve sebze ihracatı ekonomimiz için son derece önemli ama yaş meyve ve sebzede kilogram başı ortalama ihraç fiyatımız sadece 0.58 dolar. Otomotiv ihracatında ise kilogram fiyatımız 6.42 dolar. Buna karşılık ihracat konusunda otomotiv endüstrisi ile başa baş yarışan hazır giyim ürünleri ise 16.13 dolarlık kilogram fiyatı üzerinden ihraç ediliyor.

Hazır giyim sektörüne girdi sağlayan tekstil ve tekstil hammaddelerinin kilogram fiyatı ise sadece 4.30 dolar. Bu iki rakam arasındaki fark, giyim sanayinin katma değer yaratmadaki önemini ortaya koyuyor.

Makine ve makine aksamı ürünlerinde kilogram başı ihraç fiyatının 5.74, elektrik ve elektronik sanayinde 4.82 dolar olması, teknoloji yoğun değil de sıklette ağır ürün ihraç ettiğimizin en büyük göstergesi.

Unutmayalım 1 kg. bilgisayarı 600 dolardan, akıllı telefonların kilosunu 2 bin dolardan ithal ediyoruz.

432 ton demir karşılığında 1 ton ilaç, 1753 tır çimento karşılığında 1 tır bilgisayar, 1 tır domates karşılığında 7 kilo domates tohumu, 1 adet otobüs karşılığında ise 1 kilo kalp pili alıyoruz.

Yüksek teknolojiye dayalı endüstriler, genel olarak yüksek katma değerli, diğer bir ifadeyle “yükte hafif pahada ağır” mallar üretiyor.

İhracatı ağırlıklı olarak orta ve düşük teknoloji ürünlere dayalı Türkiye ise kelimenin tam anlamıyla “yükte ağır, pahada hafif” mallar üretip satıyor. Bu nedenle bazen bir kiloluk ithalat için TIR’lar dolusu mal vermek zorunda kalıyoruz.

Türkiye, birim fiyatı ortalama 570 dolar bir adet dizüstü bilgisayar alabilmek için, kilosu 13 sentten 4385 kilo çimento satmak zorunda kalıyor. Bir TIR’ın ortalama 24 ton taşıdığı dikkate alırsa Türkiye 1 tır dolusu dizüstü bilgisayar alabilmek için 1753 tır dolusu çimento satıyor.

Türkiye, demir-çeliğin kilosunu ise ortalama 53 sentten satıyor. Bir tır dolusu cep telefonu alabilmek için 670 tır dolusu demir satmak gerekiyor.

Bir kilo elektronik entegre devrenin fiyatı 364 doları buluyor. Bir tır dolusu elektronik devre ithal edebilmek için 50 tır dolusu mefruşat satmamız şart.

Bilgisayarlarda kullanılan REM belleklerin kilosu da 416 dolara kadar çıkıyor. Bir tır dolusu REM bellek alabilmek için 18 tır dolusu hazır giyim eşyası ihraç etmemiz gerekiyor.

Bir tır ilaç alabilmek için 582 tır dolusu ekmeklik un, 1 tır dolusu aşı alabilmek 2 bin 88 tır krom cevheri satmak gerekiyor.

İthalat fiyatı 300 bin doları aşan bir bilgisayarlı tomografi cihazı alabilmek için de yaklaşık 25 tır dolusu mermer ihraç etmemiz gerekiyor.

Bir adet helikopter satın alabilmek için 49 tır dolusu kabuksuz fındık ihraç etmek zorundayız.

1 kilo uçak ve helikopter yedek parçası alabilmek için 5 bin 610 kilo buğday vermemiz gerekiyor.

Bir adet uçak alabilmek için 723 tır dolusu kuru kayısı satmamız gerekiyor ki, Türkiye’nin toplam kayısı ihracatıyla ancak 6 tane uçak alabiliyoruz.

Türkiye sadece ileri teknoloji ürünlerinde değil tarım ürünlerinde de benzer bir durumu yaşıyor. Tarım ürünü ihracatı yerine söz konusu ürünlerin tohumlarını geliştirip ihraç etmek çok daha kazançlı olabilir. Bir kilo domates tohumu alabilmek için 3429 kilo domates satmak gerekiyor. Başka bir ifadeyle 7 kilo domates tohumu, bir tır dolusu domatese denk geliyor. Aynı şey diğer tohumluklar için de geçerli. Türkiye, patlıcan tohumunun kilosunu 6349 dolardan ithal ederken, bir kilo yetişmiş patlıcanı 89 sentten satıyor. Bir tır dolusu patlıcan ile ancak 3,5 kilo patlıcan tohumu alabiliyoruz.

Dünyanın en büyük firmalarını ayakta tutan tek bir unsur var ki o da: AR-GE dediğimiz ürün yenileme ve geliştirmeye yönelik harcamalardır. AR-GE harcamalarına, uluslararası bir ilaç firmasının yaptığı harcama kadar kaynak ayıramayan Türkiye’nin, kısa ve orta vadede dış ticaret açığını kapatabilmesi mümkün değildir.

Türkiye ekonomisinin, uluslararası düzeyde daha iyi rekabet edebilir ve bu rekabeti sürdürülebilir bir noktaya taşıyabilmesi için teknolojik bilgi üretimine, üretilen bilginin ticarileştirilmesine, teknoloji yoğun üretime, yoğun Ar-Ge yatırımlarına ve nitelikli işgücünün istihdamına yönelik ilave teşviklerin verilmesi gerekmektedir.

Ancak AR-GE yatırımlarının, kalkınma için tek başına yeterli olduğunu iddia edebilmek tabi ki mümkün değil. Entelektüel bilgi birikiminin oluşması ve bilginin endüstriyel yaşama uyarlanması, AR-GE’nin kendisinden bile daha önemli.

Bundan 4 yıl kadar önce Amerika’nın en önemli üniversitelerinden biri konumundaki Boston’daki MIT (Massachusetts Institute of Technology) kampüsünü ziyaret etmiştim. Üniversite ana binasında bir yazı gözüme ilişmişti; “Bu üniversite yeni buluş ve keşiflerin endüstriyel yaşama uyarlanması amacıyla kurulmuştur.” Bu cümlenin meali esas olarak şu anlama geliyor; Örneğin yanmaz kağıt mı buldunuz? Yanmaz kağıdın bulunması değil, bunun nerede kullanılacağı daha önemlidir. Sürtünmeyi azaltacak bir malzememi buldunuz? Malzemenin kendisinden değil, bu malzemenin hangi sektör ve ürünlerde kullanılacağı daha önemlidir.

Endüstriyel yaşamın iki temel unsuru işte bu cümlede ete kemiğe bürünmüş vaziyette karşımızda durmaktadır. Eğer tarım toplumundan sanayi toplumuna, buradan da endüstri ve teknoloji toplumuna geçiş yapılması arzu ediliyorsa kesinlikle iki şeye önem verilmesi gerekiyor; ilk aşamada “buluş ve keşif yapacak bilim insanlarının yetiştirilmesi”, ikinci aşamada ise bu buluş ve keşifleri endüstriyel ürüne dönüştürecek “vizyoner girişimci ve müteşebbislere yaşam şansı tanınması”.

Peki şu an ne durumdayız?

Buluş ve keşif yapacak bilim insanları açısından durumumuz hiç de iç açıcı değil. ABD’de ilk 150 üniversitenin patent sayısı 1 milyon 750 bin, Avrupa Birliği ülkelerinde ilk 150 üniversitenin patent sayısı 100 bin iken, Türkiye’de patent sahibi 4 üniversitenin 90 yılda üretebildiği patent miktarı sadece 274!

ODTÜ’de PKK ve DHKP-C’li teröristlere destek için hemen her gün eylem yapılırken, Ankara Üniversitesi’nde İNEK BAYRAMI adı altında İslâm’a ve Müslümanlara hakaret edilirken, Boğaziçi, İTÜ, Yıldız, Koç üniversitelerinde hükümete muhalif hemen her toplumsal eyleme destek verilirken, üniversitelerimizde görev yapan sözüm ona 1128 bilim insanı! teröre destek amacıyla hazırlanan yasadışı bildirilere imza atarken, “buluş yapıp patent almak” kimin umurunda olabilir ki?

Ukrayna’da 225 dolar aylık maaşla çalışan öğretim üyelerinin sahip olduğu ortalama patent sayısı 10-12. Ayda 2-3 bin dolar maaş almalarına rağmen; “devlet bize yeterli para vermiyor, ne kadar ekmek o kadar köfte” diyebilme ahlaksızlığını sergileyen ve bilimsel açıdan kocaman bir “hiç” niteliğinde olan bizdeki hoca kırıntılarına ise söyleyecek söz bulamıyorum.

Bu kadar çapsız, bu kadar seviyesiz, bu kadar bilgisiz vatan haini “cahil eğitmenler sürüsüyle” endüstri toplumundan teknoloji toplumuna nasıl dönüşebiliriz o da ayrı bir konu.

En zengin olduğumuz husus ise; buluş ve keşifleri endüstriyel ürüne dönüştürecek “vizyoner girişimci ve müteşebbislerin varlığı”.

Ülkemiz, zehir gibi çalışkan insanlarla dolu. Savunma sanayi konusunda son yıllarda yaşanan gelişmelerin kaynağı; esas olarak bu tür kişiler. İkitelli, Ostim, Bursa, Gaziantep, Kahramanmaraş ve daha birçok OSB’de faaliyet gösteren ve üniversitelerdeki binlerce ve hatta onbinlerce öğretim üyesini arka ceplerinden çıkaracak binlerce girişimci, bugün Türkiye sanayisinin lokomotif gücünü oluşturmuş durumda.

Anlayacağınız mevcut durumumuz tam bir komedi.

Üniversitelerin, bilgi birikimleriyle sanayiye öncülük etmesi gerekirken, ülkemizde bunun tam tersi bir durumun yaşanması ne kadar acı değil mi?

Ben devletin yerinde olsam Ukrayna ve Rusya gibi ülkelerden bolca akademisyen getirir, öncelikle bilimsel etik konusunda bizimkileri islah etmeye çalışırdım.

Merak ediyorum sahiden bunlar kimin akademisyeni?

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber