(Article 182-30.07.2017)
Bugün babamı kaybetmenin üzerinden 204 gün, amcam Uğur Sağlam’ın ölümünün üzerinden tam 23 yıl geçti.
Babamın nasıl bir insan olduğunu önceki yazılarımın birisinde uzunca anlatmış ve o yazıda; “Benim babam dağ gibi bir adamdı” demiştim.
Evet! Benim babam gerçekten dağ gibi bir adamdı. Hastaydı, yorgundu, bitkindi ama yine de dağ gibi bir adamdı.
Çok fazla konuşamıyordu, sorduklarımıza zar zor cevap veriyordu ama yine de dağ gibi bir adamdı.
Babam geride güzel anılar bırakarak bu hayattan göçüp gitti. Hiç kimse onun arkasından tek bir kötü cümle sarf edemedi.
Babamın söylediği bir söz hâlâ hatırımda… “Oğlum Allah hiç kimseyi ölüsünde ve dirisinde yalnız bırakmasın” derdi. Niçin diye sorduğumda; “İnsanın sevilip sayıldığı işte o günlerde belli olur” demişti.
Şimdi size; “Babaları tarif edin” desem ne cevap verirsiniz?
“Büyüten, bekleyen, koruyan, kollayan, sahiplenen, savunan, kol kanat geren, varını yoğunu ortaya koyan, seven, kucaklayan…”. Bu liste uzayıp gider.
204 günün sonunda “babaların” bir başka vasfını daha öğrendim. Baba “mayaymış”, baba “çiviymiş”, baba “mıhmış”, baba “direkmiş”, baba “tutkalmış”.
Baba; “bir arada tutan, kavrayan, birleştiren, bütünlüğü sağlayan” bir mengeneymiş.
Baba, “imameymiş”. Hani tespihin ucundaki uzunca parça var ya! İşte o imamedir.
İmameyi iki parmağınızın arasına alıp bir masanın üzerinde sürüklemeye başlayın. 33 tespih tanesinin, o imamenin peşinden itiraz etmeksizin gittiğini göreceksiniz.
Peki tespihin ipi kopup imame liderlik vasfını kaybederse ne olur?
33 tespih tanesinin her biri bir yöne savrulur gider. Kimi kaybolur, kimi düşüp kırılır. Kalanları bir araya getirseniz dahi o tespih, bir daha asla eskisi gibi olmaz.
İşte ben şimdi sadece bir tespih tanesiyim. İmamesini kaybetmiş, kâh oraya kâh buraya yuvarlanan bir tespih tanesi…
Ben de bir babayım, ben de bir gün bu dünyadan terk-i diyar edeceğim ama bundan sonra hep “babasızım” işte.
Babasızlık kötü şeymiş vesselam.
204 günde bunu ziyadesiyle öğrendim. Ve her geçen gün yeni bir şeyler öğreniyorum.
Babamı kaybettiğimde arkadaşlarımı düşündüm. Yatılı okulda okuyordum. Sene 1981. O yıllarda henüz 15-16 yaşındayım. Yani bundan 35 sene öncesi. İşte o yıllarda bazı arkadaşlarım yetimdi. Üniversite yıllarında Güven Doğruoğlu isimli çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Güven babasını genç yaşta kaybedenlerdendi. O yıllarda insanların acısını nedense anlayamıyorsunuz. Ölüm size hiç uğramayacakmış gibi hissediyorsunuz. Annesini veya babasını kaybedenlerle karşılaştığımızda en fazla “başın sağ olsun” veya “Allah geride kalanlara sabır versin” diyorsunuz. Ve yine o yıllarda “yetim” ya da “öksüz” kelimeleri bizler için sadece beş harfli, içi boş bir kelimeden ibaretti.
Arkadaşlarımla mukayese ettiğim takdirde babamla 30 yıl daha fazla ömür geçirdiğimi anladım. Aslında ne kadar şanslıymışım değil mi?
50 yaşında babasını kaybeden bir kişi olarak ben bu kadar üzüldüysem, 20’li yaşlarda iken babasını kaybeden arkadaşım Güven acaba ne kadar üzülmüştür?
O yıllarda acılarını idrak edemediğim arkadaşlarımdan özür diliyorum.
Geçenlerde babamın mezarına gittim kendisiyle konuştum. Beni ben yaptığı için ve bana yaptıkları için ona teşekkür ettim. Yapamadıklarımdan dolayı ondan af diledim.
Bugün kederliyim.
Bugün “keşkeler” denizinde boğuluyorum…
Rahmetli Uğur amcamı 1994 yılında kaybetmiştik. Amca çocuklarım İbrahim ve Dilaver o zaman henüz küçücük çocuklardı. Amcamın vefat ettiğini onlara nasıl söyleyeceğiz diye uzunca süre düşündüğümü hatırlıyorum.
Amcam muhteşem bir insandı. Ayaklı hesap makinesi, müthiş bir kıvrak zekâ, inanılmaz ticari deneyimlere sahip Kapalıçarşı Üniversitesi mezunu bir insan.
Dün akşam İbrahim’in düğünü vardı. Babasızlığı iliklerinde hisseden o çocukların büyüğü olan Dilaver, tıpkı babası gibi düğünü başından sonuna kadar bir orkestra şefi gibi idare etti. Bugün amcamın ismi Dilaver’in oğlunda yaşıyor. İbrahim’e gelince dün akşam güzel bir hayata ilk adımını attı. Allah bahtını açık, geleceğini mutlu kılsın.
Masada otururken bir an gözlerimin önüne amcam ve babam geldi. Sanki masada oturup düğünü seyrediyorlardı. Hüzünlendim, gözlerimden birkaç damla yaş döküldü.
Bu sabah uyandığımda akşam gördüğüm bir rüyayı hatırladım ve oturup bu yazıyı kaleme aldım.
Kaşları yukarıya doğru kıvrık, elinde altın Cartier çakmağı, gözünde gözlükleri, iki parmağının arasından hiç düşmeyen sigarası, hiç takmayı sevmediği ve boynunda eğreti gibi duran kravatı ile babamla yan yana oturan ve “bu da gitti ağa” diye babama İbrahim’in düğününe sevindiğini söyleyen ve düğün boyunca masa masa dolaşıp, oraya buraya koşturan amcamı rüyamda gördüm. Mutlulardı. Evlatlarının mürüvvetlerini öyle de olsa böyle de olsa görmüşlerdi.
Mekânları Cennet olsun.
Dr. Mehmet Hakan Sağlam