ÖNSÖZ
Günümüz dünyasının en önemli tartışma konularından biri hiç şüphesiz “küreselleşme” ya da diğer bir ifade ile “globalizm” kavramıdır. Her ülkenin kendi özel konumuna göre farklı şekilde algılanan küreselleşme kavramı, kimilerine göre ekonomik ve politik gücü, kimilerine göre açlığı, fakirliği ve gelir dağılımındaki eşitsizliği ifade etmektedir. Bazı kelimelerin derin bir anlamı, tarif edilemez bir gücü ve mistik bir yapısı vardır. Örneğin Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali terimleri bu kelimelerden bazılarıdır. Globalizm kelimesi de böyle bir yapıya sahiptir.
Sanayi devrimi, Fransız ihtilali ve globalizm kavramlarını güçlü yapan şey, milyonları belli bir amaç ve fikir doğrultusunda peşinden sürükleyebilme ve eşsiz değişimlere imza atabilme yeteneğine sahip olmalarıdır. Bugün artık ülkeler arasında sınırlar kalkmış, kambiyo rejimleri ve kısıtlamaları tarihe karışmış, pazarı tanıma ve başka bir ülkede iş yapabilmek için ortak bulma derdi diye bir şey kalmamıştır. Küreselleşme sayesinde dünyanın herhangi bir ülkesi bir anda cazip bir pazar haline gelebilirken, aksi durumda ülke ekonomileri batabilmektedir. Küreselleşme artık dünyanın en önemli ekonomik silahıdır. Çünkü bilgisayarın tek bir tuşuna basılarak milyarlarca dolar saniyeler içerisinde bir ülkeden diğerine gidebilmekte, aynı anda gittiği ülkenin ulusal parasına dönüşüp o ülkenin devlet tahvillerinin alımında kullanılmakta ve en ufak kâr gördüğünde bu sefer tam tersi bir işlemle göz açıp kapayıncaya kadar o ülkeyi terk edebilmektedir
Peki, küreselleşme sadece günümüze has bir olgu mudur? Şüphesiz ki hayır. Bugün kaynağı dahi belli olmayan trilyonlarca dolar tutarındaki uluslararası sermaye, IMF, Standart & Poor’s ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurum ve kuruluşların tek bir sinyali ile Türkiye, Arjantin ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülke piyasalarına oluk oluk akabilmekte veya tam tersi bir durumda arkasına bile bakmadan kaçıp gidebilmektedir. 18.-19. yüzyılın Avrupalı finans kuruluşları da bundan farklı davranmıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin güç kaybedip tarih sayfaları arasında kaybolmasına yol açan şey, küreselleşmenin o dönemki versiyonu ile ilgili değil midir? Ucuz işgücü ve enerji silahını kullanarak bugün neredeyse tüm dünya ülkelerine mal satan Çin’in 18. ve 19. yüzyıllardaki eşdeğeri, sanayi devrimini arkasına alıp sömürgelerinden sağladığı ucuz hammadde ile tüm dünyaya mal satan İngiltere’dir.
İngiltere, sanayi devrimi sayesinde çok ucuza mal üretip dünyaya satarken, Fransızlar henüz elleriyle üretim yapıyor ve ancak 19. asrın üçüncü çeyreğine doğru sanayileşme sürecini tamamlayıp dünya pazarlarında İngiltere ile rekabete başlayabiliyordu. Aynı dönemde gerek Fransa gerekse İngiltere için önemli bir pazar konumunda olan ve kendi içinde ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele eden Osmanlı ise, 1838 ve onu takip eden ticaret anlaşmalarından dolayı gelir kaybına uğruyor, dış ticaret açığının artmasına engel olamıyordu. Azalan vergi gelirleri ve artan bütçe açıkları Osmanlıyı zorunlu olarak borç arayışını itiyor ve Kırım Savaşı sırasında ilk defa olarak borçlanma yoluna gidiyordu.
Osmanlı’nın 1854’den 1875’e kadar Avrupa’dan borçlandığı 238.773.272 Osmanlı lirasının bugünkü altın fiyatları üzerinden değeri (650 Dolar/Ons) yaklaşık 33 milyar dolardan fazladır. Ancak ne 238 milyon Osmanlı altını ne de o altınların bugünkü ons fiyatı üzerinden karşılığı olan 33 milyar dolar para olayın ciddiyetini pek yansıtmamaktadır. Ödeme krizinin patlak verdiği 1874-1875 yıllarında Osmanlı Devleti’nin gerçek gelir tutarı yaklaşık 17-18 milyon lira civarında olmasına rağmen, dış borç anapara ve faiz ödemeleri ile Galata Bankerleri’nden temin edilen kısa vadeli borçlara ait itfa ödemeleri toplamı genel bütçe gelirlerinin % 73’üne ulaşıyordu. Osmanlı ülkesinde maaşlar ödenemiyor, fiyatlar hızla artıyor, borcu borçla kapatmak bile giderek zorlaşıyordu. 19. asrın başlarında İspanya ve Portekiz Hükümetleri Londra piyasasından, Arjantin, Peru ve Honduras devletleri de Paris Borsası’ndan borçlanma yoluna gitmişlerdi. Bu ülkelerin tamamı, sonuçta ödemelerini ertelemek zorunda kalmış, çünkü faiz ve itfa ödemesi batağına saplanıp iflas etmişlerdi.
Osmanlı Devleti ilk borç anlaşmasına imza attığı 1854 yılından 20 yıl sonra borçlarını ödeyemediği için moratoryum ilan etmiş, 1879’da kendisine kısa vadeli finansman sağlayan Galata Bankerlerinin baskı ve tacizlerine daha fazla dayanamayarak Rüsum-ı Sitte’nin kuruluşuna olanak sağlayan belgeyi imzalamak zorunda kalmış, 1881’de ise dış baskılar sonucunda Düyûn-ı Umumiyye İdaresi’nin kuruluşuna izin vermiştir.
Düyûn-ı Umumiyye İdaresi’nin kuruluş sözleşmesi olan Muharrem Kararnamesi, Osmanlı’nın ekonomik bağımsızlığını sona erdiren iki taraflı bir anlaşmadır. Bu anlaşma ile devlet, tütüz, tuz, ipek aşarı, içki, damga vergisi, kara ve deniz avcılığı tezkere gelirleri ile Kıbrıs ve Rumeli-i Şarki vergisi fazlaları ve ticaret anlaşmalarının yenilenmesinden doğabilecek vergi artışlarını İdareye terk ve tahsis ediyordu. Muharrem Kararnamesi’ne ticari bir akit niteliğinde bakılırsa ortada herhangi bir terslik bulunmamaktadır. Çünkü borçlu ve alacaklı taraflar karşı karşıya oturmuş, belli bir borcun, belli bir vade dahilinde ödenmesi konusunda uzlaşıya varmışlardır. Ancak, konuya bağımsız bir devletin hükümranlık hakları açısından bakıldığında bu kararname, devletin yeni vergi koyma, vergileri arttırma veya söz konusu vergileri kaldırma konusundaki tüm yetkilerini elinden aldığı için mali bağımlılık belgesi niteliğindeydi.
Düyûn-ı Umumiyye ile ilgili araştırma ve incelemelerim sırasında, genelde İbrahim Hakkı Yeniay ve Kirkor Kömürcüyan’ın eserleri esas alınarak hazırlanmış az sayıda kitaba rastladım. Osmanlı dönemine ilişkin evrak ve belge arayışım ise şaşkınlıkla sonuçlandı. 1879-1922 yılları arasında idare ettiği vergi gelirlerinin büyüklüğü bakımından Osmanlı mali sisteminin dörtte birini elinde bulunduran, yaklaşık 5.000 çalışanıyla bugünkü Maliye teşkilatının temelini oluşturan, mali konularda yüzlerce yasa ve yönetmeliğin çıkmasına öncülük eden Düyûn-ı Umumiyye İdaresi’nin işleyişi hakkında Süleymaniye ve Beyazıt Devlet kütüphaneleri ile Ankara Milli Kütüphane ve Osmanlı Arşivi Kütüphanesi’nde ancak üç beş tane kitapla karşılaştım. Sayın Prof. Dr. Zafer Toprak hocamın uyarısı üzerine ziyaret ettiğim Taksim Atatürk Kitaplığı’nda ise uzunca süredir aramakta olduğum bir rehberin var olduğunu tespit ettim. Ancak, Düyûn-ı Umumiyye İdaresine ait arşivin nerede olduğunu hiç kimse bilmiyordu. İbrahim Hakkı Yeniay hocamızın hazırlamış olduğu 1964 tarihli “Yeni Osmanlı Borçları Tarihi” isimli kitabın içindeki bir paragraf her şeyi açıklığa kavuşturdu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takiben Paris’e taşınan Düyûn-ı Umumiyye İdaresi, İstanbul’daki tüm arşivini beraberinde götürüyor, Türkiye’ye devredilen Osmanlı borçlarının 1948 yılında ödenmesini takiben Paris’e giden Türk heyeti ibralaşma işlemleri tamamlandıktan sonra, Düyûn-ı Umumiyye İdaresi’nin elinde bulunan tüm arşiv belgelerini karşılıklı olarak imha ediyorlardı.
Düyûn-ı Umumiyye İdaresi, sadece vergi toplayan ve topladığı paraları alacaklılara aktaran bir kurum olmamıştır. İdare, kurumun çalışma prensipleri, personelin görev ve yetkileri, vergilerin ne şekilde toplanacağı, toplanan paraların nasıl sevk edileceği, sahte para ve pullar hakkında ne şekilde işlem yapılacağı, yazışmalar sırasında kağıt ve posta masrafından tasarruf edilmesi amacıyla ince ve ucuz kağıt kullanılması, kaçakçılara kesilecek para cezalarının tutarı, içki üretimini ve ihracatını arttırmak için ihracatçılara %50 oranında vergi iadesi ödenmesi, ihracatta kullanılacak fıçıların geçici ithal kapsamında vergisiz olarak ithal edilebilmesi, ipekböcekçiliğinin geliştirilmesi, bu amaçla Anadolu’ya 60 milyona yakın dut ağacı dikilmesi gibi binlerce yeniliğe ve düzenlemeye de imza atmıştır.
24 Ağustos 1854 tarihinde İngiltere’den alınan 5 milyon sterlin tutarındaki ilk borcu takiben devletin 100 yıllık geçmişine damgasını vurmuş olan Osmanlı borçları, aradan tam bir asır geçtikten sonra 25 Mayıs 1954 tarihinde (1933 anlaşmasına göre ödenmesi gereken tarihten 29 sene önce) tamamen tasfiye edilerek kapatılmıştır.
Muharrem Kararnamesi’nin geçerlilik kazandığı 1882 başından Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına kadar geçen 32 yıllık süre zarfında Osmanlı borçlarının ödenmesinde herhangi bir sıkıntı yaşanmamıştır. Anlaşma ile Osmanlı borcu olarak kabul edilen 117.050.912 Osmanlı Lirası için her sene, %4’ü faiz ve % 1’i anapara itfa ödemesi olmak üzere yaklaşık 5.900.000 lira ödenmiş, 32 yıl boyunca anaparanın neredeyse iki katı tutarında yaklaşık 190 milyon Osmanlı lirası borç ödemesi yapılmış, ancak bu kadar ödeme yapılmasına rağmen Cumhuriyet’e devredilen borç rakamı bir türlü azalmayıp Muharrem Kararnamesi’ne esas alınan borçlara yakın düzeyde (107.500.000 Osmanlı lirası) kalmıştır. Düyûn-ı Umumiyye’nin, Osmanlı borçlarının tasfiye edilmesi noktasında çok başarılı olmadığı ortadadır. Alacaklılar açısından, paralarını düzenli olarak toplayan ve kendilerine aktaran Düyûn-ı Umumiyye gibi sağlam bir kuruluş varken, anapara itfa oranının %1 seviyesinde tutulması herhangi bir problem yaratmıyordu.
Cumhuriyet’in kuruluşu sonrasında Düyûn-ı Umumiyye İdaresi ile imzalanan 1928 anlaşması sonucunda borç miktarı 107.500.000 Osmanlı lirasından 68.200.000 Osmanlı lirasına indirilmiş, çetin pazarlıklar sonucunda imzalanan 1933 anlaşması ile bu borç tutarı 8.578.343 Altın Liraya indirtilmiş ve sonuçta Osmanlı borçları 1954 yılında tamamen tasfiye edip kapatılmıştır.
Bu kitap, beş takımdan oluşacak bir kitap serisi halinde Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi’nin geçmişini değerli okuyuculara aktaracaktır. Şimdi elinizde bulunan ve dört cilt halinde basılmış olan “Osmanlı Borç Yönetimi” isimli kitabın Birinci Takımı’nda; Rüsum-ı Sitte İdaresi’nin kurulduğu 22 Temmuz 1879 tarihinden Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi’ne katıldığı 20 Aralık 1881 tarihine ve o tarihten 12 Mart 1891 (28 Mart 1306) tarihine kadar geçen süre zarfında, her iki İdarenin kendi birimleri arasında yaptığı tüm yazışmalar belli bir sistem dahilinde sıralanmış ve yazışmaların kısa özetleri verilmiştir.
Tarih Vakfı tarafından basılacak aynı isimli kitabın İkinci Takımı, 13 Mart 1891 ile 12 Mart 1895 tarihleri arasında yapılan yazışmaları; Üçüncü Takımı, 13 Mart 1895 ile 12 Mart 1900 yılları arasındaki yazışmaları, Dördüncü Takımı, 14 Mart 1900 ile 13 Mart 1905 yılları arasındaki yazışmaları ve Beşinci Takımı, 14 Mart 1905 ile 13 Mart 1910 yılları arasındaki yazışmaları içerecektir.
Türk iktisat tarihi ve Osmanlı mali sistemini inceleyen araştırmacılar açısından önemli bir kaynak eser olacağına inandığım bu kitabın hazırlanmasına olan katkılarından dolayı değerli hocam Sayın Prof. Dr. Zafer TOPRAK’a, bu çalışmayı basma nezaketini gösteren Tarih Vakfı’nın değerli yönetici ve çalışanlarına ve Sayın Özkan TANER’e, üç yıldan beri gece gündüz kahrımı çeken eşim Figen SAĞLAM’a ve çocuklarım Doğan ve Yiğithan’a, Osmanlı Arşivi uzmanlarından Sayın Hakkı İNCEBAY’a sonsuz teşekkürlerimi arz etmeyi bir borç bilirim. İstanbul, 15 Şubat 2007.
Mehmet Hakan SAĞLAM
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi