Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Kitaplar / Osmanlı’da Para ve Finansal Kredi – CİLT 3 – Bankacılık

Osmanlı’da Para ve Finansal Kredi – CİLT 3 – Bankacılık

 

ÖNSÖZ

 

Türkiye’de iktisat tarihçiliği yapmanın çeşitli zorlukları bulunmaktadır. Osmanlıca eğitimini edebiyat ve tarih bölümlerinde bir ders olmanın ve şahsi ilginin ötesine çekemeyen mevcut eğitim sistemi, sadece iktisat tarihçiliği noktasında değil diğer bilim dallarının tarihsel geçmişi konularında da büyük bir açmaz yaşamaktadır. Kıskançlık ve rekabet kavramlarının Türkçenin o eşsiz dil ve anlam zenginliği içerisinde iyice irdelenmesi gerekmektedir. “Türkçe bilim dili değildir, üç beş bin kelime ile bilim yapılamaz” şeklindeki konuşmalara hep şahit olmuşuzdur. Her konuda olduğu gibi kendi anadilimiz konusunda da ne kadar cahilce ve bilimdışı hareket ettiğimizin en büyük göstergesi bence bu noktada başlamaktadır. Sadece bir kelimeden hareket ederek dil zenginliğimize bir göz atmakta ve Türkçedeki “yüz” kelimesini İngilizce ile karşılaştırmalı olarak ele almakta büyük fayda vardır. Sayı olarak “100” rakamını, insanın yüzünü, bir koyunun derisinin soyulmasını ve denizde yüzülmesini ifade eden bu kelimeyi ifade etmek için İngilizce’nin hundred, face, skin, swim şeklinde dört farklı kelime türettiği bir gerçektir. Kelime kökleri ile bu kadar zengin olan Türkçenin türetilmiş kelimeler konusundaki zenginliği ise tartışma götürmez bir noktadadır. “Yüz” kelimesinden türetilmiş kelimelere göz attığımızda; “yüzü açılmak, yüzünü ağartmak, yüzü ak, yüzünün akıyla çıkmak, yüzünden akmak, yüzü asılmak, yüzüne atmak, yüzüne bağırmak, yüzüne bakılacak gibi, yüzüne bakılır, yüzüne bakılmaz, yüzüne bakmamak, yüzüne bakmaya kıyılmaz, yüz bulmak, yüz bulunca, yüzünü buruşturmak, yüz çevirmek, yüze çıkmak, yüzünün derisi kalın, yüzünden düşen bin parça olmak, yüzünü ekşitmek, yüz geri etmek, yüzü görmek, yüz göstermek, yüzü gözü açılmak, yüzünü gözünü açmak, yüzüne gözüne bulaştırmak, yüz göz olmak, yüzünü güldürmek, yüzü gülmek, yüzüne gülmek, yüz kalıbı, yüzü kalmamak, yüzünden kan damlamak, yüzüne kan gelmek, yüzü kara, yüzünü kara çıkarmak, yüzüne karşı, yüzü kasap süngeriyle silinmiş, yüz kızartıcı, yüzünü kızartmak, yüz kızdırmak, yüzünden okumak, yüzü sıcak, yüzü soğuk, yüzü suyu hürmetine, yüzü suyuna, yüz surat davul derisi, yüz surat hak getire, yüz surat mahkeme duvarı, yüz sürmek, yüzünü şeytan görsün!, yüzünde şeytan tüyü var, yüz tutmak, yüzü tutmamak, yüz vermek, yüzüne vurmak/çarpmak, yüz yastığı, yüzü yerde, yüzü yere gelmek, yüzünü yere getirmek, yüzü yok, yüzü yumuşak, yüz yüze bakmak, yüz yüze gelmek” gibi onlarca Türkçe terim ve değim ile karşı karşıya kaldığımızı görürüz. Bu kelimelerin İngilizce karşılıklarına baktığımızda ise birbirinden tamamen farklı, birbirleri arasında en ufak bir benzerlik dahi olmayan sayfalarca kelime arasında boğulur kalırız. Üstelik bu kelimelerin çok önemli bir bölümünün en bilgili bir çok İngiliz tarafından dahi bilinmediğini de özellikle belirtmek gerekir. Şimdi bu kadar örnekten sonra “Türkçe zengin dil değildir” diyenlerin bir kez daha düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Peki Türk insanı neden sahip olduğu bu eşsiz dilin ve ülkenin ve moral değerlerinin kıymetini bilmiyor? “Söyleyene değil, söyletene bak” atasözü bu durumu bence çok güzel ifade ediyor. Bu cahilliğin nedeni hiç şüphesiz insanların bu şekilde ön yargılara sahip olmasına, yalan yanlış konuşmasına sebep olan mevcut eğitim sistemindeki aksaklıklar ve eğitmenlerin dahi kulaktan duyma bilgilerle hareket etmesidir. Tabi bu arada bildiklerini başkalarıyla paylaşmaktan imtina eden kişileri de unutmamak gerekir. Nüfusunun neredeyse tamamı Türkçe konuşan bir ülkede en basit bir örnekle “Kur’an’ı ve ayetleri Türkçe okuyalım” dediğimiz de din değiştirmiş muâmelesine maruz kalmanız ne derece mantıklıdır? Arapça kelimeleri kendilerine bir üstünlük payesi yaratmak için kullanan sözüm ona bazı ilâhiyatçılarımız, her şey Türkçe konuluşunca kendilerine ihtiyaç duyulmayacağını herhalde hissettikleri için bu bilinmezlikte başı çekiyorlar. Bu durumun benzeri diğer tüm bilim dalları ve bilim insanları için de geçerli. Karşısındaki insanın hiçbir şey anlamadığını bildiği halde hastasına tıbbi terimlerle hastalığını izah eden doktorun veya ekonomideki durgunluğun nedenini yorumlayan iktisatçının veya bir binanın çökme nedenini anlatan inşaat mühendisinin veya kişinin zehirlenme nedenini açıklayan toksikoloji uzmanının birbirlerinden hiçbir farkı yok.

Bence bilim yapabilmenin ilk koşulu paylaşmayı ilke edinmekten geçmektedir. İktisat tarihi eğitimi sahasında kendini bariz şekilde hissettiren bu yapı maalesef bilimsel gelişmenin önündeki en büyük engellerden biri durumundadır. Kendini üstad-ı azam zanneden bazı kürsü ve bölüm başkanları maalesef kendi dar ufuk ve minik dünyalarında günlük yaşamakta, bir takım İngilizce kitapları Türkçeye çevirmek veya Ömer Lütfü Barkan gibi gerçek üstadların bilimsel çalışma ve yayınlarını alıp üzerine isimlerini yazmak suretiyle bilim yaptıklarını, bilime ve insanlığa hizmet ettiklerini zannetmekte, bu şekilde günlük yaşayıp gitmektedirler. Yani Şeyh Edebâli’nin ifadesiyle şafak vaktinde doğup, akşam ezanında ölmektedirler.

Bilim adamlığı ve bilim insanlığı, kürsü ve makam sevdasına kapılıp kendi dünyasında yaşayıp gitmek değildir. Başkalarının yaptıklarını küçümsemek, onları önemsememek, yerden yere vurmak hiç değildir. Bilim adamı olmanın birinci kuralı adam olmak, hem de adam gibi adam olmaktır. Bilim adamı olmak erdemli olmayı, dürüst hareket etmeyi, onurlu, ahlaklı, alçakgönüllü ve yol gösterici olmayı, adablı ve edebli yaşamayı gerektirir.

Kendinden başkasına şans tanımamak, başkalarını kendisine rakîb görmek en başta bilimsel ahlak ve etikle asla bağdaşmaz. Ancak maalesef etrafımız şu an bu tür insanlarla doludur. Asistan yetiştirmeyen, yerine varis bırakmayan bazı öğretim üyelerinden dolayı üniversitelerimizin geleceğinden endişe duymamak mümkün değil. Para ve bankacılığın iktisat tarihinin kökeni ve nüvesi olduğundan bi-haber şekilde iktisat tarihçiliği yapmaya çalışan, sözüm ona bazı hocaları gördükçe Şeyh Edebâli’nin vasiyeti geliyor aklıma. Edebali diyor ki Osman Gazi’ye; “Oğul, üç kişiye acı; cahiller içindeki alime, zengin iken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene…

Bu veciz vasiyet karşısında bana sadece bazılarına acımak düşüyor. Allah hiç kimseyi gönül zenginliğinden, onur ve itibardan ve daha da önemlisi ilimden yoksun edip cahillere muhtaç etmesin, başka diyecek söz yok.

Bundan 90 yıl önce bu kitabı kaleme alan Hasan Ferid geleceğe enfes bir iktisat kitabı bırakmış, insan okudukça öngörülerini daha iyi anlıyor. Türkçedeki “yüz” kelimesinin yüzlerce anlamı gibi Hasan Ferid, Bankacılık, Meskûkat ve Kıymetli Evrâk konusunda bilinmesi gereken her ne varsa hepsini tek tek okuyucularına detaylı bir şekilde sunmuş. Kitabın bazı bölümlerinde sanki yüz yıl sonrasını görerek çok önemli öngörü ve tespitlerde de bulunmuş. Hasan Ferid, bu eserin 3. cildi olan Bankacılık kitabının bir bölümünde aynen şu ifadeleri kullanıyor; “Eskiden her kabîle veyâ her millet âlem-i hâricîden bî-haber olarak kendi daracık dâ’iresinde yaşadığından ticâret ve sanâ‘at yalnız bir mahalle münhasır ve pek ibtidâ’î bir hâlde kalmış idi. Mu‘âmelât mahdûd ve para nakliyâtı tehlikeli ve masraflı idi. Vesâ’it-i nakliyenin ve iştirâkâtın fikdânından nâşî bir mahallin ihtiyâcâtı diğer bir mahaldeki sermayelerin mebzûliyeti ile telâfî edilemez idi. Hâlbuki son zamanlarda vesâ’it-i nakliye ve muhâbere pek ziyâde artmış olduğundan bütün dünya âdetâ yek-vücûd bir şehir hükmüne geçmiştir. Bir memlekette vukû‘a gelen bir hâdise der-akab dünyanın her tarafında ma‘lûm olarak herkesi müte’essir ve alâkadâr etmekte ve beyne’l-milel mübâdelât günden güne kesb-i vüs‘at etmektedir.” Üstadın bahsettiği şey iletişim ve ulaşım imkanlarının artmasına bağlı olarak artık dünyanın küçük bir pazar durumuna geldiği ve bir ülkede ortaya çıkan herhangi bir olumsuzluğun diğer ülkeleri de hemen etkisi altına alabileceğine yönelik “globalizm ve küreselleşme” kavramları değil midir? Yine aynı cildin bir başka bölümünde devletin siyâset barometresinin “sâbit iyi” olduğuna yönelik cümlesini okuduğumda ise gözlerime inanamadım. “Siyaset barometresi” dediği şey ülke derecelendirme notu, “sabit iyi” denilen şeyde o dönemde Osmanlıya verilen notun bizzatihi kendisiydi.

Adam Smith, Malthus ve Keynes gibi iktisatçıların kitaplarını çevirip yayınlama hususunda birbiriyle yarışan iktisatçılarımız, maalesef Hasan Ferid gibi değerli bir Türk iktisatçısını gözardı edip inceleme gereği dahi duymamışlardır. (Hasan Ferid üzerinde çalışmalar yapmış olan Hazım Atıf Kuyucak, İbrahim Fazıl Pelin, Zafer Toprak, Şevket Pamuk gibi bazı üstadlar hariç). Hasan Ferid, son dönem Osmanlı ekonomi bürokrasisi içinde önemli görevlerde bulunmuş değerli bir yazar, bilimadamı, bürokrat ve yöneticidir. Kitabının bazı bölümlerinde kesinlikle abartıya girmeden kendisine devlet tarafından verilen görevleri ve Osmanlı ekonomisine yaptığı katkıları gayet mütevazi bir şekilde kısa kısa anlatan gayet liberal ve önsezileri oldukça kuvvetli değerli bir iktisatçıdır. Üstelik bu kitabın tamamında kullandığı dil o kadar yalın ve anlışılır bir Türkçedir ki, onu bu yönüyle de ayrıca takdir etmek gerekiyor.

1310 senesinde Dârülmuallimîn-i Aliye‘de (yüksek öğretmen okulu) öğretim üyesi olduğu sırada “Mükemmel İlm-i Hesab” kitabını yayımlamış. 1316 senesinde ilk baskısı yapılan ve Ticaret Mektebi‘nde ders olarak okuttuğu “Hesâb-ı Ticârî” isimli kitabını çıkartmış. Mâliye Nezâreti, Düyûn-ı Umûmiyye ve Mu‘âmelât-ı Nakdiye Müdüriyeti‘nde ve Meskûkât-ı Şâhâne İdâresi Müdüriyeti‘nde çalışmış ve Osmanlı hükûmet komiseri sıfatıyla Bank-ı Osmanî-i Şahânede denetim görevi icra etmiş. Meskûkât ve evrâk-ı nakdiye konusunda Türkçe ve Fransızca olarak yazılmış elli kadar eseri incelemek ve Berlin, Hamburg, Londra ve Paris Darbhânelerini gezip görmek suretiyle işbu kitabı hazırlamaya ve Mâliye Mektebi‘nde bir ders olarak vermeye başlamış ve neticede 1330 senesinde “Nakit ve İtibar-ı Mali” isimli üç ciltlik bu eşsiz eseri ortaya çıkartıp yayımlamıştır.

Bu kitap 20. yüzyılın ilk çeyreği içerisinde ve Cihan Harbi yıllarında (1914-18) Osmanlı iktisadi yaşamı ve o dönem bankaları hakkında çok değerli bilgiler içermektedir. Hasan Ferid, bu kitapta yalnızca Osmanlı mali ve ekonomik yaşamı hakkında değil, kitabın her üç cildine konu olan meskûkat, kıymetli evrâk ve bankacılık konularında ilk çağlardan günümüze kadar uzanan geniş bir yelpazede bizleri adeta bilgi bombardımanına tutmaktadır. İlk çağlardan Eski Yunan’a, Mısırlılardan Asurlulara, Çin ve Hindistan’dan İsveç, Şili, Peru ve Amerika’ya kadar ve hatta birçoğumuzun bugün adını dahi duymadığı dünyanın herhangi bir köşesinde para ve bankacılık hususunda ne tarz uygulamalar yapıldığını, para ve bankacılığın nasıl bir evrimden geçtiğini, hazine bonosu, tahvil, hisse senedi, adi borç ve alacak senetlerinin nasıl ortaya çıktığını sadece kulaktan duyma bilgilerle değil konulara ilişkin tüm belge ve dayanaklarını ortaya koyarak çok güzel bir sistematik içerisinde bizlere miras bırakmıştır. Bu kitap çerçici çantası gibi “ne ararsan bulursun” tarzında her arayana bir şeyler sunmaktadır. Hasan Ferid’in varislerine ulaşma şansım olmadığı için hayatı hakkında daha detaylı bilgiler veremiyorum ancak kendisine o günlerin önemli bilgi ve verilerini günümüze ulaştırdığı için minnetle teşekkür ediyorum. Kitabın birinci cildinde “Meskûkât” başlığı altında gerek Osmanlı ülkesinde gerekse diğer ülkelerde altın ve gümüş parayla ilgili tüm detaylar belli bir sistematik içerisinde ele alınmakta, ikinci cildi olan “Evrak-ı Nakdiye” de kıymetli evrâklar tüm detayları ile anlatılmakta, üçüncü ve son cild olan “Bankacılık” kitabında ise dünyada bankacılığın gelişiminden tuutunda bankalarca yapılan tüm iş ve işlemlere kadar hemen herşey titizlikle ele alınıp incelenmektedir.

Hasan Ferid’in yararlandığı kaynaklar ise oldukça kıymetli ve güvenilir niteliktedir. Yazar sadece Türkçe kaynaklara sadık kalmamış, başta Almanca, İngilizce ve Fransızca olmak üzere çok sayıda kitabı titizlikle incelemiştir. Aksi takdirde Çin’de kullanılan farklı ağırlık birimlerini veya Brezilya ve Şili paralarının asırlarca önceki isimlerini, paranın ve darphanenin evrimini anlatabilmek zaten mümkün olamazdı. Kitabın kaynakça kısmının zenginliği ise bir Osmanlı bilim adamının ne kadar titiz çalıştığı konusunda çok iyi bir gösterge niteliğindedir.

Bu kitabın hazırlanmasında çok önemli katkısı olan değerli dostum Sayın Doğan Koçer’e, değerini gittikçe daha iyi anladığım kıymetli hocam Sayın Prof. Dr. Zafer Toprak’a, değerli ve dürüst bir Türk bilim kadını sıfatıyla çalışmalarımı takdir eden Sayın Prof. Dr. Tiğinçe Oktar’a, Türk bankacılık sektörünün yakın geçmişine önemli katkıları olan değerli dostum ve hocam Prof. Dr. Targan Ünal’a, hocaların hocası Sayın Prof. Dr. Hüseyin Özdeğer’e bu kitabı basma nezaketini gösteren Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’ne, bu değerli eserin Türk İktisat Tarihi literatürüne kazandırılması gerektiğine inanan ve hiç düşünmeden hemen basmayı üstlenen Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürü Sayın Ahmet Büyükkaymaz’a, Darphane Daire Başkanı Sayın Hasan Akkaya’ya ve Personel ve Eğitim Daire Başkanı Sayın Nilgün Doğruer Karlı’ya, Sayın Neşe Çapraz ve Sayın Mine Kırbaşlı’ya, değerli asistanlarım Sayın Selma Öner ve Sayın Melike Torun’a, en sıkıntılı zamanlarımda bana inanılmaz moral destek veren eşim Figen’e, çocuklarım Doğan ve Yiğithan’a sonsuz teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. İstanbul, 30 Ağustos 2008.

 

Mehmet Hakan SAĞLAM

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

Bunada Bakın

YENİ TÜRKİYE KURULURKEN ORTADOĞU’DAKİ SON KALE

ÖNSÖZ Ülkelerin, ulusların ve insanların yaşam sürecinde çeşitli evreler vardır. Tarihin herhangi bir zaman diliminde …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber