Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Konferanslar / DEĞERLİ MADEN OLARAK ALTIN, KULLANIM ALANLARI, TÜRKİYE’DE ALTIN PİYASASININ İŞLEYİŞİ VE ALTIN MADENCİLİĞİ KONFERANSI

DEĞERLİ MADEN OLARAK ALTIN, KULLANIM ALANLARI, TÜRKİYE’DE ALTIN PİYASASININ İŞLEYİŞİ VE ALTIN MADENCİLİĞİ KONFERANSI

“DEĞERLİ MADEN OLARAK ALTIN, KULLANIM ALANLARI, TÜRKİYE’DE ALTIN PİYASASININ İŞLEYİŞİ VE ALTIN MADENCİLİĞİ”, Düzenleyen. Kastamonu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Konferans Serisi, Toplantı Yeri: İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Konferans Salonu, Toplantı Tarihi: 25 Şubat 2011, Saat 14.00, Kastamonu.

KONGRE TEBLİĞİ

ALTIN

Geniş bir zaman dilimi içerisinde paranın geçirdiği evrim incelendiğinde ekonomi tarihi ile insanlık tarihi arasında sıkı bir ilişki bulunduğu hemen göze çarpmaktadır. Alışveriş işlemlerinin yapılmasına olanak tanıyan, ticareti kolaylaştıran ve sermaye birikimine imkân sağlayan parayı; salt madeni para veya salt kâğıt para seklinde düşünmek doğru bir davranış değildir. Mal mübadelesinde kullanılan ilk ödeme araçları, insan topluluklarının içinde bulunduğu ortama ve coğrafî şanlara bağlı olarak zaman içinde büyük farklılıklar göstermiştir. Örneğin, sahil kesimlerinde yaşayan insanlar istiridye kabuklarını veya kurutulmuş balıkları bu amaçla kullanırken, bazı insanlar vücutlarını örtmeye yarayan ve kendilerini soğuktan koruyan hayvan postları ile ehil hayvanları mübadele aracı olarak kullanmışlardır. Sonraları; buğday, arpa ve yulaf gibi tarım ürünleri de değişim aracı olarak kullanılmıştır. Para yerine kullanılan bu araçlar kıymetli madenlerin bulunmasına dek çok büyük çeşitlilik arz etmiş, hatta bazı toplumlarda insanlar bile değişim aracı olarak kullanılmıştır.

Kıymetli madenlerin bulunması alışveriş işlemlerinin daha rahat yapılabilmesine imkân tanıdığı gibi. toplumlararası ilişkilerin gelişmesi üzerinde de oldukça etkili olmuştur. Bu madenler içerisinde en önemlisi hiç şüphesiz altındır. Elde edilme amacı ne olursa olsun, bundan 7000 yıl önce yaşayan insanların altın hakkında hissettikleri ile günümüz insanlarının altın hakkında hissettikleri arasında çok büyük bir farklılık bulunmamaktadır. İnsanları asırlar boyu peşinden sürükleyen, savaşlara ve barışlara vesile olan: estetik görünümünden dolayı birçok kadının rüyasına giren, bazen para, bazen külçe ve bazen de mücevherat eşyası olarak şekilden şekile giren altın, bütün zamanların en kıymetli metali durumundadır. XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar birçok ülkede para olarak kullanılan altın, tedavül aracı olma özelliğini yitirmiş olmasına rağmen sınırlı üretiminden ve yüksek fiyatından dolayı aynı çekiciliğini günümüzde de sürdürmektedir.

Bu ve buna benzer daha birçok nedenden dolayı insanların altına olan ilgisi tarihin hemen her döneminde artarak devam etmiştir. Aşağıda tüm bu farklılıklar tarihsel bir çerçevede ele alınmakta, altını altın yapan temel özellikler karşılaştırmalı olarak anlatılmaktadır.

Geçmişten Günümüze Altın

Parlak sarı rengi ile insanları adeta büyüleyen, aşındırıcı dış koşullardan etkilenmeyen, rahatlıkla işlenebilen, kolayca dövülüp çekilebilen altın, ticari değerini ve kimliğini tarihin hemen her döneminde koruyabilen kıymetli madenlerin başında gelmektedir. Diğer madenlerden ayrı olarak kendine has birçok özelliği olan bu kıymetli maden, tasarruf, süs ve değişim aracı olarak binlerce yıldan beri kul­lanılmaktadır. Üretimindeki sınırlılık, arzının fiyat artışları oranında aniden artırılamaması ve yerine geçebilecek alternatif bir madenin henüz bulunamamış olması, altının neden kıymetli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Yazılı tarih dönemi boyunca altın ile insanlık tarihi içice örülüdür. Bazı toplumlarca güç sembolü, bazı toplumlarca değişim ve servet biriktirme aracı olarak kabul edilen altın, doğada tabii halde bulunmasından ve kolayca işlenebilmesinden dolayı insanoğlu tarafından 7000 yıldan beri kullanılmaktadır.

Dünyanın en eski altın üreticileri Mısırlılardır. M.Ö. 5000 yıllarında bakır ile doğal bir alaşım halinde bulunan altını toprak altından çıkarmaya başlayan Mısırlılar, M.Ö. 3900 yıllarında geliştirdikleri ısıtma teknikleri sayesinde elde ettikleri altını eritmeyi ve işlenebilecek hale getirmeyi başarmışlardır. Altından mücevherat eşyası yapan ilk kavmin Asurlular olduğu söylenmekteyse de, Bulgaristan’da Varna şehri civarında bulunan ve M.Ö. 5000 yıllarında yapıldığı anlaşılan altın eşyalar ile arkeologların Uz, Truva ve Miken gibi eski yerleşim yerlerinde buldukları takı ve heykelcikler, kuyumculuğun henüz neolitik çağda doğduğunu ortaya koymaktadır.

M.Ö. 3100 yıllarında standart altın külçelerinin basımına ve ödeme aracı olarak kullanılmasına başlanmış, M.Ö. 2000 yıllarında Mısırlıların saf altını elde etmeyi başarmalarından sonra Anadolu ve Arap yarımadasına sıçrayan altın madenciliği, daha sonraları Etiopya üzerinden Afrika’nın iç kesimlerine yayılmıştır.

Henüz paranın icat edilmediği dönemlerde üzerinde marka ve damgalar bulunan bazı külçe ve levhalar paranın ilk öncülüğünü yapmıştır. M.Ö. VII. yüzyılda bazı tüccarlar ve İyon şehirlerince çıkartılan altın ve gümüş alaşımı (elektrum) paralar ticari işlemlerde sıkça kullanılmış: ancak, altın madenlerini ellerinde tutan ve işleten Lidya, İran ve Makedonya medeniyetleri dışında altın para basımı pek gerçekleşmemiştir. Bunu izleyen dönemde Romalılar en önemli altın üreticisi devlet durumuna gelmiş, imparatorluklarının parlak dönemlerinde dünya altın üretiminin üçte ikisini tek başlarına gerçekleştirmişlerdir. Roma İmparatorluğu’nun parçalanması ile birlikte dünya altın üretimi uzun süreli bir duraklamaya girmiş, altın üretim bölgeleri ortaçağ boyunca önceleri Bizans İmparatorluğunun daha sonra da Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiştir.

Altın ve gümüş gibi üstün özellikli madenlerin bulunmasıyla birlikte bu metaller mübadele aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Değişim aracı olarak kullanılan bu madenlerin toz, çubuk ve külçe gibi değişik formlarda olmalarından dolayı önceleri büyük zorluklarla karşılaşılmış ve ticari işlemlerde kolaylık sağlamak amacıyla bu madenlerin ölçülebilir ve tartılabilir hâle getirilmesine ihtiyaç duyulmuştur.

Bu durum karşısında insanlar terazi ve mihenk taşını bulmuş ancak bu araçları her yerde ve her zaman bulmak mümkün olmadığından, mübadele aracı olarak kullanılan madenlerin elle veya gözle kontrol edilebilmesine imkân tanıyan daha farklı kontrol sistemlerine ihtiyaç duyulmuştur. Zamanla, bu kıymetli madenleri birbirlerinden tamamen farklı külçe pozisyonlarından çıkarmak amacıyla önceleri çekiçle, daha sonraları ise cendere ve presler vasıtasıyla yassı ve yuvarlak paralar basma yoluna gidilmiştir. Bu suretle tartılarak veya ölçülerek kullanılabilen mübadele araçları, basılı ve standart hale getirilmiş, ancak bu seferde her isteyenin istediği tarzda para basabilmesinden dolayı birtakım hile ve usulsüzlükler ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine parayı bastıran kişinin sorumluluğunu göstermek amacıyla paraların üzerine çeşitli şekillerdeki işaret ve damgalar basılmıştır. Fakat güçlükler bu şekilde de giderilememiş, damga ve yazı yönünden birbirinden farklı binlerce çeşit para ortaya çıkmış, nihayet para basma yetkisi o ülkeyi veya topluluğu temsil eden hükümdarlara bırakılmıştır.

Üzerinde ayar ve ağırlığının garantisi anlamında damga bulunan ilk paranın ne zaman ve kim tarafından çıkarıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bundan XIX asır önce yaşayan Lexicographe Pollux ilk resmi parayı basanın Argos kralı Pheidon mu yoksa Lidya kralı Gyges mi olduğu hususunda kesin bir karara varamadığını kaydetmektedir. Son araştırmalar ilk paranın M.Ö VII. yüzyılda Lidyalılar tarafından Anadolu’da basıldığını ve bu paranın 3/4 oranında altın, 1/4 oranında da gümüş ihtiva eden elektrumdan imal edildiğini ortaya koymaktadır. M.Ö. IV. ve III. yüzyıllarda Yunanlılar tarafından estetik değeri oldukça yüksek altın paralar basılmıştır.

Madeni paralar insanlık tarihinin yaklaşık 3000 yıllık evresini tüm açıklığıyla gözler önüne seren nadir vesikalardır. Yüzyıllar boyunca toprak altında kalmalarına rağmen pek az deforme olan madeni paralar, eski medeniyetlerin ve kavimlerin yaşam biçimlerini, kültür düzeylerini ve tarihlerini tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadırlar. Madeni paralar, binlerce yıllık insanlık tarihine tarafsız şekilde ışık tutan kaybolmaz belgelerdir. Toprak altından çıkartılan eski paralar sayesinde Neron, Sezar, Kleopatra ve Napolyon gibi tarihe mal olmuş binlerce şahsiyetin portreleri, halk kitlelerinin inançları, sanatkârların yetenekleri, kişilerin ve toplumların psikolojisi incelenebilmektedir.

Antik değeri olan bazı paraların üzerinde balık, at, kuş, geyik, ejderha, yılan, çiçek ve başak gibi figürlere rastlanırken, bazı paraların üzerinde günümüzde varlığı dahi bilinmeyen hayvan ve bitki resimleri göze çarpabilmektedir. Mitolojik olayların, savaş kahramanlarının ya da düşüncenin madde üzerine işlendiği altın, gümüş ve bakır paralara hemen her toplumda rastlamak mümkündür. Şimdiye kadar yapılan incelemelerde tespit edildiği kadarıyla en eski paralar Anadolu’da ve bilhassa Milet, Phocee ve Efes gibi birbirine çok yakın şehirlerde basılmış ve genelde elektrumdan imal edilmiştir. Bunlarda resim ya yoktur yada çok acemice basılmıştır. Zaman geçtikçe sosyal, siyasi, iktisadi ve mitolojik olayların etkisi altında kalınarak hayvan ve hayvan başları da para üstüne basılmaya başlanmış, sihirbazlıklar, doğaüstü güçler ve koyu dinsel inanışların egemen olduğu devirlerde tabiat üstü olaylara ve bu arada yırtıcı ve ehil hayvanlara da yer verilmiş, başaklar ve üzüm salkımları bereket sembolü olarak kullanılmıştır. Eski paraların birçoğunda şehirleri temsil eden kaleler, evler ve kapılar yer almaktadır. Güreşlerin, yarışların, avların büyük bir titizlik ile resmedildiği bazı madeni paralara bakarak geçmiş toplumların kitle psikolojisi incelenmektedir. Örneğin, özellikle Yunan ve Roma paralarında gerek giyimleri, ge­rekse saç süslemeleri bakımından kadınlara büyük önem verilmektedir.

Kullanım Alanları

Altının en önemli kullanım alanı hiç şüphesiz mücevherat yapımıdır. Estetik değerinin yanı sıra yatırım aracı olarak da kullanılan altın, bu nedenden dolayı birçok ülkede hem yatırım hem de tasarruf amacıyla alınıp satılmaktadır. Kolay şekil değiştiren altın diğer metallerle kolayca birleşebilmekte, mübadele, yatırım ve servet biriktirme aracı olarak tüm dünyada binlerce yıldan beri kullanılmaktadır, Elektrik ve termal geçirgenliği oldukça yüksek olan bu metalin, yüksek teknolojili savunma sistemlerindeki ve endüstrideki kullanımı giderek yaygınlık kazanmaktadır. Elektronik chip ve devre yapımında, endüstriyel kontrol araçlarında, çürümeye dirençli kimyasal işlem ekipmanlarında ve aşındırıcı özellikleri olan kimyasal maddelerle doldurulacak boru ve kapların iç yüzeylerinin kaplanmasında da kullanılmaktadır.

Üstün direnci ve uzun ömrü sayesinde bilgisayarlarda, röle bağlantılarında ve entegre devrelerin eleman bağlantılarında yoğun olarak kullanılan altının bir diğer önemli kullanım alanı da elektrikli araç gereçlerdir. Bazı sanayi işlemlerinde, uçak motorlarında, yüksek ısı geçirgenliği gerektiren tellerde kullanılan altın, kızılötesi radrasyon ışınlarını geçirmektedir.

Kuyumculuk ve süs eşyası üretimindeki vazgeçilmez yerini hemen her dönem koruyan bu kıymetli metal ağız dokusuna rahatlıkla uyum sağladığı ve mukozada herhangi bir rahatsızlık yaratmadığı için diş yapımında ve eklem romatizması gibi bazı hastalıkların tedavisinde aktif olarak kullanılmaktadır. Elektro biriktirme ya da kaplama yöntemiyle elde edilen ince altın filmleri büyük binaların pencerelerinde güneş ışığını yansıtırken, uzay araçlarında atmosferdeki yüksek ısının araç içine girmesine engel olmaktadır. Altın, tüm bunlardan başka; askeri jet türbin motorlarında, yüksek performanslı roket motorlarında, madeni para ve madalyon basımında, porselen ve cam yemek eşyası süslemesinde, binaların iç ve dış dekorasyonunda, kitap süslemeciliğinde, kalem, çakmak ve saat gibi kadın ve erkek aksesuarlarının yapımında da kullanılmaktadır.

Fiziksel Özellikleri

1B grubu soy metallerinden olan altının bulunuşu milattan önce 3000 yılına dayanır. Kübik kristal yapıya sahip altının erime noktası 1064,43 derece, kaynama noktası 2807,0 derecedir. Özgül ağırlığı 19,4 gr/cm3’dür. Bileşiklerinde 1 ve 3 değerlikli olabilir. +1 değerlikli altın bileşikleri genellikle katı, +3 değerlikli altın bileşikleri ise daha çok sıvı haldedir. En önemli üçlü alaşımları arasında Au-Ag-Cu alaşımı gelir. Altının sahip olduğu sarı renk dışında, genel olarak yeşil, kırmızı ve beyaz altın diye adlandırılan renklerde karşımıza çıkmasının nedeni, yukarıda belirtilen elementlerle oluşturduğu alaşımlarıdır. Örneğin, alaşımları altının ayarına ve alaşım oluşturduğu diğer elementin oranına bağlı olarak Altın-Gümüş-Bakır alaşımları yeşil, sarı ve kırmızı renkler; Altın-Nikel- Bakır alaşımları ise beyaz renk alabilir. Korozyon direnci, sülfürlenmeye karşı ve oksitlenmeye karşı direnç, diğer metallerle kolay alaşım yapabilme, yüksek elektrik iletkenliği ve ısı iletkenliği altının özellikleri arasında sayılabilir. Altın oksijenle, kükürtle yada kuru halojenlerle tepkimeye girmez. Ancak, su buharıyla yüklü halojenlerden özellikle de 3:1 hacim oranındaki hidroklorik ve nitrik asit karışımlarından (kral suyu) etkilenir. Doğada oldukça az ama neredeyse katışıksız halde bulunan, havadan ve sudan etkilenmeyen, bu yüzden kararıp paslanmayan ve kolay işlenebilen altın dövülmeye çok elverişlidir. Yaklaşık 10 gram ağırlığındaki bir altın kütlesi 11 m² kadar bir alanı kaplayacak genişlikte levha haline gelinceye kadar dövülebilir.

Altını Altın Yapan Özellikler

Yedi bin yıldan beri din, dil, kültür, gelenek, sanat, siyaset ve politika gibi konularda sürekli olarak anlaşmazlık içinde bulunan insanların birleştikleri tek görüş; altının değeridir. Altına gösterilen ilginin nedeni ve altının değerinin neden kaynaklandığı birçok insanın zihnini meşgul etmektedir. Bu kıymetli madeni diğer metaller karşısında üstün duruma getiren temel özellikleri aşağıdaki şekilde sıralayabilmek mümkündür;

  • Üretim Hacminin Sınırlı Olması: Kullanım alanları coğrafi bölgelere ve toplumlara göre değişiklik gösterse de altını altın yapan değerlerin başında “sınırlı üretim hacmi” gelmektedir. Dünyanın sadece belirli bölge ve ülkelerinde bulunan altın yataklarında sınırlı bir altın rezervi bulunmaktadır. Bu rezervlerin yeryüzüne çıkartılması durumunda, altın arzı yaratacak veya altın yerine geçebilecek herhangi bir maden ne yazık ki bulunmamaktadır,
  • İnelastik Arz Yapısı: Altın arzının, altın fiyatında meydana gelen de­ğişikliklere kısa vadede cevap verebilmesi oldukça güçtür. Fiyat değişikliklerine karşı inelastik olan altın arzı, sadece bu özelliğinden dolayı birçok madenden ayrılmaktadır. Belli bir üretim kapasitesine sahip olan maden ocaklarında, altın fiyatlarındaki düşüş veya yükselişleri takip etmek ve fiyatlara bakarak üretim yapmak imkânsızdır. Altın arzı, dünya borsalarındaki fiyat değişikliklerinden ancak uzun vadede etkilenmektedir.
  • Aynı veya Benzer Özelliklere Sahip Başka Bir Madenin Olmayışı: Altının bir diğer özelliği, yerini dolduracak başka bir materyalin bugüne kadar bulunamamış olmasıdır. Gerek fiziksel gerekse kimyasal özellikleri incelendiğinde bu madenin, kıymetli metal grubunda yer alan gümüş ve platin gibi diğer soy metalleri dahi geride bıraktığı göze çarpmaktadır. Örneğin, fiyat yönünden altından daha pahalı olan ve genelde sanayide kullanılan platin madeninde, altının sahip olduğu canlılık ve çekiciliği görebilmek mümkün değildir.
  • Rezerv Aracı Olması: Altının diğer metaller karşısındaki bir diğer üstünlüğü, dünya ülkelerinin birçoğu tarafından “rezerv aracı” olarak kullanılmasıdır. Altın standardının hüküm sürdüğü XIX. yüzyıla kadar para olarak kullanılan altın, XX. yüzyılın ortalarında uygulanmaya başlayan altın kambiyo sisteminde önemli bir rol üstlenmiş ve dünya Merkez Bankalarının tercih ettiği en önemli rezerv araçlarından biri haline gelmiştir.

Yukarıda da belirtildiği gibi insanlık tarihi boyunca geniş bir kullanıma sahne olan altın, neolitik çağdan beri estetik değeri oldukça yüksek çeşitli objelerin ve mücevherat eşyalarının yapımında kullanılmıştır. XX. yüzyılın ortalarından itibaren parasal fonksiyonunu daha da güçlendiren altın, dünya ülkelerinin birçoğu tara­fından uygulanan yeni bir ekonomik sisteme adını vermiş, gerek özel yatırımcıların gerekse Merkez Bankalarının güven duyduğu önemli bir metal durumuna gelmiştir.

Bretton Woods Anlaşması

  1. Dünya Savaşı sonrasında büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya kalan Avrupa ülkelerinin tekrardan imar edilmesi ve dünya ticaretinin gelişmesi o günlerin temel iktisadi sorunlarının başında gelmekteydi. Savaş sonrasındaki güçlü ekonomisi ile tüm dikkatleri üzerine çeken Amerika’nın, elindeki rezervlerinin bir kısmını Avrupa ülkelerine borç vermesi ve böylece Avrupa ülkelerindeki durgunluğun atlatılması gerekmekteydi. Avrupa’nın yeniden imarı dünya ticaretini genişletecek, ekonomilerin istikrara girmesini sağlayacaktı. Savaş sonrasında yakılıp yıkılan dünyaya nasıl çeki düzen verileceği, Avrupa’nın yeni baştan imarı için gereken kredilerin nasıl ve nereden sağlanacağı, dünyada oluşacak yeni ekonomik sistemin nasıl kurulacağı, uluslararası ödemelerin nasıl yapılacağı, likidite sorunu ve getirilecek çözümlerin neler olacağı Bretton Woods toplantılarında görüşülen konuların başında gelmekteydi.

Savaş öncesi dönemde uluslararası mali konularda işbirliği örneklerine çok az rastlanıldığı halde, savaş sonrası dönemde sıkı bir işbirliği göze çarpmaktadır. Dünya ticaretini serbest hâle getirecek, çok yanlı denkleşmeye imkân tanıyacak ve savaşta yıkılan ekonomilerin onarımını kolaylaştıracak yeni bir uluslararası ticari ve mali sistemin kurulmasına duyulan aşırı istekten dolayı 1944 yılında ABD’de Bretton Woods denilen yerde 44 ülkenin katılımıyla bir toplantı düzenlenmiştir. Toplantıya katılan ülkelerin tamamı; 1929 Depresyonu’nun doğurduğu sefaletten kurtulmayı, yüksek bir çalışma düzeyine ulaşmayı ve rekabetçi devalüasyonlara son verecek yeni bir sabit kur sistemine kavuşmayı arzulamışlardır.

Sistemin İşleyişi

Bretton Woods veya diğer ismiyle IMF sistemi, ayarlanabilir sabit kur modeline dayanmaktadır. Bu sisteme göre ABD dışındaki tüm IMF üyeleri ulusal paralarının değerini Amerikan Doları cinsinden tanımlamışlardı. Bu sistemde Amerikan Doları diğer ülke paralarından ayrı olarak başka bir ülkenin parasına değil, 35 dolarlık sabit fiyat üzerinden bir ons altına bağlanmıştı. Her ulusal paranın bir dolar paritesi olduğu ve dolar da sabit fiyattan altına bağlı olduğu için, ulusal paraların dolaylı olarak bir de altın paritesi bulunmaktaydı. Sistemde ABD, yabancı merkez ban­kalarının arz edecekleri dolarlar karşılığında yukarıda belirtilen sabit fiyat üzerinden altın satma taahhüdü altına girmişti.

Bretton Woods sisteminde, ulusal paraların dolar etrafındaki dalgalanma marjı alt ve üst yönde % l ile sınırlandırılmıştı. Üye ülkelerin Merkez Bankaları, ulusal para değerlerinin bu sınırlar dışına çıkmasını engellemek için, döviz piyasasına Amerikan Doları ile müdahale edebiliyorlardı. Sistem, dış ödeme dengesizliklerini gidermek için üye ülkelere paritelerde değişiklik yapma olanağı tanıyordu. Bu sistem temelde sabit bir kur sistemi olduğundan, kur değişikliklerine yol açacak türdeki devalüasyon ve revalüasyon gibi hareketlere, başvurulacak son çare olarak bakılıyordu. Fon yasalarına göre, % 10’dan daha yüksek oranda devalüasyon yapmak için IMF’nin iznini almak gerekiyordu.

Uluslararası ödemelerde kullanılan paraların karşılığı olarak tutulması gereken altın miktarı, altın/anahtar para oranına göre belirlenmekteydi. Bretton Woods’da oluşturulan ve uluslararası ödemelerde kullanılan anahtar paranın (doların) altına bağlı olmasının en önemli nedeni hiç şüphesiz insanların altına hâlâ güven duymalarıydı. Konunun politik yanı ele alındığında durumun daha da değişik olduğu gözlenmektedir. Savaş sonrasında dünyanın en büyük ekonomisi olarak ortaya çıkan ABD, savaştan galip ve güçlü çıktığı için Bretton Woods görüşmelerinde kendi fikirlerinin kabul edilmesi için elinden geleni yapmıştır. Amerika’nın, “Kambiyo Sistemi”ni içeren White Planı’nı kabul ettirmek istemesinin esas nedeni; sahip olduğu büyük altın stoklarıydı. İngiliz planının hazırlayıcısı olan Keynes ise, uzun vadede altının piyasadan çekilmesini ve onun yerine “bankor” denilen paranın kullanılmasını istiyor ve uluslararası ticarette kliring sisteminin uygulanmasını öneriyordu. Bu sistemin kabulü halinde altın fiyatları ucuzlayacak ve Amerika’nın elinde savaş sonrasında biriken dev altın stoklarının hiçbir değeri kalmayacaktı. ABD’nin siyasi ve politik ağırlığını koyarak kabul ettirdiği White Planı, altın ve altına dayalı para sistemini tekrardan gündeme getirmiştir. 1958’lere kadar aksamadan işleyen Altın Kambiyo Sistemi, bu tarihten itibaren sendelemeye başlamıştır. Yukarıda belirtildiği gibi Bretton Woods sistemi temelde “ayarlanabilir sabit kur sistemi”dir. Bu modelde ülkeler, para değerlerini Amerikan Doları cinsinden tanımlamış (parite) ve para değerlerinin bu parite etrafında % l oranında dalgalanmasına izin vermişlerdir. Buna göre bir paranın piyasada alabileceği en yüksek değere “üst destekleme noktası”, en düşük değere de “alt destekleme noktası” denilmiştir. Döviz kurları bu iki sınır arasında, piyasadaki arz ve talebe göre herhangi bir değer alabilmekteydi.

Sistemin mantığı kurların sabit tutulmasını gerektirmekle birlikte bu durum kurların hiçbir şekilde değiştirilmeyeceği anlamına da gelmemekteydi. Herhangi bir ülkeye ait ulusal paranın, uzun zamandan beri alt veya üst destekleme noktalarına yakın düzeyde seyretmesi, kurun bu fiyat düzeyinde tutunmasına imkân bulunmadığı anlamına gelmekteydi. Bu durum, üst destekleme noktasında Merkez Bankası’nın piyasaya sürekli olarak döviz arz etmesi, alt destekleme noktasında ise sürekli olarak döviz talep etmesi gibi bir imkânsızlığı beraberinde getirmektedir. İşte bu nedenden dolayı “ayarlanabilir sabit kur sistemi” olarak adlandırılan bu sistemde hükümetler, ulusal paralarının değerini zaman zaman yeniden belirleme yoluna gitmişlerdir.

Bretton Woods Sisteminde ABD’nin Rolü

Bretton Woods sistemi ile Amerikan Doları diğer bütün ülke paralarının bağlandığı bir değer standardı olduğu gibi, tüm ülkelerin kabul ettiği bir rezerv aracı durumuna da gelmiştir. Bundan başka ABD Doları, Amerika ve Amerika dışındaki diğer ülke Merkez Bankalarınca ulusal paralarının dış değerini sabit tutmak veya korumak amacıyla döviz alım satımlarında kullandıkları bir müdahale parası durumuna da gelmişti. Tüm bu özellikler ABD Doları’na bir nevi anahtar para (Key currency) statüsü kazandırmıştı. Doların IMF sistemi yada diğer bir değişle Bretton Woods sistemi içerisindeki bu ayrıcalıklı yeri, Amerikan ekonomisinin dünyadaki gücünden kaynaklanıyordu. Dolar arzının dünya ticaretinin ihtiyaçları doğrultusunda kolayca artırılabilmesi ve herkesçe güven duyulan bir para olması, ABD dolarının uluslararası ödeme aracı olarak kabul edilmesinin en önemli sebeplerindendir.

Yabancı merkez bankaları, resmi dolar rezervlerini Amerikan Federal Reserve Bank’a arz ederek diledikleri an altına çevirebildiklerinden, Amerikan Doları’na “altın kadar iyi hatta altından daha iyi bir para” gözüyle bakıyorlardı. Çünkü, Merkez Bankaları bu dolarları New York sermaye piyasasında kısa süreli hazine bonolarına yatırarak önemli-bir faiz geliri elde edebiliyorlardı. Oysa merkez bankalarının kasalarında bulunan altın resmi fiyatının sabit olmasından dolayı herhangi bir gelir getirmiyordu.

ABD Açısından Sistemin Avantajları

Doların anahtar para olması Amerika’ya bazı avantajlar sağladığı gibi bazı külfetler ele getirmiştir. Sağlanan yararlar, Amerika’nın anahtar paraya sahip olmasından kaynaklanıyordu. Daha önceden de belirtildiği gibi. Amerikan Doları hem ABD’nin ulusal parası olarak kullanılıyor, hem de uluslararası ödemelere aracılık ediyordu. Durum böyle olunca ABD kendi Merkez Bankası’nın çıkardığı kâğıt paralarla ithalatını finanse etmek gibi önemli bir ayrıcalığa sahip oluyor, Amerika dışındaki diğer ülkeler ise mal ve hizmet ihraç edip dolar temin etmedikleri sürece ithalat yapamıyorlardı. Doların bu statüsünden dolayı Amerika’nın sağladığı kazanca “seignorage” kazançları adı verilmiş ve bu statü ABD’ye uluslararası siyasal ilişkilerde çok önemli bir üstünlük sağlamıştır.

ABD Açısından Sistemin Sakıncaları

IMF sisteminin ABD’ye yüklediği külfetlere gelince, ABD; dış denge durumuna herkesten daha fazla dikkat etmek ve ödemeler bilançosunda açık doğuracak politikalardan kaçınmak zorundaydı. Çünkü dış açıklar doların değerini düşüreceği gibi, bu paraya duyulan güveni de sarsabilirdi. Ayrıca Amerika, kendi ulusal parası olan doları tek başına bağımsız olarak devalüe etme hakkına da sahip değildi, çünkü dolar hiçbir ülkenin parasına bağlı değildi. Bundan başka ABD, yabancı merkez bankalarının arz edecekleri dolarları altına çevirmek yükümlülüğü altında bulunduğundan, dışarıdaki dolar rezervlerinin aşırı ölçüde genişleyerek altın stoklarını eritmesine engel olmak için gerekli tedbirleri almak zorundaydı. Diğer yandan New York’un büyük bir mali merkez oluşunun da bazı sakıncaları bulunmaktaydı. Yabancı ülkelerin ve şirketlerin bu piyasadan borçlanmaları para arzını ve faiz hadlerini beklenmedik şekilde etkileyebileceği gibi, dışarıya ihraç olunan fonlar da dış ödemeler bilançosu üzerindeki baskıyı artırabiliyordu.

Bretton Woods Sisteminde Dönemler

Bretton Woods sisteminin işleyişinde farklı özelliklere sahip çeşitli dönemler bulunmaktadır. Dolar kıtlığı, dolar bolluğu ve buhran dönemi gibi birbirinden tamamen farklı özellikler gösteren bu dönemleri kısaca açıklamak, sistemin işleyişini anlamamıza yardımcı olacaktır.

Bretton Woods sisteminin kurulduğu 1944 yılından 1950lerin basma kadar dünyada şiddetli bir “dolar kıtlığı” çekilmiştir. Bu dönemde Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya savaşta yıkılan ekonomilerini onarmak için yoğun bir çabaya girişmiş ve kendilerine gerekli olan malları ellerindeki altın rezervleri karşılığında ABD’den temin etmeye başlamışlardı. O yılların tek mal ve sermaye ihracatçısı olan Amerika Birleşik Devletleri’de çoğunluğu hibe şeklindeki Marshall yardımlarıyla bu ülkelerin kalkınmalarına önemli ölçüde destek oluyordu. 1950’lerin başında sistemin işleyişi açısından çok önemli bir olay meydana gelmiş ve Amerika’nın dış ödemeler bilançosu ilk defa açık vermiştir. O yıllarda hiç kimsenin dikkatini çekmeyen, hatta dünya likidite arzını artırdığı için faydalı dahi görünen bu durum ileride doğacak sorunlara temel teşkil etmiştir.

1958 yılına gelindiğinde, Amerika’nın giderek artan ve süreklilik kazanan dış açıklarına bağlı olarak dünyada aşırı bir “dolar bolluğu” kendini göstermiştir. ABD Dolarının aşırı değerlenmiş bir para durumuna gelmesi, doların devalüasyonunu gerektirdiği halde, gerek doların yüklendiği anahtar para statüsü, gerekse Amerika’nın tek başına devalüasyon yapma yetkisine sahip olmaması böyle bir olayı engellemiştir.

Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya 1960’larda kalkınmalarını tamamlayıp önemli birer ekonomik güç haline gelince, biriktirdikleri dolar rezervlerini Amerika’ya arz ederek altına çevirmeye ve savaşla eriyen altın stoklarını yeniden oluşturmaya başlamışlardır. Bu sırada Fransa Devlet Başkanı General de Gaulle ABD dolarına karşı adeta savaş ilân etmiş ve Bretton Woods sisteminin ABD’ye sağladığı ayrıcalıklara itiraz ederek, altın fiyatlarının iki veya üç kat artırılmasını, Bretton Woods sisteminin terk edilmesini ve tekrardan altın para standardına dönülmesi ge­rektiğini savunmuştur.

Tüm bu olaylar neticesinde uluslararası mali alanda beklenen buhran ilk kez 1960 yılında altına hücumla başlamıştır. ABD’nin giderek eriyen altın stokları karşısında uluslararası spekülatörler doların er veya geç devalüe edileceğini tahmin ettiklerinden. Londra altın borsasından yoğun şekilde altın satın almaya başlamışlardır. Aşırı talep karşısında serbest piyasadaki altın fiyatlarını resmi fiyat olan 35 dolar düzeyinde tutabilmek için Amerika, İngiltere, Belçika, Almanya, Fransa, İtalya. Hollanda ve İsviçre 1960 yılında Londra Altın Fonu’nu (Gold Pool) kurmuş ve resmi altın rezervlerini kullanarak İngiliz Merkez Bankasının piyasaya müdahalelerine destek olmuşlardır. O yıllarda bu fonun kurulmasındaki en önemli amaç spekülatörlerin altın talebini kırmaktı.

Bu sırada ABD, dış ödeme açıklarını kapamak için bazı önlemler almış ve Avrupalı şirketlerin düşük faizle New York borsasından borçlanmalarını önlemek için 1960 yılında faiz oranlanın eşitleme vergisini yürürlüğe koymuştur. Bundan başka, ödemeler bilançosunu düzeltmek ve ülkeye yabancı sermaye çekmek amacıyla kısa süreli faiz oranları düşürülürken, ekonomiye canlılık kazandırmak amacıyla uzun süreli faiz oranları yükseltilmiştir. Yabancıların biriktirdikleri rezervleri dolar olarak tutup altına çevirmelerini engellemek amacıyla yabancı merkez bankalarına ellerindeki dolar rezervleri karşılığında “Roosa Bonoları” adı verilen orta vadeli tahviller satma yoluna gidilmiş, fakat bu önlemlerin hiçbirisi soruna esaslı bir çözüm getirmemiştir.

Daha sonraları, sağlanan dış kredilere rağmen 1964 yılından beri sarsıntı geçiren İngiliz Sterlini 18 Kasım 1967 tarihinde devalüe edilmiş, bunun üzerine 1968 yılı başlarında spekülatörler yeniden altın almaya başlamışlardır. Altın fonu aracılığı ile piyasaya önemli miktarda altın arz eden Merkez Bankaları (özellikle ABD Merkez Bankası) 17 Mart 1968 tarihinde serbest piyasadaki altın fiyatlarını “desteklememe” kararı almışlardır. Böylelikle altın fonu dağıldığı gibi, altın fiyatlarında birisi serbest piyasadaki arz ve talebe göre belirlenen yüksek fiyat, diğeri de merkez bankaları arasındaki işlemlerde geçerli olan resmi fiyat (1 Ons=35$) olmak üzere ikili fiyat sistemi benimsenmiştir. İkili piyasanın oluşmasıyla birlikte akının parasal fonksiyonunda önemli bir gerileme meydana gelmiştir.

İngiliz Sterlini’nin devalüe edilmesinden sonra Fransız Frankı’da baskı altına girmiş ve 1969 Ağustos’unda frank devalüe edilmiştir. Almanya ise, tarihinde ilk defa Mark’ı dalgalanmaya bırakmış ve bir miktar değer kazanmasına izin verdikten sonra resmi kurunu yeniden belirlemiştir.

1958’lere kadar aksamadan işleyen altın kambiyo sistemi, bu yıllardan sonra sendelemeye ve ağır aksak yürümeye başlamıştır. Anahtar paraya sahip olan ABD’nin ödemeler dengesi açıklarını emisyonla kapatması dünyada bir dolar bolluğu yaratmış, ABD’de görülen enflasyonun tüm dünyaya yayılması anahtar paraya olan güveni sarsmış, Amerika’nın doları devalüe etmekten kaçınması ve ekonomileri gittikçe kuvvetlenen Batı ülkelerinin Mark, Sterlin, Yen gibi güçlü paralara sahip olması dolardan kaçışı hızlandırmıştır. Elinde dolar olan kişiler bu dolarları ya yukarıda sıralanan sağlam paralara yada altın ve gümüş gibi kıymetli madenlere çevirmeye başlamışlardır. 1960’ların sonlarında sürekli istikrarsızlıklar uluslararası mali piyasaların başlıca özelliği haline gelmiştir. Almanya ve Japonya gibi ödemeler bilançosu fazla veren ülkeler ABD’nin istemesine rağmen ulusal paralarını revalüe etmeye yanaşmamış, dış ödeme fazlalarını önemli bir ekonomik ve siyasal güç olarak kullanmışlardır.

Başkan Nixon, Batılı ülkeleri ve Japonya’yı revalüasyona zorlamak amacıyla 15 Ağustos 1971 tarihinde bir dizi önlemler almıştır. Doların altın konvertibilitesine son veren bu kararlardan en önemlileri;

  • İthalat üzerindeki gümrük vergilerinin yüzde 10 oranında artırılması,
  • Yerli malların satın alımında vergi indiriminin sağlanması,
  • Yabancı merkez bankalarınca ABD Merkez Bankası’na arz edilecek dolar rezervlerinin altına dönüştürülme zorunluluğunun geçici olarak kaldırılmasıdır.

Altın kambiyo sisteminin çökmesine neden olan ülkelerin başında, Amerika’nın haksız kazanç sağladığını ileri süren ve elinde biriken tüm dolarları altına çevirmek için bu ülkeye veren Fransa gelmektedir. Dolardan kaçışı engellemek için kurulan “Altın Birliği” ve “ikili fiyat sistemi” gibi tedbirlerin de herhangi bir fayda sağlayamaması üzerine ABD Merkez Bankası, %25 oranında altın karşılığı bulundurma uygulamasına son vermiş ve dolar/altın ilişkisini ortadan kaldırmıştır.

Tüm bu gelişmeler üzerine Washington’da Smithsonian Institute’de toplanan “Onlar Grubu” doların devalüasyonuna razı olmuş ve 18 Aralık 1971 tarihli Smithsonian kur ayarlamaları ile dolar %9 oranında devalüe edilmiştir. Altının resmi ons fiyatı 35 dolardan 38 dolara çıkartılmış ve altın penceresinin kapatılması onaylanarak doların altın konvertibilitesi sürekli olarak kaldırılmıştır. Bu anlaşma ile ayrıca, ulusal paraların dolar paritesi etrafındaki dalgalanma marjı %1’den %2.25’e çıkartılmış, ABD’nin daha önceden koymuş olduğu gümrük vergilerinin ta­mamı kaldırılmıştır. Uluslararası para sisteminde çok küçük değişiklikler yaratan bu düzenlemeler neticesinde ulusal paralar daha yüksek kurlardan dolara bağlanmış, dalgalanma marjlarının genişlemesine paralel olarak sisteme esneklik kazandırılmıştır.

Doların ikinci devalüasyonuna rağmen ABD’nin dış ödeme açıklarının artmaya devam etmesi üzerine, 1973 Şubatında ABD Doları bir kez daha spekülatif baskı altına girmiş ve Batılı sanayileşmiş ülkeler doların devalüasyonuna bir defa daha razı olmuşlardır. Böylece dolar ikinci kez ortalama olarak yüzde 5 oranında devalüe edilmiş ve altının resmi ons fiyatı 38 dolardan 42,5 dolara yükselmiştir. Bu ikinci devalüasyonda dolardan kaçışı durduramamış, 1973 Mart’ında Avrupa döviz borsaları iki hafta süreyle kapatılmıştır. 16 Mart 1973 tarihinde borsalar yeniden açılmış ve Avrupa Topluluğu ülkeleri aldıkları ortak kararla, ulusal paralarını sabit kurlarla birbirlerine bağladıklarını ve dolar karsısında ayrı ayrı serbest bıraktıklarını tüm dünyaya duyurmuşlardır. Böylece 1944’de kurulan ve dünya ekonomisine 29 yıl süreyle damgasını vuran Bretton Woods sistemi 1973 Mart’ında fiilen sona ermiştir.

Bretton Woods Sonrası Dönem

Bretton Woods sistemine taraf olan ülkelerin 18 Mart 1968 tarihinde, serbest piyasadaki altın fiyatlarını desteklememe kararı almaları üzerine, 1971 yılının ortalarına kadar önemli bir artış kaydetmeyen altın fiyatları bu tarihten itibaren yavaş ama istikrarlı bir çıkış trendine girmiştir. Yatırımcı ve spekülatörlerin altına yönelmeleri gerçek anlamda 1972-80 yılları arasında söz konusu olmuş ve 1972’de 40-45 dolar civarında seyreden ons fiyatı 1980 yılında 858 dolara kadar yükselmiştir. Bu yıllar arasında insanların altına yönelmeleri ve altına yatırım yapmaları acaba neden kaynaklanmıştır? Bu nedenlerin başında hiç şüphesiz dünya ülkelerinin birçoğunda var olan yüksek enflasyon gelmektedir. Tasarruf sahipleri enflasyonun olumsuz etkilerinden korunabilmek amacıyla, paralarını 1974 yılının başlarından itibaren istikrarlı bir artış kaydeden altına yatırmaya başlamışlardır. Petrol fiyatlarının artmasıyla birlikte gelirleri artan Arap ülkeleri de borsalara yönelince, altın talebinde kelimenin tam anlamıyla patlama gözlenmiştir. Altının günden güne yükselmesi bu işe ilgi duymayan kişileri dahi altın almaya yöneltmiş, piyasaların derinliği artmıştır.

Vadeli piyasaların varlığı  ve işleyişi her şeyden önce “beklentiler” üzerine kurulmuştur. Herhangi bir malın piyasa fiyatının yükseleceğini hisseden kişiler vadeli piyasalarda alıma geçerken, düşeceğini hisseden kişiler de satışa geçmektedir. Beklentilerin hakim olmadığı, kişilerin ne yapmaya tam olarak karar veremedikleri günlerde ise bu piyasalarda sessizlik hakim olmaktadır. Piyasaların beklentilerle dolu olduğu 70’li yılların ortalarında, yeni bir alternatif yatırım aracı olarak ortaya çıkan vadeli altın işlemleri, işte bu nedenden dolayı çok kısa zamanda kişiler tarafından genel bir kabul görmüştür. Bu tür piyasaların ortaya çıkması ile birlikte, altın fiyatının yakın gelecekte yükseleceğini tahmin eden kişiler vadeli olarak altın alabilme imkânına kavuşurken, düşeceğini tahmin eden kişiler de vadeli olarak altın sa­tabilme imkânına sahip olmuşlardır.

Özellikle 70’li yılların ortalarından itibaren hareketlilik kazanan, altın borsalarının, vadeli altın işlemlerine başlamasını sadece Bretton Woods sistemine veya sadece yüksek enflasyona bağlamak doğru değildir. Bretton Woods sisteminin altın fiyatlarını baskı altında tuttuğu, enflasyonun ve enflasyon beklentilerinin arttığı dönemlerde altın fiyatlarının yükselişe geçtiği bilinmektedir. Vadeli altın işlemlerinin ortaya çıkması ve insanların bu tür bir işlemi kısa zamanda benimsemeleri esas itibarıyla böyle bir sisteme duyulan aşırı istekten kaynaklanmaktadır. Maden üreticisi şirketlerden altın talep eden son kullanıcılara, ulusal veya uluslararası yatırımcılardan spekülatörlere kadar hemen herkesin vadeli altın kontratlarına sık sık ihtiyaç duyduğu bilinmektedir.

Altın Ticaretinde Dönemler

Altın standardının uygulandığı XIX. yüzyıl sonları ile XX. yüzyıl başlarında tedavül aracı olarak kullanılan altın, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte bu özelliğini kaybetmiştir. Hükümetler, altın standardını birer ikişer terk etmeye başlarken, gerek ülkeler arasındaki altın hareketlerini, gerekse özel şahısların altın alımlarını kanunlarla sınırlamaya başlamışlardır. Altın ticaretini engellemeye yönelik bu tür kararlar II. Dünya Savaşı sonrasında da aynı şekilde devam etmiştir. Özellikle 1974 sonrasında altın talebinde görülen patlamanın esas nedeni, altın ticaretinin neredeyse yarım asır boyunca rahatlıkla icra edilememesi ve hükümetler tarafından engellenmesidir. IMF sisteminin işleyişini sağlamak amacıyla altın almaları yasaklanan binlerce insan, altın fiyatlarının serbest bırakılması ve altın alımıyla ilgili yasaklamaların kalkmasından sonra borsalara adeta hücum etmiştir.

1974 yılma kadar yalnızca spot altın işlemlerinin yapılabildiği borsalarda, altın fiyatlarının serbest bırakılmasıyla birlikte yeni alışveriş türleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Altın fiyatlarının tırmanışa geçmesi, “açığa altın satan” veya “açığa mal alan” insanları karşı karşıya getirmiş, bu tür işlemlere ihtiyaç duyulduğunu gören borsa yöneticileri de vadeli altın işlemlerinin yapılabilmesine imkân tanıyan yeni düzenlemeler yapmaya başlamışlardır.

Vadeli Altın Piyasalarının Ortaya Çıkışı

Vadeli altın kontratlarının tanıtımı ilk olarak 1972 yılında Kanada’nın Winnipeg borsasınca yapılmıştır. Bu borsada 70’li yıllar boyunca 100 ve 400 onsluk vadeli altın kontratlarının alını satımı yapılmış, kendine göre oldukça başarılı olan Winnipeg borsasının işlem hacmi Amerikan borsalarının olgunlaşmasıyla birlikte giderek azalmaya başlamıştır. 1981 yılında kontrat hacminin 100 onstan 20 onsa indirildiği Winnipeg borsasında, 20 onsluk altın kontratları pek ilgi görmemiş ve bu borsa tarafından yürütülen vadeli altın işlemlerinin tümüne Nisan 1988’de son verilmiştir.

Vadeli (future) altın işlemleri gerçek anlamda Amerikan altın borsalarının devreye girmesiyle birlikte önem kazanmaya başlamıştır. 31 Ocak 1934 tarihinde ABD Başkanı Franklin Roosevelt tarafından, ekonomik buhran sonucunda ortaya çıkan banka paniğini azaltmak için Amerikan vatandaşlarının mücevherat ve koleksiyon amacıyla talep ettikleri eski altın paralar dışında altın satın almaları ve ellerinde külçe altın bulundurmaları yasaklanmıştır.

Bu yasaklamaların tümü 40 yıllık bir aradan sonra Başkan Gerald Ford tarafından 1974 yılında kaldırılmıştır. ABD vatandaşlarına konulan bu kısıtlamanın kaldırılmasıyla birlikte vadeli altın kontratlarının rahatlıkla alınıp satılabilmesine imkân tanınmıştır.

ABD’de vadeli altın kontratlarının tanıtımı ilk kez 31 Aralık 1974 tarihinde New York Commodity Exchange (COMEX), Chicago Board of Trade (CBOT), Chicago Mercantile Exchange (CME) ve Mid-America Commodity Exchange (MidAm) borsalarınca yapılmıştır. Comex ve CME kontratlarının büyük ilgi gördüğü ABD borsalarında CBOT ve MidAm kontratları pek ilgi görmemiş, sonunda Comex vadeli altın kontratı, altın ticaretini profesyonelce gerçekleştiren kişilerce en fazla tercih edilen vadeli altın kontratı durumuna gelmiştir. New York borsasının diğer borsalar karşısında önem kazanmasının en büyük nedeni; önemli bir ticaret merkezi olan bu şehrin hayli yüksek olan nüfusudur. New York’da destek işlemleri oluşturmanın Şikago’ya göre daha ucuz olmasından dolayı, New York’da bulunan bankalar ve Bullion Houselar ile profesyonel altın tüccarlarının neredeyse tamamı yöresel altın kontratlarını tercih etmeye başlamış, böylelikle Comex’in önemi diğer borsalar karşısında giderek artmıştır.

Ancak şu da var ki; vadeli altın kontratlarının önemli bir bölümünü tek başına gerçekleştiren Comex, işleyiş bakımından pek düzenli değildir. Vadeli kontratlara ait takas işlemleri sırasında yaşanan bazı olaylar, dünyanın en açık ve en düzenli altın borsası olarak bilinen New York borsasının imajını sarsmıştır. Comex’de sorun olduğu dönemlerde Şikago borsasının işlem hacminde büyük artışlar görülmüş, ancak son yıllarda bütün sorunların çözüldüğünü ileri süren Comex yöneticilerinin ısrarlı telkinleri sonucunda Şikago borsasının payı yeniden New York borsasına doğru kaymaya başlamıştır.

Vadeli altın işlemlerinin Amerika’da başarıyla yürütülmesi sonucunda, bu konuya ilgi duyan yabancı ülke borsalarının birçoğu ya kendi bünyelerinde ya da ABD borsaları ile bağlantılı olarak kendilerine has özellikleri olan vadeli altın kontratlarının tanıtımını birer birer yapmaya başlamışlardır. Bu borsaların başında: Singapore International Monetary Exchange, Hong Kong Futures Exchange, Sydney Futures Exchange, Tokyo Gold Exchange ve London Gold Futures Exchange gelmektedir. Tokyo borsasının dışında, yeni kurulan borsaların hiçbiri 1990 yılına kadar etkin bir işlem hacmi sergileyememiştir. Hatta, vadeli altın kontratlarının tanıtımı sırasında oldukça iddialı davranan Londra borsası, işlem hacminin düşük olmasından dolayı vadeli altın işlemlerini durdurmak zorunda kalmıştır.

Günümüzde spot altın işlemleri 24 saat boyunca yapılabilmektedir. Londra ve İsviçre borsaları kapanırken ABD ve Japon borsaları açılmakta neticede bu borsalar birkaç saat arayla birbiri peşi sıra açılıp kapanmaktadır. Vadeli altın işlemlerine gelince, bu işlemler günümüzde sadece ABD ve Japon borsalarınca yapılmaktadır. Vadeli işlemlerin, Avrupa ülkelerini de içine alacak şekilde tüm dünyada 24 saat boyunca yapılabilmesi, vadeli altın kontratlarının sergilediği işlem hacmini önemli ölçüde artıracaktır.

Dünya Altın Talebi

Sınırlı üretim hacmine karşılık, sayılamayacak kadar çok kullanım alanına sahip olan altın, birbirinden farklı birçok bölge ve ülkede farklı sebeplerden dolayı talep edilmektedir. Altın üretiminde olduğu gibi altın talebinde de düzensiz bir coğrafi dağılım söz konusudur. Altının nerelerde ve hangi amaçlarla kullanıldığı günümüzde birçok kişi tarafından bilinmemektedir. Takı ve tasarruf aracı olmasının yanısıra diş yapımından elektronik endüstrisine kadar yüzlerce hatta binlerce yerde kullanılan altın, yavaş yavaş önemli bir sanayi hammaddesi olmaya başlamıştır. Sınırlı üretimine ve giderek artış kaydeden tüketim hacmine rağmen şu an için düşük olarak nitelendirilen altın fiyatının uzun vadede yükselişe geçmesi olasılıklar dahilindedir.

Altın madenlerinin birçoğunda cevher verimliliğinin giderek azalmasına, ve 80’li yılların başından itibaren dünya ülkelerinin tümünü etkisi altına alan yüksek enflasyona bağlı olarak artış kaydeden altın üretim maliyetleri, altın üreten ülkeler açısından maden üretmenin tüm çekiciliğini ortadan kaldırmaktadır.

Türkiye’de Altın ve Mücevherat Sektörü

1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ve 1918 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Türk altın sektörünün yıllarca gayri resmi çalışmasına ve yeter derecede gelişmemesine neden olmuştur. Altınla bu kadar içli dışlı olan bir coğrafyada külte altın alım satımının yıllarca engellenmesi ve bu işin ticaretini yapanların çok ağır cezalara maruz kalmaları Türk kuyumculuk endüstrisinin neredeyse 80 yıl boyunca dünyadan izole faaliyet göstermesine neden olmuştur. Her iki yasa 1930’lu yıllarda bir zorunluluktan dolayı ihdas edilmiş ve II. Dünya Savaşı yıllarında da işlevini fazlasıyla yerine getirmiş ancak 1960-70 ve 80’li yıllarda gerek Türk ekonomisinin gerekse Türk altın sektörünün sırtında ciddi bir yük olmaya başlamıştı. Olmayan dövizin yurtdışına kaçmasından ve zaten Türkiye’ye giren altının resmi olarak girmesinden endişe ediliyordu. Bu endişeye 1983 yılında partisini iktidara taşıyan Turgut Özal son verdi. 1567 ve 1918 sayılı yasalar yerine 32 sayılı karara bıraktı ve ekonomik suçlardan dolayı insanların hapiste yatmasına son verildi.

Bugün Türk kuyumculuk ve altın sektörü gerçek anlamda bir dünya devi olmaya başlamışsa bunun en büyük müsebbibi hiç şüphesiz Turgut Özal hükümetinin almış olduğu akılcı ekonomik kararlardır.

Altın madenciliği

Ülkemizde insanların sıkça dile getirdiği bir temenni vardır. Keşke ülkemizde petrol veya altın madenleri olsa da onları yeraltından çıkarıp satsak, o zaman dünyanın en zengin ülkesi oluruz. Ancak şu bir gerçektir ki ülkelerinde her iki zenginliğe bir arada sahip olan bazı ülkelerin durumu hiç de iç acıcı değildir. Altın madenciliği uzaktan göründüğü gibi çok cazip bir iş kolu olmadığı gibi gerek çalışanlar, gerek yöre halkı ve gerekse ortaya çıkardığı sosyal yaralardan dolayı oldukça yıpratıcı bir zenginliktir. Altın yurtdışında borsalarda külçe halinde durup, sadece sizin onu almanızı bekliyor. Altının onsu ne kadar 1350 dolar, sigorta ve nakliyesini ilave et öğleden sonra 1365 dolara Türkiye’de. Diğer türlü yerin altındaki madeni çıkart, temizle, arıt, külçeye dönüştür, piyasaya sür bayağı bir zaman ve harcama gerektiriyor. Maliyet ne kadar? Diyelim ki son teknolojiye sahipsiniz ve maliyetiniz de ons başına 600-700 dolar. Değer mi? Biz Türkiye de Güney Afrika’da ki Rand sahası veya Canada’da ki Quebec arazisi gibi çok büyük altın rezevlerine sahip değiliz ki. Bazı yerlerde lokal ve toplam rezervi 5-10 ton, bilemediniz 20-30 tonluk maden sahaları var. Bu sahaların yatırım maliyeti oldukça yüksek, rezervler ise oldukça sınırlı. Aslında dünya yüzeyinde hiç kimsenin bilmediği veya dikkat çekmediği bir altın kaynağı var ki insanlar elini uzatsa zaten ona her an dokunuyor. Hem de hiç bitmeyecek bir kaynak. Okyanuslar ve denizler. Deniz suyunda ciddi miktarda çözelti halinde altın var. Pek tabi bunu ayrıştırabilir ve altın elde edebiliriz, ama üretim maliyeti ons başına 1350 dolar olmaz da 5850 dolar olur. Ancak bundan 10-15 sene sonra şartlar değişirse, o zaman ihtiyacımız olan altını gözümüz kapalı Türkiye’deki yataklardan da çıkartırız, deniz suyundan da elde ederiz. Güney Afrika, Kanada, Amerika, Rusya, Özbekistan gibi yerlerdeki verimli altın sahalarında altın rezervleri bitme noktasına yaklaştıkça daha verimsiz ve daha yüksek maliyetli rezerv sahaları devreye girmeye başlar ve verimsiz dediğimiz Türkiye’deki yataklar cazip hale gelir, onlarda bitince elimizi içinde çözelti halinde altın barındıran deniz ve okyanus sularına atarız. Bu aşamada altın madenciliği konusunu fazla önemsemek doğru bir davranış olmayacaktır.

Geçmişte benzer gelişmeler Osmanlı döneminde de yaşanmıştı. Osmanlının birçok yerde darphane ve madenleri vardı. Balkanlarda Sidrekapsi, Banaluka, Bosna ve Kratova, Anadolu’da Gümüşhane bunlardan bazılarıdır. 15-16. yüzyıllarda bu madenlerden gümüş çıkartılıyor ve gümüş para kesiliyordu ve hiçbir sorun yoktu, çünkü maliyetler zaten o günün şartlarında bilinen ve kabul edilen seviyelerde idi. 1600’lü yıllarda İspanyollar Amerika’dan oluk oluk altın ve gümüş getirip değerli maden bolluğuna sebebiyet verince, dünya gümüş fiyatları hızla düşmüş ve Osmanlının gümüş madenleri bir anda tüm cazibesini kaybetmişti. Ne zamana kadar? 1700’lü yılların ikinci yarısında Amerikan gümüşünün Avrupa’ya akışı kesilene kadar. Sonrasında bu madenler tekrardan işletilmeye başlandı. Yani bir madenin varlığından çok, madenin rantabl çalışmasına imkan tanıyacak fiyat düzeyinin varlığı daha fazla önem taşımaktadır.

Türk kuyumculuğu ve altın ithalatının seyri

Dünya mücevher piyasalarında rekabet etmek istiyor muyuz? O zaman her şeyin en ucuzuna bakacağız. Sermaye ucuz olacak, hammadde ucuz olacak, işçilik ucuz olacak, ama kalite en yüksek seviyede olacak. Gerisi hikâye. Türkiye’de altın ithalatı hep istikrarlı bir seyir izledi. 80’li yıllarda senede 130 ton külçe altın ithal ediliyordu, 90’lı yıllarda 170 tonlara, 2000’li yıllarda 200-250 tonlu rakamlara ulaştık. Hem de neye rağmen? Altın fiyatları sürekli yükselmesine rağmen. 80’li yıllarda fiyatlar 200-300 dolar bandındayken, bugün 1000 dolarlı rakamlarda. Aslında altın talebinin sürekli artmasının bir nedeni de bu.

Altın talebinin fiyatlarla bağlantısı

Altın fiyatları ile altın talebi arasındaki ilişki normal arz-talep kuralına biraz aykırı hareket edebiliyor. Yani bu ne demek? Normalde herhangi bir malın fiyatı yükseldiğinde, talebi düşmeye başlar. Ancak altında bu ilişki biraz ters yönlüdür. Çünkü altın temel olarak bir yatırım ve güvence aracıdır. Yatırım amacıyla altın talep eden insanlar, altın fiyatları düştüğünde taleplerini arttırmaz, aksine azaltır. Altın fiyatları yükseldiğinde ise talebini azaltacağı yerde daha fazla talep etmeye başlar. Normal arz-talep kanunu ancak altın fiyatlarının aşırı derecede yükseldiği noktada devreye girer. Yani altın fiyatları aşırı derecede yükseldiğinde insanlar artık altın fiyatlarının geri geleceğini düşünerek taleplerini azaltmaya başlarlar, yada tersi durumda altın fiyatları düşerken taleplerini mümkün olduğu kadar en alt seviyede tutup, aşırı derecede düştüğüne inandıkları takdirde taleplerini arttırmaya başlarlar.

Dünyada Altın Madeni Üretimi ve Maliyet Rakamları

Bu haliyle altın talebini domates biber gibi normal bir tüketim malı talebiyle karıştırmamak gerekiyor. Şimdi herkes tartışıyor, altın fiyatları daha nereye kadar gidecek? Bugün yeryüzüne çıkartılmış olan altın miktarının yaklaşık olarak 155,500 ton olduğu ve bunun %64’lük kısmının 1950 sonrasında çıkartıldığı tahmin ediliyor. Her sene yeryüzüne çıkartılan altın miktarı ise yaklaşık 2500-3000 ton. Türkiye bu miktarın yaklaşık %10’unu tek başına ithal ediyor ve başta mücevherat sektörü olmak üzere kendi içinde değerlendiriyor. Bu miktarın önemli bir kısmını da işlenmiş mücevherat olarak ihraç ediliyor. Şimdi maliyetlere bakalım. Dünyada her sene 2500-3000 ton altın yeryüzüne çıkartılıyor ama altını yeryüzüne çıkarma maliyeti de her sene artıyor. Çünkü altın insanoğlundan gittikçe uzaklaşmaya ve kaçmaya başlıyor, yani gittikçe daha derinlerden çıkartılıyor. Bu da doğal olarak üretim maliyetlerine yansıyor. Bundan 10 yıl önce altın üretim maliyeti ons başına 240-250 dolar seviyesindeydi bugün ise 700-800 dolar.

Altın Üreticisi Ülkeler

Dünya altın üreticilerinin başında Güney Afrika (%12), Avustralya (%10), Amerika (%10), Latin Amerika ülkeleri (%10), Güney Afrika dışındaki diğer Afrika ülkeleri (%10), Çin (%9), Peru (%9) ve Rusya (%9) gelmektedir. Burada dikkat çekici nokta Güney Afrika, Avustralya ve Amerika’nın üretim içindeki payları giderek azalırken, diğerlerinin ki artıyor. Nedeni madenin gittikçe derinlere inmesi.


Türkiye’nin bölgedeki rolü ve geleceği

İki yıl önce Amerika ve İngiltere ekonomisiyle ilgili olarak bir haber ajanslara düştü ve her iki ülke ekonomisinin Osmanlı Devletinin 1874 yılındaki iflası gibi moratoryum tehlikesi ile karşı karşıya olduğu açıklandı. Bütçe açıklarının sürekli hale gelmesinin bu ülke ekonomilerini içinden çıkılamaz hale getirdiği ifade edildi. 11 Eylül 2001 saldırısı aslında dünyada geri dönüşü olmayan bir fizyon süreci başlattı. Artık ne dünya eski dünya, ne de Amerika eski Amerika. Kendimizi bir an için komplo teorilerinden uzaklaştıralım ve ortadaki resme dikkatle bakalım. Uzaydan gelen göktaşlarını dahi kolaylıkla düşüren Amerika, İkiz Kulelere ve hatta Pentagon’a yapılan saldırılarda elini dahi kıpırdatamayarak 1945’den beri tüm dünyaya lanse ettiği Amerika’nın yenilmezliğine büyük bir gölge düşürmüştür. Bin Ladin aslında İkiz Kuleleri vurmadı, Pentagon’a da saldırmadı. Vurulan ve yıkılan Amerikan Rüyası’nın bizzatihi kendisidir. Bugün yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Amerika’nın liderliği artık sona ermiştir. Sessiz sedasız Rus birliğini tekrardan kuran, tüm enerji kaynaklarının üstüne oturan yeni Rus Çarı Putin’i Amerikan ve dünya medyası yeni yeni keşfetmeye başladı. Bir tarafta borç sarmalına giren ABD ve İngiltere, diğer tarafta ekonomik ve siyasal açıdan gittikçe güçlenen Rusya.

Uzun vadeli projeksiyonlarımızı yaparken aslında şu soruya da yanıt bulmamız gerekiyor. Yeni dünya düzeninde Türkiye’nin rolü ne olacak ve Türkiye bu düzenin neresinde yer alacak? Bence tam ortasında olacak. ABD başkanının temcit pilavı haline getirdiği yeni dünya düzeni ise yeni kıtada değil eski kıtasının tam üstünde kurulacak. “Dolar out, Türk Lirası ve Ruble in” desek acaba fazla mı ileri gitmiş oluruz? Bunu da zaman gösterecek.

Petrolün fiyatı 100 dolara dayandı. Altın fiyatları ne olacak? Herkes bunu konuşuyor. Şunu unutmamamız gerekiyor: tüm dünyada enerji fiyatlarının oldukça yükseldiği bir ortamda altın fiyatlarının düşmesi kısa vadede beklenmemeli. Yüksek fiyatlara alışmamız gerekiyor.

Yükselen piyasalar

Sektör açısından Türk kuyumculuk sektörünü ele alırsak bence bilinen pazarlar yerine Rusya Federasyonu, Çin ve Hindistan gibi yükselen pazarlara yönelmemiz gerekiyor.

 

Bunada Bakın

“BU ÜLKE ELİMİZDEN GİDERSE” KONFERANSI-KARAMAN

BU ÜLKE ELİMİZDEN GİDERSE… 14 Nisan 2017-Yunus Emre Konferans Salonu- Saat 20.30 – Karaman

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber