(Article 015-31.08.2014)
Yahudi asıllı Profesör Norman Finkelstein, İsrail karşıtı söylemlerinden dolayı kendi ülkesi Amerika’da tutuklandı! Demokrasinin beşiği olan İngiltere’de de durum hiç farklı değil. Fransa’da Filistin’e destek veren ve İsrail’i kınamak isteyen eylemcilere polis, valilik ve Fransız Danıştay’ı yasak koyup engelledi. Birçok Hıristiyan ülke ise bırakın İsrail’i kınamayı, birbiri peşi sıra Filistinlileri kınayıp durdu. Oh ne güzel dünya! Hıristiyan ülkeler el birliği etmişçesine bu terör devletinin Müslümanları katletmesine göz yumuyor. İsrail’i haklı gösteren sadece Hıristiyan ülkeler mi? Tabiki hayır. Müslüman Arap ülkelerinin bir kaçı hariç diğerlerinin hiç birinden çıt yok.
Dünyada adaletten eser kalmamış. İki yüze yakın ülkenin var olduğu dünyada haksızlıklara “dur” diyebilen tek bir ülke varsa o da; Türkiye. Arap liderler ağzını açmaya bile korkuyor. Koltuklarına o kadar gömülmüşler ki bu kargaşada konuştuklarının duyulmasını bile istemiyorlar. Çünkü bu ortamda İsrail’e yöneltecekleri en ufak bir eleştirinin onları hedef haline getireceğini, güç ve servetlerini kaybetmelerine sebep olacağını çok iyi biliyorlar. Filistinlileri eleştirenler sadece Batılılar ve Araplar mı? Hayır. Türkiye’deki bazı medya grupları da Batının uşaklığını yapmaktan geri kalmıyor. Ellerinden gelse Filistinlileri bir kaşık suda boğup, “beğendiniz mi?” diye efendilerinden alkış bekleyecekler.
Keşke imkân olsa da devlet mekanizmasının Amerika’da nasıl işlediğini insanlarımız kendi gözleriyle görebilse. Amerika’da nüfusun %16’sını oluşturan siyahi nüfusa karşı inanılmaz bir ayrımcılık var. İşsizlik ve buna dayalı suç işleme oranı zencilerde çok fazla. Ülkede beyazların oranı şu an için %72 ama bu oran hızla azalıyor. ABD’de her gün ortalama doksan kişi, yılda ise yaklaşık 32 bin kişi intihar ediyor. Okulların açılmasını takip eden dönemlerde lise öğrencilerinin % 8’i intihar teşebbüsünde bulunuyor.
İntihar eden Amerikalıların % 78.8’i erkek. Siyahi nüfusta intihar etme olasılığı beyazlara göre 7 kat daha fazla. Yine ilginç bir veri her yıl yaklaşık 17 bin Amerikalı cinayete kurban gidiyor. Ülkede her iki dakikada bir tecavüz vakası yaşanıyor. Tecavüz olayları Almanya’dan 4, İngiltere’den 13, Japonya’dan ise 20 misli daha fazla. ABD’de her yıl 250 bin kadın tecavüze ve cinsel saldırıya maruz kalıyor ve tecavüze dayalı 32 bin hamilelik vakası yaşanıyor. Cinsel saldırıya uğrayanların % 22’si erkek. Erkekler çocukken bir yakını, ya da ilerleyen yıllarda patronlarının cinsel saldırısına maruz kalıyor. 18 yaş altı erkek çocuklara tecavüz vakası sanılandan çok daha fazla yaygın. Amerika’da her yıl 1 milyon 200 binden fazla otomobil çalınıyor. Yıllık kapkaç sayısı yaklaşık 7 milyonun üzerinde. Kapkaç olaylarının Türkiye’de en yoğun olduğu ve zirve yaptığı 2004 yılında bile kapkaç vakası sayısı 11.886 idi. Eyalet ya da federal kurumlara ait hapishane ya da hücrelerde yatanların sayısı ise 2.6 milyon kişi.
Siyahlar açısından rakamlar çok daha kötü. Siyahların hapse girme oranı beyazlardan tam 10 misli daha fazla. Irk ayrımcılığı hemen her konuda kendini gösteriyor, hatta işlenen suçlarda bile. Öldürülen beyazların katili % 85 oranında beyaz iken, öldürülen siyahların katili de % 94 oranında siyah. Yani genel olarak beyazlar beyazları, siyahlar siyahları öldürüyor. Erkeklerin cinayet işleme oranı kadınlara göre 9 kat daha fazla. Suç oranının bu kadar yüksek olduğu Amerika’da devlet düzeninin sağlanması noktasında tüm sorumluluk polise verilmiş. Polislere verilen aşırı yetkiler ise ortaya bir “polis devleti” çıkarmış. Gün geçmiyor ki kameralara yansıyan aşırı polis şiddeti görüntülenmesin.
Amerika’da trafikte giderken Allah vere en ufak bir hata yapın, ya da herhangi birisiyle tartışın, ya da herhangi biri hakkında yalan yanlış iftira ve hakaret niteliğinde Twitter mesajı atın, ya da devletin en ufak bir kamu malına zarar verin, ya da herhangi bir devlet görevlisine mesela bir polise el kaldırın, ya da molotofla eylem yapın, ya da kaldırım taşlarını sökmeye kalkıp barikat yapın, ya da kamu binalarını ateşe verin, ya da belediye otobüslerini yakın, ya da bırakın bunların tamamını yola çöp atın, ya da duvara yazı yazmaya kalkın, ya da birisinin üzerine idrarınızı yapmaya kalkın vs. vs. Böyle bir durumda ne olur biliyor musunuz? Dur ihtarında bile bulunmadan sizi alnınızın ortasından gerçek mermiyle vurup devirirler. O polislere de hiç kimse “niçin yaptınız?” diye soru soramaz. Şimdi bazıları diyecek ki “hadi oradan canım, hiç Amerika’da öyle bir şey olur mu?” Bende diyorum ki; “Buyurun hodri meydan, kendine güvenen babayiğit Amerika’nın herhangi bir yerinde bu hareketleri yapsın. Ölmezde sağ kalırsa ben tükürdüğümü yalarım, ölürse de yapacak bir şey yok helvası benden”.
Gezi Olaylarının aynısı Amerika’da yaşanmış olsaydı herhalde dört beş bin kişi kim vurduya gider, Amerikan medyası ise bu konu hakkında tek bir satır yazı yazamazdı. Nitekim bundan iki hafta önce Gezi Olaylarının mikro örneği Ferguson’da yaşandı ve Amerikan polisi siftah mahiyetinde iki zenci çocuğu gözünün yaşına bakmadan öldürdü.
Boğaz’ın kenarında yalılarda oturup milyon dolar düzeyinde maaş alan ve Gezi Olaylarında Hükümet’in şiddet uyguladığını söyleyip gençleri kışkırtan gazeteci bozuntuları içinde aynı teklifim geçerli. Kendilerini Türkiye’nin sahibi olarak gören medya patronları ve onların kalemşörleri, Amerika’ya gidip oralarda; “Diren Ferguson, Diren Amerika, Devirin bu iktidarı” gibilerinden yazılar kaleme alsınlar da görelim boylarını. Yahudi asıllı ABD’li bilim adamını İsrail’i eleştirdi diye tutuklayan Amerika’da bizim medya patronlarımız “zurnanın zırt deliği” bile olamaz. Anında tutuklanırlar ve kendilerini mahkemede savunacak avukat bile bulamazlar.
Anlayacağınız Geziciler, çapulcular, aydınlar ve medya baronlarımız ABD’de üç gün geçirse dördüncü gün Türkiye’ye dönüp ayak bastıkları toprağı öper ve daha da ileri gidip “Türkiye’nin bu kadar demokratik bir ülke olduğunu bilmiyorduk, halt etmişiz” diye günah çıkartırlardı. Tüm yazdıklarıma rağmen aksini iddia edenler için teklifim hala geçerli.
Türkiye’deki Gezi Olayları ve 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi, uzun vadeli bir oyunun ilk aşamasıdır. Türkiye’nin o kaotik ortamında, Avrupa Birliği, ABD ve hatta NATO’ya bile müdahale çağrısında bulunan vatan hainleri, bu ülkenin Ukrayna, Mısır, Suriye ve Afganistan gibi kaos ortamına girmesi için ellerinden gelen her şeyi yaptılar ve halen de yapmaktalar. Tıpkı İstanbul işgal altındayken milli kurtuluş mücadelesini eleştiren ve işgalcilere destek veren Refi Cevat Ulunay, Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Asım isimli gazeteci ve yazarların yaptığı gibi. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Sodom ve Gomore” isimli romanını okuyanlar işgal İstanbul’undaki bu tarafları açıkça görür.
Bugün bu tarz insanlar halen aramızda yaşıyor. Allah devlete zevâl vermesin.
Yazımı babamın sık kullandığı bir Kilis değimiyle bitiyorum; “Öldü ağalar beyler itlere kaldı köşeler”.