(Article 156-23.04.2017)
Millî Görüş, 1969 yılında başını Necmettin Erbakan’ın çektiği Bağımsızlar Hareketi ile başlayan ve Millî Nizam Partisi ile partileşen siyasal bir akımın adı.
Sayın Erbakan, Türkiye’nin kendi insan ve ekonomik gücüyle kalkınabileceğini, öz değerlerini koruyarak ve arkasına tarihinin verdiği kuvveti alarak daha hızlı adımlarla yürüyebileceğini savunan bir siyasi kişilikti.
Millî Nizam, Millî Selamet, Refah ve Fazilet Partisi’nin ardından kurulan Saadet Partisi bugün muhalefet olarak siyasi hayattaki görevini referanduma “HAYIR” oyu verebilecek derecede ziyadesiyle icra ediyor. Netice itibarıyla Millî Görüş’ün bugünkü tek temsilcisi Saadet Partisi’nin bizzat kendisi.
Bu gruptan ayrılarak AK Parti’yi kuran Recep Tayyip Erdoğan ise “yenilikçi kanat” olarak biliniyor. Erdoğan liderliğindeki AK Parti, iki ileri bir geri, öyle veya böyle kendini yıllar içinde kısmen yeniledi.
Cem Küçük arkadaşımızın Mavi Marmara olayıyla ilgili olarak telafuz ettiği bir tek “cümle”, onu hedef tahtası haline getirdi ve “mal bulmuş mağribi gibi” birileri bu işi köpürttükçe köpürttü.
Sayın Erdoğan’ın Milli Görüş’ün amiral gemisi olan Saadet Partisi’ni terk ederek Adalet ve Kalkınma Partisi’ni niçin kurduğunu hep merak etmişimdir. Neticede oluşturmak istedikleri siyasi yapıyı Saadet’in içinde de hayata geçirebilirlerdi. Ancak ben, Milli Görüş ile uzaktan yakından ilgisi olmayan 50 yaşında bir akademisyen olarak, Sayın Erdoğan’ın neden böyle bir yol tercih ettiğini “dün” itibarıyla öğrendim. Meğerse Milli Görüş içerisindeki bazı kişi ve gruplar “devlet içinde devlet” olmuşlar da haberimiz yokmuş.
Ben, Cem Küçük’ün kafasında herhangi bir gizli ajanda olduğunu zerre kadar düşünmediğim gibi böyle bir şeye ihtimal bile vermem. Ancak nedense “öküz altında buzağı arama” hastası olan bazı kalemşörler, Sayın Küçük’ün Batı ajanı olduğundan tutunda Kripto FETÖ’cü olduğuna yönelik inanılmaz analiz ve yorumlar dahi yapmakta.
Dün bu konuyla ilgili olarak “Orada Bir Durun Bakalım Edepsizler Sürüsü!” başlıklı bir yazı kaleme almış ve Cem Küçük’ün bahsettiği konunun şehitlere hakaret değil, AK Parti içerisindeki bir yenilenme arzusu olduğunu ifade etmiştim.
Bu yazıyı yayına koymamla beraber bazı kişilerin akıl almaz saldırılarına maruz kaldım. Bunların sayısı tabi ki çok fazla değil ama yazdıklarına bakarsanız, sanırsınız ki karşınızda büyük bir “filozof” veya kendilerini Sayın Erdoğan’ın akıl babası zanneden “fikir adamları” duruyor.
Hamaset almış başını gidiyor. Mavi Marmara şöyleymiş böyleymiş, İHH onurlarıymış vay babam vay!
Saadet Partisi’nden koparak yeni bir parti kurduğu için Sayın Erdoğan’ı dün “takdir” ettim. Zira bu adamlarla yola çıksa ne uzar ne kısalır, işi gücü bırakıp bunların kaprisleriyle uğraşmak zorunda kalırdı. İşin enteresan tarafı Cem Küçük’e saldıran bu zatı muhteremler, cümlelerini nedense hep güya! Erdoğan’ı överek bitiriyorlar. Aslında Erdoğan’ı sevmedikleri, ondan nefret ettikleri o kadar belli ki. Ellerinden gelse Erdoğan’ı bir kaşık suda boğacaklar. “İti ite kırdırma” taktiği izledikleri ayan beyan ortada. Bunlar kesinlikle Saadet’i ele geçirmiş, FETÖ yapılanmasına mensup mankurtlardan oluşan bir gürûh.
Milli Görüş geleneğinden gelen bir kişi değilim, bu geleneğe mensup olmak gibi bir düşüncemde yok. Milli Görüş kurulduğunda zaten 2 yaşında olduğum için böyle bir şeyi iddia edebilmem de zaten mümkün değil. Daha önceki yazılarımda da dile getirmiştim. Ben geçmiş yıllarda başka partilere oy verirken, 2002 yılından beri AK Parti’ye oy ve destek veriyorum. Ben ve benim gibilerin bu parti içerisinde kıymeti harbiyesinin olmadığını da çok iyi biliyorum. AK Parti’nin Milli Görüş damarından gelen bazı kişilerin, bu partiyi giderek içine kapattığını, realiteyi bırakıp hayâl dünyasında yaşamaya başladıklarını, Türkiye’nin gerçekleriyle uyuşmayan işlerle uğraştıklarını, yeni plan ve proje ortaya koyamadıklarını görüyorum. Ve yine bu kişilerin, AK Parti’ye verilen %50’lik oyun tamamını kendilerinin verdiğine inandığını da görüyorum.
Neden bu kanaate vardığımı da çok basit iki örnekle ifade edeyim. Bu parti, 18 yaş gençliğine ve Alevi vatandaşlarımıza hitap edemediği için onları bir türlü kazanamıyor. (Bu arada Alevi olmadığımı da belirteyim ki bazı sosyal medya maymunları çeşitli yaftalamalar yapmasın).
Saadet Partisi ve Milli Görüş damarından gelip AK Parti içinde aktif veya pasif görev yapan bazı kişilerin, kraldan çok kralcı olduğunu da görüyorum.
Bundan 15-20 yıl kadar önce etrafımda çok sayıda sol kökenli arkadaşım vardı. O kişilerde gördüğüm ortak hastalık “68 kuşağı” olduklarını ispatlama gayretiydi. Kimi görsem 68 kuşağına mensup olduğunu iddia ediyor, devrimci anılarını anlatıp duruyordu. Sonra bunlara yaşlarını sormaya başladım. Kimi 60 doğumlu, kimi 65. Bir insan 3 yaşında veya 8 yaşında iken nasıl devrimci olur ve 68 kuşağı olduğunu iddia edebilir? Neticede bunun bir özlemden kaynaklandığına ve siyasi bir düşünceye kendini bağlama çabası olduğuna kanaat getirdiğim için, onların üzerine fazla gitmemeye başladım. (Etrafınızda böyle tipler varsa lütfen doğum tarihini sorun).
Aynı rahatsızlık maalesef Milli Görüş özelinde İHH ve Mavi Marmara aktivistlerinde de varmış. Bu geminin kapasitesi ne kadar ve kaç kişi alıyor bunu araştırmak lazım. Herkes o gemi de kendisinin de olduğunu iddia edince içime bir kurt düştü. Bundan sonra onlara da doğum tarihlerini sormaya başlayacağım.
Cem Küçük lehinde yazı yazdığım için beni PKK’lı olarak yaftalayan bazı bıngıldak beyinli geri zekâlılar bile çıktı.
Saygıdeğer beyler, hanımefendiler,
AK Parti kendi içindeki sülükleri, eski düzen kalıntılarını, eski Türkiye sevdalılarını, hayâl aleminde yaşayanları, menfaatçileri, çapsızları temizlemediği sürece ANAP’ın, DYP’nin, SAADET’in düştüğü duruma düşecek ve orta vadede duvara toslayacaktır.
Belediyelerde, il ve ilçe teşkilatlarında ellerini ceplerine sokup kasım kasım kasılanların, bu Parti’ye hizmet etmek isteyen kişileri nasıl dışladığını, nasıl pasifize ettiklerini sağır sultan bile biliyor.
AK Parti, Milli Görüş’ün partisi olarak mı kalacak, yoksa Milli Duruşu olan bir Türkiye partisi mi olacak buna bir karar verin. İşte CEM KÜÇÜK kardeşimizin ve benimde söylediğim budur.
Kusura bakmayın ama “SİZ NASIL BİR DÜNYA DA YAŞIYORSUNUZ?”
Devletin FETÖ ile verdiği mücadeleye sonsuz destek veren Cem Küçük arkadaşımızı yıpratmaya çalışan İHH ve Mavi Marmara destekçilerini vefaya davet ediyorum. Sağcı veya solcu, PKK’lı veya FETÖ’cü olup olmadıklarını bilmediğim için, Kenan Evren’in deyimiyle “bir sağdan bir soldan” örnekleme yaparak “dost” ve “vefa” kavramını onlara hatırlatmak istiyorum.
“Dost uğrunda ölmek kolay, fakat uğrunda ölünecek dostu bulmak zordur.” demiş Nazım Hikmet.
Mevlana ise; “Dost ise düşünme ver ömrünü gitsin, dost değilse hiç bekletme yol ver gitsin.” demiş.
Peki “vefa” nedir?
Vefa, sevmektir, saymaktır.
Vefa, yapılan iyiliği unutmamaktır.
Vefa, önemli bir dostluk göstergesidir.
Vefa, sözünde durmak, sözünün eri olmaktır.
Vefa, unutmamak, her daim hatırlamak, hatırlanmaktır.
Vefa, “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” cümlesinin ete kemiğe bürünmüş halidir.
Bu arada Şeyh Sadi Şirazi’nin “dost” tanımı da göz ardı etmemek gerekir; “Nimet içinde iken dostluktan söz açıp, kardeşim! diyeni dost sayma. Dost, dostunun elini onun perişanlığında, çaresizliğinde tutan kimsedir.”
Anlayan anlar, anlamayana ise daha fazla anlatmaya gerek yok vesselam.
Dr. Mehmet Hakan Sağlam