Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Makaleler / ARTIK KESİN! ERDOĞAN 2019 SEÇİMLERİNE AZ BİR SÜRE KALA YARGI KARARIYLA İNDİRİLECEK YENİ BİR DARBE YAPILACAK…

ARTIK KESİN! ERDOĞAN 2019 SEÇİMLERİNE AZ BİR SÜRE KALA YARGI KARARIYLA İNDİRİLECEK YENİ BİR DARBE YAPILACAK…

(Article 204 – 13/01/2018)

1951 yılında Pakistan’da Tahir El-Kadri adında bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Okul hayatına 1955’te bir Hristiyan okulunda başlayan Kadri, 1962 yılında İslami eğitim almaya başlar.

1974 yılında Lahor Pencap Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden birincilikle mezun olan Kadri bir süre avukatlık yaptıktan sonra, 1978 ile 1983 arasında mezun olduğu ve daha sonra hukuk doktorasını tamamladığı fakültede hukuk eğitmeni olarak görev yapar. Urduca, Pencabi, İngilizce, Farsça ve Arapçayı iyi derecede bilen Kadri, bu özelliği ile uluslararası din alimleri arasında önemli bir yer edinir.

Tahir, o yıllarda eski Pakistan Başbakanı Navaz Şerif’in babası Muhammed Şerif ile tanışır. Zengin bir işadamı olan Muhammed Şerif, Kadri’yi sahibi olduğu dökümhanelerden birine imam olarak atar. Navaz Şerif’in Pencap eyalet başbakanlığını kazanmasının ardından Kadri, devlet televizyonlarında program yapmaya başlar ve ünü gittikçe yayılır. Ancak Kadri’nin düşünce ve konuşmaları oldukça keskindir. Bu durum bir çok din alimini kızdırır.

1970’lerin sonunda Lahor’da halka açık bir konuşma yapmak isteyen Kadri, televizyon ve radyolarda da toplantısının reklamlarını döndürmeye başlar. Kadri’nin konuşmasını dinlemek üzere binlerce insan toplanır. Katılımcılara gördüğü bir rüyadan bahseder ve rüyasını şu sözlerle anlatır: “Birisi bana Pakistan halkına İslam’la ilgili hiçbir şey yapmadıkları için Peygamberimizin çok kızgın olduğunu söyledi. Peygamber efendimiz din bilginlerimize çok kızgın olduğu için ülkemizi terk edecek. Ben peygamberimize giderek ülkemizi affetmesi için kendisine yalvardım. Bir süre sonra peygamberimizin öfkesi geçti ve Pakistan’da kalması için yolculuk biletleri de dahil olmak üzere gerekli ayarlamaları yapmamı istedi.

Kadri’nin anlattıklarında aslında rüyadan fazlası vardı: iddiasına göre Peygamber Efendimiz, beceriksiz bulduğu diğer din alimlerini yerlerinden ederek Kadri’nin politik bir pozisyon almasını istiyor. Bu tip rüyalar okuyucuya inanması zor gelebilir, fakat Kadri’nin o toplantıda anlattıkları kendisine epey bir yandaş toplamasını sağladı. Doğal olarak Pakistan’ın dini liderleri Kadri’nin kendilerinden “beceriksiz” olarak bahsetmesine büyük öfke duydular, takip eden tartışmalar ise Kadri’nin şöhretini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.

1981 yılına gelindiğinde Kadri, Müslüman-Hristiyan Diyalog Forumu’nu düzenleyerek iki dinin liderleri arasındaki ilişkiyi geliştirmeye girişti. (Tıpkı Fetullah Gülen’in “Dinler arası Diyalog safsatası gibi). Bu forum, Lahor’da bulunan ve Kadri’nin de yöneticileri arasında bulunduğu Minhac Üniversitesi ve uluslararası yardım kuruluşu olan Minhac Yardım Vakfı‘nın bünyesindeki Minhac’ül Kur’an Derneği‘nde düzenlendi. İslami ve modern eğitimi bir arada veren okul ve kolejler açmaya başlayan Minhac’ül Kur’an, Al Arabiya’nın ifadesiyle “İslami eğitime estetik bir dokunuş” yapan laik bir eğitim anlayışını benimsiyordu.

Kadri tarafından “estetik bir İslami dokunuşla” çocuklara seküler eğitim vermek amacıyla açılan okulların, Türkiye ve dünyada benzerlerini açan ise hiç şüphesiz Fetullah Gülen oldu.

Her iki düzenbazda dini meşruiyetlerini kendilerince oldukça önemli gördükleri kişilerden alıverdi. Kadri, Ahmet Rıza Han’ın lideri olduğu Biralvi hareketini arkasına alırken, Fetullah Gülen de kendi öğretilerini Bediüzzaman Said Nursi‘ye dayandırdı. Aslında Gülen’in bu şekilde davranarak yapmak istediği şey meşruiyetini pekiştirmekti.

Kadri ve Gülen arasındaki bu benzerlik pek çok kişinin dikkatini çekmez. Ancak iki lider arasındaki benzerlikler bunlarla sınırlı değil.

Öncelikle iki örgüt lideri arasında bazı farklılıklar yok değil ancak iş uygulamaya döküldüğünde bu farklıklar yerini sadece benzerliklere bırakıyor. 1980’lerin sonunda Kadri, Pakistan Halk Hareketi adında bir parti kurdu. Fetullah Gülen’de ise herhangi bir parti yoktu ancak o, kendi örgütünün savunuculuğunu yapan ve sözünden dışarı çıkmayan CHP, HDP, SAADET gibi hemen her düşüncedeki partilere hükmetmeyi çok iyi bildi.

1980’lerin sonunda Kadri, en güçlü destekçileri olan Şerif ailesiyle ters düştü ve 1993’te Pakistan’da düzenlediği bir mitingde Navaz Şerif’e ciddi anlamda muhalefet edip, Şerif’in bir kâfir olduğunu ve cehennemde yanacağını söyledi.

Fetullah Gülen geçmişte İslami söylemlerde bulunan Refah Partisi ve bu partinin genel başkanı Necmettin Erbakan’a karşı açıkça muhalefet ediyor ve sert sözlerle eleştiriyordu. FETÖ, AK Parti’yi sadece kendi menfaatleri uğruna destekledi. Hareket ile AK Parti arasında anlaşmazlıklar yaşandığı anda ise parti ve hükümete karşı saldırıya geçti. Dershaneler meselesi ve 17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi sırasında Gülen’in, tıpkı Tahir el-Kadri’nin Navaz Şerif’e yönelttiği “Cehennemde yanma” bedduaların birebir aynısını AK Parti’ye ve liderine karşı onunda yaptığını lütfen hatırlayın.

1990’ların sonunda General Müşerref ülkede sıkıyönetim ilan edince Kadri siyasete atılmaya karar vererek Müşerref’i destekledi. 2002’de düzenlenen ve Müşerref’in kazandığı referandum için kampanya düzenleyen Kadri, çok geçmeden Müşerref tarafından ödüllendirilerek mecliste bir sandalye sahibi oldu. 29 Kasım 2004’te ise milletvekilliğinden istifa eden Kadri 2005’te Kanada’ya gitti ve bu durumunu da “Hz. Yusuf”un hicreti” olarak nitelendirdi. (FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen’in de çoğu konuşmasında Hz. Yusuf’u örnek verdiğini lütfen hatırlayın).

Kadri, okul ve üniversitelerinden mezun olan öğrencileri aracılığıyla Avrupa, Amerika ve Körfez ülkelerinde önemli bir ağ oluşturarak ciddi bir servet edindi.  Dünyanın birçok şehrinde şubesi bulunan Uluslararası Minhaj-ul Kuran Örgütü’ne 2011’de Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından “Özel İstişare Statüsü” verildi.

Kadri ve Gülen arasında şüphesiz başka ortak öğeler de bulunuyor. İki örgüt lideri de, okullar ve öğrenci yurtları kurarak ve buralarda yetişen öğrencileri dünyanın çeşitli yerlerine yollayarak itibarlarının yayılmasını sağlıyor. Bu öğrenciler sayesinde edindikleri büyük servetler de cabası. Tahir el-Kadri ve FETÖ liderinin yıllardır imanlı nesiller yetiştirme bahanesiyle Müslümanlardan “himmet” adı altında topladığı paranın 100’er milyar dolardan daha fazla olduğu tahmin ediliyor.

Gülen örgütü şu anda AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’a ve dolayısıyla da Türkiye’ye zarar vermek için top yekun seferber olmuş durumda. Bu noktada iki örgüt lideri arasındaki benzerlik daha da çarpıcı hale geliyor. Zira uzmanlara göre Kadri’nin öğrencileri, polis akademileri ve yargı alanında uzmanlaşarak güvenlik güçlerinin ve adli sistemin kendisine hizmetini sağladı. Öyle ki, Pakistan Anayasa Mahkemesi’nin tüm üyeleri 2012 yılında Kadri’nin adamlarından oluşmuştu.

Gülen’in mankurtlaşmış müritleri de, tıpkı Kadri’nin yandaşları gibi yargı, emniyet, ulusal güvenlik ve istihbarat alanlarına el atıp devlet içine sızmak suretiyle Türkiye’yi son zamanlarda pek çok problemin içine çekti. Hatta 15 Temmuz 2016’da FETÖ mensubu askerlerce askeri darbeye dahi kalkıştı.

Bir diğer ortak özellik de, her iki örgüt  liderinin televizyon konuşmaları ve yazdıkları kitaplarla takipçilerine seslenmesi. Gülen ve Kadri adeta kitap üretim merkezi gibi çalışıyor. Kadri’nin 1000’den fazla eserinin olduğu iddia ediliyor.

Bu iki örgüt lideri de dindar görünerek güya kendi kendilerini gönüllü sürgün etmişler. Biri Kanada’da diğeri Pensilvanya’da Hz. Yusuf’un sürgün hayatını yaşıyor. Sihirli sözcük “din ve İslam” olduğu için çok kolayca destekçi toplayabiliyorlar.

Kaos yaratmak ve ülkedeki siyasi partileri yıpratmak suretiyle ülkelerin politik kırılganlıklarını arttırmak her ikisinin de ortak özelliği. Kadri, demokratik yollarla seçilmiş hükümeti devirmek için Müşerref’e destek verirken, Gülen bu işi önceleri partiler, sonrasında yargı ve emniyet ve en sonunda da askeri kullanarak yaptı.

Kadri, Afganistan ve Irak’ı işgal eden ABD’ye karşı mücadele veren Müslüman savaşçıları kınarken, Gülen de Gazze’ye insani yardım götürdüğü sırada İsrail tarafından vurulan ve 9 kişinin hayatını kaybettiği Mavi Marmara olayında İsrail’in yanında saf tutup, “İsrail’in kendi sularını koruma hakkı olduğu” yönünde açıklama yaptı ki bu sırada Mavi Marmara gemisi uluslararası sularda seyrediyordu.

Ve nihayet 28 Temmuz 2017 tarihinde Kadri’nin okullarında yetişip Pakistan Anayasa Mahkemesi’ne sızan Anayasa Mahkemesi üyeleri, Panama belgeleriyle ortaya çıkan yolsuzluk iddialarına karıştığı gerekçesiyle Başbakan Navaz Şerif’in görevden uzaklaştırdı ve Başbakan Şerif’i ömür boyu siyasetten men etti.

Pakistan Anayasa Mahkemesi Hakimi Ejaz Afzal Han, düzenlediği basın toplantısında, 5 kişilik hakim heyetinin oy birliğiyle Navaz Şerif’in görevden uzaklaştırılmasına karar verdiğini duyurdu ve “Pakistan Başbakanının parlamento ve mahkemeye karşı dürüst davranmadığını” belirterek, Şerif’in artık başbakanlık koltuğuna “layık olmadığını”, Başbakan Şerif’in çocukları Meryem, Hasan, Hüseyin Şerif ve milletvekili Muhammed Safdar aleyhinde de söz konusu mahkemede yolsuzluk davası açılacağını açıkladı.

Pakistan’ın seçilmiş Başbakanı Navaz Şerif’in Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla 28 Temmuz’da görevden azledilmesinin ardından, Pakistan’ın FETÖ’sü olarak bilinen Tahir-ül Kadri ülkeye dönme kararı aldı.

12 yıldır yaşadığı Norveç’in başkenti Oslo’dan, Pencap Eyaleti’nin yönetim merkezi Lahor’a uçakla inen sapkın imam Kadri’yi taraftarları karşıladı. “Zafer” konuşmasına, yargı darbesinde görev alan Anayasa Mahkemesi hakimlerini tebrik ederek başlayan Kadri, “Şerif hükümeti”ni tamamen ortadan kaldırmak için ilerleyen süreçte kullanacağı senaryoları ardı ardına sıraladı. Terör örgütü elebaşı Kadri, siyasi müttefiki olan ana muhalefet partisi PTI’nın lideri İmran Han’ı selamlamayı da unutmadı ve ülkeyi beraber yönetecekleri imasında bulundu.

Gövde gösterisi yapan elebaşı Kadri’nin ardından ekranlara çıkan ana muhalefet partisi lideri İmran Han ise; “Tahir-ül Kadri ülkemize geldiği için mutluyuz. Onu tam destekliyoruz” sözleriyle bağlılık yemini etti.

Türkiye’de 17-25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi ve 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişiminin arkasında yer alan terör örgütü elebaşı Fetullah Gülen, amacına ulaşmış olsaydı, tıpkı İran İslam Devrimi sırasında Tahran Havaalanına inen Humeyni gibi ve tıpkı Lahor’a inen Tahir el-Kadri gibi ABD’nin Pensilvanya eyaletinden uçağa binip Ankara Esenboğa’ya inecekti.

Bu şerefsiz vatan haini için Ankara’da kalacağı yer bile hazırlanmış, ABD dönüşü sırasında giyeceği Yavuz Sultan Selim’e ait kaftan ise Gülen’e götürülmeye çalışılırken son anda ele geçirilmişti.

Pakistan ana muhalefet partisi PTI Genel Başkanı İmran Han, Mayıs 2017’de Çovrangi Cezaevi’nde hapis yatan yandaşlarına destek için Karaçi’de sözde “ADALET YÜRÜYÜŞÜ” başlatmıştı. Türkiye’nin ana muhalefet partisi olan CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Haziran 2017’de Maltepe Cezaevi’nde hapis yatan FETÖ casusu Enis Berberoğlu’nu kurtarmak için başlattığı yürüyüşünün adı da “ADALET YÜRÜYÜŞÜ” değil miydi?

Üst aklın farklı coğrafyalardaki kollarını oluşturan Tahir-ül Kadri ve FETÖ lideri Fetullah Gülen tıpkı siyam ikizi gibi birbirinin benzeri. Üstelik tıpkı IRAK’ın FETÖ’sü Muhammed Kesnezani gibi Tahir el-Kadiri ve Fetullah Gülen’in birinci isimlerinin “Muhammed” olduğunu unutmayın.

Elebaşı Kadri, tıpkı FETÖ gibi “Dinlerin birliği ve dinler arası diyalog” gibi laik söylemleri savunuyor, rüyalar yoluyla Hz. Muhammet’ten talimatlar aldıklarını yalanlarını uydurarak yandaşlarını kandırıyor.

FETÖ terör örgütünün yayın organı Samanyolu TV ve diğer basın yayın organları gibi Tahir-ül Kadri çetesinin televizyon kanalının ismi de çok ilginç. Kadri’nin TV kanalının ismi SAMA TV. “Sama” Pakistan dilinde “gökyüzü” anlamına geliyor. Elebaşının konuşmasını saniye saniye nakleden kanal, gün boyu örgüt propagandası yapıyor.

12 Ocak 2018 günü Türkiye’de Anayasa Mahkemesi tartışmalı bir karara imza atarak Türkiye gündemini bir anda değiştirdi. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunan akademisyen yazar Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında ‘hak ihlali’ kararı vererek tahliyesine hükmetti. Anayasa Mahkemesi, konuya ilişkin açıkladığı gerekçeli kararında; “Mehmet Altan’ın 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce katıldığı televizyon programında sarf ettiği sözlerin bir bütün olarak değerlendirildiğinde darbe girişimine ortam yaratmak amacıyla söylendiğine dair olgusal temelinin bulunmadığını, Mehmet Altan’ın “FETÖ/PDY’nin amaçları doğrultusunda hareket ettiği” iddiasına kant olarak gösterilen “banknot, banka hesabı, Altan’ın yapılanma mensuplarınca yürütülen bir soruşturmaya dâhil edilmemesi ve telefon görüşmelerinin hayatın olağan akışına uygun olduğunu” ifade etti.

Halbuki hem Mehmet Altan hem de Şahin Alpay, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, 15 Temmuz darbe girişimini önceden bildikleri ve bu konuda çağrışım yapan mesajlar verdiği iddia edilen ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla 3 kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanıyor.

Anayasa Mahkemesi, MİT tırları ile ilgili haberleri yayımladığı gerekçesiyle hapis cezasıyla yargılanan CAN DÜNDAR’ın tutukluluğunu 25 Şubat 2016 tarihinde almış olduğu bir kararla kaldırmıştı. Sonrasında CAN DÜNDAR yurtdışına kaçmış, hainliklerine oradan devam etmişti. CAN DÜNDAR’ı serbest bırakan Anayasa Mahkemesi o yıllarda da aynı gerekçeleri ileri sürmüştü. “İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir” denilen gerekçeli kararda, Can Dündar’a yöneltilen suçlamalar için, “Kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması için mevcut delil durumu yeterli değil. Dündar’ın tutuklanması dışında anılan haber dışında herhangi bir somut delil yoktur. Siyasi casusluk yaptıklarına ilişkin somut bilgi yoktur” denilmişti.

Bu karar şunu açıkça ortaya koyuyor ki FETÖ yapılanmasının son kalesi dimdik ayakta ve harekete geçmek için uygun zamanı bekliyor. Ve daha da önemlisi “iç hukuk yolları tükendi” gerekçesiyle FETÖ mensuplarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapmalarının fitilini ateşliyor.

Anayasa Mahkemesi’nin asıl mahkeme yerine geçerek tutukluluğu sona erdirip erdiremeyeceği hususunu boşa tartışmaya gerek yok. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’ya aykırı olarak Cumhurbaşkanı’nı yargılayıp yargılayamayacağı da tartışmaya gerek yok.

Anayasa Mahkemesi’nin şu an yaptığı şey; “BEN YAPTIM OLDU” mantığıdır.

“Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar Anayasa ve yasalara aykırıdır” gibi gerekçelerle kendi kendimizi avutmayalım.

Evet! Anayasa Mahkemesi isterse istediği kararı alır. Mahkemenin vereceği kararı uygulayıp uygulamamak hiç önemli değildir. Burada önemli olan husus; “lideri yıpratmak, liderin hukuki meşruiyetine gölge düşürmektir”. 

Mahkemenin aldığı kararı uygulamazsanız ne olur?

Bu defa da “meşruiyet”, “hukukun ihlali” veya “hukukun ayaklar altına alınması” gibi iddialar ile karşı karşıya kalırsınız ve Batı’nın top yekun üzerinize gelmesini sağlayacak suni bir bahaneyi kendi ellerinizle yaratmış olursunuz. 

2019 yılında yapılacak Başkanlık seçimlerine az bir süre kala CHP veya başka bir yapı tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak tek bir başvuru neticesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, tıpkı Pakistan’da Navaz Şerif’e yapıldığı gibi; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parlamento ve mahkemeye karşı dürüst davranmadığı” gibi eften püften bir bahaneyle görevden aldığını, siyaseten yasaklı duruma düşürdüğünü ve gerek Cumhurbaşkanı gerekse Erdoğan’ın çocukları ve yakınları aleyhinde mahkemelerde yolsuzluk davaları açılacağını” beyan ettiğini bir düşünsenize.

Anayasa Mahkemesi’nin vereceği tek bir kararla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meşruiyeti yok edilecek, aldığı kararlar hükümsüz hale getirilecektir.

ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm Türkiye düşmanları Anayasa Mahkemesi üyelerine “mal bulmuş Magribi” misali sarılacak, tüm Batı medyası “Türkiye’de bağımsız yargının zaferi” şeklindeki sevinç nidalarını büyük puntolarla gazetelerine basacaktır.

Manşetlerde muhtemelen şöyle olacaktır;

“Erdoğan Son Virajda Durduruldu!”

“Erdoğan’dan Kurtulduk!”

“Çılgın Türk’ün Kafası Kopartıldı!”

“İslam Halifesi düşürüldü!”

“Erdoğan’a yargı darbesi!”

“Bizim Yıllardır Yapamadığımızı 11 Cesur Adam Yaptı!”

“Yüksek Mahkeme’den Erdoğan’a Tokat!”

“Boğaz’ın Sultanı Sulara Gömüldü!”

“Son Osmanlı Tarihe karıştı!”

“Son Türk İmparatoru’na Derin Darbe!”

“Türkiye’de Hukukun Zaferi: Erdoğan Tarih Oldu!” vs. vs.

Böyle bir durumda Türkiye’de kelimenin tam anlamıyla kaos yaşanacak, devletin idaresi imkânsız hale gelecek, büyük ihtimalle ya ordu ve emniyet içerisindeki kripto FETÖ yapılanması, ya da ordu içinde şimdilerde gittikçe kuvvetlenen “İttihat Terakki” zihniyetli ulusalcılar darbe yapıp ülke yönetimini ele geçirecektir.

Sonrası ne olur?

Sonrası TUFAN…

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

2 Yorumlar

  1. Birliğimiz dirliğimiz halk nezdinde DEVAM EDİYOR dış geçiremezler DAHA GÜÇLÜYÜZ TETBİRİ ARTTIRARAK KUTLU YÜRÜÝÜŞÜMÜZE DEVAM HALKIMIZLA.

  2. Rabbimizin ilahi nizamı;5/44-45.maide surei celilesinde açıkca ilan buyurduğu yasalar tanımadığı mütdetce her olaya tüm ülke ve teşkilatlar.gebedir.inanmış insanın bu geçeği anlayamamış olması en büyük vebaldir.ulusumuza anlatmak bizim görvimizken,ihmal ise olacaklara şimdiden teslimiyetir.saygı değer başkomutanımıza hatırlatır,halkımızın onunla olduğunu ilan ederiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber