(Article 212-16.03.2018)
Bizler, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” safsatasıyla büyüdük. Ve yıllar boyu zannettik ki “yurtta barış” olursa tüm dünyada “barış” olur.
Bu cümlenin bir safsata ve uydurma olduğunu anlamamız ise tam 100 yıl sürdü. Günün birinde bir baktık ki kendi ülkemizde barış varken İkinci Dünya Savaşı yaşanıp dünya genelinde 65 milyon insan ölmüş.
Sonra yine bir baktık ki kendi ülkemizde barış varken Filistin işgal edilmiş, İsrail devleti kurulmuş.
Sonra yine bir baktık ki Birinci ve İkinci Körfez Savaşları yaşanıp Irak parçalanmış, Saddam Hüseyin idam edilmiş, Yemen bölünmüş, Afganistan işgal olunmuş, Arap Baharı aldatmacasıyla İslam ülkeleri yeniden dizayn edilmeye başlanmış, Suriye’de taş üstünde taş kalmamış, Libya bölük pörçük edilip Kaddafi katledilmiş…
Sonra bir baktık ki sıra Türkiye’ye gelmiş ve Fetullah Gülen denilen bir meczubun peşine takılan asker, polis, avukat, savcı, hakim ve bürokrat kılıklı devlet memurları 15 Temmuz 2016’da darbe yapıp ülkeyi parçalamayı kafaya koymuş…
Batılıların bu coğrafyadaki “oldu bittileri” maalesef hiç bitmiyor, bitmeyecek de…
Dünyada bu kadar olay yaşanırken biz sadece kenarda oturup olayları seyretmek zorunda bırakıldık. Ne de olsa “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözü bizim için bir düsturdu. Haşa tartışılamaz ve eleştirilemezdi.
Bence bu cümle en fazla bizim “bol apoletli paşaların” işine geliyordu. Yan gelip yatmayı, bol sıfırlı maaşlarını tıkır tıkır ceplerine indirmeyi ve vakti zamanı gelip emekli olduklarında OYAK’tan kallavi bir emekli ikramiyesi almayı kim istemezdi ki? “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi yüzünden Türk ordusu pasifleştikçe pasifleşti. PKK denilen üç beş çapulcuyla baş edemez hale geldi. İsrail’in İHA’sına, ABD’nin uçağına, Almanya’nın tankına, Çekya’nın mermisine muhtaç oldu.
Peki Türk ordusu ne işe yarıyordu?
Bilinenlerin aksine Türk ordusu 15 Temmuz 2016 darbesi yaşanana dek “dış odaklı” değil, “iç odaklı” bir savunma stratejisine sahipti.
Peki bu ne anlama geliyor?
Bu şu demek; “Türkiye’ye saldırı olmadığı sürece ben kimseye saldırmam, benim için asıl sorun kendi vatandaşlarımdır. İç düşmanlarla uğraşmak ordu olarak benim birinci görevimdir. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Kudüs’te, Afganistan’da, Pakistan’da darbe olmuş, savaş olmuş beni ilgilendirmez!”
Türk ordusu açısından “dış güçler” yerine, elinde silah olmayan Türk halkıyla uğraşmak her daim daha tercih edilebilir bir durum olmuştur. 1960 darbesinin, 70 muhtırasının, 80 darbesinin, 28 Şubat, e-muhtıra ve 15 Temmuz kalkışmasının esas nedeni işte bu düşünceden kaynaklanır.
“Darbe yap, iş yapıyormuş gibi görün” mantığı bu ülkenin yıllar boyu askeri müdahalelere maruz kalmasına, milyarlarca doların boş işlere harcanmasına, sayısız can ve mal kayıplarına sebep oldu.
15 Temmuz darbesine kadar Türk ordusu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin değil aksine Amerika Birleşik Devletleri’nin ordusudur.
Keza NATO projesi Batılıların değil, Amerika Birleşik Devletleri’nin projesidir.
NATO üslerinin tamamı da istisnasız bir şekilde Amerikan üssüdür.
Batılıların Ortadoğu coğrafyasında siyaseten çuvallamalarının esas nedenini Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov çok güzel özetledi; “ABD, Suriye’deki ve Ortadoğu’daki farklı dinamikleri kavrayamıyor”.
Batılılar bu coğrafyada 24 saatin çok uzun bir süre olduğunu halâ anlayabilmiş değil. Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta yaşadığı hezimet, 37 yıldan beri uygulanan tüm ambargolara karşın İran’ın halâ dize getirilememesi bunun en açık göstergesi değil midir?
Trilyonlarca dolarlık harcamaya ve bir o kadar üstün silah teknolojisine rağmen Afganistan ve Irak’ta arkasına bakmaksızın kaçıp giden Amerika Birleşik Devletleri ordusu değil midir?
Vietnam savaşında çuvallayan, Kore Savaşı’nda başarısız olan da yine bu Amerikan ordusu değil midir?
Peki girdiği savaşlarda bu kadar başarısız olan bir devlet nasıl oluyor da kendisini tüm dünyaya başarılı gibi gösterebiliyor?
Amerikan sinema endüstrisi ve Spielberg gibi yönetmenler sağ olsun!
Gazze’de çoluk çocuk binlerce insan ölürken, Kudüs ve Filistin sorunları yaşanırken, ABD’deki Riza Sarraf davası üzerinden Erdoğan’ı vurmaya çalışan ve adeta sevincinden göbek atan Kılıçdaroğlu ve avanesine ne demeli?
Kılıçdaroğlu tayfası, Hollywood filmlerini bolca seyredince ABD’nin dünyanın süper gücü olduğuna kendilerini o kadar kaptırmışlar ki ülkelerine zerre kadar inanmamayı alışkanlık haline getirmişler.
İkinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren meşhur NORMANDİYA ÇIKARMASI‘nı herkes duymuştur. Ancak bu çıkarmada TOPLAM 10,264 askerin öldüğünü kimse bilmez.
Normandiya Çıkarması ile ilgili olarak sadece Amerika’da hiç yoksa 50 tane film çekilmiştir. Herkes bu çıkarma esnasında milyonlarca kişinin öldüğünü zanneder. Halbuki 2. Dünya Savaşı’nı sona erdiren bu çıkarmada toru topu 10 bin kişi ölmüştür!
Bizler ise Çanakkale Savaşı’nda 254 bin, Sarıkamış’ta 90 bin, Balkan Savaşlarında 632 bin, Birinci Dünya Savaşı boyunca yaklaşık 3 milyon 271 bin şehidimiz olmasına rağmen, bunu hiçbir zaman kamuoyuna mal edemedik, dünyaya duyuramadık. İşte Amerikan sinema endüstrisinin gücü burada ortaya çıkıyor.
Bizler, Fahrettin Paşa’nın MEDİNE savunmasını, Halil Paşa’nın Kutt’ül Ammare Zaferi’ni dahi film yapamamışız. Lütfen Medine savunmasının hangi şartlarda icra edildiğini okuyup öğrenelim. Bizim entel dantel takımı yönetmen ve sanatçılarımız abuk sabuk anlamsız filmler yapacaklarına, oturup Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de, Medine’de, Kanal’da, Basra’da, Galiçya’da ve Sarıkamış’ta neler yaşadığını tüm çıplaklığıyla anlatacak tarihsel olaylar üzerine kurgulanmış filmler çekseler daha iyi olmaz mı?
Osmanlı’nın bu süreçte yaşadığı olayların bırakın zekâtını, fitresi bile Amerika’nın elinde olsaydı onlar iki bin tane film çekerlerdi.
Rumeli Hisarı’nın kulesinden aşağıya atlayan Cüneyt Arkın ile dalga geçenler, Rambo’nun Afganistan’da tek başına koca Rus ordusunu telef etmesine nedense hiçbir şey demiyor.
Türk filmlerdeki en ufak bir hatayı yakalayıp ifşa etmek için birbiriyle yarışanlar, Amerikan filmlerindeki saçmalıklar hakkında tek bir laf etmiyor.
Yerin altında 80 kilometre hızla hareket eden koca koca yılanlar, Amerika’yı istila eden devasa örümcekler, dünyaya yaklaşan göktaşlarını ve asteroitleri yok edip dünyayı kurtaran NASA astronotlarının kahramanlıklarını görüp, Amerikalıları gözünde büyüttükçe büyüten bir nesille karşı karşıyayız.
Amerikalılar, Avrupalılar yapınca “doğru”, Türkler yapınca “yanlış” psikozundan kurtulmamız gerekiyor.
Gelelim esas konumuza. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” aldatmacası yüzünden Türkiye bir asır boyunca etrafındaki hiçbir ülke ile ilişki kurmadı, daha doğrusu kuramadı. İlkokuldan itibaren hepimize “Türkiye’nin dört bir tarafı düşmanlarla çevrili, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” öğretisi aşılandı.
Etrafımızdaki devletlerle hiçbir dostane ilişkimiz olmamasına rağmen, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesinin doğruluğundan bahsedip durduk. Bu nasıl bir mantıktır?
Erdoğan; “hızlı tren, metro, yeni havalimanı, köprü, baraj, uydu, füze, İHA, SİHA, uçak, helikopter yapalım” derken, Türkiye’nin çapsız siyasetçileri ülkenin 1940’lı, 50’li, 60’lı, 70’li, 80’li yıllardaki fakirliğini, acizliğini ve çaresizliğini Türk gençliğine pazarlamaya çalışıp durdu.
Erdoğan “İsrail terör devletidir” derken, bazı ahmaklar Türkiye’nin ilkeli olmasından, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” prensibini uygulayıp İsrail ve ABD’ye hizmet etmesinden bahsedip durdu.
Ortadoğu’nun toplumsal, siyasi, ekonomik ve sosyal anlamda ciddi bir sıfırlanmaya ihtiyacı var. Sorunun çözümüyle uğraşanlar mikro sorunlarla uğraşmaktan, sorunları yaratan makro etkenleri görememekte.
Ortadoğu’yu 1918 öncesine bir çevirebilsek, hafızaları bir sıfırlayabilsek, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” aldatmacasının bizi dünyadan izole etmek için uydurulan bir düzen olduğunu bir anlatabilsek her şey düzelecek.
11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısından hemen sonra Irak ve Afganistan’a yönelik koalisyon saldırıları ve Amerikan işgalleri bugün bu toprakların tamamını bir “Cehenneme” çevirmiş durumda. 7 Ekim 2001’de Afganistan’da El-Kaide’ye yönelik olarak başlatılan saldırılarda resmi olmayan rakamlara göre 130 bin kişi hayatını kaybetti. 20 Mart 2003 tarihinde Irak’a giren ABD ve koalisyon güçlerinin saldırılarında ise tahmini olarak 3 milyon kişi öldü. Her iki savaşın, sorunları ne derece çözdüğü şu an ortada. Amerikan işgaline tepki olarak 2004 yılında Irak İslam Devleti (IİD), sonrasında ise Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak ortaya çıkan ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme gayesiyle CIA, MOSSAD, MI6 ve BND’nin mutfağında hazırlanan terörist yapılanmanın, gerek bu coğrafyayı gerekse dünyayı ne şekilde dehşete düşürdüğünü canlı yayınlarda bugün herkes izlemekte.
Suriye’de 7 yıl içerisinde Esed güçlerinin saldırılarından dolayı resmi olmayan rakamlara göre neredeyse bir milyon insan ölmüş durumda. Yaralıları ise sayan bile yok. Harabeye dönüşen Hama, Humus, Halep, Rakka gibi şehirlerin görüntüleri ise 1945’de hava bombardımanına maruz kalan Almanya’nın Berlin şehrinden hiç farklı değil.
Hürriyet Gazetesi’nden Ertuğrul Özkök bundan iki üç yıl önce ilginç bir yazı kaleme almış ve Batının en güvendiği liderin Esed olduğunu iddia etmişti. Bu iddia ile Amerikan Times Dergisi’nin 1938 yılında Hitler’i yılın adamı seçmesi ne kadar benzer değil mi?
El-Kaide, İŞİD ve diğer terör örgütleri bahane edilerek bu coğrafyanın kadim şehirleri, tarihi ve kültürel mirası yerle bir ediliyor. Irak’ın en büyük şehirlerinden Ramadi, Felluce, Hiyt, Hadise, Anah, Rava, Kaim, Latifiyye, Tikrit, Beyci, Telafer, Musul, Rutba, Terbil, Velid, Celevla, Mikdadiye, Anbar harabeye dönüşmüş durumda.
Şehrazad’ın Binbir Gece Masalları’na konu ettiği o efsane şehir Bağdat’tan ise eser bile kalmamış.
Suriye’de ise Dera, Ebu Kemal, El Meyadin, Deyr-ez-Zor, Rakka, El Bab, Mümbiç, Cerablus, Telabyad, Haseke ise neredeyse haritadan silindi.
Kendilerini akıllı sayıp, Türkleri ahmak yerine koyan Batılıların oyununa bu defa gelmeyeceğiz.
Hep söylüyorum yine tekrar edeceğim. Artık “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemi bitmiştir.
Türkiye’nin sınırları artık Kilis, Urfa, Hakkari ve Şırnak’ta bitmemektedir.
Sınırlarımız dışında ileri karakollar oluşturup Ortadoğu coğrafyasında İsrail’e komşu olmanın zamanı gelmiştir.
Biz bunu yapmazsak Kudüs’e ilave olarak Mekke ve Medine’de de İsrail ve ABD bayrağının yan yana dalgalandığını görmek için daha fazla uyumamıza gerek kalmayacak.
Dün itibarıyla ABD Dışişleri Bakanlığı görevine atanan eski CIA Direktörü Mike Pompeo, 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olduğunun anlaşılmasından sonra tweet atarak Türk halkını ve hükümetini öven İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e şu cevabı vermişti:
“İran da Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümeti kadar demokratik… Her ikisi de İslamcı totaliter bir diktatörlük.”
Tek başına Afrin operasyonu bile Türkiye’nin kendi ulusal güvenliği açısından sınır düzeltmeleri yapmasının ne kadar elzem olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye olarak sadece Suriye sınırında değil, Irak sınırında da dağlardan ovalara inmek artık bir zorunluluktur.
15 Temmuz 2015 FETÖ askeri darbesi başarılı olsaydı öncelikle DAEŞ (İŞİD) militanları, ardından ise onunla savaşmak bahanesiyle PYD/PKK Urfa, Gaziantep, Kilis, Hatay ve İskenderun üzerinden Türkiye’ye dalacak, ardından bu şehirlerimizi harabeye dönüştürecek NATO operasyonları başlayacak, neticede Ortadoğu, Kafkasya, İran ve Rus petrollerini dünya pazarlarına aktaran İskenderun ve Yumurtalık Kürtlerin kontrolüne girecek, Batılıların 100 yıldır hayalini kurduğu Kürt devleti realiteye dönüşmüş olacaktı.
Doğu ve Güneydoğu’da Kürt Devleti kurulurken, İstanbul ayrı bir devlet haline dönüştürülecek ve uluslararası bir devletler konsorsiyumu tarafından yönetilecekti. Üç kuruşluk Ermenistan devleti ise Fransızların ve diğer bazı Batılı devletlerin desteği ile Erzurum’dan aşağı inecekti.
155 kilometrelik Afrin sınırına karşılık, terör örgütü PYD/PKK’nın ve onun destekçisi konumundaki ABD’nin 240 kilometre tünel inşa ettirmesi başka ne ile izah edilebilir ki?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın; “Nerede kullanacak bu silahları Amerika? DEAŞ diye bir şey mi kaldı ortada? Suriye’ye karşı mı kullanacak? Irak’a karşı mı kullanacak? Kime karşı kullanılacak? Niye geliyorlar buraya? Kimi korumaya geliyorlar? Suriye’de 20 tane üs kuruldu. Peki bu üsler burada niye var? Akla iki şey gelir. Ya Türkiye ya İran. Herhalde Rusya’ya karşı kullanacak değiller.” şeklinde sarf ettiği bu cümleler yeterince açık değil mi?
Hedef Türkiye’nin işgaliydi.
Allah’a şükür oyun bozuldu. Ve dünyanın zorbası ABD’nin karizmasını çizmek biz Türklere nasip oldu.
Ortadoğu’da bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Dünya liderliğini kaybetmeye başlayan Amerika Birleşik Devletleri ve hızla pasifleşen Avrupa’ya karşılık, yeni eksenin kurucu aktörleri olarak etkinliğini olanca hızıyla arttıran RUSYA, TÜRKİYE ve ÇİN’i lütfen sıkıca takip edin.
Türkler yeniden tarih yazıyor ve yeni bir dünya düzeni kuruluyor.
Bu arada Türkiye’nin Afrın’dan El-Bab’dan, İdlib’den çekileceğini düşünenler ise sadece hayal görüyor.
Ülkemize ve yöneticilerimize sahip çıkmak için başka bir sebep aramaya gerek var mı?
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM