(Article 111-18.11.2016)
Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri Başkanı seçilmesiyle beraber Türk ekonomi çevrelerinde ciddi bir endişe hakim oldu ve döviz kurları kimilerine göre “anlaşılmaz!” şekilde yükselmeye başladı. 2,98 seviyesinde olan dolar kuru çok kısa süre içerisinde 3,38 seviyelerine kadar yükseldi ki, bu yükselişin daha ne kadar devam edeceği konusunda işin doğrusu hiç kimsenin fikri yok.
Şimdilerde bazı ekonomi başdanışmanları, kimi bürokratlar ve yetkili yetkisiz hemen herkes medya maymunluğu yapıp orada burada yerli yersiz açıklama yapmakla meşgul. Kapalıçarşı’da altın ve döviz fiyatlarıyla ilgili temel bir kural vardır. Bu temel kural, iş hayatının daha ilk gününde hemen her çırağa öğretilir. Nedir bu kural? “Piyasalarda düşmez kalkmaz bir Allah”.
Mealini yazmaya gerek yok ama bu cahiller tayfası anlasın diye yazmak gerekiyor; piyasalarda mal ve hizmet fiyatları her fiyata düşebilir, her fiyata yükselebilir. Fiyatlar hakkında size görüş soran müşterilere vereceğiniz her cevap, müşterinin sizin lafınız doğrultusunda hareket etmesi ve zarar etmesi durumunda karnenize “eksi not” olarak işlenir ve velinimetini yanıltan esnaf olarak sürekli müşteri ve itibar kaybetmeye başlarsınız.
İşte bu nedenle 1970’li yıllardan beri Kapalıçarşı’da faaliyet gösteren bir ailenin ferdi olarak fiyatlar hakkında asla “yükselecek” veya “düşecek” diye kesin ifadeler kullanmam.
Şimdi gelelim asıl meseleye; döviz fiyatları Türkiye’de niçin yükseliyor?
Meselenin Trump ya da döviz spekülatörleri olduğunu zannedenler büyük bir hata içerisinde. Türkiye’nin ve Türk ekonomisinin temel sorunu; maalesef orta gelir tuzağına yakalanmış olmamız.
Ekonominin, kişi başına belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra orada sıkışıp kalmasına, belirli bir aşamadan öteye gidememesine ya da belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra durgunluk içine girmesine “orta gelir tuzağı” denilir.
Dünya Bankası’nın 2012 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nda ekonomiler şu şekilde sınıflandırılmaktadır;
EKONOMİLER | KİŞİ BAŞINA YILLIK ORTALAMA GELİR |
Düşük Gelirli Ekonomiler | 1.005 doların altı |
Orta Gelirli Ekonomiler | 1.006 – 12.275 dolar arası |
Alt Orta Gelirli Ekonomiler | 1,006 – 3.975 dolar arası |
Üst Orta Gelirli Ekonomiler | 3.976 – 12.275 dolar arası |
Yüksek Gelirli Ekonomiler | 12.276 dolar ve üzeri |
Bu duruma göre; Türkiye, Üst Orta Gelirli Ekonomiler kategorisinde yer almaktadır. Bu grupta Türkiye ile birlikte bulunan ekonomiler grubunda: Çin, Malezya, Arnavutluk, Azerbaycan, Romanya, Rusya, Brezilya, Arjantin, Meksika, Cezayir, Tunus, Güney Afrika gibi ülkeler yer almaktadır.
Orta gelir tuzağına düşen, bir başka ifadeyle bulunduğu grupta sıkışıp kalan ve üst gruba çıkamayan ekonomilerde görülen temel hastalıklar şunlardır:
(1) Tasarruflar ve dolayısıyla yatırımların düşük düzeyde kalması,
(2) İmalat sanayisindeki gelişmenin yavaşlaması,
(3) Sanayide çeşitlenmenin durması,
(4) Emek piyasasındaki zayıflıklar.
Orta gelir tuzağına düşmemek için ne yapmak gerekir?
Bunun için yukarıda orta gelir tuzağına düşen ekonomilerde görülen sorunların tersine çevrilmesi gerekmektedir. Bunun için;
(1) Tasarruf oranını artırmak ve bu yolla yatırımlara iç finansman desteği sağlamak orta gelir tuzağına düşmemenin ya da bu tuzaktan kurtulmanın en önemli gereklerinden birisidir. Oysa Türkiye’de tasarruflar ile yatırımlar arasındaki fark giderek açılmaktadır.
(2) İmalat sanayinin gelişimini hızlandırmak gerekmektedir.
(3) Sanayi üretiminde çeşitlilik yaratmak açısından Türkiye’nin durumu nisbeten iyidir. İmalat sanayisinin gelişimini hızlandırmak, katma değeri artırmak için girişilen yeni teşvik modeli iyi niyetli bir girişim olmakla birlikte çok daha fazlasına ihtiyaç bulunmaktadır. Sanayide çeşitlenmeyi gerçekleştirebilmek için her şeyden önce üzerinde çok konuşulan ama bir türlü gerçekleştirilemeyen sanayi envanteri çalışmasının tamamlanması gerekmektedir.
(4) Emek piyasasında ise gerekli esnekliği sağlamadan önce kayıt dışılık başta olmak üzere altyapı sorunlarının öncelikle çözülmesi gerekmektedir.
Şimdi bu bilindik çözümlere bir önemli ilave yapılması gerektiği kanaatindeyim. Türkiye’nin ne yapıp edip markalaşma, ileri teknoloji ve yazılıma dayalı üretim ve ihracat yapısına ağırlık vermesi gerekiyor.
Türkiye’de onbinlerce ihracatçı şirket bulunuyor ve ülkemizin ihracatı maalesef 160 milyar dolar düzeyini bir türlü aşamıyor. Bu durum; klasik ve gelenekselci ihracat yapısından kaynaklanıyor. Otobanın sağ şeridinde 70 kilometre hızla giden bir araba modunda hareket ediyoruz. Halbuki şerit ve kulvar değiştirmek elzem hale gelmiştir.
Hepimizin kulağına aşina olan bazı şirketleri bunların bir yıllık cirolarını birkaç örnekle bilgilerinize sunmak istiyorum;
Walmart (ABD) 482 Milyar Dolar
Volkswagen (Alman) 237 Milyar Dolar
Apple (ABD) 234 Milyar Dolar
BP (İngiliz) 233 Milyar Dolar
Samsung (Güney Kore) 177 Milyar Dolar
General Motor (ABD) 152 Milyar Dolar
Sadece Apple ve Samsung gibi iki tane örnek bile Türkiye’nin sanayileşme ve ihracat politikasını yeni baştan gözden geçirmesi ve planlaması için yeterlidir. 65 bine yaklaşan ihracatçı şirket ile yapabildiğimiz ihracatın tamamı 160 milyar dolar düzeyinde iken, Amerikan Apple firması tek başına 234 milyar dolarlık satış hasılatı ile Türkiye’nin neredeyse 2 katı performans sergilemektedir.
Hayatta iki tane limon alıp satmamış insanlar danışman ve başdanışman sıfatıyla ekonomiyi idare etmeye kalkınca işte ancak bu kadar olabiliyor. Türkiye’nin inovatif projeler üretebilecek, kıvrak zekalı ve ulusal ve uluslararası ticareti çok iyi bilen genç ve taze beyinlere ihtiyacı var.
Olmazsa ne olmayacağını söyleyeyim; Sayın Cumhurbaşkanı’nın 500 milyar dolarlık ihracat hedefi hayalden öteye gidemez.
Peki dolar kuru ne olur diye sorarsanız, onun da cevabını vereyim; Düşmez kalkmaz bir Allah. Bu aşamadan sonra ne olacağını Allah bilir.