(Article 049-17.12.2014)
Bismarck’ı kaç kişi tanır, kaç kişi bilir? Birmarck bir ulusu ulus yapan, Almanya’nın dağınık prensliklerini bir araya getirip Alman İmparatorluğu’nu kuran ve günümüzün Avrupa Birliği’ni tasavvur eden kişidir. Hayâlleriyle bir İmparatorluk kurmuş, zekâsından başka hiçbirşeye güvenmemiştir. II. Abdülhamid hakkında söyledikleri çok önemlidir; “Dünyanın aklının yüzde doksansekizi II. Abdulhamid’de yüzde biri bende geri kalan yüzde biri ise diğer insanlardadır.”
Oldukça materyalist bir kişiliğe sahip olan Bismarck bir o kadar da temkinlidir. Attığı her adımı yüz adım öncesinden hesaplar. Kibirli olmayı hiç sevmez. Bu özelliğini de şu sözüyle çok güzel ifade eder; “En zayıf olduğunuz an bütün herkes tarafından desteklenir gibi göründüğünüz andır. Aslında hiç kimse desteklememektedir sizi; size verilen ‘evet’ sadece bir bekleyişi dile getirmektedir ve o evet’in ardında daima fırtınalı bir gün yatar.”
1800’lü yılların başında Fransa ve İngiltere Avrupa’nın en büyük siyasi, ekonomik ve askeri gücüdür. Dağınık Alman prensliklerinin ise esamesi bile okunmamaktadır. 1815 yılında doğan Otto Von Bismarck, 22 Eylül 1862’de Başbakan olarak atandığı gün yaptığı ilk konuşmada “Yeni Almanya’yı kan ve kılıçla kuracağı” söyler.
19’ncu asır iktisat tarihinin en önemli olaylarından biri sanayi ve ticaret konusunda Almanya’nın önemli bir dünya ülkesi olarak tarih sahnesine çıkmasıdır. 1815 Viyana Konferansıneticesinde oluşan Almanya Birliği çok parçalı bir yapı sergiliyordu. 1871 senesinde oluşan Alman İmparatorluğuise Avrupa devletler ailesi içerisinde kendine önemli bir yer edinen, iktisadi ve siyasi açıdan oldukça kuvvetli bir devlet görünümündeydi. Almanya’nın bu başarısı Prusya’nın eseridir. Prusya, “Zollverein” ismiyle bilinen Gümrük Birliği (1834) sayesinde Almanya’nın ekonomik birliğini sağladıktan ve yapılan savaşlar sonrasında Danimarka, Avusturya ve Fransa’yı da yendikten sonra siyasi birliğini elde edebilmiştir (1871). Bu suretle vücûda gelen Alman İmparatorluğu dünyanın hatırı sayılır devletleri arasına girdiği gibi, sömürge sahibi devletler arasına da katılmıştır.
Gümrük Birliği (Zollverein) ve Prusya’da 1815 Sonrası Ekonomik Reform Süreci
1815’de imzalanan Viyana Konferansı eski Almanya Mukaddes Roma İmparatorluğu’nun çok sayıdaki bölümünü eskisi kadar olmamakla beraber 38 bağımsız eyaletten oluşan bir birlik haline dönüştürmüştü. Bu 38 eyaletten her birinin kendine ait gümrük sınırları vardı. Bu nedenle sözkonusu ülkeler arasında ticaret yapabilmek oldukça zor, yorucu ve daha da önemlisi pahalıydı. Bu durumdan en fazla zarar gören yapı ise birçok vilayete ayrılmış olan Prusya idi. Vilayetlerin her birinin kendine has gümrük tarifelerinin olması, bu tarifelerde herhangi bir standart ve birlikteliğin olmaması büyük sorun yaratıyordu. 1815 yılında Prusya genelinde uygulanan farklı tarife sayısı 67’ye ulaşmıştı. Bundan başka doğudan batıya doğru uzanan Prusya arazisi iki ayrı kısma ayrılmış ve her kısma birçok küçük vilayetin arazisi girmişti. Sınırları yaklaşık 8,000 kilometreden fazla olan Prusya’da bağımsız eyalet sınırlarının birbirine karışması ticaretin gelişmesini ve yayılmasını engellemekteydi. Bir yerden bir yere mal götürmek isteyen kişi ayak bastığı her eyalette ‘deli dumrul’ misali defalarca vergi ödemek zorunda kalıyordu.
Prusya bürokratları bu konuda önemli bir reform yapılması gerektiğinin farkındaydı. Öncelikle Prusya’nın kendisine ait gümrük konularını tamamen elden geçirdiler ve neticede 1819 senesinde Prusya dahilindeki gümrük sınırlarını tamamen kaldırılıp, ülkeyi sadece dış devletlerle ayıran sınır çizgilerini tek ve geçerli “gümrük sınırı” olarak belirlediler. Bu suretle Prusya’da sadece bir tek gümrük tarifesi geçerli olmaya başlıyordu. Kaçakçılığa meydan vermemek için gümrük vergileri sabit oran üzerinden belirlendi. Sömürgelerden gelen tahıl ürünlerinden %20 ve kara yoluyla gelen her türlü eşyadan %10 gümrük vergisi alınacaktı. Bu uygulamasıyla Prusya o tarihte bütün Avrupa devletleri tarafından uygulanmakta olan korumacılık yöntemini de kaldırmış oluyordu. Prusyalı işadamları ve sanatkârlar uygulanan serbesti politikasından kısmen memnûn olmakla birlikte, diğer ülkelere ve özellikle de İngiliz rekabetine karşı çok fazla dayanamayacaklarını tahmin etmekteydiler.
Prusya’nın 1819 tarihli Gümrük Tarifesi, Prusya’ya komşu Alman eyaletlerinin canını sıkmaya başladı. Bu eyaletler, güçlü bir dayanışma sergileyen Prusya’nın kendilerini ekonomik açıdan hakimiyeti altına alacağından endişe duyuyorlardı. Fakat bu yeni yöntemin olumlu sonuçlarını görünce Prusya’nın teklifini ve gümrük gelirlerinin nüfusa göre paylaşılması esasını kabul ettiler. İlk anlaşma 1819’da Schwarzburg-Sondarshausen ile imzalandı. Bu anlaşma, Prusya arazisi dahilinde toprakları bulunan diğer eyaletler içinde örnek teşkil etti ve diğer eyaletlerle de birbiri peşisıra anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar gereğince sınırları Prusya’ya komşu olan eyaletler Prusya’nın gümrük tarifesini ve gümrük memurlarını kabul ediyor, gümrük gelirlerinden kendilerine düşen miktarı almaya onay veriyorlardı. Bu hareket Zollverein yani Gümrük Birliği açısından yaşanan önemli bir başarıydı.
Fikir babalığını Prusya’nın yaptığı ve sonradan Prusya’ya komşu diğer eyaletlerin katılımıyla oluşturulan Gümrük Birliği’ni Almanya’daki diğer eyaletlere kabul ettirebilmek, uzun süren görüşmeler, ciddi sıkıntılar ve fikir ayrılıkları yaşandıktan sonra gerçekleşebildi. Zira Almanya’daki bağımsız krallar, hükümranlık haklarının zarar görmesinden endişe ediyorlardı. Krallar öncelikle kendi aralarında birlikler oluşturup Bavyera, Wurtemburg ve Hannover, Hesse-Kassel ve Thuringen hükümetleriyle görüşmeler yapmaya başladılar. Diğer taraftan Avusturya kendi ülkesinde korumacılık usulü uygulamayı tercih ederken, Alman hükümetleriyle herhangi bir Gümrük Birliği oluşturmaktan uzak kalmıştı. Avusturya ayrıca Prusya’nın Gümrük Birliği konusundaki teklif ve önerilerini kabul etmemeleri hususunda Alman eyaletlerini gizliden gizliye kışkırtıyordu. Prusya ise uygun bir zaman kolluyordu. Nihâyet 1828 senesinde Hesse-Darmstadt hükümetiyle bir anlaşma imzalanarak işe başlandı. Bu anlaşma gereğince Prusya’nın gümrük tarifesi Hesse-Darmstadt hükümeti tarafından aynen kabul edildi. Anlaşma imzalayan taraflardan her birinin gümrük sınırı kendi gümrük memurları tarafından denetlenecek, bu gümrük tarifesinin uygulanması için her iki tarafta azami hassasiyeti sergileyecekti. Gümrük gelirleri ise tarafların sahip oldukları nüfus miktarı gözönüne alınmak suretiyle paylaşılacaktı. Bu anlaşmanın süresi altı sene olmasına rağmen süresi sona erdiğinde tekrardan uzatılabilecekti.
Diğer Almanya hükümetlerinin de bu birliğe katılmaları çok uzun sürmedi. Neredeyse tamamı peyderpey Gümrük Birliği içinde yer aldılar. Birliğe katılan Alman eyaletlerinin toplam nüfusu 25 milyona ulaştı. Yalnızca Hannover, Brunswick ve Oldenburg ile iki Meklenburg eyaleti ve üç Hanséatique şehri (Hamburg, Bremen, Lubeck) Gümrük Birliği içinde yer almadı.
Prusya’nın öncülüğünde oluşturulan Zollverein’in yani Gümrük Birliği’nin idari yapısı ise oldukça basitti. Birliğe dahil olan devletlerin temsilcilerinden oluşan bir meclis her sene toplanarak mali ve iktisadi konuları tartışıp değerlendirmekteydi. Gümrük tarifelerinde değişiklik yapmak için oybirliği ile karar almak gerekiyordu.
Zollverein, ekonomik birlikteliğin yanısıra Almanya’nın çeşitli bölgeleri arasındaki ilişkilerin gelişmesine de öncülük etti. Alman eyaletleri arasında yaşanan çeşitli önyargılar, güvensizlik ve ilgisizlik eğilimleri ortadan kalkmaya başladı. Aynı dili konuşan, aynı dine mensup insanlar birbirlerini daha iyi tanımaya, birbirleriyle olan ekonomik ve toplumsal ilişkilerini geliştirmeye başladılar. Gümrük Birliği’nin kurulmasından sonra elde edilen ekonomik gelirler de oldukça büyük bir artış gösterdi. İthalat ve ihracat on sene zarfında iki misline ulaştı. Gümrük gelirleri 12 milyondan 21 milyon talere (Thaler) çıktı. Anlaşmanın sona erdiği 1841 yılında ise Gümrük Birliği anlaşması herhangi bir sorun yaşanmaksızın 12 yıllığına tekrardan yenilendi. Bununla beraber Gümrük Birliği 1850 yılında ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Birlik içerisinde yer almayan, Prusyalılarla Almanların ekonomik birliğinden endişe duyan Avusturya, Gümrük Birliği anlaşmasının yenilenmemesi için oldukça çaba sarfetti.
Almanya’nın güney hükümetleri Avusturya’ya yöneldi ve Prusya’dan ayrılmaları durumunda kaybedecekleri gelirlerin karşılanması kaydıyla Avusturya ile bir Gümrük Birliği anlaşması imzalamaya hazır olduklarını bildirdiler. Fakat Fransuva Joseph hükümeti 50 milyon frangı feda edemedi. Bunun üzerine Güney Almanya hükümetleri Avusturya ile anlaşmaktan vazgeçip 8 Nisan 1853 tarihinde Prusya Gümrük Birliği anlaşmasını tekrardan 12 yıllığına uzattılar. Bu arada sözkonusu birliğin nüfusu 35 milyona ulaşmıştı.
Bu suretle Prusya tüm zorlukları bertaraf ederek Alman eyaletlerini kendi etrafında toplamayı başardı ve 34 sene içinde ekonomik hedeflerine ulaşmış oldu. Siyasi hedeflere ulaşmak için ise biraz daha zamana ihtiyacı vardı.
1861 Öncesi Prusya ve Bismarck
Alman İmparatorluğu’nun kurulması Prusya Kralı I. Wilhelm ve Prens Otto Von Bismarck’ın büyük gayretleri neticesinde olmuştur. Bu imparatorluğun kurulması Avusturya ile Prusya arasında 18. asırda başlayan ve 19. asır boyunca devam eden mücadeleye de son vermiştir.
Prusya, kurulacak devletin yalnız Avusturya’ya değil belki bütün Avrupa’ya karşı koyabileceği ve Viyana’da hâkim olan Habsburgların Almanya üzerindeki etkisinin sona erdirilmesi gerektiği hususunu tartışmaya açmıştı. Bununla beraber 1815 senesinden sonra Avusturya hükümeti kendisini Avrupa’nın en güçlü devleti olarak göstermeye başladı ve Bavyera, Wurtemburg ve Saksonya krallarına yaptığı uygulamaların aynısını Prusya Kralına karşı sergilemekten de geri durmadı. Avusturya’nın kendisine önemli itibar kazandıran eski siyasi birliğin yapısını aynen sürdürmek istemesi ve düşünce hürriyetini engellemeye yönelik davranışları yüzünden, 1815’den beri bir siyasi birlik oluşturma düşüncesinde olan Alman milletleri kendisinden uzaklaşmaya başladı.
1861’de I. Wilhelm ile beraber iktidara gelen bazı önemli kişiler yani Moltke ve Bismarck’ın ilk işi, Almanları birleştirme duygularını sadece kendi krallarının yararına yönlendirmek oldu. Moltke ve Bismarck önceleri Kuzey Almanya’nın Prusya ile birleşmesini, Güney Almanya’nın ise Avusturya etkisi altında kalmasını düşünmüşlerdi. Ancak daha sonra bu birliğin doğru bir girişim olduğuna yönelik ilk sonuçlar alınmaya başlanınca, Avusturya’nın Almanya’dan büsbütün çıkarılması ve bütün Almanya’nın Prusya altında birleştirilmesini savunmaya başladılar.
Ekonomik birliği sağlayan Zollverein’in kuruluşunda olduğu gibi, Alman siyasi birlikteliğini sağlamanın da Prusya açısından bazı zorlukları vardı. Prusya, bir taraftan kendi aralarında çekişme yaşayan ve birinin diğerine üstün olmasını çekemeyen Alman kralları ile uğraşırken, diğer taraftan da Almanya üzerinde asırlardan beri sahip olduğu güç ve hakkı elinden kaçırmak istemeyen Avusturya ile uğraşıyordu. Bundan başka bu birliğe karşı Avrupa devletlerinin nasıl bir tavır alacakları da Prusya açısından dikkate alınması gereken bir başka konuydu. Prusya 1863’de ihtilâl yapan Lehlerin yanında yer almayıp Rusya’ya yardım etmiş olduğundan, Alman Birliği konusuna Rusya’nın pek ses çıkartmayacağını ve tarafsız kalacağını düşünüyordu. Ancak aynı tarafsızlığı İngiltere ve Fransa’dan beklemiyordu. Siyasi birliğin oluşturulması için Prusya’nın kuvvetli ve güçlü bir orduya sahip olması gerekiyordu. Diplomasi yoluyla başarılı olunmaması durumunda savaşılacak ve bu şekilde siyasi birliktelik sağlanacaktı. Zaten 1856 senesinden itibaren de Bismarck meselenin ancak silahla çözülebileceğine kanaat getirmişti. Gerçekte de Alman Birliği ancak üç savaş yaşandıktan sonra sağlanabildi.
Danimarka, Avusturya ve Fransa ile Yapılan Savaşlar
Prusya önce Danimarka ile savaştı. Danimarka’ya yeni kral seçilen IX. Christian, Schleswig, Holstein ve Lauenburg dükalıklarına Danimarka anayasasını zorla kabul ettirmek istiyordu. Holstein ve Lauenburg dükalıkları Danimarka’ya bağlı olduğu gibi Alman Birliği’ne de dahil olduğundan Danimarka kralının bu hareketi Birlik tarafından protesto edildi. Prens Bismarck bu konuda Birliğe destek verdi. Prusya’nın manevi desteğinden endişe duyan Avusturya onun bu konuda yalnız kalmasını istemediğinden en azından denetim altında tutabilmek için birlikte hareket etmeye karar verdi ve Danimarka’ya karşı savaş açtılar. Bu savaşta Danimarka yenildi ve Schleswig, Holstein ve Lauenburg dükalıklarını Prusya ile Avusturya’ya terk etti (1864).
Prusya ile Avusturya arasında sonradan savaşa sebep olan anlaşmazlık ise, Danimarka’dan alınan Schleswig, Holstein ve Lauenburg dükalıkları yüzünden patlak verdi. Gastein Anlaşması (1865) bu dükalıkları Prusya ile Avusturya arasında pay etmişti. Fakat Bismarck bunların tümünü Prusya’ya mal etmek istiyordu. Avusturya’yı yalnızlaştırmakla işe başladı. Önemli vaatlerde bulunarak III. Napolyon’un tarafsızlığını elde etti ve İtalya ile ittifak anlaşması imzaladı (1866). Kendini bu şekilde güvenceye aldıktan sonra yalnız Avusturya’ya değil kaba ve inatçı hareketlerinden usanmış olduğu bütün Almanya’ya karşı savaş ilan etti. İtalya yenilmiş olmasına rağmen Avusturya’nın askeri gücünün bir kısmını ele geçirmişti. Batı’daki Almanlar Prusya ordusuna karşı koyamadı. 3 Temmuz 1866 tarihinde yaşanan Sadwa Savaşı’nda Avusturya orduları yenildi.
Bu savaş Prusya için çok önemli sonuçlar doğurdu. Şöyleki;
- Prusya, Bavyera’nın bazı arazisini, Hesse-Darmstadt’ın bir kısmını, Hannoverkrallığını, Hesse-Kassel ve Nassau Büyük Dükalığı’nı, Main üzerindeki Frankfurt şehrini ve bir müddet sonra da Oldenburg dükalığını topraklarına katarak arazisini genişletti. Bu suretle Prusya’nın nüfûsu 4 milyon 300 bin kişi artarak 24 milyona ulaştı. Savaşın toprak yönünden kazancı bu şekilde gerçekleşti.
- Avusturya, AlmanyaBirliği’nin bozulmasına ve kendisinin yer almayacağı yeni bir idari yapının Almanya’da oluşmasına izin verdi. Güney Almanya hükümetleri ayrı bir birlik, kuzey hükümetleri ise Prusya’nın idâresi altında olacak şekilde yeni birlik oluşturacaklardı. Bu eyalet ve dükalıkların tümü kendi anayasalarını ve ülke içindeki idari yapılarını korumaktaydı. Fakat bunların en üstünde devlet başkanı ve başkumandanı Prusya kralı olmak üzere bir Birlik hükümeti bulunuyordu. Prusya Krallığı’nda her eyalet ve dükalığın kendisi tarafından belirlenmiş bir başbakanı (Chancelier-Şansölye) bulunacaktı. Bu birliğin iki meclisi olacaktı. Bunlardan birincisi Birlik Meclisi “Federal Meclis” (Bundesrath) olup sözkonusu eyalet ve dükalıklar tarafından gönderilecek delegelerden oluşacaktı. İmparatorluk Meclisi “Assemlée d’Empire” (Reichstag) denilen diğer meclis ise oybirliği ile seçilmiş milletvekillerinden oluşacaktı. Birliğin bütçesi; gümrük ve posta gelirleriyle, bazı dolaylı vergilerden, bunların yetmemesi durumunda ise her hükümetten talep edilecek ilave miktarlardan oluşuyordu. Savaşın siyasi sonuçları ise bu merkezdeydi.
- Savaşın üçüncü sonucu ise ekonomik alanda yaşanmış olup, bu da Zollverein’in 4 Haziran 1867 tarihli sözleşme ile yeniden düzenlenmesi suretiyle kendisini gösterdi. Zollverein’in bu yeni şekline göre tüm ekonomik konular yukarıda izah edilen iki meclisin yetkisi kapsamındaydı. Yalnız ekonomik konuların görüşülmesi sırasında sözkonusu meclislere Güney Almanyaeyaletlerinin milletvekilleri de kabul ediliyordu. Bu suretle Almanya’nın ekonomik birliği de sağlanmış oluyordu.
Almanya’nın siyasi birliği ise Prusya ile Fransa arasında 1870-71 yılları arasında yaşanan savaşla mümkün olabildi. Sadwa Savaşı’ndan sonra Güney Almanya hükümetleri Prusya ile savunma ve saldırı amaçlı anlaşmalar imzalamışlardı. Prusya’nın bu hareketlerinden rahatsız olan Fransa, Prusya’ya karşı savaş ilan edince bütün Almanya Prusya ile birlikte Fransa’ya karşı hareket etti. Prusya kısa süre içinde büyük başarılar kazandı. Fransa savaşı kaybeden taraf oldu. Bunun üzerine Kuzey Almanya Birliği’ne girmemiş olan eyaletler 23-25 Kasım 1870 tarihli anlaşmalar ile bu Birliğe katıldılar. 18 Ocak 1871 tarihinde Bavyera kralı II. Louis, Versay Sarayı’nın aynalı salonunda Prusya kralı I. Wilhelm’a tüm Almanya adına İmparatorluk tacını sundu. Bu olay 1867 senesinde oluşturulan Birliğin sadece genişlemesi anlamına gelirken, Birliğin yapısında herhangi bir değişikliğe yol açmıyordu. Yalnızca iki kelime değişiyordu; “Birlik” ve “Devlet Başkanı” kelimelerinin yerini “İmparatorluk” ve “İmparator” kelimeleri alıyordu.
Almanya’nın Sanayileşmesi ve Sömürgeler
Alman Birliği’nin doğuşu sözkonusu ülkenin siyasi tarihinin yanısıra ekonomik tarihi açısından da önemli bir dönüm noktasıdır. Bu birlik Almanya’nın ekonomik kalkınmasına olanak sağlamıştır. Eski Alman Birliği zamanında ülke birçok kısma ayrılmış olduğu için önemli bir gelişme ve kalkınma sergileyemiyordu. Halbuki tek bir kişinin yönetiminde tek bir gümrük tarifesinin geçerli olduğu bu Birlik kurulunca, Almanya çok önemli işler yapabilecek ve başarabilecek bir güç ve kuvvet durumuna gelmişti. Bu durum 10 Mayıs 1871 tarihinde Fransa ile imzalanmış olan Frankfurt Anlaşması’nda bile kendini gösterdi. Sözkonusu anlaşma yalnız arazi ve tazminata yönelik sorunların çözümlenmesi ile yetinmeyip, iki ülke arasındaki gümrük tarifesinin “en fazla gözetilen ülke” esasına bağlanmasına da olanak sağlamıştır.
Alman Birliği’nin kurulmasından itibaren Prens Bismarck Alman sanayisinin ne şekilde gelişeceğini düşünmeye başlamış ve bunu gerçekleştirmek için Fransa’ya bir çeşit serbest mübadele esasını kabul ettirmiştir. Birliğin kurulmasından önce Alman devletleri, ülkelerinin yalnızca ziraatını geliştirmeye çaba sarf ediyorlardı. Fakat Fransa’dan alınan 5 milyarlık tazminât, önemli sanayi yatırımlarının başlatılmasına ön ayak oldu. Yolların yapımı ve iyileştirilmesi ülkenin sahip olduğu madenlerin yer altından çıkartılmasına, ticari malların taşınmasına, çeşitli sanayi dallarının kurulmasına ve ülke geneline yayılmasına yardımcı oldu. 1870 senesinden sonra sermayenin olağanüstü artışından dolayı Alman sanayisi adeta çılgınca bir gelişim sergiledi ve o vakte kadar diğer Avrupa devletlerinin egemen olduğu ülkelerin bir kısmını pazar payı açısından eline geçirmeye başladı.
Şartların müsait olması Alman sanayisinin hızlı gelişimine olanak tanıdı. Almanya’nın yer altı maden varlığının çok çeşitli ve rezerv açısından kuvvetli olması, işçi ücretlerinin uzunca süre çok düşük düzeylerde seyretmesi, siyasi konularda gösterilen güven ve kararlılığın sanayi konularında da gösterilmesi, yabancı ülkelerde ortaya çıkan yeni buluş ve icatlardan hızlıca yararlanmaları Almanya’nın 30 sene içinde sanayi bakımından dünyanın belli başlı devletleri arasında yer edinmesine olanak tanımıştır.
Almanya’nın kömür madeni ocaklarından 1840 senesinde 1,5 milyon ton kömür ihraç edilmiş olduğu halde Alman Birliği’nin kuruluşundan 25 sene sonra maden kömürü ihracatının miktarı 170 milyon tona ulaşmıştır. Bundan başka Almanya sahip olduğu demir, teneke, bakır ve kurşun madenlerini çok miktarda ihraç etmeye başlamış, Alman maden sanayisi de inanılmaz bir gelişim göstermiştir. Essen’de ki Krupp fabrikası Fransa’nın Creusot fabrikasıyla rekabete başlamıştı.
Prusya’nın Ren, Westfalia, Saxony ve Silezie eyaletlerinde yün, pamuk ve ipekli dokumayla uğraşan işçilerin sayısı bir milyona ulaşırken, şeker pancarı, kimyevi gübre, sair kimyevi madde üretiminde Almanya dünya birincisi durumuna yükselmiştir. Almanya bu hızlı gelişimden dolayı İngiltere’ye rakip olmuş ve dünyanın çeşitli ticaret merkezlerinde İngiltere’yi geride bırakacak derecede ekonomik bir güç haline dönüşmüştü. Hatta önceki yıllarda hemen her konuda İngiltere’nin müşterisi iken, bu aşamadan sonra Britanya adalarına bile bazı sanayi ürünlerini satmaya başlamıştı.
Almanya ülke genelinde önemli bir demiryolu ağı vücûda getirmeye başladı, nehir yataklarını ve limanları genişletmeye ve yenilemeye ağırlık verdi. Çok kısa sürede eski kanallara Kuzey Denizi ile Baltık Denizi arasındaki inşa edilen yeni kanalı da ilâve etti (1895).
Bismarck ilk başlarda Zollverein’in serbest mübadele usûlüne yönelik politikasını takip etmiş ise de çok geçmeden bu politikada değişikliğe gitti. Alman sanayisinin hızlı gelişimi kesintisiz bir şekilde yaşanmadı. 1863’de bütün Almanya genelinde sanayide bir durgunluk yaşanmış, bu durum bir yandan girişimcilerin gereğinden fazla risk yüklenerek tedbirsizce hareket etmelerinden, diğer taraftan Zollverein’in belirlemiş olduğu gümrük tarifesinin gerektiği şekilde yüksek olmamasından kaynaklanmıştı. Ziraatçılar Rus ve Amerikan buğdayının memlekete hücûmundan, sanatkârlar İngiltere’nin rekabetinden, vatandaşlar ise Almanya’nın yabancı ülkelerden her sene 4 milyar frank tutarında mal satın aldığı halde bundan alınan ithalat vergisinin neredeyse hiç seviyesinde olmasından şikâyet ediyorlardı. Diğer taraftan Fransa’da Thiers’in uygulamaya koyduğu koruyucu politikalar, Bismarck’ın bile dikkatini çekecek nitelikteydi. Bismarck önemli bir politika değişikliğine giderek 1878 senesinde serbest mübadele usûlünden tamamen vazgeçti ve demiryollarının devlet tarafından satın alınması, buğday ve demir üzerine korumacı nitelikte bir vergi ilavesi, tütün, kahve ve petrol üzerine vergiler konulmasına yönelik kanunlar yayımladı.
Bu usûle Bismarck’tan sonra da devam edildi ve korunan sanayi dalları 13 sene içinde büyük gelişme gösterdi. Almanya 1891 senesinden itibaren diğer devletlere şartlarını kabul ettirebilecek hale gelmişti. Hükümet serbest mübadele usûlüne geri dönmediyse de 1891 yılından 1894 yılına kadar yabancı devletlerle yeni tarifeler içeren bazı anlaşmalar imzaladı. Korumacılık usûlünün aşırıya varacak şekilde uygulanmasını temin etmek üzere 1893’de kurulan Ziraat Odası ve partisinin serbest ticaret aleyhindeki şiddetli itirazları fayda vermedi. Bu anlaşmalar uzun süreli imzalanmıştı. Bu durum bir taraftan Alman sanayisinin ihtiyaç duyduğu pazarların temini, diğer taraftan da gümrük tarifelerinin sık sık değişmesinden dolayı bazı sanayi dallarını krizlerden korumaya yönelikti. Bu tür anlaşmalar öncelikle Almanya’nın müttefiki olan Avusturya ve İtalya ile (1891), daha sonra İsviçre, Belçika, Sırbistan ve İspanya (1893) ile ve son olarak Rusya (1894) ile imzalandı.
Alman Sömürgeleri ve Göçler
Almanya kendi ürettiği sanayi ürünleri için yeni pazarlar bulmak ve hızla artan Alman nüfûsunun fazla olan kısmını göç ettirebilmek için başka ülkeler ve sömürgeler arayışına girdi. Almanya’nın bu yola başvurması birçok endişelerden kaynaklanmıştı. 1871 yılında bazı Alman tâcirleri Fransa hükümetinin Hindistan veya Koşinşin’de bulunan ticaret şubelerini Almanya’ya terk etmesi için Fransa’dan talepte bulunulmasını istemiş ancak Bismarck o zaman bunu uygun görmemişti. Çünkü o sıralar Bismarck’ın Almanya’nın kendi coğrafyası dışında genişlemesine yönelik bir arzusu yoktu. 1878 senesinde Almanya ancak Okyanusya’da Marshal Adalar Topluluğu’nda bir kömür deposuna sahip bulunuyordu. Burasını da İspanya’dan parayla satın almıştı.
Bismarck, sömürge edinmeyi bir hükümet politikası olarak kabul etmemekle beraber, Almanya’nın gelişmesi ve yayılmasına hizmet amacıyla kurulan yeni Alman şirketlerine yardımda bulundu ve 1881 yılından itibaren sömürgeciliğe karşı izlediği politikayı değiştirerek 1883’den sonra sömürgeler edinebilmek için harekete geçti ve Asya, Okyanusya ve Afrika’da birçok araziler elde etti.
Almanya, Asya’da Çin İmparatorluğu’ndan Chantoung Yarımadası’nın güneyinde pek çok maden kömürü ocağı bulunan Kiao-tcheou şehrini 99 sene müddetle kiraladı (1898). Okyanusya’da Yeni Gine’nin bir kısmını, Salamon, Samoa Adaları ile Bismarck ve Marshal Adalar Topluluğu’nu elde etti ve İspanya’dan Palaos, Carolines ve Mariannes Adaları’nı 12 Şubat 1899’da satın aldı. Almanya kısa zamanda Afrika kıtasına da el attı ve Afrika’da Gine Körfezi sahillerinde Tagoland ve Cameroun denilen yerlere (1884) ve Doğu Afrika’da büyük göllere kadar uzanan ülkeye (1885) ve Afrika’nın güneybatısına (1884-90) yerleşti.
Almanya sömürgelerinin yüzölçümü 2 milyon 600 bin km2 ve nüfusu 12 milyona ulaşmıştı. Fakat sözkonusu sömürgelerin tümü oldukça fakir ve gelişmemiş durumdaydı. Ancak Alman vatandaşları oldukça verimsiz olan bu yeni Alman sömürgelerine gitmeyip, genelde diğer ülkelere göç ediyorlardı. 1892 senesine kadar yoğun şekilde yaşanan göç hareketleri, Almanya’da sanayi ve ticarette yaşanan buhranların gittikçe azalması ve etkilerinin hafiflemesi üzerine yavaş yavaş etkisini kaybetti. Bununla beraber Birinci Dünya Savaşı çıkmazdan önce her sene 25 ilâ 30 bin Alman ülkesini terk ederek zaten İsviçre, Hollanda, Fransa, İtalya, Brezilya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ediyordu. Brezilya’nın güney sahillerinde bulunan iki eyalet Alman vatandaşlarının en fazla göç ettiği yerlerden biri olmuş ve buralar adeta bir Alman memleketi halini dönüşmüştü. Kısa sürede yurtdışına yerleşmiş Alman vatandaşlarının sayısı 6 milyonu geçmişti.
Almanya yukarıda izah edildiği üzere siyâsi ve iktisadi açıdan birlik oluşturduktan sonra dünyanın önemli devletleri arasına katılmış ve 30-40 sene zarfında akıllara durgunluk verecek şekilde gelişmişti. Hamburg limanı Londra ve New York’tan sonra dünyanın en önemli üçüncü limanı haline gelmişti. Alman sanayisi bütün dünya pazarlarında İngiltere sanayisiyle başarılı bir şekilde rekabet etmeye başlamış ve Almanların dünya ticâret hacmi İngiltere’den sonra ikinci sıraya yükselmişti.
Almanya Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca düşmanı olan devletlerle Versay Barış Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmış ve 20. yüzyıla sömürgeleri üzerindeki tüm hukuksal haklarından diğer devletler yararına vazgeçerek girmiştir.
Bugün Avrupa Birliği olarak isimlendirilen ve liderliğini Almanya’nın yaptığı ekonomik ve siyasi birlikteliğin, Otto Von Bismarck’ın rüyası olduğunu ve temellerini attığı Almanya Birliği’nin, yaklaşık yüz yıl sonra tüm Avrupa’yı kapsayacak şekilde adım adım nasıl hayata geçirildiği şimdi herhalde daha iyi anlaşılmıştır.
1871 yılında Alman İmparatorluğu’nu kuran Bismarck’ın düşünceleri sonraki Alman liderler tarafından hiçbir zaman rafa kaldırılmadı. 1914-18 yılları arasında yaşanan Birinci Dünya Savaşı’nın amacı ne ise, 1939-44 yılları arasında yaşanan İkinci Dünya Savaşı’nın üst aklı da aynı temel gerekçeye dayanıyordu. Avrupa’nın bütünü Almanya bayrağı altında tek bir ülke haline dönüşünceye dek bu mücadele devam edecektir. Bugün irili ufaklı 25 Avrupa ülkesini tek çatı altında bir araya getiren Avrupa Birliği aslında Almanya’nın Birliği değil midir?
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti ile ittifak yapan Almanya’nın savaştan galip çıkması durumunda yapacağı ilk iş şüphesiz Osmanlı topraklarını işgal etmek olacaktı. Tıpkı Fransa’ya karşı ittifak yaptığı Avusturya’ya, Fransa’yı alt ettikten sonra savaş açtığı gibi. Almanya Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetti. Doğal olarak Osmanlı’da bu savaştan yenik çıktı ve böyle bir Alman işgali yaşanmadı. Fakat Almanların yapamadığını bu defa İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ruslar ve birkaç tane ufak Avrupa devleti yaptı ve Osmanlı topraklarını kendi aralarında paylaştı. Almanların Osmanlı topraklarındaki emeli temelde iki gerekçeye dayanıyordu; Anadolu’nun tarımsal kapasitesine ve Ortadoğu’daki petrol havzalarına. Bağdat Demiryolu hattının sağında ve solunda yer alan geniş bir bantta Osmanlı’dan alınan petrol arama imtiyazının gerekçesi de zaten bu nedene dayanmaktadır.
Alman İmparatoru II. Wilheim Ekim 1898’de ailesiyle birlikte İstanbul-Kudüs yolculuğuna çıktı. İngiltere’nin Süveyş Kanalı’nı açmasına karşılık, Almanya da Doğu’ya (Bağdat-Basra üzerinden) demiryoluyla açılmayı düşünüyordu. Bağdat demiryolu, Doğu’ya uzanan bir Alman kanalı olacaktı.
18 Ekim 1898’de Alman İmparatoru Hohenzollern yatıyla İstanbul’a geldi ve top atışları eşliğinde Dolmabahçe’de karaya çıktı. II. Abdülhamid tarafından kabul edildi ve ağırlandı. İmparator ve ailesi 22 Ekim 1898’de Hayfa’ya hareket etti. İmparator bu arada istanbul’da ki Alman kolonisini kabul etmiş ve Deutsche Bank Müdürü Dr. Siemens ile uzun uzun görüşmüştü. Bu görüşme sonrasında Dr. Siemens, Anadolu Demiryolu’nun Bağdat’a kadar uzatılma izninin alındığını öğrendi. İmparator ve kalabalık maiyyeti 29 Ekim’de atla Kudüs’e ulaştı. 12 Kasım’da Beyrut’ta karaya çıktı. Buradan trenle 13 Kasım’da Şam’a geçti. Emeviyye Camii’nde Selâhaddîn Eyyûbî’nin mezarını ziyaret etti ve meşhur nutkunu verdi: “Burada bütün zamanların en kahraman askeri Sultan Selâhaddin’in mezarı önündeyim. Majesteleri Sultan Abdülhamid’e misafirperverliğinden dolayı teşekkür borçluyum. Gerek Majeste Sultan, gerekse Halifesi olduğu dünyanın her tarafındaki 300 milyon Müslüman bilsinler ki, Alman imparatoru onların en iyi dostudur”. İmparator, güya Müslümanların koruyucusu (!) olduğunu açıklayarak gezinin asıl amacını sergiliyordu.
Almanya’nın 1834 tarihli Zollverein Gümrük Birliği sistemine Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı 1951 yılında, Türkiye ise 1996 yılında katıldı.
Mehmet Akif Ersoy’un “Kıssadan Hisse” isimli şiirini hatırlayalım;
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Avrupa Birliği, Almanya’nın çok büyük bir oyunu ve asırlara dayalı bir projesidir. Bu proje Otto Von Bismarck’ın 22 Eylül 1862’de Başbakan olarak atandığı ilk gün yaptığı konuşmasında tam olarak dile getirdiği şekilde yürümektedir. Bismarck; “Yeni Almanya’yı kan ve kılıçla kuracağını” söylemişti ve öyle de oluyor. Bu düşünce Avrupa’ya sadece 20. yüzyılda iki tane dünya savaşı yaşattı.
Avrupa Birliği Türkiye’nin olmazsa olmazı değildir, olmamalıdır da. Bismarck kılıçla, Hitler panzer ve tanklarıyla, Merkel ise parayla Avrupa’ya hükmetmeye devam ediyor.
Bismarck’ın saçının tek bir teli bile olamayacak kapasitedeki yeni Alman liderlerinin aşırı kapris ve hırsları Avrupa genelinde yakın gelecekte yeni çatışma konuları yaratacak gibi görünüyor. AB ile İngiltere arasında yaşanan tartışmalar, Yunanistan, Portekiz, İrlanda ve İspanya gibi ülkelerin yaşadığı ekonomik sorunlar Birliğin geleceğine yönelik endişeleri artırdıkça arttırıyor.
Avrupa Birliği’ne girmek için aceleye gerek yok. Kenarda duralım ve seyredelim. Belki çok yakın gelecekte ortada böyle bir Birlik bile kalmayacak. Türkiye kendi bildiği şekilde yoluna devam etmeli ve bu defa oyuna gelmemelidir.
Kaynakça: Dr. Mehmet Hakan Sağlam, İktisat Tarihinin Evrimi, Türkmen Kitapevi, İstanbul, 2009