(Article 060-29.01.2015)
Kızıldeniz de bir yatın içerisinde aç ve susuz kalan bir Arap Bedevi düşünün. Yatın motorları çalışmadığı gibi, hiçbir iletişim olanağı da yok. 250 milyon dolarlık yatla seyahat eden yat sahibi aşırı derecede çaresiz. Hayatta kalması için su içmesi lazım. Deniz suyunun tadına bakıyor, korkunç derecede tuzlu ancak susuzluğa daha fazla dayanamıyor ve avucunu daldıırıp ufaktan ufaktan tuzlu suyu içmeye başlıyor. Ancak bu önü alınamaz bir sürecin başlangıcı oluyor. Tuzlu suyu içtikçe daha fazla susamaya başlıyor. Vücudundaki tuz miktarı yükseldikçe yükseliyor. İlk saniyelerde susuzluk hissini azaltan deniz suyu hemen sonrasında azap vermeye başlıyor. Ve çok kısa süre sonra vücuttaki aşırı tuzdan dolayı, koca denizde “ölüm” denilen gerçekle tanışıyor.
İnsan vücudunun günde ortalama 500 mg tuza (çeyrek çay kaşığı kadar) ihtiyacı var. Tuz, vücudumuzun su dengesinden sorumludur. Sinirlerin iletilerini beyne ulaştırır, oksijenin iletilmesini, hatta kasların çalışmasını sağlar. Kanın sadece binde 9’u, tüm vücut ağırlığının ise yüzde 0.25’i tuzdan oluşur. Yani 100 kilo ağırlığındaki bir insanın vücudunda yaklaşık 250 gram tuz bulunur. Deniz suyunda ise yüzde 3,5 oranında tuz bulunmaktadır ki bu da kandakinden 3 kat daha fazla tuz anlamına gelir.
Peki tuzlu deniz suyu içilirse ne olur? Vücuttaki tüm sıvılar fazla tuzu dışarı atmak için seferber olur. Hücrelerdeki sıvılar dahi yardıma koşar ve çok kısa sürede hücreler susuzluktan işlerini yapamaz hale gelir. Bu arada hızla çalışmakta olan kan hücreleri de tuzu alıp dışarı atmak üzere böbreklere taşır. Bilinç kaybı, beyin hasarı gibi sonuçlar ortaya çıkar, böbrekler fazla tuz yüklemesi sonucunda iflâs eder ve sonuçta kişi ölür.
Goldman Sachs Group Inc. Başkanı Gary Cohn’a göre petrol fiyatları büyük ihtimalle önümüzdeki aylarda da düşüşünü sürdürecek ve varil başına 30 dolara kadar gerileyecek. Mart vadeli Batı Texas türü ham petrol (WTI) kontratı, Pazartesi günü 44 sent gerileyerek varil başına 45.15 dolar ile 11 Mart 2009’dan bu yana en düşük fiyatı gördü. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) petrol üretiminin düşürülmesine yönelik çağrıları yanıtsız bırakması üzerine petrol fiyatları son bir yılda yaklaşık yüzde 60 gerileme gösterdi.
Dünya petrol tüketimi günlük 91 milyon varil civarında. Üstelik petrol tüketimi, kara, hava ve deniz taşımacılığında bio-enerji kaynaklı gazolin, dizel ve jet yakıtının tercih edilmesi, alternatif enerji kaynaklarının giderek çeşitlilik arz etmesine bağlı olarak hemen her gün azalmakta. Bu petrolün 31 milyon varilini OPEC üyesi ülkeler üretiyor. OPEC üretiminin yaklaşık üçte birini ise Suudi Arabistan gerçekleştiriyor. Suudi Arabistan’la birlikte hareket eden Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri bir tarafa bırakılırsa, OPEC üyelerinin hemen hepsi şu aşamada zaten azami kapasitede üretim yapıyorlar. Bu durumun başlıca nedeni, OPEC üyesi ülkeler açısından petrolün tek gelir kaynağı olması.
İran ve Rusya’ya uygulanan ambargoların finansal ve mali piyasalardaki etkilerini arttırmak için Amerika’nın oyununa gelip Kuzey Amerika ülkelerine yarı fiyatına petrol satan Suudi Arabistan ise bugün kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüş durumda.
Ülke bütçelerini dengelemeleri için Kuveyt ve Katar’ın en az 70 dolardan, Suudi Arabistan’ın ise 100 dolardan petrol satması gerekiyor. İran, Libya, Venezuela gibi ülkeler için ise bu rakam 140 dolara kadar çıkıyor. Şu an için 45 dolar seviyesine düşen petrol fiyatları bu ülkeler için kelimenin tam anlamıyla “ölüm”.
Arap Yarımadası’nın koca göbekli şeyhlerini, prens ve krallarını karanlık günler bekliyor. İsviçre, İngiltere ve Amerika’daki banka hesaplarına her gün milyonlarca dolar para akan Bedeviler karalar bağlamış durumda.
Suudi Arabistan, Katar, BAE, Kuveyt, Bahreyn, Umman gibi ülkelerin düşen petrol fiyatları karşısında şu an yaşadıkları rahatsızlığa “Çölde Parasız Kalan Altın Klozetli Bedevi Sendromu” ismini verebiliriz. Petrolden elde edilen rahat ve tatlı para dönemi artık sona ermiş durumda. Yıllar boyu kazanılan paralar ise maalesef hoyratça kullanılmış, verimli altyapı yatırımlarına kanalize edileceği yerde, topluma hiçbir şey faydası olmayan boş işlere harcanmış.
Rengarenk araba koleksiyonları, İngiltere, İtalya ve İspanya’da milyarlarca dolara satın alınan futbol kulüpleri, çöllerde yarış yapan dört çekerli araçlar, uçaklar, yatlar, katlar, New York, Monaco, Paris ve Londra’da yüz milyonlarca dolarlık villa ve daireler, altın lavabo ve klozetlerin Arabistan coğrafyasını nasıl kalkındırdığı! bugün artık ortada.
Araplar, petrol fiyatlarındaki gerilemeye bağlı olarak uçsuz bucaksız okyanusun ortasında deniz suyu içmek zorunda kalan bir kazazedeye dönüşmüş durumda. Petrol ve doğalgaz geliri üzerine oluşturulmuş devlet bütçeleri ise orta ve uzun vadeli değil, aylık ve hatta günlük hazırlanmış. O gün ne kadar para geldiyse o kadar para harcanıyor. Petrol fiyatları düştükçe bütçe açıkları artmakta, bütçe açık verince daha fazla petrol üretilmekte, artan petrol üretimi ise fiyatları daha da düşürmektedir. Petrol fiyatlarında zemberek boşalmıştır. Üç haneli rakamlarla petrol satma devri en azından gelecek 15-20 yıl içerisinde pek mümkün görülmemektedir.
Fransa’dan ithal Perrier su ile altın lavabo ve klozetlerinde ellerini yüzlerini yıkayan, iğneden ipliğe her şeyi ithal edip hiçbir şey üretmeyen, Allah’ın kendilerine sunduğu petrol zenginliğini zevk ve sefa uğruna tarumar eden Arap ülkeleri için bundan sonrası “tufan”. Petrolü 100 dolara sattığı takdirde bütçesini ancak başa baş noktasına getirebilecek Suudi Arabistan’ın, şu an için 40-45 dolara sattığı petrolden kasasına giren para miktarı herhalde 10 dolardan fazla değildir. Geriye kalan 30-35 dolar ise ARAMCO, Shell ve BP gibi çok uluslu şirketlerin ve Batılı petrol simsarlarının cebine girmekte. Kendilerini petrolün gerçek sahibi zanneden Araplar, bugün petrol gelirinden ancak %10-15 oranında pay alan küçük bir hissedar ve komisyoncuya dönüşmüş durumda.
Batılı şirketlerce çıkartılan ham petrol daha kaynağında hırsızlığa konu olmakta, bu hırsızlık silsilesi satış sürecine kadar hemen her aşamada devam etmektedir. Yeraltından çıkartılan 100 bin varil petrol 60 bin varil gösterilmekte, sadece çıkartım sürecinde değil, taşıma, dolum ve gravite ölçümü sırasında da bu hırsızlık faaliyeti devam etmektedir. En basit ifadeyle petrolün saflık derecesi düşük gösterilip 60 bin varillik üretim rakamı 40-45 bin varillere kadar düşürülmekte, neticede 100 bin varillik bir üretimden dolayı petrol üreticisi ülkelerin kasasına en iyi ihtimalle 10-15 bin varillik petrol parası girmektedir.
Bağdat ve Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Türkiye üzerinden gerçekleştirdiği petrol satışları, herhalde 90 yıllık tarihlerinde ceplerine giren en temiz ve en dürüst ticaret geliri niteliğindedir. Boru hatlarıyla Türkiye’ye akıtılan petrol milimetrik olarak ölçülmekte, gravitesinde herhangi bir oynamaya asla izin verilmemekte ve satıldıktan sonra parası kendilerine hemen ödenmektedir. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi petrol konusunda ilk defa bu kadar dürüst bir alışverişle muhatap olduğu için, Bağdat yönetimi de Türkiye ile anlaşma imzalamıştır. Kuzey Irak ve Bağdat yönetiminin Türkiye üzerinden gerçekleştirdiği petrol satışları, Arap yarımadasındaki tüm Arap ülkelerinin herhalde ömrü hayatlarında görmediği nitelikte verimli, dürüst ve ahlâklı bir satış özelliği taşımaktadır.
Petrol üretimin hemen her aşaması hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvetlerle doludur. Arap coğrafyasında petrol tetkikleri, petrol arama lisansları, petrol çıkarma lisansları, petrol sevkiyat lisansları, petrol yükleme lisansları ve petrol satış lisansları istisnasız bir şekilde RÜŞVET KARŞILIĞI yapılır ve ulufe gibi dağıtılır. İşte Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Umman, Katar gibi ülkelerin kral ve şeyhlerinin zenginliği esas olarak bu RÜŞVET paralarıdır. Taht ve iktidar değişiklikleri sırasında yaşanan kavga ve çatışmaların nedeni de budur.
Ortadoğu’da petrol fiyatları düşerken Türk İmparatorluğu’nun etki sahası, önemi ve gücü giderek artmakta. Türkiye’nin Afrika coğrafyasında attığı adımlar ise Kara Kıta’daki tüm dengeleri değiştirecek mahiyette. Afrika’nın elması, altını, bakır ve kalayı bittiğinde geriye çekilip insanları aç ve yoksul bırakan Batılılara karşılık, hiçbir şey beklemeksizin okul, hastane, havaalanı inşa eden, Afrikalıları insan yerine koyan bir Türkiye var.
90 yıldır Ortadoğu’nun petrolünü sömüren Batılılar, aynı terk işlemini petrol bittiğinde burada da sergileyecekler. Araplar uçsuz bucaksız çöllerde yiyecek ekmek bulamayacaklar ve 1917/18’de sırtlarından bıçakladıkları Türklere muhtaç kalacaklar.
Mehmet Akif Ersoy’un “Kıssadan Hisse” şiirini hatırlatmakta fayda var;
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecinde yaşanan olayları iyi analiz edelim ve bu defa yanlış yapmayalım.