(Article 006-12.08.2014)
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 24 Ocak 1517’de Kahire’yi aldı ve 4 Şubat’ta büyük bir törenle şehre girip Mısır Memlûkları’na bağlı Abbasi Halifeliği’ne son verdi.
6 Temmuz 1517’de ise “Mukaddes Emanetler” denilen ve içinde Hz. Muhammed’in hırkası, dişi, sancağı ve kılıcının da yer aldığı özel eşyalar Yavuz Sultan Selim’e Hicaz’dan gönderildi.
Yavuz, 29 Ağustos 1517 tarihinde Ayasofya Camii’nde yapılan büyük bir törenle, son Abbasi halifesi III. Mütevekkil’den “Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn” yani “Mekke ve Medine’nin hizmetkârı” ünvanını devraldı ve o andan itibaren bütün dünya Müslümanlarının dini ve siyasi lideri oldu.
Rivayete göre, III. Mütevekkil kürsüye çıkıp, Halifeliği Osmanlı Padişahı Sultan Selim Han’a devrettiğini açıkladı. Sırtındaki cübbeyi Yavuz Sultan Selim’e kendi elleriyle giydirdi ve Halifelik nişanlarından sayılan kılıcı hükümdarın beline bağladı.
Ondan sonra gelen tüm Osmanlı padişahları, sultanlık ve padişahlık ünvanına ek olarak “Halife” ünvanını da kullandı. Halifelik makamı, 1 Kasım 1922 tarihine kadar geçen 407 yıllık süre zarfında Osmanlı Devleti’nin uhdesinde kaldı.
Bu ünvanı elinde bulunduran son Padişah 115. İslâm Halifesi VI. Mehmet Vahdettin’dir. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşu esnasında bir takım düzmece haberlerle halifelik kurumu yıpratılmaya çalışılmış, İsmet İnönü’nün Halifelik konusunda Lozan’da İngilizlere verdiği sözler bu makamın sonunu getirmiştir.
İngilizler, Hint müslümanları üzerinde halifelik makamının belli bir gücü olduğunu çok iyi biliyordu. İngiliz emperyalizmi için önemli bir tehdit unsuru olan Halifelik makamının ne olursa olsun Türklerin ve Müslümanların elinden alınması gerekiyordu.
Mustafa Kemal ve İnönü tarafından Lozan görüşmeleri esnasında İngilizlere verilen sözler sonraları yavaş yavaş hayata geçirildi. 1 Kasım 1922’de saltanat ve halifelik makamı birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı ve halifenin yetkileri dini konularla sınırlandırıldı. Vahdettin’in ülkeyi terk etmesinin ardından Osmanlı sülâlesinden Abdülmecid Efendi, TBMM tarafından 116. İslâm halifesi olarak seçildi.
Lozan Anlaşması Türkiye tarafından 24 Temmuz 1923’de onaylanmasına rağmen, İngiltere bu anlaşmayı bir yıl boyunca imzalamadı. Bunun nedeni TBMM’nin halifelik makamına son vermemesiydi. İngiltere bu anlaşmaya ancak 16 Temmuz 1924 tarihinde yani Hilâfet makamının kaldırıldığı 3 Mart 1924’den dört ay sonra imza attı. Böylelikle tam 407 yıl süreyle Türklerin uhdesinde bulunan Halifelik makamı, vizyondan yoksun ve geleceği göremeyen Cumhuriyet kadroları tarafından tasfiye edilip Türklerin eli Müslüman dünyasından ve Ortadoğu’dan tamamıyla kopartıldı.
Bu tarihten sonra halifelik makamı boş ve sahipsiz kaldı. Ancak bugün hala Moro ve Ace’de Osmanlı halifesi adına hutbe okunmaktadır. Osmanlı sultan ve halifeleri, halifelik makamını hiçbir zaman şahsi ve siyasi işleri için kullanmamıştır. Gerek kendi arşivlerimizde gerekse yabancı ülke arşivlerinde halifelik makamıyla ilgili tek bir olumsuz belgeye rastlanılmamıştır.
Hilâfet makamının “dini siyasete alet ettiğine” yönelik tüm safsata ve yalanlar, Cumhuriyet kadrolarınca ortaya atılmıştır.
Hıristiyanlığın hilâfet makamı Vatikan’dır. Bugün hiç kimse Vatikan’ın bu pozisyonunu tartışmamaktadır. Halbuki İslâm halifeliğinin kaldırılması, İslâmın en önemli referans kurumunu ortadan kaldırmış, İslâmı başsız ve denetimsiz bırakmıştır.
Bu makamın kaldırılması Vatikan başta olmak üzere birçok Batılı ülkenin menfaatine doğrudan doğruya hizmet etmektedir. İngiliz Hükümeti, Osmanlı İslâm halifeliğinin varlığını, Hindistan ve diğer müslüman sömürgeleri üzerindeki olası etkilerini dikkate alarak kendisi için büyük bir tehdit olarak görüyordu. Halifelik makamına son verilmesinin, Ortadoğu başta olmak üzere tüm İslâm dünyasını nasıl bir çözümsüzlüğe soktuğu bugün çok net görülmektedir.
Bugün birileri çıkıp Vatikan’ın uhrevi kimliğini sonlandırmak istese ne olur biliyor musunuz? Böyle bir isteğe ilk başta Protestan İngiltere karşı çıkar. Çünkü Katolik kilisesinin yıkılmasıyla birlikte ne olduğu belirsiz yüzlerce yeni mezhebin ortaya çıkacağını ve bu durumun orta ve uzun vadede Avrupa’da ve dünya da yeni güç dengeleri yaratacağını çok iyi bilir ve ona göre davranır.
Cumhuriyet idarecileri, hilâfet makamının önemini kavrayamadığı gibi, bu kurumun ortadan kalkmasının ileri ki yıllarda yaratacağı sorunları da öngörememişlerdir.
Hilâfetin kaldırılması İslâm dünyasını başsız bırakmış, Türklerin Ortadoğu ülkeleri ile bağını tamamen koparmıştır. Bu durum mezhep farklılıklarını belirgin hale getirdiği gibi, farklı inanç gruplarını birbirine düşman etmiştir.
Kendi inisiyatifimizde dizayn edilecek Yeni Ortadoğu’da, yüzyıllara sirayet edecek kalıcı bir barış ve huzur ortamının tesisi için, Türkiye’nin radikal kararlar alması ve Lozan’ı yerle bir edecek adımlar atması gerekmektedir. Bu noktada Halifeliğin kaldırılmasına ilişkin 1924 tarihli 431 sayılı Hilâfetin İlgası ve Hanedan-ı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılması Hakkındaki Kanun’un iptal edilmesi ve Osmanlı soyundan gelip hayatta olan en yaşlı erkeğin Halife olarak ilan edilmesi gerekmektedir.
Halifelik, şer’i ve örfi kurallara göre halen Osmanoğullarının uhdesindedir ve bu makamı TBMM dahil hiçbir kurumun ortadan kaldırması mümkün değildir. Bir kişinin dini inançları, kanunla belirlenemeyeceği gibi kanunla da kaldırılamaz.
Hilâfeti temsil ve sembolize eden Mukaddes Emanetler Topkapı Sarayı’nda bizim uhdemizdedir. Osmanlı sultanları Mukaddes Emanetlere çok büyük özen göstermiş, Abbasi halifesi III. Mütevekkil’den devir alınan emanetlere sonraki padişahlar döneminde sürekli ilaveler yapılmış, nadide eserlerin satın alınması suretiyle koleksiyon gittikçe büyümüştür.
Halifelik, dünya müslümanlığının en önemli kurumudur. Bu kurum, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmaz aksine güçlendirir ve dünyadaki itibarını arttırır. İngiltere’de İngiliz kraliçesi ne kadar sembolikse, Vatikan’daki Papa ne kadar sembolikse, Yeni Osmanlı halifesi de o kadar sembolik olacaktır. Bu makamın Türkiye’ye sağlayacağı siyasi ve bölgesel gücü tahmin etmek bile mümkün değildir. Hilâfet makamının tekrardan tesisi, Türkiye’yi tüm dünyada saygın bir noktaya getirecektir. Bu durum, Mısır ve Suudi Arabistan gibi itibarsız Arap devletlerinin, İslâm ülkeleri üzerinde zaten hiçbir zaman var olmayan itibarlarını yerle bir edecektir. Türkiye, hak ve adalete susamış tüm müslüman dünyasının hilâfeten sembolik lideri olacaktır.
IŞİD gibi çapulcular topluluğu tarafından sahiplenilen ve sadece Ortadoğu coğrafyasını değil, tüm dünyayı tehdit etmeye başlayan terörist bir yapılanmanın elinden, bu mukaddes kurumun kurtarılması dünya müslümanlarında bayram sevinci yaratacaktır. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kuruluşlardaki etkinliği ve gücü artacak, İslâm Kalkınma Örgütü veya İslâm İşbirliği Konferansı gibi etkinliği olmayan kurumlar, Türkiye’nin önderliğinde yeniden şekillenecektir.
Ayasofya Camii’nin ibadete açıldığı gün 117. İslâm Halifesi sıfatıyla Osmanlı hanedanının en yaşlı erkeğine, halifelik hilâtı ve kılıcı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kuşatılsa ne olur biliyor musunuz?
O gün; Gökyüzü ağlar. Peygamber Efendimiz ve halifeleri en önde saf tutar.
Bu kutsal şehri İslâma ve Türklüğe hediye eden Fatih Sultan Mehmet Han başta olmak üzere diğer tüm Osmanlı padişahları gözyaşları içinde vecd ile bin secde eder.
O gün; yer yerinden oynar.
Halep, Mısır, Şam, Kudüs, Diyarbekir, Kırım, Tiflis, Saraybosna, Atina, Endülüs ve İslâmın ayak bastığı diğer tüm topraklarda İslâm uğruna şehit olan her nefer beyaz kefenleriyle Ayasofya’da saf tutar.
O gün; tüm dünya müslümanları gözyaşları içerisinde Allah’a şükreder.
İstanbul sokaklarında Sultanahmet’ten Topkapı’ya kadar seccade konulacak bir karış yer bulunamaz.
O gün; Türklerin onurunu zedeleyen Lozan’ın aşağılık maddeleri birer birer yok edilir.
Ve işte o gün; tam bağımsız Güçlü Türkiye kurulur.