(Article 062-11.02.2015)
Batılılar şimdilerde Putin’e hastalık yakıştırma derdine düştüler. Pentagon bünyesinde çalışan Office of Net Assessment adlı düşünce kuruluşu Rusya Devlet Başkanı Putin’in “otistik” olduğunu iddia etti. Office of Net Assessment, 2008 tarihinde Rus liderin vücut dilini inceleyerek yaptığı araştırmanın sonuçlarını yayımlamıştı. Onlara göre Putin’in gelişimi bebeklik döneminde nörolojik sekteye uğramıştı. Bu yazıya ne demek gerekir bilmiyorum. Vücut diline bakarak hastalık teşhisi yapan “dangalaklar” hakkında söylenecek fazla bir laf yok.
Konu hissiyat ve görmeden yorum yapma meselesine gelince bu olayın bir benzerini Suudi Arabistan’da Medine İslam Üniversitesi Rektörü olan anadan doğma kör Şeyh Abdulaziz bin Baz isimli “süzme bir embesil” de sergilemiş. Bu sözde bilim adamı, “Dünya’nın Sakin (dönmediği), Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkânsızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller” isimli kitabında “Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne alâ! Aksi takdirde kâfir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür ve malı da Müslümanlar’ın hazinesine katılır. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar, batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıble’nin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi. Velhasıl bu iddia sayması uzun sürecek birçok nedenden dolayı batıldır.” diyor.
Suudi Krallığı Bilimsel Araştırmalar Kurulu Başkanlığı yapan Bin Baz’a göre ”Dünya dönmüyor, sabit duruyor, Güneş ise sürekli yer değiştiriyor”. Bunun tersine inanmak ise küfür ve sapkınlık anlamına geliyor. Bu kişiler tövbe etmedikleri takdirde katledilmeleri vacip oluyor, mal ve mülklerinin de kamu hazinesine devredilmesi gerekiyor.
Şeyh Bin Baz’a göre; “Güneş mütemadiyen bir yerden doğuyor, bir yerden batıyor. Eğer dünya dönüyor olsaydı dağlar, ağaçlar, nehirler ve denizler sürekli yer değiştirirdi. Ama gelin görün ki, ne Mekke’deki Nur Dağı, ne de Medine’deki Uhud Dağı yer değiştirmiyor. Demek ki “Dünya dönüyor ama güneş sabit duruyor” diyenler bir sapkınlık içindedir.
Bu arada gözleme dayalı bilimsel iddialar ortaya atan ve 90 yaşında iken 1999’da geberip giden Şeyh Bin Baz isimli bu kâfirin görme engelli olduğunu da unutmayalım. Şeyh, hem Baş Müftü ve Ulema Kurulu Direktörü hem de Bilimsel Araştırmalar Kurulu Başkanı olduğu için, ibadet ve uzay bağlamında akla takılan her soruyu ona yöneltmek gerekiyordu.
Nitekim Discovery Uzay Mekiği ile 1985 yılında uzaya çıkacak olan Prens Sultan bin Salman da öyle yapıyor ve uzayda kıbleyi nasıl bulacağını, nasıl abdest alınacağını, yatsı ve ikindi vakitlerini ne şekilde anlayacağını, yerçekimsiz ortamda nasıl secdeye varacağını öğrenmek için Şeyh hazretlerinin huzuruna çıkıyor. Şeyh Efendi, derin dünya görüşü ve engin astronomi bilgisiyle “Uzayda namaz sorun olmaz, çünkü hiçbir şey yeryüzünü terk edemez” diye kestirip atıyor.
Prens Sultan bin Salman uzaya çıkıyor ve Şeyh Efendinin dünyadan ayrılamayacağını iddia ettiği prensin yörüngedeki görüntüleri Suudi televizyonunda canlı yayınlanıyor. Prens Sultan, Dünya’ya dönüşünde Taif’te “prensler” gibi karşılanıyor. Amca Fahd, astronot yeğenine, Kral Abdulaziz nişanını takıyor, Hava Kuvvetleri’nde binbaşılık rütbesine yükseltiyor, caddelerde geçit resmi düzenleniyor, şiirler okunuyor ve uzay seferinin anısına, mekikli-uydulu-minareli, NASA ve Suudi amblemli pul serisi bastırılıyor. Prens uzayda dünyanın bir top gibi yusyuvarlak olduğunu görmüştür görmesine ama gel de bunu Şeyh Efendi’ye anlat. Dünya yuvarlak demeye kalksa Prens’in kendisi bile katledilecek ve malı mülkü Hazine’ye irad kaydedilecek.
Prens dönüşünde beyanatlar veriyor: “Arap dünyası bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyor. Petrol, para ve teknolojik gelişmenin ilk evresini geçtik. Yeni kuşak artık ileriye bakıyor, fırsat eşitliği ve eğitim hamlesiyle dünya topluluğuna katılmaya hazırlanıyor. Bunlar geleceğin anahtarı. Ben uzayda bir milyar Müslümanı temsil ettim. Onları, Amerikan gemisiyle uzaya götürdüm.”
O uzay seferinin üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti. Arap dünyası, petrol ve paraya sahip oldu ancak Prensin söylediğinin aksine teknolojik gelişme evresine bir türlü geçemedi. (Tablet bilgisayar ve i-Phone kullanımı hariç.)
Bugün Mekke ve Medine’yi ellerinde tutan Vahhabi kâfirler sapkınlık hususunda hiç kimseyle karşılaştırılamaz. Vahhabiliğin esasları nelerdir? diye merak edenlerin bu yazıyı okuması az da olsa Suudiler hakkında bilgi sahibi olmalarına imkân tanıyacaktır. Sünni Hanefi inancına göre Allahü teâlâ ne Arş’a ne de Kürsü’ye oturmaz; çünkü oturmak insanların sıfatlarındandır. Allahü teâlâ cisim değildir, uzuvlardan da münezzehtir. Yarattıklarına da kesinlikle benzemez. Şura suresinin 11. ayetinde açık bir şekilde “O’nun eşi ve benzeri yoktur” denildiği halde Vahhabiler, Allah’ı insana benzeterek “Allah Kürsüye oturmuştur” diyorlar. (Feth-ul-Mecid, Abdurrahman bin Muhammed bin Abdulvahhab. s.256. Darusselam Yayınevi Riyad). Vahhabi İbni Baz da diyor ki: “Allah hakkında, organ ve cismi reddetmek yanlıştır.” (Tenbihat firreddi ala men teevveles-sıfat İbni Baz s.19 Müftülük Genel Başkanlığı. Riyad) ve devam ediyor; “Allah, kendisinin suretine benzeyen insanı yarattı.” (İman ehlinin Âdem’in Rahman suretinde yaratılmasıyla ilgili akidesi [İbni Baz bu kitabı övdü], Mahmud el-Tuveyciri s.76 Dar el-Liva, Riyad).
Vahhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdulvahhab’ın kendisine referans aldığı İslâm alimi İbni Teymiyye ise kâfirlerin Cehennem’de sonsuz kalacağını inkâr ediyor ve “Cehennem yok olacak ve kâfirlerin azapları sona erecek.” diyor (El-kavlul-Muhtar Lifenai el-Nar, Ateşin Faniliği İçin Seçkin Söz, Abdulkerim Elhamid. S.7 Riyad)
Bunlar daha ne ki? Vahhabilerde inciler tükenmez. Vahhabilere göre;
- “Âdem ne nebi, ne de resuldür”. (Peygamberlere Cümleten İman etmek, Abdullah bin Yezid, El-Mekteb El-İslami, Beyrut)
- “Ebu Lehebve Ebu Cehil bile, la ilahe illallah Muhammedün Resulullah dediği halde, evliya ile tevessül eden Müslümanlardan daha çok muvahhid ve imanları daha ihlâslıdır”. (Tevhidi nasıl anlarız? Muhammed Başemil 16, Riyad)
- “Allahümme salli ala Muhammed tıbbil-kulubi ve devaiha ve afiyetil ebdani ve şifaiha ve nuril-absari ve diyaiha” sözü şirktir. (Tevhide Nasıl Hidayet Oldum, Muhammed Cemil Zeno, s. 83, 89 Darul-Feth Al-Şarika)
- “La ilahe illallah” diye zikretmek bid’at ve şirktir. (Yasak Halkalar, Husam el-Akkad.s .25 Dar el-Sahaba, Tanta)
- “Yahudilerden önce tasavvufla savaşın; çünkü onlarda Mecusi ruhu vardır”. (El-Mecmua el-Mufid min akidet el-tevhid, s.102 Mektab Darül-fikr, Riyad)
- “Peygamberin hürmetine” demek caiz değildir. (Et-Tevhid, s.70, Riyad)
- “Şaban ayının 15’ini namaz ve oruçla geçirmek haramdır”. (Et-Tevhid, s.101, Riyad)
- “Dini geceleri kutlamak haramdır”. (Et-Tevhid, s.120, Riyad)
- “Peygamber kabrinin ziyaretiyle ilgili rivayet edilen hadisler yalandır.” (Et-Tahkik vel İzah li-Kesir min Mesail el-Hac vel-Umre vez-Ziyare, s.89)
- “Hacı olsa da uzaktan Medine’ye Peygamber’in kabrini ziyaret için gelmek haramdır.” (Et-Tahkik vel İzah li-Kesir min Mesail el-Hac vel-Umre vez-Ziyare, s.88, 89, 90)
- “Kabre hurma dalı koymak caiz değildir.” (Fethul Bari’ye yorum 1/320, Dar-ul Maarife)
- “Peygamberin kabri de olsa, kadınların kabir ziyareti büyük günahtır. “(Fetavel Mühimme, s.149–150, Riyad)
- “Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzakta olan diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.”
- “Erkeğin sakalını az da olsa kesmesi haramdır.” (Et-Tahkik vel İzah li-Kesir min Mesail el-Hac vel-Umre vez-Ziyare, s.16)
- “Âdet dönemindeki boşanma geçerli olmaz.” (Fetavel Mer’a, s.137, Riyad)
- “Camilere minare yapmak münker iştir.” (Tevcihat İslamiyye, s.123. İslami İşler Bakanlığı Baskısı, Riyad)
- “Kabir başında Kur’an okumak haramdır.” (Tevcihat İslamiyye, s.137. İslami İşler Bakanlığı Baskısı, Riyad)
- “Boyna dua ve âyet asmak haramdır.” (Fetavel Mühimme, s.110–111, Riyad)
- “Tesbih kullanmak bid’attir.” (El Hediye-tüs Sünniye, s.47 Mısır)
- “Allahü teâlâ için adak yapmak ve hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere ve Evliyaya hediye etmek şirktir.”
Bir diğer Vahhabi İmam Dr. Ahmad Al-Mub’i ise insanın kanını donduran başka fetvaları birbiri peşi sıra döktürüyor: ”Evlilik iki şeyden ibarettir: İlki aralarında kontrat olması. Bu evliliğin ilk şartıdır. İkincisi ise karınızla seks yapmanızdır. Evliliğe girmek için minimum bir yaş yoktur. Bir yaşındaki bir kızla bile evliliğe girebilirsin. 7-8-9 yaşındaki kızlardan bahsetmeye bile gerek yok. Bu bir rıza anlaşmasıdır. Veli genelde baba olmalıdır. Çünkü baba kararı zorunludur. Böylelikle kız, kadın olmuş olur. Ama kız seks için hazır mıdır, ilk seferinde ilişkiye girmenin doğru yaşı nedir? Bu çevre ve geleneklere bağlı olmak üzere değişir. Yemen’deki kızlar 9-10-11 ya da 13 yaşında evlenirken diğer ülkelerde 16 olabilmektedir. Bazı ülkelerde kızların 18 yaşına gelmeden ilişkiye girmeleri kanunla yasaklanmıştır.”
Bu “imam bozması” insan aklının kabul etmesi mümkün olmayan tezlerini sıralarken, bir de çekinmeden Hz. Muhammed’i referans gösteriyor; “Hz. Muhammed izlediğimiz bir modeldir. Hz. Ayşe’yi 6 yaşında kadını olarak aldı. Fakat 9 yaşında iken onunla ilişkiye girdi. Hz. Muhammed’i modelimiz olarak görüyoruz. Eğer veli baba ise ve uygun bir ortamda evlenilmişse bu evlilik geçerlidir. İnsanlar kendilerini çeşitli koşullar altında bulabilmektedir. Örnek olarak; 2-3 hatta 4 kızı olan-ki hiç karısı olmasın- ve bir yolculuğa çıkmak zorunda kalsın. Kızını böyle bir durumda evlendirse iyi değil mi? Onu koruyacak ve destekleyecek ve uygun bir yaşa geldiğinde onunla ilişkiye girecek. Bütün erkeklerin azılı kurtlar olduğunu kim söylüyor?” diyerek, sözlerine kendince mantıklı bir açıklama da getiriyor.
1744’te Muhammed bin Abdulvahhab ile birleşerek onun manevi desteğinde Suudi hanedanını kuran Muhanmmed bin Suud’un torunu İbni Suud, 1805’te Medine’yi, 1806’da Mekke’yi ele geçirdiğinde mezhebinin inancı gereği bütün mezarları dümdüz etmişti. Medine’de Baki Mezarlığı’nın taşlarıyla kaleler inşa etmiş, o zamana kadar bilinen tüm İslam büyüklerinin mezarları tahrip etmişti. Vahhabiler, yanında türbe olan mescitleri dahi yerle bir ettiler. Bu yüzden onlara “mabed yıkıcıları” adını verenler oldu. Bu katliamdan sadece Makam-ı İbrahim, Mescid-i Nebevî ve Peygamber Efendimizin türbesi Ravza-yı Mutahhara kurtuldu.
Neyse Vahhabi Suud familyasının icraatlarını anlata anlata bitirebilmek mümkün değil onun için esas meseleye gelelim. Yazımın başında da ifade ettiğim gibi Rusya Devlet Başkanı Putin’e yönelik çok ciddi bir algı operasyonu yürütülüyor ve Rus halkı nezdinde itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Tıpkı Davos’daki “One Minute” çıkışından sonra Recep Tayyip Erdoğan aleyhinde yürütüldüğü gibi. Kırım ve Rusya meselesinden dolayı Rusya’yı cezalandırmaya çalışan Batılı liderler ise yaptıkları hiçbir hareketin, aldıkları hiçbir kararın Rusya’yı yolundan çevirmeyeceğini anladı ve hafiften hafiften Rusya’ya yanaşmaya başladı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Fransa Devlet Başkanı François Hollande ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Kremlin’de bir araya geldi. Üç liderin toplantısı beş saatten fazla sürdü. Putin, Hollande ve Merkel’in Ukrayna’nın doğusundaki krizin çözümüne ilişkin görüşmesi heyet üyeleri olmadan gerçekleşti. Toplantının üç lider arasında baş başa yürütülmesinin tek nedeni ise aslında çok basit bir gerekçeye dayanıyor. Hollande ve Merkel, Rusya Devlet Başkanı Putin’in ayaklarına kapanıp muhtemelen; “Biz bir b.k yedik, biz ettik sen etme, Amerika’nın gazına gelip sana ambargo uyguladık, lütfen bizi affet” diye yalvarmışlardır. Hatta toplantıda konuşulan en önemli konunun Ukrayna üzerinden Avrupa’yı besleyecek olan Güney Akım Boru Hattı’nın Türkiye üzerinden değil de tekrardan Ukrayna üzerinden Avrupa’ya yönlendirilmesi olduğu da kuvvetle muhtemeldir.
Almanya ve Fransa’nın merkantilist tüccarları iş ve ticaret olanaklarını kaybedince kendi Devlet Başkanlarına, “Eşekler gibi Putin’le anlaşacaksınız” diye rest çekip alelacele Rusya’ya uçmalarına sebep oldular. Ancak nafile. Rus halkının zihnini okumayı beceremeyen bir Batı dünyasının Rusları ambargolar yoluyla terbiye etmeye çalışması nasıl mümkün olabilir ki? İkinci Dünya Savaşı’nda Rus topraklarına girip Stalingrad’a saldıran Alman güçleri, beklemedikleri bir Rus direnişiyle karşılaşmış ve hem kendilerini hem de tüm Avrupa’yı kan ve gözyaşına boğmuşlardı. Mezbahalarda dalaklaşmış şekilde akan hayvan kanlarını toplayıp omlet gibi pişirdikten sonra çocuklarına yediren Rus halkının ne kadar dirençli olduklarından zerre kadar haberleri yok. Benzer şeyler Türkiye’de de yaşandı. İkinci Dünya Savaşı esnasında “Evdeki arpa ile önce eşeğimizi beslerdik, eşeğin pisliğinden çıkan arpaları annem toplar, yıkayıp ekmek yapardı, onunla da biz beslenirdik” diyen babamın sözleri halen kulağımda. Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye’ye karşı uygulanan ambargolar bir dönem bizi müthiş derecede sıkıntıya sokmuştur. Ancak Türkiye hiçbir şekilde geri adım atmadı ve kendisine karşı uygulanan bu ambargolardan gerekli dersi alıp sonrasında savunma sanayi konuları başta olmak üzere dışa bağımlılığını hemen her alanda azaltmayı kendisine temel ilke olarak benimsedi.
Rusya, Batılıların kendisine karşı sergilediği ikiyüzlü ve menfaate dayalı olumlu olumsuz her girişimin çok iyi farkında. Kırım ve Ukrayna hadisesinin Rusya’ya öğrettiği tek bir şey varsa o da Türkiye gibi sağlam bir komşusunun var olduğunu anlamış olmasıdır. Türk-Rus ilişkileri bundan sonra hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır.
İran ve Türkiye’yi yıllar boyu birbirine düşman etmeye çalışan Batılıların tüm girişimlerine karşılık, ambargo yıllarında İran’ı yalnız bırakmayan Türkiye’nin tavrı ve dostluğu karşısında şükran ve minnet ifadelerini dile getiren Eski İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinejad’ın Türkiye’den övgüyle bahsedip “Türklere karşı oturarak konuşmam” demesi de aynı şekilde değerlendirilmeli. “Türkler yüce bir millettir, çok onurlu bir millettir, özgürlük ve adalet isteyen ve bunların mücadelesini veren bir millettir. Türkler, asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptı. Ben, bölgesinin iki büyük gücü Türkiye ile İran’ın el ele vermesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye, çok hızlı gelişen bir ülke. İki ülkenin de nüfusu yaklaşık 80 milyon ve son derece genç. İran, dünyanın en zengin doğalgaz ve petrol rezervlerine sahip. İslam dünyasının bu iki büyük milleti el ele verirse neler başarılmaz ki, ortak otomobiller ve uçaklar üretebilir, bütün İslam aleminin refahına katkıda bulunabiliriz. İslam dünyasında mezhep savaşları çıkarılmaya çalışılıyor. Müslümanlar birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Düne kadar yan yana namaz kılan insanlar, birbirlerini öldürüyor. DEAŞ gibi Batılı istihbarat örgütlerinin kurduğu ve büyüttüğü terör örgütleri bu oyuna hizmet ediyor. Müslüman Müslümandır, kimse bu oyuna gelmemeli” diyen Ahmedinejad’ın konuşmalarında tek bir yanlış yok.
İran-Rusya ve Türkiye’nin bu coğrafyada oluşturacağı işbirliğini gözlerinizin önüne getirin. Rusya’nın kendi nüfusu 140 milyon, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Tacikistan ve Rusya Federasyonu’nu kapsayan Bağımsız Devletler Topluluğu’nun nüfusu ise yaklaşık 240 milyon. İran ve Türkiye’nin nüfusu ise yaklaşık 80’er milyon. BDT, İran ve Türkiye’nin toplam nüfusu 400 milyon kişi ediyor ki, 28 devletten oluşan Avrupa Birliği’nin toplam nüfusu sadece 503 milyon kişi.
Biz 60 yıldan beri Avrupa Birliği kapısında bekletilirken etrafımızdaki ülkelerle kuramadığımız dostluk ve işbirliğinin bizlere kaybettirdiğini düşünebiliyor musunuz? Böyle bir işbirliğinin yakın gelecekte sağlanması durumunda Batı dünyasının asırlar boyu kurmayı beceremediği medeniyetler ittifakını, Doğu dünyasında bizler pekâla kurabiliriz. Ortodoks Rusya, Sünni Türkiye ve Şii İran, kendi bünyelerindeki onlarca din ve mezhep mensubu ile ne kadar güzel bir birliktelik oluşturur değil mi?