(Article 042-17.11.2014)
Kobani olayları sırasında kopma noktasına gelen çözüm sürecine yönelik görüşmelerde yeni bir evreye geçildi. Süreç devam edecek. Zaten böyle olması da gerekiyordu. Aksi durum Kürtler açısından sonu bilinmez bir sürecin başlangıcı olacaktı. Ortada Irak ve Suriye örneği varken Türkiye’nin benzer bir çatışma ortamına girmesi herhalde hiç kimseyi memnûn etmez. 1991 Körfez Savaşı sırasında ordusu ve askeri gücü imha edilen Irak, çok değil sadece on yıl içerisinde parçalandı gitti. Eski Irak’tan geriye ne kaldı? Şii Basra, Sünni Bağdat, Musul ve Kerkük’ü kapsayan Erbil merkezli Kuzey Irak Kürt Yönetimi.
Peki şimdi ne oldu? Sykes-Picot 100 yıl sonra aslına geri döndü. Osmanlı’nın dört yüz yıl boyunca Musul, Basra ve Bağdat vilayeti olarak yönettiği coğrafyada zemberek boşaldı ve Osmanlı haritası aslına rücu etti. Demek ki suni ayrıştırma ve birleştirmeler bu coğrafyada tutmuyor.
Bir de Suriye’ye bakın. Osmanlı döneminde ‘Suriye ve Beyrut Vilayetleri’ olarak tanımlanan bu bölgenin içinde Hama Sancağı, Trablusşam Sancağı, Suriye Sancağı, Cebel Lübnan Sancağı, Akka Sancağı, Kudüs-ü Şerif Mutasarrıflığı ve Havran Sancağı yer alıyordu.
Kilis ve Antep’i içine alan Halep vilayetinde ise; Maraş Sancağı, Urfa Sancağı ve Halep Sancağı bulunuyordu. Peki Osmanlı neden Halep vilayeti gibi çok büyük bir alanı üç sancağa ayırırken, Suriye ve Beyrut vilayetini idari açıdan 7 bölgeye ayırmıştır? Çünkü bu idari bölünmelerin tamamında farklı din ve inanç mensupları yaşıyordu.
Anlayacağınız bu topraklarda dış müdahaleler ve yapay devletçikler hiç kimseye fayda sağlamıyor ve ne yaparsanız yapın eninde sonunda her şey aslına dönüyor.
Bugün 2 milyona yakın Suriye vatandaşı Türkiye’de bu yüce devletin koruması altındadır. Hiç yazılıp çizilmiyor ama herhalde bir o kadarı da turist sıfatıyla ülkemizde yaşıyor. Irak ve Suriye içerisinde Sünni, Şii, Kürt ve Türkmenler neticede kendilerine ait bölgelerde yaşıyorlardı ve birbirleri arasında çok kalın çizgiler vardı. Aralarında bizdeki gibi yoğun bir akrabalık ilişkisi de yoktu. Bunun için bölünme ve ayrışmalar 1991 sonrasında Irak’ta, 2010 sonrasında Suriye’de çok hızlı ve ani gerçekleşti. Halbuki Türkiye’de bin yıldan beri Kürt ile Türk’ün kaderi ortak yazılmış. Evlilikler olmuş, diller benimsenmiş, sevinçler ve hüzünler ortak yaşanmış. Birbirimizi yersek, kırıp dökersek ve neticede bölünürsek ne olur diye çok düşündüm. Sonuç açıkca tam bir felâket.
Bundan sekiz yıl önce bu duruma yönelik futurist bir yazı kaleme almıştım. Ancak o yazıyı hiç yayınlamadım çünkü o yılların kaotik ortamında yazacağım şeyler hem Kürtler hem de Türkler tarafından aşırı tepkiyle karşılanırdı. Bugünde aslında çok fazla bir şey değişmedi. Türkler ve Kürtler arasındaki 30 yıllık savaşın bence en önemli iki kırılma noktası varsa bunlardan biri 2013 Nevruz kutlamaları, diğeri ise Kobani bahanesiyle yaşanan olaylardır. Başbakan Erdoğan ve Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin katılımıyla gerçekleşen Nevruz kutlamaları sonrasında hem yöre halkı hem de Kürtler barış ve huzurun lezzetini tattı. 6-7 Ekim Kobani Olayları ise barış sürecinden birdenbire geriye dönülmesi durumunda neler yaşanabileceğini insanlara hatırlattı. Bu işin dönüşü yoktur. Bu işin dönüşü kaos ve çöküştür.
Ortadoğu’da İngiliz ve Fransızların yazıp oynadığı Sykes-Picot düzeni iflâs etmiştir. Bölgede tek bir güç kalmıştır o da; Türkiye Cumhuriyeti. Kobani eylemlerini bahane ederek Kürtleri sokağa döken ve 48 kişinin ölümüne sebep olan üst aklın tek bir amacı vardır. Türkiye’de Kürt ve Türkleri tekrardan düşman etmek, ancak bu defa hemen her cephede onları savaştırmak, ülkeyi kesinlikle bölmek ve Türkiye’yi cılız ve acınacak duruma düşürmek. Tıpkı Osmanlı’nın parçalanışı sonrasında 1923’den 2002 yılına kadar kabuğuna çekilip uluslararası arenada ağzını bile açamayan Eski Türkiye gibi. Bugün Batılıların haksız uygulamalarına karşı çıkan, hemen her ulusal konuda vakarlı ve onurlu bir duruş sergileyen, kriz yaşanan her ortamdan vatandaşını kurtarıp getiren, büyüyen kalkınan ve gelişen bir Türkiye var. Bu hiç kimsenin işine gelmiyor. Kürt ile Türkler arasındaki problemin halledilmesinde üçüncü bir ülkenin gözlemci sıfatıyla belirlenmesini isteyen ve arzulayanların amacı aslında çözüm sürecini çözümsüzlüğe mahkûm etmek. Bu sorunu Türkler ve Kürtler kendi aralarında halledip geçmişle hesaplaşmak ve birbirini kucaklayıp bin yıllık kardeşliğe devam etmek zorundadır.
2013 yılında PKK terör örgütü silahları bırakıp yurtdışına çekilmek üzereyken Gezi Olayları patlak vermiş ve neticede süreç tıkanmıştı. Kobani Olayları da çözüm sürecini bitirmeye yönelik bir operasyondan başka bir şey değildir. Barış ve Kardeşlik Projesi’nin PKK cephesindeki en önemli aktörü hiç şüphesiz Abdullah Öcalan’dır. Öcalan, Hakan Fidan ile yaptığı görüşme sonrasında Kürt cephesine gerekli uyarıları yapmış ve “sürece devam” demiştir. Öcalan liderliğinde başlatılan Kürt hareketi o günlerin ortamında ne kadar doğal ise, bugün Ortadoğu’nun başına gelenleri gördükten sonra Öcalan’ın “mücadele sona erdi” sözü de o kadar doğaldır. Köprülerin altından çok su akmış, dağlardan çok cenaze gelmiş, her şeyden önemlisi Ortadoğu’daki dengeler tümden değişmiştir. Bugünkü Ortadoğu’ya Türkiye’nin hakim olması için tek yapılması gereken elimizi o bölgeye uzatmaktır.
Bir elimiz Kürt bir elimiz Türk olursa bu sorunu halledebiliriz. Aksi durumda bırakın Ortadoğu’ya sahip olmayı bu toprakları da elimizden kaybederiz. Bu millet tarihinde hiç olmadığı kadar uyanık olmak zorundadır. Birleşik bir toplum gücü, Osmanlıyı Avrupa’da Viyana kapılarına, Afrika’da Cezayir’e, Arap Yarımadası’nda Yemen’e, kuzeyde ise tüm Karadeniz’i bir Türk gölü yapabilecek seviyeye getirirken, bölünme ve parçalanma ise burnumuzun dibindeki Meis adasında öten horozları büyük bir acıyla Bodrum’dan dinleme noktasına getirmiştir.
Devletler tarihinde elli yıl yüz yıl gibi süreler kısa sürelerdir. Osmanlı parçalanıp yıkılmıştır. Ortaya bir takım suni devletler çıkmıştır bu da doğru. Ancak bizden ayrılan topraklarda yaşayan insanlar halen Osmanlıdır. Balkanlardan Arap ve Afrika coğrafyasına kadar birçok eski toprağımızda insanlar halen Türkçe konuşmaktadır. Osmanlı’nın huzur ve güven ortamından artık eser yoktur. Bugün hayatta olan son Osmanlı vatandaşları o günleri özlemle yad etmektedir.
Eger (Eğri) Kalesi’nde 14 Kasım 2014 tariihinde düzenlenen “Osmanlı Döneminde Eger’de Hayat” isimli konferansa davet edilen Türkiye’nin Macaristan Büyükelçiliği Dinişleri Ataşesi Hüseyin Ersoy, 16. yüzyılın sonunda inşa edilen 40 metre yüksekliğinde ve 97 merdivenli minareye çıkıp tam 327 yıl sonra ilk defa ezan okudu. 1596 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun vilayeti olan Eger Sancağı’nda inşa edilen Kethüda Camii’nin 1687 yılı sonunda Avusturya İmparatorluğu’na geçmesiyle birlikte cami bölümü yıkılmış, ancak minaresi günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştı.
Bu haberi okumak bile insanın içini ne kadar sızlatıyor değil mi? Bizim olan topraklar elimizden kayıp gitmiş. Camiler kubbesiz, minareler ezansız, insanlar sahipsiz kalmış. Kopan topraklardaki Türk varlığı zaman içinde ya asimile olmuş ya da tümden yok olup gitmiş.
“Kudüs düştü sesini duyduğumda beynimde bir bomba patladı günlerce ağladım” diye yazıyor bir Osmanlı vatandaşı Arap anılarında. Nasıl ağlamasın ki? Tüm dünyanın gözü önünde Filistin toprakları İsrail tarafından yutulmadı mı? Filistinlilerin elinde ise kala kala Gazze ve Batı Şeria’da bir avuç toprak parçası kalmadı mı? Böyle devam ederse Filistinliler 10 yıl sonra namaz kılacak camii, ölülerini gömecek mezar yeri bile bulamayacaklar.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ev sahipliğinde İstanbul Conrad Otel’de düzenlenen 1. Latin Amerika Ülkeleri Müslüman Dini Liderler Zirvesi kapanış programı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleşti. Açılışını Yalçın Akdoğan ve Mehmet Görmez’in yaptığı Kurultay’ın kapanışını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan salona girdiğinde salondaki 197 dini liderin tamamı gözyaşları içerisinde dakikalarca onu ayakta alkışladı.
Erdoğan, toplantının kapanış konuşmasında Birleşmiş Milletler’e çok sert çıktı. Konuşmasında: “BM Dünya barışına hizmet etmiyor. Afrika’nın elmasları, Latin Amerika’nın altınları nasıl sömürüldüyse Ortadoğu petrolleri de aynı kirli senaryoyla sömürüldü. Bu kirli senaryoda Müslümanların kanı var. Müslümanların zayıflaması, birbiriyle çatışması için her türlü oyun devreye sokuluyor. Bunlar komplo teorisi değil, bunlar ortada olan yaşadığımız vakalardır. Nerede barış elçileri? Nerede BM? Hangisi dur dedi? Ben hep söylüyorum, yine söyleyeceğim; Birleşmiş Milletler’in reforme edilmesi gerekiyor, dünya barışına hizmet etmiyor. BM’nin 197 üyesi bulunuyor ama sadece 5 tane daimi üyesi var. İçlerinde bir tane Müslüman ülke yok. Bunlardan bir tanesi hayır derse oradan siz karar çıkaramazsınız. Velev ki karar çıktı, uygulanmaz! İsrail ile ilgili kararlar uygulandı mı? Söz konusu Müslüman olunca hukuk ortadan kalkıyor, demokrasi ortadan kalkıyor, evrensel değerler, Avrupa değerleri, Batılı değerler, insani, vicdani değerler ortadan kalkıyor” dedi.
İsrail’in Mescid-i Aksa saldırılarını da eleştiren Erdoğan: “Onların mabedlerine karşı bizim ülkelerimizde böyle bir şey yapılsa dünya ne yapar? Ama bakın biz bunların hiçbirine asla müsaade etmeyiz. Niye Çünkü bizim dinimizde böyle bir saldırıya, böyle yakıp yıkmaya yer yoktur da onun için. Mescid-i Aksa, Filistinlilerin değil tüm dünya Müslümanlarının iki kıblesinden bir tanesidir. Dolayısıyla hepimize düşen bir görev var, sorumluluk var. Ama bakın dünyanın sesi hiç çıkmıyor. Endülüs‘teki Müslüman’ın hakkını bizim dedelerimiz savundu. Kutsal mekânların asırlarca hizmetkârlığını Atalarımız yaptı.” dedi.
Erdoğan liderliğindeki Türkiye, bugün tüm dünya Müslümanlarının umududur. Ülkesi askeri darbe yönetimi altında olan Mısırlı bir televizyon spikerinin, görevden alınacağını veya darbeciler tarafından tutuklanma ihtimalini bile bile, Erdoğan’a mason ve Ermeni diyen bir Suudi Arabistan vatandaşını yerin dibine sokmasının nedeni de işte bu umuttan kaynaklanmaktadır. Bugün Ortadoğu’dan Amerika’ya kadar müthiş bir Erdoğan rüzgârı esmektedir. Amerika’da Boston’un tarihi çarşısında fast food satışı yapan Cezayir kökenli bir Müslüman’ın, Türk olduğumu öğrendiğinde gözleri ışıldayarak “Tayyip Erdoğan” deyip benden ısrarla para almamasının nedeni de budur. Fransa’da, İngiltere, İspanya ve İtalya’da da benzer Erdoğan sevgisine sıkça şahit oldum. Eminim ki birçok Türk vatandaşı yurt dışına çıktığında benzer şeylerle karşılaşıyordur.
Bilmem farkında mısınız yeni bir dünya kuruluyor. Ve Batılılar istese de istemese de bu coğrafyada olanca hızıyla yeni bir Türk İmparatorluğu doğuyor.