(Article 223-29.04.2018
Hafta içerisinde “Erdoğan İçin Yeni Bir Darağacı Kuruldu” başlıklı bir yazı yayınlamış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batılılarca neden hedef alındığını özetlemiştim. İşin özünde; Ortadoğu ve Afrika coğrafyasının önümüzdeki 100 yıl boyunca Batılı devletlerce yeniden müstemleke haline dönüştürülmesi, var olan devletlerden yeni devletçikler yaratılması, Müslümanların köleleştirilmesi için ERDOĞAN’ın öldürülmesi veya ortadan kaldırılması gerektiğini anlatmıştım.
Erdoğan’ın ve Türkiye’nin son kale olduğunu, Erdoğan düşerse Türkiye’nin düşeceğini, Türkiye düşerse Kâbe’nin, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, Halep’in, Şam’ın, Beyrut’un, San’a ve Kahire’nin düşeceğini, Türkiye düşerse İslamiyet diye bir şey kalmayacağını sıralamış ve Erdoğan düşerse Türkiye’nin dörde, Suudi Arabistan’ın beşe, İran, Irak, Suriye, Yemen, Libya ve Mısır’ın ise üçer beşer devlete bölüneceğini söylemiştim.
İşte tüm bu nedenlerle bir yandan PKK, HDP, YPG, JPG, DHKP-C, diğer yandan ise FETÖ ve onun siyasi ayağı konumuna dönüşen CHP, İYİ PARTİ, SAADET PARTİSİ gibi terör destekçisi partiler saldırdıkça saldırıyor.
Milli Görüş tabanından gelen eski Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ve eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ruhlarını Şeytan’a satıp FETÖ’nün ve diğer tüm Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürmeleri bundan değil midir?
11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başdanışmanı Ahmet Sever 2015 yılında piyasaya sürdüğü “Abdullah Gül ile 12 yıl” başlıklı kitabında, Gül ile “dava arkadaşı” Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkinin neden kırılganlaştığını birkaç örnekle anlatır.
Bu çerçevede Erdoğan ile ilişkisinde Gül’ü en çok kıran ve üzülmesine yol açan olaylardan biri 2012 yılında Cumhurbaşkanı’nın görev süresine ilişkin yasa tasarısı hazırlanırken konan bir “yasak” maddesidir. Bu madde, Gül’ün ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilebilmesini önlüyordu. Gül, bunun üzerine Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e “Biz bu konuyu aramızda konuşarak hallederiz. Yasayla engel koymaya gerek yok. Böyle bir yasa beni rencide eder” diye haber gönderir. Gül, Erdoğan ile aralarındaki kardeşlik hukuku ve dava arkadaşlığına güveniyordu. Ancak Sadullah Ergin, Başbakan Erdoğan ile görüştükten sonra olumsuz yanıtla döner. Sonrasını Ahmet Sever kitabında şöyle anlatır: “Kendi partisinden ve arkadaşlarından gelen bu tavır, Cumhurbaşkanı’nın çok ağırına gitti. Ne olmuştu da kendisine böyle bir yasak reva görülmüştü? Buna bir anlam veremiyordu. Çok kırılmış ve incinmişti. Bu konu ne zaman açılsa konuşmak istemiyor, ancak yüzündeki acı ifade her şeyi anlatıyordu. Yasa önüne geldiğinde de kendisine konulan yasağı tereddütsüz ve hiç beklemeden kendi eliyle onayladı. Oysa veto edebilir veya Anayasa Mahkemesi’ne iptal için başvurabilirdi. Ama o bu yollara tenezzül etmedi. Bunun gerekçesini kendisine sorduğumda çok kısa bir cevap verdi: “Kimseye benim için koltuk meraklısı dedirtmem.”
Benzer bir kırılma 2014 yılında Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrılması sırasında yaşanmış. Kitaba göre, Gül siyasete döndüğü takdirde başarılı olacağına inanıyormuş ancak etrafındaki kişilere; “Tayyip Bey buna karşı çıkar. Aramızda çatışma çıkar. Anlaşamayız. Bu ülke için de hayırlı olmaz. Bir ipte iki cambaz oynamaz” diye söylemiş. Gül’ü partinin başına dönme kararından vazgeçiren bir başka faktör de; “Gül’ün artık partisini tanıyamaması!” imiş.
Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan daha o yıllarda Abdullah Gül’ün ne mal olduğunu anlamış. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı koltuğunu bıraktıktan sonra kendine yeni bir güç edinme hevesinde olduğunu fark eden Erdoğan gereken adımları atarak onun önünü kesmiş.
Erdoğan’ın attığı adımlara o günlerde sesini çıkartamayan Abdullah Gül, “mal bulmuş Magribi” misali 24 Haziran 2018 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şansını son bir defa denemek istedi. Ancak stratejik zekâdan yoksun olduğu için hayatının hatasını yaptı ve içindeki hırsa yenik düştü.
Sayın Emine Erdoğan hanımefendiye karşı Hayrünnisa Gül’ün kin ve öfke duyduğu ve hislerini açıktan açığa ifşa ettiğini bilmeyen yoktur. Hayrünnisa Gül, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü yeniden cumhurbaşkanı yaptırabilmek için onun üzerindeki baskı gücünü son raddesine kadar kullandı. Açıkçası eşinin tüm itibarının yerle yeksan olacağını bile bile onu bilerek ve isteyerek ateşin içerisine itekledi.
Gerek Abdullah Gül’ün gerekse Hayrünnisa Gül’ün son derece sinsi, vefa duygusundan yoksun olduğunu bilenler bilir. “Kendi menfaatleri için yapmayacakları şey yoktur” babında konuşmaları birçok kişiden işitmişimdir. Abdullah Gül, FETÖ tarafından Erdoğan’a karşı başlatılan hemen her operasyonda sessiz kalmayı yeğlemiş, “tarafsız Cumhurbaşkanı” görüntüsü vermeyi ilke ve prensip edinmiştir. Aslında Gül’ün yaptığı şey “tarafsızlık” değil, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, Erdoğan’a ne olursa olsun” mantığıyla hareket edip olayları görmezden gelmesiydi.
Bir insanın sadece susmak suretiyle itibar ve onurunu ayaklar altına aldığına şahit olamayanların Sayın Abdullah Gül’e bakması yeterli. Bugüne kadar kendisiyle ilgili hemen her konuda anlaşılmaz bir sessizliğe bürünen Abdullah Gül’ün, Sayın Emine Erdoğan hanımefendi ile bilek güreşi yapmaya çalışan Hayrünnisa Gül’ün etkisi altında kaldığına şüphe yok. Anadolu’da bir söz vardır; “Su akar, yolunu bulur” derler. Evet, su aktı ve yolunu buldu.
Abdullah Gül dün bir açıklama yaptı yapmasına ama kurduğu cümlelere inanın ben bile inanamadım. Tarihe not düşülsün ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bir insanın gelip gelebileceği, görüp görebileceği en yüksek mevki olan Cumhurbaşkanlığı makamında 5 yıl geçiren Abdullah Gül’ün aslında ne kadar yeteneksiz, ne kadar vefasız, ne kadar çapsız bir kişi olduğu anlaşılsın diye konuşmasının önemli yerlerini aşağıya alıntıladım;
“Erken bir seçime gidiliyor, seçimlerin hayırlı olmasını diliyorum. Türkiye, iç ve dış şartlar içerisinde büyük zorluklarla karşı karşıya. Barışa ve huzura ihtiyaç varken, daha çok kutuplaşma ve kaygı ortamı var. Tarihimizin en büyük beka sorunları ile karşı karşıyayız. Ekonomik sorunların da ciddi boyutlara ulaştığını görüyoruz. Türkiye için neyin daha iyi olduğunu konuşmaktan çok siyasi manevralar, kişiler üzerinden saldırılarla meşgulüz. Türkiye pozitif bir gündem içerisinde değil. Bu ortamda seçimlere gidiyoruz. Bu çerçeve içerisinde benim ismimde yoğun şekilde gündemde. Bir faninin ulaşabileceği tüm mevkilere ulaşmış vaziyetteyim ve bunlar geride kalmış şeyler. Görev yaptığım tüm makamları şerefle temsil ettim. Ne ben, ne de ailem herhangi bir beklenti içinde değiliz. Dediğim gibi ben geride bıraktım. Tüm samimiyetimle söylüyorum. Cumhurbaşkanlığından sonra aktif siyaset içinde olmadım. Günü geldi hain darbe teşebbüsü çıktığında arkama bakmadan üstüme düşeni yaptım. Bazen de temel hak ve özgürlüklerle ilgili haksızlıkları gördüğümde düşüncelerimi paylaşmaktan geri kalmadım. Seçimlerin erkenden yapılacağının anlaşılması üzerine Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun ismimi zikretmesi benim dışımda gelişmiştir. Bu süreç benim organize ettiğim bir süreç değildir. Süreç, benim siyaset tecrübe ve anlayışıma güvenenlerin talebiyle ortaya çıkmıştır. Ben de geniş bir mutabakat olursa üstüme düşeni yapmaktan çekinmeyeceğimi söylemişimdir. Toplumun büyük bir kesiminden böyle bir talep olursa gerekeni yaparım demiştim. Temel Bey’in çabalarını takdirle karşılıyorum. TEMEL BEY’İN ÇABALARI SONRASI GENİŞ BİR MUTABAKAT ORTAYA ÇIKMAMIŞTIR. Bu nedenle adaylığım söz konusu değildir.”
Bu konuşma metnin kim tarafından yapıldığını en başta söylememiş ve “Bu yazıyı kim kaleme almıştır?” diye sormuş olsaydım verilecek cevap hiç şüphesiz; “ya bir FETÖ mensubu, ya CHP genel başkanı veya grup sözcüsü ya da ABD veya Avrupa’da yayın yapan Türkiye düşmanı herhangi bir gazete” diye cevap verilirdi.
Abdullah Gül’ün basın toplantısında dile getirdiği; “Türkiye iç ve dış şartlar içerisinde büyük zorluklarla karşı karşıya. Barışa ve huzura ihtiyaç varken, daha çok kutuplaşma ve kaygı ortamı var”, “Ekonomik sorunların da ciddi boyutlara ulaştığını görüyoruz.”, “Türkiye pozitif bir gündem içerisinde değil.”, “Temel hak ve özgürlüklerle ilgili haksızlıkları gördüğümde düşüncelerimi paylaşmaktan geri kalmadım.” şeklindeki cümlelerin birebir aynısını Samanyolu ve Zaman gazetesinin şimdi hapiste ve firarda olan yöneticileri de söylemiyorlar mıydı?
Bence konuşmanın en önemli kısmını oluşturan; “TEMEL BEY’İN ÇABALARI SONRASI GENİŞ BİR MUTABAKAT ORTAYA ÇIKMAMIŞTIR. Bu nedenle adaylığım söz konusu değildir.” kısmına ne demeli?
Abdullah Gül’ün konuşmanın son kısmında söylemek istediği şey aslında tam olarak şudur; “ERDOĞAN’A SAVAŞ AÇACAKTIM AMA KORKUDAN TIRSIP KAÇTIM!”
Geniş bir mutabakat ortaya çıkması durumunda Erdoğan’a karşı Cumhurbaşkanlığı yarışına girecek olan Gül’ün siyasi etikten, vefadan, dostluktan, arkadaşlıktan zerre kadar nasibini almamış olduğunu öğrendik.
Tarihe şahitlik ettiğinizin farkında mısınız?
Abdullah Gül denilen eski bir cumhurbaşkanının siyasi mevtaya dönüştüğünü TV ekranlarından “son dakika” gelişmesi olarak canlı canlı izledik. Yüzünde zerre kadar utanma veya pişmanlık belirtisi yoktu. Zihni açık mıydı? O biraz şüpheli. “Olaylar benim bilgim dışında gelişti” diye konuşmaya başlayıp “geniş bir mutabakat olmadığı için ben yokum” diye cümleyi bitiren bir kişinin mantık, mukayese ve analiz yeteneğini kaybettiği ortada.
Abdullah Gül, tıpkı eski AK Parti milletvekili Abdullatif Şener gibi, tıpkı eski Refah Partili Temel Karamollaoğlu gibi gözden düşmüş, itibarı sıfırlanmış, kendisini sokakta görenlerin selam dahi vermeyeceği, arkadaşını ve dostlarını ikbal uğruna satan eski bir Cumhurbaşkanı olarak yalnızlıklar içerisinde bu dünyadan terk-i diyar edip gidecek.
Devletin en sıkıntılı döneminde Temel Karamollaoğlu, Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu ve FETÖ’nün ihanet trenine binen Abdullah Gül, Türk toplumu nezdinde tüm itibarını sıfırlamıştır.
Sultan Abdulaziz’i tahttan indirip Feriye Sarayı’nda katline sebep olan Şinasi, Mithat Paşa ve Namık Kemal gibi vatan hainlerinin isimlerini üniversitelere ve bazı kamu kurumlarına vermek bizim açımızdan ne kadar büyük bir utanç ise, dava arkadaşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sırtından bıçaklayan Abdullah Gül’ün ismini resmi kurumlara vermekte o kadar büyük bir ayıptır.
“Sileni silerler” dersek yanlış olmaz herhalde…
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM