(Article 059-27.01.2015)
Türkiye’de son iki yıldan beri süre gelen “seçim” süreci 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak genel seçimlerle nihayete erecek. Fakat Haziran ayına kadar ortalığı karıştırmak ve insanları sokağa dökmek için hemen her fırsat değerlendirilecek, her türlü provokasyon yapılacak, yalan haberler birbiri peşi sıra gelecek, “bu kadar da olur mu?” tarzında anlık senaryolar uygulamaya konulacak.
Mesela bugün Geziciler tarafından Sarıyer Kısırkaya’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce yaptırılan Hayvan Bakım Evi ve Doğal Yaşam Alanı ile ilgili olarak ortaya bir iddia atıldı ve 31 Ocak için eylem çağrısı yapıldı. Güyâ burada ”Hayvan yakma fırınları ve deney laboratuarları” varmış. Tabii bu yalan haber İBB tarafından hemen yalanlandı ve tesisle ilgili çok detaylı açıklama yapıldı. Bu tür tesisleri rüyalarında bile görmeye alışkın olmayan Gezi beyinliler kendi kafalarından senaryo dizip hemen her olaydan nemalanmaya çalışacaklar.
Önümüzdeki günlerde Gezi beyinlilerin eylem yapabileceği olaylar alt alta sıralandığında bizleri ürkütücü günler bekliyor. Örneğin; 31 Mart 2015 tarihinde saatler bir saat ileri alınacak. Bu olay Kadıköy ve Beşiktaş halkı başta olmak üzere insanlarda büyük bir infiale sebep olabilir.
Radikal gazetesinde bugün yayınlanan bir haber vardı. Haberde “Beyazıt Meydanı’nın bu görüntüsü tarih olacak” deniliyor ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekiplerince İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısı önünde bulunan ve 1958 yılında Mimar Turgut Cansever’in yaptığı “merdivenlerin” ortadan kaldırıldığı” belirtiliyordu. Haber aslında “tarihsel öneme sahip” bu müstesna merdivenlerin katledildiğini ön plana çıkartıp yeni bir Gezi Ayaklanması tertipleyebilir miyiz mealinde hazırlanmıştı. Beyazıt Meydanı’nın 100 yıl önceki resimleriyle hali hazırdaki görüntüsünü yan yana koyduğunuzda iki resim arasındaki mimari estetik ve zihniyet farklılığını anında görürsünüz. Osmanlı mimarlarının yaptığı muhteşem güzellikteki Harbiye Nezareti Kapısı’na Cumhuriyet mimarları sadece uyduruk bir “merdiven” ilave edebilmiş. 1940’lı 50’li yıllarda yapılan külüstür fabrika binası, antrepo, depo ve hatta gecekonduları bile tarihi eser olarak isimlendiren Anıtlar Yüksek Kurulu’nun bugüne kadar yaptıkları ortada. Yeni Cumhurbaşkanlığı binasının yapımı konusunda sergiledikleri tavrı herkes hatırlar. Atatürk Orman Çiftliği arazisinin kültürel bir varlık olduğunu ileri sürmüş ve sarayın yapımını engellemeye çalışmışlardı. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, HSYK ve Merkez Bankası gibi anayasal vesayet kurumlarının bir benzeri de maalesef bilimsellikten oldukça uzaklaşıp, “siyasi” bir partinin uzantısı gibi hareket eden Anıtlar Yüksek Kurulu’nun bizatihi kendisi.
Türkiye’de hükümetlerin ve yerel idarecilerin faaliyet icra ederken nereden, ne şekilde ve nasıl engelleneceğini hiç kimsenin tahmin edebilme şansı yok. Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı ambargo hem Türkiye hem de Rusya açısından olumlu sonuçlarını vermeye başladı. Ukrayna üzerinden Avrupa ülkelerine gaz taşıyacak olan Güney Akım Projesi Rusya tarafından iptal edildi ve bunun yerine Türk Akım adı altında yeni bir projenin imzaları Ankara’da atıldı. Rus Enerji şirketi Gazprom CEO’su Aleksey Miller, “Rusya’dan Türkiye’ye 63 milyar metreküp kapasiteli yeni hatta doğalgaz akışı Aralık 2016’da başlayacak” açıklamasını bugün açıkladı.
Önümüzdeki günlerde gerek Putin gerekse Erdoğan’a karşı yeni bir saldırı dalgasının başlayacağını, hatta bu iki lidere yönelik silahlı saldırı girişimleri bile olacağını Putin’in Ankara’ya yaptığı ziyaret sonrasında kaleme almıştım. Bu tehlike hiçbir şekilde sonlanmış değil. 31 Mayıs 2013 tarihinde Gezi Parkı Eylemleri sırasında İstanbul yangın yerine dönmüştü. Bu eylemlerin tek amacı Erdoğan’ın iktidardan uzaklaştırılmasıydı. Bu plan tutmayınca 17/25 Aralık 2013 tarihinde bu defa Emniyet destekli Yargı Darbesi uygulamaya sokuldu. Devlet içerisinde Fethullah Gülen liderliğindeki Paralel Devlet Yapılanması adeta “güç zehirlenmesi” yaşadı ve kendilerini dokunulamaz zannedip devleti ele geçirmeye kalkıştı. Bu da tutmadı.
Üçüncü saldırı İstanbul Sultangazi İlçe Belediye’sinin Uğur Mumcu Mahallesi’nde bulunan belediye hizmet binasının açılışına katılmak için 31 Mayıs 2014 tarihinde saat 14.00’de ilçeye gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bina ve tesisleri gezip halka hitaben konuşma yapmasından hemen sonra gerçekleşti. Başbakan Erdoğan saat 16.30 sıralarında makam aracıyla tören alanından ayrılırken aracının camını açarak sevgi gösterisinde bulunan halka el sallamaya başladı. Ferhat Yıldız isimli bir saldırgan elindeki silahı Başbakan’a doğrulttu, ateş etmeye çalıştı ancak mermi patlamadı. Olayın gerçekleşme tarihine lütfen dikkat edin. 31 Mayıs 2014 yani Gezi Olaylarının yıldönümü. Sultangazi’de kuruyemiş dükkânı işleten tutuklu sanık Ferhat Yıldız olay günü yaşananları ilk duruşmada şöyle anlatmıştı: “Olaydan bir hafta önce adını bilmediğim bir şahıstan, bir otobüs durağında silah satın aldım. Silahı satın aldığımda içinde bir tane kurşun vardı. Silahı hiç kullanmadım. Erdoğan makam aracıyla geçerken halk sevgi gösterisinde bulunuyordu. Ben kalabalığın arkasındaydım. Makam aracıyla aramda 10 metre mesafe vardı. Aracın arkasından yola indim. Mermiyi namluya sürdüm, sonra silahı makam aracının arkasından taş atar gibi attım. Sonra korumalar yanıma gelip ‘Ne attın?’ diye bağırdılar. Cumhuriyetimiz tehlikedeydi, bir mesaj vermek için yaptım. Erdoğan’ı vurmayı planlamadım, sadece protesto amaçlıydı. Taksim eylemlerine de katılmıştım”.
Bu Gezi beyinlinin avukatı, İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada; “müvekkilinin eylemini gerçekleştirdiği yere öldürme kastıyla değil protesto amacıyla gittiğini, silahı ateşlemediğini, silahı taş atar gibi Başbakan’a fırlattığını, öldürme ve yaralama kastı bulunmadığını” belirtip Ferhat Yıldız’ın tahliyesini talep etti. Ancak İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan mahkemeye ulaşan inceleme raporu olayın vahametini tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Suç aleti tabancayla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi’nden gelen raporda; “Tabancanın çalışır vaziyette olduğu, kovan çekirdeğinde çizikler bulunduğu, mermi çekirdeğine ateşleme iğnesi çarptığı fakat tabancanın patlamamış olduğu” belirtiliyordu.
Erdoğan’a 10 metre uzaklıktan ateş edilmiş ve bir şans eseri mermi ateş almamış. Olayın gerçekleştiği tarih Gezi Olayları’nın yıldönümü ve suikastçı Taksim Olayları’na fiilen katılan bir kişi. Bu kadar tesadüf bir araya nasıl gelebilir? Bu olayın mahkeme tarafından kapsamlı bir şekilde PDY ile bağlantısının araştırılması gerekmektedir.
O silahtan çıkan kurşun Erdoğan’ı öldürmüş olsaydı bugün çok farklı bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Öldürün kişiye gelince muhtemelen ceza alacak, ancak CHP tarafından milletvekili yapılıp hapisten çıkartılacak ve belki de Türkiye’yi Erdoğan’dan kurtardığı için kendisine CHP’nin onursal başkanlığı bile tevdi edilecekti.
Bu da kâfi gelmeyecek muhtemelen birçok CHP belediyesi bu tetikçinin ismini cadde ve sokaklarına verecek, İzmir’deki İlk Kurşun anıtının hemen karşısına “Son Kurşun” anıtı dikilecekti. Onlara göre Hasan Tahsin ile Ferhat Yıldız arasında hiçbir fark yok. Ne de olsa Yunanlılar’da düşman Erdoğan’da düşman. (Bu arada Anadolu’da düşmana karşı ilk kurşunu İzmirli Hasan Tahsin değil, Kilis ve Antepliler atmıştır).
Erdoğan’a yönelik bu tür saldırı ve suikast girişimlerinin ardı arkası kesilmeyecek. “Erdoğan’ı tutuklayan kişi ben olacağım” diye ortalıkta dolaşan Savcı bozuntuları gibi, “Erdoğan’ı öldüren muhterem kişi” ünvanını kazanmak isteyen ve Ayetullah’ın gözüne girmek için fırsat kollayan o kadar çok kişi var ki.
Aman dikkat, aman dikkat…