(Article 231-04.06.2018)
24 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği genel seçimleri yapılacak. Sosyal medyada yazılanları görüp de tepkisiz kalmak mümkün değil. Yazılanların akıl ve zekâyla bağdaşır tek bir tarafı bile yok. Erdoğan tüm servetini altına çevirip İsviçre bankalarına kaçırmış da, seçimi kaybettiği takdirde yurtdışına kaçacakmış da, Emine hanımın 45 bin euroluk çantası varmış da ve bu çantayı devletin parasıyla almış da, BİM ve A 101 marketler zinciri ile Kara Fırın grubu da Erdoğan’ınmış da, Ziraat Bankası batmış da, ABD tarafından Halk Bankası’na 100 milyar dolar ceza kesilecekmiş de, Erdoğan Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanacakmış da, mış mış da mış mış…
Aslı astarı olmayan bu ve buna benzer çok sayıda yalan haber yoğun şekilde sosyal medyada paylaşılıyor. Beni böyle bir makale yazmaya iten esas sebep ise; insanlarımızın bu tarz yalan haberlere sazan gibi atlaması ve bir çok “MAL“ın da bu haberlere inanması.
Zekâ kapasiteleri 5 yaşındaki bir çocukla aynı seviyede olan tatlı su solcuları ve kendilerini aydın olarak tanımlayan jakobenler ile darbe sevdalısı İttihat Terakkici asker tayfasının okumadığına, okusa da hiç bir şeyi anlamadığına artık tamamen inandım. Edirne’den Ardahan’a kadar uzanan Türkiye coğrafyasında nefes alan her muhalif grubun gözünü kan bürümüş durumda. “Erdoğan düşmanlığı” öyle bir hâl almış ki, Erdoğan’dan kurtulma uğruna ülkesiz kalmaya bile razılar.
Erdoğan’ın iktidardan düşmesi için HDP ve CHP ile bir FETÖ projesi olduğu ayan beyan ortada olan İYİ Parti ve Saadet Partisi hemen her gün ve hemen her dakika yeni bir skandala imza atmakta. “Erdoğan gitsin, gerisi hiç önemli değil, gerekirse Türkiye batsın” bu ittifakın temel manifestosu olarak deklare edilmiş durumda.
Kendilerini Atatürkçü, laik ve demokrat olarak lanse eden, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” şeklinde slogan atıp Cumhuriyet’in 100’ncü yılında halen “10 yıl Marşı” ile gaza gelmeyi başaran bu grubu ne şekilde tanımlayabiliriz?
Mustafa Kemal yaşasaydı eğer; 1984 yılından beri Türkiye’yi kana boğan PKK ile aynı yatağa girmeyi kabul eden, 15 Temmuz 2016’da darbe kalkışmasına girişip devletin silahlarıyla 250 vatandaşımızı şehit eden FETÖ terör örgütü aleyhinde tek bir laf edemeyen, iktidara geldikleri anda olağanüstü hale son vereceklerini açıklayıp FETÖ tutuklarını serbest bırakmayı itiraf eden, Türk lirasının ABD Doları karşısında 5 liraya hatta 10 liraya yükselmesinden mutluluk duyan, Türkiye’yi halen azgelişmiş bir Ortadoğu ülkesi gibi tanımlayan, soyundan sopundan ve ecdadı olan Osmanlı’dan nefret eden, ülkede yapılan yatırımları durduran, TİKA’yı kapatmayı düşünen, TRT’yi satmayı kafaya koyan, HDP’li belediyelere özgürlük vaat eden bu beyinsizleri memleketin bütün ağaçlarına kıçlarından çengel ile astırırdı. Bu kadar vatan hainini asacak yeterli sayıda ağaç bulunur muydu o da ayrı bir problem tabi.
İngiliz The Guardian gazetesi 30 Mayıs 2015 tarihli baskısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın anayasayı değiştirme arzusunu konu ederek “Erdoğan’ın daha fazla güç kazanmaması gerektiğini” belirten bir makale yayımladı ve gerekçelerini sıraladı; “İstikrarlı bir Türkiye Avrupa ve Ortadoğu için hayati. Cumhurbaşkanı’nın daha fazla güç kazanması faydalı olmayacak” başlığıyla çıkan bu yazıda, öncelikle Türkiye’nin neden “önemli” bir ülke olduğu anlatılıyor.
“İstikrarlı” derken bu ifadenin aslında bizim aleyhimize, kendilerinin lehine bir durum olduğunu sanırım anlamışsınızdır.
Gazete, Erdoğan’ın üstün siyasi yeteneklere sahip olmasını ve ülkenin yoksul ve dindar kesimleri arasında güç kazanması hususunu temel endişe! nedenleri arasında sayıyor.
Guardian, Financial Times, Washington Post, Le Monde, New York Times, The Economist, Frankfurter Allgemeine, Bild ve daha birçok batılı medya kuruluşunun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik bu tarz dengesiz ve ahlâksız paylaşımlarda bulunmasının esas nedeni güçlü bir Türkiye’nin ortaya çıkmasını engellemek.
Türkiye’nin kayıp yılları olarak tanımlanan 1993-2002 yılları arası dönem; ekonomik, siyasi ve politik krizler, faili meçhul cinayetler, terör eylemleri, yüksek faiz, devalüasyon, dış ve iç borç krizi ve yolsuzluklar gibi hatırlanması bile istenilmeyen olaylarla doludur. Erdoğan liderliğindeki AK Parti, 2002 yılından beri ülkeyi kesintisiz şekilde istikrar içerisinde yönetiyor. AK Parti döneminde yapılanları gerek Osmanlı gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde yapılanlarla mukayese edebilmek bile mümkün değil.
Türkiye’de artık; 65 yaş üzeri tüm vatandaşlar toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlanabiliyor, insanlar kredi kartı borcundan dolayı hapis yatmıyor, vergi borcu olanlar yurtdışına rahatlıkla çıkabiliyor.
Kadınlar doğum borçlanması yaparak erken emeklilik hakkı kazanıyor, çocuklarını okula gönderen annelere eğitim parası ödeniyor, okula giden çocuklara ücretsiz kitap dağıtılıyor, kişisel borçlarından dolayı emeklilerin maaşlarına haciz konulamıyor.
Öğrenciler okuduğu sürece “öğrenci kartı” imkânından faydalanıyor, lisans, yüksek lisans ve doktora aşamasındaki öğrencilere karşılıksız burslar veriliyor, eskiden koğuş tipi yurtlarda kalan çocuklarımız şimdi otel konforundaki bir veya iki kişilik odalarda kalabiliyor.
İnsanlar acil bir rahatsızlık durumunda devlet ve özel sektör ayrımı olmaksızın istediği hastaneye ücretsiz gidebiliyor, yeni doğan çocukların sağlık gideri 18 yaşına kadar devlet tarafından karşılanıyor.
2009 öncesinde vatandaşlık hakkını kaybedenler otomatik olarak yeniden vatandaş olabiliyor. 28 Şubat sürecinde disiplin cezaları nedeniyle memuriyetten çıkarılanlar tekrar memuriyete dönebiliyor, insanlar çocuklarına istedikleri ismi koyabiliyor, Kürtçeyi rahatlıkla konuşabiliyor, kızlarımız üniversitelere, okullara ve tüm kamu kurumlarına başörtülü olarak girebiliyor, çalışabiliyor.
Engelli çocuğu olan annelere erken emeklilik imkânı sağlanıp, engellilere maaş bağlanıyor. Hastalarımız ilaçlarını istediği eczaneden ücretsiz alabiliyor, emekli maaşları istenildiği takdirde evde ödenebiliyor, yaşlı ve bakıma muhtaç kişilere evde temizlik, sağlık ve bakım hizmeti verilebiliyor.
İnsanlara karakollarda işkence yapılmıyor, MERNIS ve e-devlet hizmeti sayesinde sabıka kaydından ikametgâh belgesine kadar hemen her türlü evrak bilgisayardan temin edilebiliyor, her türlü vergi ödemesi internet üzerinden yapılabiliyor.
Yapılan barajlar sayesinde büyük şehirlerde artık su ve elektrik kesintileri yaşanmıyor. Son 15 yılda inşa edilen otoban, köprü, tünel, demiryolu ve havaalanları ile insanlar istediği yere kısa sürede ulaşabiliyor. Yüzlerce ülkeye vizesiz seyahat edilebiliyor.
Bu kadar mı? Hayır. Türkiye artık kendi uçağını, kendi helikopterini, kendi silahlı insansız hava aracını, kendi hızlı trenini, kendi tankını, kendi otobüs ve otomobilini rahatlıkla üretebiliyor, uzaya uydu gönderebiliyor, topunu tüfeğini yapabiliyor.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden getirdiği 232 ton altın tutarındaki ganimet rakamına bir daha asla ulaşamayan Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti hazinesi, 497 yıl sonra ilk defa 2013 yılında 600 tonluk altın stokuna ulaşabiliyor.
Faiz oranları 160 yıl sonra ilk defa tek rakamlı hanelere düşebiliyor, İstanbul Boğazı’nın altına Marmaray ve Avrasya tünelleri yapılabiliyor, İstanbul’a dünyanın en büyük havalimanı inşa edilebiliyor, İstanbul Boğazı’na Yavuz Sulta Selim Köprüsü ve İzmit Körfezi’ne dünyanın en yüksek ve en geniş asma Osman Gazi Körfez Geçiş Köprüsü yapılabiliyor.
İşte tüm bunları başardığı için, başörtüsünden dolayı “karafatma” benzetmesi yapılan kardeşlerimizin hak ettikleri saygıyı görmeleri için, Mavi Marmara olayında dimdik durduğu için, Mısır’daki darbeye “darbe”, Suriye’de yaşananlara “katliam” dediği için, TL’den altı sıfırı bir kalemde attığı için, hayal dahi edilemeyen “Sağlık Reformu”nu gerçekleştirdiği için, yıllardır bitirilemeyen Karadeniz Sahil Yolu’nu ve Bolu Tüneli’ni bitirdiği için, “Kıyamete kadar” ödenemeyeceği zannedilen IMF borçlarını sıfırladığı için, “IMF’den borç alınmazsa ülke batar” nutku atan TÜSİAD mensuplarına haddini bildirdiği için, “Kürt sorunu” konusunda çözüme yönelik adımlar atıp “barış süreci”ni başlattığı için, İsrail’e “One Minute” dediği için, köprüler, havalimanları, otobanlar inşa ettiği için, yeni metrolar inşa ederek İstanbul’u yeraltından ve yer üstünden birbirine bağladığı için, hızlı treni yaptığı için, Kudüs’e Mekke ve Medine’ye sahip çıktığı için, İslâm’ın ve Müslümanlığın son kalesi olduğu için, tüm terör örgütleriyle mücadele ettiği için, Erdoğan’ın bu devletin başından uzaklaştırılması gerekiyor!
Hatta bu da yetmez!
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’ın Sultan Abdülaziz gibi bilekleri kesilerek veya Adnan Menderes gibi idam edilerek veya Turgut Özal gibi zehirlenerek öldürülmesi gerekiyor!
Fakat kim ne derse desin, en sonunda halkın dediği olacak. Türk halkı kimin ne iş yaptığını, kimin boş boş konuştuğunu çok iyi biliyor. Yapılanlar ve yapılacaklar ortada.
Bu seçimde AK Parti ve MHP dışında kalan partilerin FETÖ ile ne kadar içli dışlı oldukları ortada. Ve bu iki parti dışında iktidara gelebilecek diğer tüm partilerin FETÖ’ye bir mankurt gibi koşulsuz hizmet edebileceklerinden emin olabilirsiniz. Peki, böyle bir durumda ne olur? Allah korusun çok kanlı bir iç savaş çıkar.
O kadar gözaltı ve tutuklamalara rağmen hemen her gün yeni bir FETÖ operasyonuna şahit olmuyor muyuz? Ve ordu içinde halen görev yapmakta olan kripto FETÖ mensuplarının varlığını görmüyor muyuz? Bu terörist yapı halen aktif, halen güçlü ve kendilerini gizlemeyi çok güzel beceriyor.
Bundan sonrası Türk halkının kararı…
Şimdi yazımın ilk kısmında tanımladığım ve “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ” şeklinde slogan atarak Kemalist ve Cumhuriyetçi olduklarını zanneden MUHALİF BEYİNSİZLERE bir çift lafım daha var.
Erdoğan giderse eğer, inanın üç beş güne kalmaz; “Biz ne bok yemişiz de bu adamın aleyhinde konuşmuşuz, biz ne kadar şerefsiz, ne kadar alçak, ne kadar namussuz, ne kadar hain, ne kadar kanı bozuk, ne kadar vefasız, ne kadar embesil, ne kadar beyinsiz, ne kadar yalancı, ne kadar riyakâr, ne kadar iftiracı, ne kadar hayvan oğlu hayvan mışız ki böyle bir liderin kıymetini bilememişiz” diye “olmayan” kafanızı duvarlara vurur, FETÖ ve PKK’nın trenine binen üç kuruşluk siyasetçi kırıntıları tarafından yönetilir, 90’lı yılların Türkiye’sine geri dönüş yaparsınız.
Ve sormadan edemiyorum: Sahiden siz ne ayaksınız?
Solcu mu?
Kemalist mi?
Laik ve Demokrat mı?
Vatansever mi?
Ülke sevdalısı mı?
Mustafa Kemal yaşasaydı eğer, değil sizi kendisine asker yapmak Türkiye coğrafyasında nefes almanıza bile izin vermez, Kılıç Ali’yi şehir şehir, mahalle mahalle dolaştırıp sizin gibilerin kafasını ibret-i alem için VAK VAK AĞACI’nda sallandırırdı.
Mustafa Kemal yaşasaydı eğer, “yatırımları durduracağım, yaptırmayacağım, kanal gereksiz, nükleer santral gereksiz, köprü gereksiz ” diyenleri adam yerine bile koymaz, kolum kalınlığındaki sopa ile eşek sudan gelinceye değin dövdürürdü.
Ve Mustafa Kemal yaşasaydı eğer, “Ulan şerefsiz kanı bozuklar! Ulan dingiller… Cumhuriyetçilik, Devletçilik, Milliyetçilik, Laiklik, İnkilapçılık gibi kavramlardan anladığınız bu mu? Sizin beyninize tüküreyim” diye sabah akşam söylenip dururdu.
BENCE SİZDEN TEZEK BİLE OLMAZ VESSELAM…
Dr. Mehmet Hakan Sağlam
Soylenilenlere. Harfiyen katiliyorum.Rabbimiz doğrunun yardimcisidir. Sizleri takdir ediyorum