(Article 224 – 04.05.2018)
Bir ülkeyi işgal edip ele geçirmenin ve onu parçalamanın sadece askeri güçle olmayacağını 15 Temmuz’da öğrendik. Gerçi bunun ilk belirtileri; 2013 yılındaki Gezi Olayları ve sonrasında yaşanan 17/25 Yargı Darbesi esnasında da kendini göstermişti ama o yıllarda birçok kişi Fetullah Gülen denilen meczubun, ordu içerisinde bu kadar etkin olduğunun farkında bile değildi.
FETÖ yapılanmasının adalet ve yargı kurumları başta olmak üzere emniyet teşkilatındaki etkinliğini ise zaten sorgulama gereği bile duyulmuyordu. 15 Temmuz ortaya koydu ki bu sinsi yapılanmanın girmediği tek bir delik, el atmadığı kurum ve kuruluş, kendine hedef belirlemediği en ufak bir sektör kalmamış.
Şimdi anlatacağım konuya lütfen dikkat edin. Çünkü bu konu; Türkiye’de finansman ihtiyacı duyan hemen her şirket, kurum veya kuruluşun başına gelen ve gelebilecek bir olay. 1980’li yıllarda “bıyıklı yabancı” denilen bir kavram Türk ekonomi jargonunda sıkça kullanılmaya başlanmıştı. 1988’de dönemin hükümeti borsa kazançlarına vergi koyarken, yabancı yatırımcılar bu vergiden muaf tutulmuştu. Bu şartlar altında, yabancılar borsadan elde ettikleri kârın tamamını beş kuruş vergi ödemeksizin ceplerine indirirken, T.C. vatandaşları ve yerli şirketler ise vergi ödemek zorunda kalıyordu. Bunun doğal bir sonucu olarak T.C. uyruklu olanlar arayışa girdi ve neticede vergiden kurtulmanın yolu kısa sürede bulundu. Yabancı aracı kurumlarla anlaşan yerli yatırımcılar, yurtdışından işlem yapmaya başlayınca sistem içerisinde bir anda “bıyıklı yabancı” olarak isimlendirilen yeni bir yatırımcı kisvesi oluştu.
Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz gecesi gerçekleştirmeyi planladığı kanlı darbe girişimi milli iradeye toslarken, bu yapının uluslararası finans kuruluşları üzerinde de etkin olduğu ortaya çıktı. Türkiye aleyhinde olumsuz raporlar hazırlayarak ekonomiye darbe vuran FETÖ’nün, ‘Bıyıklı Yabancılar’ diye tabir edilen yatırımcılarla piyasalarda spekülasyon yaptığı zaten çoktan beri biliniyordu. S&P, Moody’s ve Fitch gibi kredi derecelendirme kuruşları artık dünyada inandırıcılığını yitirmiş durumda. Kaldı ki bu firmaların ne şekilde çalıştığı, kimlerden emir aldığı, gözlerine kestirdikleri ülkeleri, zamanlı zamansız bir kaç “rating” açıklamasıyla nasıl büyük bir ekonomik kriz içerisine sokup batırdıkları herkesin malumu. İşte sırf bu nedenle; ekonomik kalkınmışlık açısından Türkiye’nin tırnağı bile olamayacak Yunanistan, Bulgaristan, Portekiz ve daha onlarca ülkenin rating notu, Türkiye’den daha yüksek değil mi?
1990’lı yıllar Türkiye’nin ekonomik açıdan çok sıkıntı çektiği, Türk finans sektörünün itibarını kaybettiği, devletin memur maaşlarını ödemekte dahi zorlandığı, faizlerin tavan yaptığı, terörün büyük şehirleri esir aldığı bir kaos dönemidir. Devlet, yüzde 400’lere ulaşan faiz hadleriyle iç piyasadan borçlanmak zoruyla kalıyor, her ayın 15’inde ödenmesi gereken maaşlar o ayın 14’ünde Hazine’nin halktan borçlanması suretiyle ödenebiliyordu. Devlet gelirlerinin neredeyse yüzde 70’lik kısmı iç ve dış borç faizlerinin geri ödenmesine aktarılıyor, devlet bankası statüsünde olan Emlak Bankası, Ziraat Bankası ve Halk Bankası ise ticari bankacılıktan ziyade kamu finansman gereksinimi için kullanılıyordu.
İşte o yıllarda ve sonrasında bir takım kişi ve gruplar “finansman kuruluşu” adı altında Türkiye’de sıkça boy göstermeye başladı. Kendilerini güya Amerika, Almanya, İsviçre, Vatikan ve diğer bazı ülkelerdeki çok çeşitli Hristiyan vakıflarının temsilcisi gibi gösteren bu kişiler, finansman ihtiyacı duyan kurum, kuruluş ve şirketleri bir anda tuzaklarına düşürmeyi başardılar. Çok düşük faizli ve hatta bir kısmı hibe niteliğinde finansman temin edileceği vaat edilerek, Türkiye’nin milli şirketlerine ait son derece önemli teknolojik sırlar, patent ve know-how bilgileri, bu şirketlerin hammadde temin ettiği yerler ve nihai ürün satışı gerçekleştirdiği müşteri bilgilerini içeren ticari sırlar bu kişi ve grupların eline geçti. Bu kişi ve gruplar aslında birer “FİNANS AJANI” idi.
Bu tarz kişi veya grupların, Türkiye’deki herhangi bir şirkete tek kuruş finansman sağladığına asla şahit olmadım. Şirketler açısından son derece mahrem kabul edilebilecek ticari sırlar, bu tür finans ajanları vasıtasıyla yabancı istihbarat kuruluşlarına aktarıldı ve halen de aktarılmakta.
2010 yılının Kasım ayında tüm dünyayı kasıp kavuran “WikiLeaks” belgelerini lütfen hatırlayın. Julian Assange isimli bir hacker ve aktivist, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın elçilikler arası e-mail yazışmalarını internet ortamında servis edince yer yerinden oynadı. WikiLeaks belgelerinde yer alan Bursa merkezli üç Türk firmasının varlığını ve bu Türk şirketlerinin, ABD’nin ‘teyakkuz durumunda ilk ele geçirilmesi veya yok edilmesi gereken şirketler’ listesinde olduğunu Ankara dahi o zaman öğrendi.
Durmazlar, Ermaksan ve Baykal isimli bu üç firmanın son derece stratejik ürünler ürettiği, başta Boeing, NASA ve Airbus olmak üzere havacılık ve uzay sektörüne yönelik üretim yaptığı anlaşıldı. Bu firmalar, gerektiğinde tank, top, füze ve uydu üretebilecek kabiliyete ziyadesiyle sahip. Firmaların kendisi bile güçlerinin farkında değil iken, ABD nasıl oluyor da bunu fark edebiliyor?
Her üç şirket de; hem savunma sanayii, hem de otomotiv, inşaat, beyaz eşya ve ulaştırma endüstrisinin ihtiyacı olan dev pres ve lazer sistemlerini üretiyor. Listedeki şirketlerden Baykal, bunlar içerisinde en fazla dikkat çekeni. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın listesine ‘Durma’ adı ile geçen Durmazlar Makine ise, dünyanın adet bazında en büyük makine üreten şirketlerinden biri. Listedeki üçüncü şirket olan Ermaksan firması ise Durmazlar ve Baykal’a göre daha küçük bir şirket olmasına rağmen makine ihracatında önemli bir yere sahip.
Peki bu tür bilgiler ABD Dışişleri Bakanlığı’nın eline nasıl geçiyor ve ABD büyükelçiliği bu şirketlere ait detaylı bilgilere nereden ulaşıyor?
İşte bu görevi yapan firmalar; yazımın ilk kısmında izah ettiğim FİNANS AJANLARI’ndan başkası değil. Hazine Müsteşarlığı başta olmak üzere BDDK, TMSF ve MASAK gibi regülatör kurumlardan hiçbir izin ve lisans almaksızın, Türk şirketlerinin en mahrem ticari bilgilerini yurtdışına aktaran bu “ajan” kurumlara asla müsaade edilmemesi gerekiyor.
Şu veya bu şekilde şirketlerin neredeyse tamamı ya CIA, ya MOSSAD ya da MI6 ve BND bağlantılı. Türkiye’nin son derece kıymetli birçok milli şirketinin, son 15-20 yıl içerisinde üç kuruş beş paraya yabancı şirketlerce neden satın alındığı sanırım artık daha iyi anlaşılacaktır. Teknolojik açıdan hemen her türlü malı üretebilme yeteneğine sahip birçok Türk şirketi, satın alma yoluyla birer ikişer elimizden çıkmakta. Yabancılar tarafından ciddi paralara satın alınıp, üç beş ay sonra sudan sebeplerle üretimini sonlandıran ve kapatılan çok sayıda şirket mevcut. Yabancı istihbarat kurumlarının amacı stratejik öneme sahip Türk şirketlerini satın alıp işletmek değil ki. Şirketi ele geçirdikten kısa bir süre sonra ya tamamen kapatıyorlar ya da kendi kontrollerindeki bir yapıya devrediyorlar.
Maliye Bakanlığı, Rekabet Kurumu, EPDK, SPK ve diğer tüm düzenleyici ekonomik kurum ve kuruluşların, bu tarz şirketlere karşı savunma durumunda olması, yabancı istihbarat kurumlarıyla bağlantılı bu tarz “sahte” holding ve finans kuruluşlarının üzerine titizlikle gitmesi gerekiyor.
Türk ekonomisi sadece bu tarz şirketlerin saldırısı altında değil. Ülke içinde kendini ekonomist zanneden bir takım şaklabanların Türkiye ekonomisine yönelik saçma sapan açıklamalarından kaynaklanan risklerle karşı karşıya. Yazılı ve görsel medyada ekonominin kötüye gittiği, ülkenin battığı, çok yakında Türkiye’nin ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya kalınacağını anlatıp duran bu kişiler hakkında ülkenin milli çıkarlarını zarara uğratmak suçundan işlem yapılması gerekmiyor mu?
Dün Amerika Birleşik Devletleri merkezli kredi derecelendirme kuruluşlarından Standard&Poor’s, Türkiye’nin kredi notunu seçim bahanesiyle düşürdü. S&P, Türkiye’nin yabancı para cinsinden kredi notunu ‘BB’den ‘BB-‘ye, yerli para cinsinden notunu ‘BB+’dan ‘BB’ye düşürdüğünü duyurdu ve Türk ekonomisinin görünümünü de ‘durağan‘ olarak kaydetti.
Aşağıdaki tabloda BB notunun ne anlama geldiğine ve hangi ülkelerle aynı grupta yer aldığımıza lütfen dikkatle bakın. BB notu verilen diğer birkaç ülkeye göz attığınızda Türkiye’nin üzerine oynanan oyunları daha iyi anlayabilirsiniz. Bulgaristan, Guatemala, Fas, Bahreyn, Azerbaycan, Hırvatistan, Bolivya, Kosta Rika, Paraguay, Kıbrıs, Vietnam, Gürcistan, Sırbistan, Bangladeş, Dominik Cumhuriyeti, Sırbistan, Ürdün bu grupta yer alan ülkelerden bazıları.
Türkiye’ye BB notu veren DANGALAKLARA ne tür uyuşturucu kullandıklarını sormak lazım. “Be hey geri zekâlılar; “Bu gruptaki ülkelerin tamamını toplasanız gerek Milli Gelir gerekse diğer ekonomik veriler açısından Türkiye’nin kesip attığı tırnak bile olamazlar.”
Bu arada Uruguay, Umman, Andorra, Kolombiya, Panama, Slovenya, Namibya, Macaristan, Romanya, Filipinler, Tayland, Peru gibi dandik ülkelerin de “kredi notu” olarak Türkiye’den “daha iyi durumda” olduğunu belirtmekte fayda var.
Anlayacağınız “tuz kokmuş”.
Türkiye’ye her taraftan saldırıyorlar.
Ne yapıp edip ekonomik bağımsızlığımızı kazanmak zorundayız. Bunun yolu da kendimize ait yeni bir finansman ve kaynak modeli geliştirmekten geçiyor.
Dr. Mehmet Hakan Sağlam