Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Makaleler / FETULLAH GÜLEN’İN 1 DOLARLIK FAHİŞELERİ…

FETULLAH GÜLEN’İN 1 DOLARLIK FAHİŞELERİ…

 (Article 202-09.01.2018)

FETÖ yargılamaları başladı. Sanıkların neredeyse tamamı bir birine benzer savunmalar yapıyor: “Görmedim, duymadım, bilmiyorum.”

Elinde silahla ateş edenler bile: “görüntüdeki kişi ben değilim” tarzında tiyatrovari açıklamalarda bulunuyor.

Hemen her gün pişkinliğin ahlâksızlığın, şerefsizliğin ve kanı bozukluğun yeni bir çeşidine tanıklık ediyoruz. Müthiş bir laubalilik ve örgüt liderine sadakat durumuyla karşı karşıyayız. Herkes sonuna kadar direniyor ve Fethullah Gülen hakkında tek bir laf etmiyor. Bunun nedeni aslında “TELKİN, TAHT VE TAVUS” prensibiyle beyinlerinin yıkanmış ve ”mankurtlaşmış” olmalarından kaynaklanıyor.

70’li yılların ilk yarısında Irak’ta ortaya çıkan Kesnizani ve Pakistan’da örgütlenen Muhammed Tahir el-Kadiri yapılanması ile aynı yıllarda Türkiye’de ortaya çıkan Muhammed Fethullah Gülen yapılanmasının ilke ve prensipleri birbirinin aynısıdır.

  • Bu üç adam arasında o kadar benzerlikler vardır ki şaşar kalırsınız.
  • Öncelikle her üçünün de ismi “Muhammed” ile başlar.
  • Her üçünün de herhangi bir din bilgisi ve ilahiyat kökeni bulunmamaktadır.
  • Her üçünde de çocuk ve gençlerin beynini törpülemede kullanılan ışık evleri, nur evleri, tekke ve dergâhlar vardır.
  • Her üçü de “imanlı nesiller yetiştirme” gayesiyle kendine inanan kişilerden “himmet” adı altında para toplar.
  • Her üçünün de dershaneleri, eğitim kurumları, okul ve üniversiteleri vardır.
  • Her üçünün de sivil toplum kuruluşları, vakıf ve dernekleri vardır.
  • Her üçü de devlet kademesinde gizlice örgütlenmiştir.
  • Her üçü de kendi ülkelerinde yargı, emniyet, ordu ve istihbarat kurumları başta olmak üzere devletin tüm stratejik kurumlarını ele geçirmişlerdir.
  • Her üçünün de zihin yıkama modeli; “Telkin”, “Taht” ve “Tavus” prensibi üzerine kurulmuştur.

 

Telkin-Taht ve Tavus Prensibi Nedir?

Telkin sürecinde; tarikat mensupları, profesyonel kişilerce örgüt evlerinde tertip edilen özel sohbet toplantılarında Şeyh Efendi’ye karşı koşulsuz saygı duymaya kodlanır. Küçük yaştaki genç zihinlere şeyh efendinin ne kadar büyük bir insan olduğu, Peygamber Efendimiz ile bile iletişim halinde olduğu, her şeyi gördüğü, duyduğu ve bildiği defalarca anlatılır. İzleme ve dinlemeler neticesinde elde edilen ve sadece çocuğun ailesi ve kendisince bilinen bazı bilgiler, sanki Şeyh efendinin kerametiymiş gibi pazarlanır.

Taht” aşamasında ise müritlere, Allah adına “taht” ikramı yapılır. İşsiz güçsüz insanlara devlet kademesinde belli bir komisyon karşılığında iş teklif edilirken, hali hazırda devlet memuru olanlara da makamda yükselecekleri vaat edilir.

Tavus” aşamasında ise, büyünün, ezoterik anlatımların, kehanet ve kerametlerin yolu açılır. Müritlerin rüyalarına giren “Peygamber” hikâyeleri, Şeyh efendinin Allah ve Peygamber ile sürekli görüştüğüne yönelik anlatılar ve çağdaş hipnoz yöntemleri kullanılarak müritler adeta uyuşturulur ve kelimenin tam anlamıyla; zihinleri kontrol altına alınan ve her istenileni sorgusuzca yerine getiren birer “mankurtsürüsüne dönüştürülür.

Türk devlet tarihinin en büyük travmasını yaşıyoruz.

2238 yıllık Türk devlet tarihinin hemen her evresinde hainlere rastlamak mümkün. Bunlar asla tükenmez ve tükenmeyecek de. Ancak bu kadar çok hainin topluca hareket ettiğine bizler 15 Temmuz 2016 günü ilk defa tanık olduk.

Saddam’ı devirmek için onlarca yüzlerce darbe, isyan ve kalkışma yapıldı. Ancak hiç birisi Kesnizani kadar sessiz ve derinden gelip, bu kadar etkili ve yıkıcı olmadı. Kesnizani’nin arkasındaki güç MOSSAD ve CIA idi. FETÖ’nün arkasındaki güçler ise hiç şüphesiz daha karmaşık ve profesyonel bir yapı.

Yabancı istihbarat kuruluşları, Türkiye yıkılmadığı ve parçalanmadığı takdirde bu coğrafyada yeni bir Lozan Anlaşması imzalatamayacaklarını çok iyi biliyorlar.

Bugün Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Afganistan ve diğer tüm İslâm ülkelerinde yaşanan olaylar, aslında Türkiye’yi dize getirmek için tezgâhlanan büyük bir oyunun parçası.

Türk tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ihanet hadisesine imza atanlar şimdilerde yargılanıyor. Bazı mahkemelerce çeşitli cezalar verilmeye de başlandı. Fethullah Gülen yapılanmasına mensup olup bu devleti yıkmaya teşebbüs edenlere verilen cezalar ne olursa olsun içimizi asla serinletmeyecek.

Bu örgütle şu veya bu şekilde ilgisi olanların, maddi ve manevi destek verenlerin iki üç sene sonra elini kolunu sallaya sallaya aramızda dolaşmaya başladıklarını ise büyük bir üzüntü ile göreceğiz.

Telefonlarında By-Lock yüklü şahısların, hapis bile yatmadan üç beş ay cezayla kurtulacaklarına ise adım gibi eminim.

Peki bu adamların yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?

Allah’ın bile sevmediği ve düzelmeleri için mücadele etme gereği görmediği bir hususta, bizlerin affedici olması beklenemez.

Nisa Suresi’nin 107’nci ayeti, hainlerle ilgilidir. Ayetin meali aynen şu şekildedir; “Kendi nefislerine hainlik edenler için mücadele etme. Allah, ihanet eden, günaha saplanmış olanları sevmez.

Beyni yıkanan darbeciler ve teröristler için kendi hayatlarının hiçbir öneminin olmadığını hâli hazırdaki durumlarından anlıyoruz. Bunları cezalandırmanın en güzel yolu ise kendi nesilleriyle ilgili kararlar almaktan geçiyor.

Benim önerim tüm teröristlere “SİYAH KİMLİK” kartı uygulaması başlatmak yönünde. Bu adamlar şu veya bu şekilde ileriki tarihlerde mutlaka serbest kalacak ancak, bu yaptıklarının çok ağır bir karşılığının olması gerekiyor.

FETÖ yapılanmasına mensup ne kadar imam, abi, abla, dayı, yeğen varsa bunların tamamının TC kimlik numaralarının iptal edilip, Kur’an-ı Kerim’in 4’üncü suresinin 107’nci ayetinden hareketle 4107 ile bağlayan yeni bir kimlik tanımlama numarası verilmesi daha uygun olacaktır.

Üstelik bu numarayı sadece 15 Temmuz hainlerine değil, geriye dönük olarak 27 Mayıs 1960 Darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası, 28 Şubat 1997 MGK Muhtırası, 27 Nisan 2007 E Muhtırası, 12 Eylül 1980 Darbesi, Gezi Olayları, 17/25 Aralık 2013 Yargı ve Emniyet Darbesi’ne karışmış tüm vatan hainlerine vermek daha adil bir uygulama olacaktır.

Peki bu özel kimlik kartına sahip olanlar ve bunların soyundan gelenler nasıl bir uygulamaya tabi tutulabilir? Biraz düşünelim;

  • Kimlik tanımlama numarası 4107 ile başlayan VATAN HAİNLERİNE, SİYAH RENKLİ geçici kimlik belgesi verilebilir.
  • Bu kişilerin çocuklarına da yine aynı şekilde VATAN HAİNİ bir anne veya babadan dünyaya geldiklerini gösteren SİYAH RENKLİ geçici kimlik belgesi verilebilir.
  • Bu kimliğe sahip kişilerin, sağlıkve eğitim giderleri devlet tarafından karşılanmayabilir.
  • Bu kişilere TC pasaportu yerine Geçici Seyahat Belgesi verilebilir.
  • Bu kişilerin menkul veya gayrimenkul mal alım satımları kısıtlanabilir.
  • Bu kişilere, hiçbir kamu kurumunda veya stratejik öneme haiz özel sektör şirketlerinde çalışma imkânı verilmeyebilir.
  • Bu kişilerin tüm emeklilik ve özlük hakları ellerinden alınabilir, Emekli Sandığı, OYAK ve SGK gibi kurumlardan hak etmiş oldukları Emekli Maaşı, Kıdem Tazminatı ve sair hak ve alacakları devlete irat kaydedilebilir.

Şimdi bazıları diyecek ki; Adam darbeci veya terörist ise çocuğunun ne suçu günahı var?”

Ben de soruyorum: “Peki bu darbeci veya teröristler tarafından katledilen veya şehit edilen Ahmet’in Mehmet’in Ayşe’nin Fatma’nın ve onun anne-babasız büyüyen çocuklarının ve onların gözü yaşlı ebeveynlerinin ve eşlerinin ne günahı var?”

Vatana ihanet etmeyi kafasına koyanlar, işleyeceği suçun cezasının bir daha asla silinmeyecek şekilde, kendisinden sonraki nesillere de bir utanç vesikası olarak intikal edeceğini görürse vatanına asla ihanet etmez, ederse de yüz defa değil bin defa, iki bin defa düşünür.

Vatana ihanetin cezası şimdiki gibi çok ucuz olursa, bu tür ihanetler devam eder gider.

Anlayacağınız Hindistan’daki gibi bir kast sistemi yaratmak zorundayız.

Kast sisteminin ne kadar acımasız olduğunu anlatmakta fayda var. Anlatalım ki bu hainler öğrensin.

Hindistan denilince akla ilk gelen şey hiç şüphesiz kast sistemidir. Kast sistemi 1975 yılında kaldırıldı ancak hâlâ ülkenin çoğunluğunu oluşturan kırsal kesimlerde bu sistem uygulanıyor.

KAST SİSTEMİ NEDİR?

Bu sistem özü itibariyle Varna ve Jati olarak tanımlanabilir. Kast içinde “yükseklik ve asalet” bakımından “kademeli” bir zincir silsilesi söz konusudur. Hinduizm inançlarına göre “zenginleşme” sınıf atlamasına yol açmaz. Yani bir çocuk doğduğunda hangi kasttan ise ölene kadar o kast içerisinde yer alır.

Kast ilkesini ayakta tutan en önemli etmen ise “varna” öğretisidir. Varna öğretisi tüm insanların doğuştan dört kasta ayrıldığını savunur:

  • Brahmanlar
  • Ksatriyalar
  • Vaisyalar
  • Sudralar

Hindistan’daki en üst sınıf olan ve 20 yıl eğitim gören Brahmanlar, kendi kutsal kitapları olan Veda’ları incelemek, yorumlamak ve kendi dinlerinin eğitim ve öğretim işleriyle uğraşmakla görevlidir. Brahmanların başlıca görevleri kurban ayinlerini idare etmek; kutsal metinleri korumak ve dini ayinleri icrâ etmektir.

Bütün subay ve komutanlar, askeri ve yönetici memurlar ise Ksatriya sınıfından çıkar. Genel itibarıyla rütbeli askerler, zenginler, büyük tüccarlar ve büyük toprak sahipleridirler.

Vaishya ziraat ve ticaretle uğraşan sınıftır. Bütün üretim ve mübadele işleri bu sınıfın elindedir. Ekonomik hayatı bu sınıf yönetir. Bu sınıfın vazifesi, ziraat ve ticaretle uğraşmak, hayvan yetiştirmek, sadaka vermek, ilahlara kurban sunmak ve kutsal kitapları okumaktır. Genel olarak orta halli tüccarlar, orta büyüklükte toprak sahipleridirler.

Gelelim Sudra ve Paryalara…

En ağır işleri görmekle yükümlü olan ve kast sisteminin en altındaki Sudralar ise tüm haklardan yoksun, durumları esirden hallice mazlum bir sınıftır ve genellikle “köle” olarak tabir edilir. Genel olarak köylüler, fahişeler ve lağım temizleme gibi pis işlerle uğraşanlar bu sınıfta yer alır.

Hindistan’da bir de Paryalar vardır ki, bunlar “kast-dışı” ve “aşağılık” olarak tanımlanır. İnsanlığın en aşağı tabakası olarak gösterilen bu insanlar, fiziki anlamda dokunulmaması gereken kişilerdir ve hukuki olarak tanınmamaktadırlar.

Hindistan’da sayıları 200 milyona ulaşan Paryalar;

  • Köy ve kasaba dışında oturmak,
  • Eşek ve köpekten başka bir hayvana sahip olmamak,
  • Sadece ölülerden kalan elbiseleri giymek,
  • Kırık kap dışında kap kullanmamak,
  • Geceleri şehir ve köylerde dolaşmamak,
  • Gündüz iş için kentlere geldikleri zaman üzerlerinde Parya olduklarını gösteren simgelerle dolaşmak,
  • Kimsesizlerin cenazelerini kaldırmak,
  • Kast sistemi içerisinde bulunan kişilere dokunmamak,

zorundadır.

27 Mayıs darbecilerinin Milli Birlik Komitesi üyeleri, 12 Eylül’ün Milli Güvenlik Konseyi üyeleri, 15 Temmuz’un Akın Öztürk, Mehmet Partigöç, Mehmet Dişli, Gökhan Şahin Sönmezateş ve İlhan Talu gibi darbeci, şerefsiz ve kanı bozukları, terörist hainleri, işin sonunda hem kendilerinin hem de çocuk ve torunlarının bu tür bir kast yapısının mümtaz bir üyesi olup toplumdaki en pis işleri yapacaklarını bilse, acaba bu ülkeyi 1 dolara satabilirler miydi?

Ben sanmıyorum…

 

Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber