Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Makaleler / FİRAVUN DEDİ Kİ: ‘BİZ SENİ İÇİMİZDE DAHA ÇOCUKKEN YETİŞTİRİP BÜYÜTMEDİK Mİ? SEN ÖMRÜNÜN NİCE YILLARINI ARAMIZDA GEÇİRMEDİN Mİ?’

FİRAVUN DEDİ Kİ: ‘BİZ SENİ İÇİMİZDE DAHA ÇOCUKKEN YETİŞTİRİP BÜYÜTMEDİK Mİ? SEN ÖMRÜNÜN NİCE YILLARINI ARAMIZDA GEÇİRMEDİN Mİ?’

(Article 025-28.09.2014)

Cumhurbaşkanı Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 24 Eylül 2014’de tarihe geçecek bir konuşma yapmıştı. Tüm dünya liderlerinin, darbecilerin ve meşhur 5’ler grubunun gözlerinin içine bakarak “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” demişti. Paralel ve Merkez medya o günlerde Erdoğan’ın konuşmasını küçümsemek için salonun boş olduğunu ileri süren resimler servis etmişlerdi. Halbuki servis edilen resimler aslında Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde yapılan konuşmalara ait resimlerdi ve salonda oldukça doluydu.

Salon boşta olsa, dolu da olsa Erdoğan’ın yaptığı konuşma salonda bulunan ülke temsilcilerince tam dört defa uzun uzun alkışlanmış ve tarihe geçmişti. Zira 193 ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletler’de beş ülke dışında hiçbir ülkenin etkinliği bulunmamakta ve bu durumdan her ülke ziyadesiyle şikâyetçi. Belki de yakın gelecekte karşımıza alternatif bir BM çıkacak. Dünyanın birçok ülkesi Birleşmiş Milletler’e ödemesi gereken düzenli aidat paralarını bile yatıramıyor. ABD başta olmak üzere bu beşli çeteden alınan yardımlar, avantalar, rüşvetler veya sus payları, ya da bu çeteyle politik açıdan kötü olmama endişesi BM çatısı altındaki ülkelerin genelde ABD yanında olmasını zorunlu kılıyor. Aykırı veya ters bir durumda, Firavun’un Hz. Musa’ya söylediği ve bu yazımın başlığını oluşturan konuşma açık ve net şekilde ilgili taraflara hemen hatırlatılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma aslında ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere tüm Batılı ülkelere yönelikti ve “Ben size dört yıldan beri anlatıyorum ama sizler üç maymunları oynadınız, işte bugün bu geri zekâlılığınızın cezasını çekiyorsunuz, Suriye meselesine sessiz kalmasaydınız bugün IŞİD denilen bir probleminiz olmayacaktı, bu kadar insan ölmeyecekti” mealinde yapılan bir konuşmaydı. Erdoğan’ın haklı ve ağır eleştirileri karşısında hiç bir dünya lideri kalkıp da tek bir kelime edemedi.

Erdoğan BM Genel Kurulu’nda; “I. Dünya Savaşı‘na sahne olan coğrafyanın, aradan geçen bir asırlık süreye rağmen, istikrar, huzur, barış ve refahtan halen yoksun olduğunu üzülerek müşahede ediyoruz. Irak‘tan Suriye‘ye, Filistin‘den Yemen‘e, Mısır‘dan Libya‘ya, Afganistan‘dan Ukrayna‘ya kadar, geniş bir coğrafya, derin krizler içinde insanlığın vicdanını yaralayan görüntülere sahne oluyor” ifadelerini kullanmıştı.

Filistin sorununa uzun uzun değinen Erdoğan; “Irak‘ta, Suriye‘de işlenen cinayetlere, Mısır‘da demokrasinin katledilmesine itiraz edenler, yine bir takım haksız ve asılsız ithamlara maruz kalıyor, anında teröre destek vermekle itham ediliyorlar. Basın özgürlüğü yok diye bazı ülkeleri kıyasıya eleştirenlerin, Filistin’de öldürülen 16 gazeteciyi görmezden gelmesi, medya mensuplarına yapılan baskıyı duymazdan gelmesi küresel vicdanın dikkatlerinden kaçmıyor. Çok açık söylüyorum; Çocukların öldürülmesine, masum kadınların alçakça katledilmesine, halkın oylarıyla gelmiş iktidarların silah ve tanklarla darbe yoluyla devrilmesine seyirci kalanlar, sessiz kalanlar, tepkisiz kalanlar, bu insanlık suçuna alenen ortak olmaktadır. Daha fazla gecikmeden, daha fazla masum insan hayatını kaybetmeden, küresel vicdan daha fazla yaralanmadan, Birleşmiş Milletler sorunlara ağırlığını koymalıdır. Altını çizerek ifade etmek isterim ki, DÜNYA, 5’TEN BÜYÜKTÜR. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülkenin, dünya gerçekleri ile bağdaşmayacak şekilde Birleşmiş Milletleri etkisiz hale getirmesi, küresel vicdanın kabul edebileceği bir durum değildir. Mısır’da, halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanı darbeyle indirilirken, verdikleri oyun hesabını sormak isteyen binlerce masum katledilirken, Birleşmiş Milletler de, demokratik ülkeler de bunu sadece izliyor. Ve bu darbeyi yapan kişi meşrulaştırılıyor. Eğer demokrasi diyorsak sandığa saygı duyalım. Yok demokrasi değil de darbeyle gelenleri savunacaksak o zaman bu BM niye var diye merak ediyorum.” diye sormayı da ihmal etmemişti.

Günümüz dünyasında Birleşmiş Milletler çatısı altında konuşulan konuların başında hiç şüphesiz Ortadoğu menşeli sorunlar ilk sıralarda geliyor. Batı ürünü sınırsal bir paylaşım, Ortadoğu’da kağıt üzerinde yaratılan suni aşiret devletleri, 90 yıl içerisinde bölgeye zenginlik, refah ve mutluluk getireceği yerde, bölge insanlarını fakirlik, sıkıntı, hüzün, keder, ölüm ve gözyaşı gibi olumsuz kavramlarla tanıştırdı.

Sultan II. Abdülhamit fotoğrafa çok meraklı olduğu için özel ekipler görevlendirip yıllar boyu sürecek bir fotoğraf arşiv çalışması başlatmış ve oluşturduğu fotoğraf koleksiyonunu Yıldız Sarayı’nda muhafaza etmiş. Şimdi bu koleksiyon olduğu gibi İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde muhafaza ediliyor. Bu koleksiyonda Arnavutluk’tan Yemen’e, Mısır’dan Tiflis’e, Saraybosna’dan Mekke ve Medine’ye kadar İmparatorluğun tüm şehirlerini gösteren 45 bine yakın tek nüsha fotoğraf var. Bunu şunun için yazdım. Lütfen bu kütüphaneye gidin ve Mekke, Medine, Basra, Aden, San’a, Fao, Musul, Kerkük, Bağdat, Halep, Şam, Beyrut, Filistin, Kudüs ve daha birçok Ortadoğu şehrinin bundan yaklaşık 130 yıl önce çekilmiş fotoğraflarına dikkatle bakın. Sonra internete girip bu şehirlerin günümüzdeki durumuna bir göz atın. Aradan geçen 130 yıla rağmen birçok Ortadoğu şehrinde zamanın durduğunu ve Osmanlı’nın o coğrafyayı terk etmesinden sonra taş üstüne taş konulmadığını, birçok şehrin hiç gelişmediğini ve hatta bazılarının yok olup gittiğini görürsünüz. Petrolün sahibi olan, petrolü çıkartan, petrolü satan ülkeler nasıl oluyor da böyle bir sonuçla karşı karşıya kalıyor? İşte asıl cevaplanması gereken soru bu. Çünkü o toprakların üstü Ortadoğu halklarına, altındaki petrol ve doğalgaz ise Batılılara bizzat kendisine aitte ondan. Görünen o ki gelecek yüz yıllarda da olamayacaklar.

Bu coğrafyada şu an Erdoğan dışında tek bir dünya lideri yoktur. Bu coğrafyanın lider üretmesine maalesef izin verilmiyor.

Mısır’da Müslüman Kardeşlerin desteği ile demokratik bir seçimle işbaşına gelen Muhammed Mursi aslında tüm Arap coğrafyasına örnek olacak değerli bir liderdi. Ancak onu da sadece bir yıl içerisinde alt etmeyi başardılar. Mursi, CIA destekli bir operasyonla Cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirildi.

Mısır’da 3 Temmuz 2013 tarihinde Mursi’nin başına gelen olaylar, belli bir noktaya kadar Türkiye’de 15/16 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan Darbe Girişiminin birebir aynısı değil mi? Askeri darbe, Mursi taraftarlarının sokağa dökülmesi, çatılara yerleştirilen keskin nişancılar, katledilen binlerce insan, tüm bu olaylara Batının sessiz kalışı vs. Buraya kadar yaşanan olayların birebir aynısı 15/16 Temmuz’da bizde de yaşanmadı mı? Şimdi aradaki tek farklılığı görebilmek için Mısır’da yaşananları hatırlayalım.

Muhammed Mursi’yi Mısır cumhurbaşkanlığı koltuğuna ulaştıracak politik kariyeri Müslüman Kardeşler Hareketi içerisinde 2000 yılında başlamıştı. Mursi, Müslüman Kardeşler’in yasal olarak seçime katılmaları mümkün olmadığından parlamentoya bağımsız siyasetçi olarak girdi ve 2000-2005 yılları arasında milletvekili olarak görev yaptı. Hüsnü Mübarek’in devrildiği 2011 yılındaki ayaklanmaya muhalif olarak destek veren Mursi, daha sonra Müslüman Kardeşler’in kurduğu Hürriyet ve Adalet Partisi’nin başkanı seçildi. 2012 Mısır Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in aday gösterdiği Hayrat Şatır’ın adaylığı Mısır Yüksek Anayasa Mahkemesi’nce düşürülünce, onun yerine Muhammed Mursi seçildi. İlk turda yüzde 25.5 oy aldı ve ikinci tura girmeye hak kazandı. İkinci turda da oyların yüzde 51.73’ünü alarak Mısır’ın beşinci ve ülkenin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı oldu.

Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesinin yıldönümü olan 30 Haziran 2013 tarihinde başlayan karşıt eylemler 3 Temmuz 2013’de Mısır ordusunun yönetime el koymasıyla sonuçlandı. Mursi darbeyi kabul etmediğini açıkladı ve direnme çağrısında bulundu. Darbe sonrasında Muhammed Mursi görevden uzaklaştırıldı ve yerine Genelkurmay Başkanı Abdulfettah Sisi cumhurbaşkanı oldu.

Mısır’da yeşermeye başlayan demokrasi fidanı ancak bir yıl hayat sürebildi ve neticede bu coğrafyada Batılıların hiç arzu etmediği demokratik yaşama yine Batılıların desteği ile son verildi. Mısır ve Türkiye demokrasisi o kadar çok benzerlikler içeriyor ki, şaşmamak elde değil. Biz de olan vesayet kurumlarının birebir aynısı Mısır’da da var. En başta darbe heveslisi bir ordu, ardından canı istediğinde istediği kişi ve kurumu aforoz eden Yüksek Anayasa Mahkemesi. Bu arada Mısır ordusunun da aynen Türk ordusu gibi NSPO isimli bir OYAK’ının var olduğunu da unutmayalım. Mısır Ordusu’nun 1956’dan bu yana kendi halkına hesap vermeden yürüttüğü ekonomik faaliyetlerle bugün ülke ekonomisinde yaklaşık 100 milyar dolarlık bir paya sahip olduğu belirtiliyor. Mısır’da Ordu ülkede sadece savunma sanayii alanında değil ekonominin diğer alanlarında da faaliyet gösteriyor. Özellikle 25 Ocak 2011 Devrimi’nden sonra konu üzerinde değerlendirme yapan analistlere göre ülke ekonomisinin yüzde 25’i ile yüzde 40’ı ordu tarafından yönetiliyor. Özel sektöre göre ayrıcalıklı vergi avantajlarına sahip olan şirketler generallerce yönetiliyor.

Camp David Antlaşması sonrasında 500 bin personelli Mısır Ordusu, Ulusal Hizmet Ürünleri Teşkilatı’nı (NSPO) kurdu. Ordunun şu an 36 şirketi bulunuyor. Hepsi generaller tarafından yönetilen bu şirketler türlü teşvik ve vergi muafiyetlerine sahip. Devlet adına toprak alıp satmak, temizlik işleri, kafe ve restoran işletmeleri, benzin istasyonları, tarım ve hayvancılık, gıda üretimi (özellikle makarna), plastik malzeme üretimi, su arıtma, alt ve üst yapı inşaatları, elektrikli ve elektronik eşya üretimi gibi geniş bir faaliyet alanları var. İşçi olarak erleri çalıştırıyorlar. Mısır ordusuna ait çok sayıda otel, tatil köyü, Kahire’nin önemli merkezlerinden Nasır City’de de birçok lüks konut ve rezidans projeleri var. Başlarda sadece askeri araç üreten Mısır ordusu ABD’li General Dynamics ile ortaklaşa otomobil üretiyor. Mısır’ın halk iradesiyle seçilmiş ilk ve tek Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirmesinin ardından Suudi Arabistan, BAE ve Kuveyt, Mısır’a toplam 12 milyar dolarlık yardım verdi. Amerika’da Camp David Antlaşması’ndan bu yana her yıl düzenli olarak ödediği 1.3 milyar dolarlık askeri yardımı kesmeyeceğini duyurdu.

Mısır ekonomisi sanıldığı gibi çok güçlü bir ekonomi değil. Ülkede petrol üretimi neredeyse yok gibi bir şey. Peki petrol ve doğalgazı olmadığı başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı ülkelerin Mısır’a olan sempatisi neden kaynaklanıyor? İşte bu noktada karşımıza iki konu çıkıyor. Birincisi Süveyş Kanalı’nın güvenliği, ikincisi ve daha önemlisi ise İsrail’in güvenliği. Camp David Antlaşması’na imza atarak İsrail ile savaş durumunu sona erdirip birbiriyle el sıkışan bu iki ülkenin dost kalması İsrail açısından olmazsa olmaz. İsrail’in güney sınırında en hassas nokta Batı Şeria. Mısır’ın Sisi’si işte bu noktada o kadar önemli bir bekçi köpekliği yapmaktadır ki, Batı Şeria’ya bırakın demir ve çimento girişini, ilaç ve yiyecek malzemesi girişini dahi engelleyip Filistinlileri ölüme mahkum etmektedir.

Mısır ile Türkiye arasındaki bir diğer benzerlikte “laiklik” aldatmacasıdır. Bu ülkede de demokrasinin yılmaz bekçisi, laikliğin koruyucusu olan yargısal vesayet kurumları bulunmaktadır. Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirilip tıpkı Hüsnü Mübarek gibi demir parmaklıklar arkasında yargılamaya tabi tutulması, sadece Mısır halkına değil aslında Türk halkına da bir mesajdı. Mısır’da demokratik seçimle iktidardan uzaklaştırılan Mursi ve Tahrir başta olmak üzere birçok meydanda keskin nişancılarla öldürülen Müslüman Kardeşler mensuplarını Türkiye dışında hiçbir ülkenin savunmamış olması çok düşündürücüdür. Batılılar, Mısır halkına açıkça şu mesajı verdi; “bu kadar demokrasi oyunu size yeter, fazlası bizi gerer”.

Mısır ordusunun iktidara el koyup Mursi’yi alaşağı ettiği 3 Temmuz 2013 tarihinden hemen 5 ay sonra 17/25 Aralık 2013 tarihinde Türkiye’de yaşanan Yargı-Emniyet Darbesi’ne lütfen dikkat edelim. MİT tırlarına yapılan operasyon tutsaydı önce Hakan Fidan, ardından Başbakan ve Bakanlar tıpkı Muhammed Mursi gibi hayvan kafesine konulup yargılanacaktı. Bugün Mısır’daki darbenin kimlere hizmet ettiği ortaya çıkmıştır.

Türkiye’deki darbe başarıyla sonuçlanmış olsaydı bundan en başta ABD, Batı ülkeleri ve İsrail fayda sağlayacaktı. Ortadoğu halklarının hakkını savunan, Ortadoğu halklarına insan olduklarını hatırlatan, Ortadoğu halklarını uyandıran ve Batılı emperyalistlere karşı kışkırtan, İsrail’i hemen her aşamada eleştiren, uluslararası toplantılarda yerin dibine sokan bir Türkiye ve onun şahsında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın alt edilmesi işte tüm bu nedenlerle çok ama çok önemlidir.

17/25 Aralık Operasyonu, CIA ve MOSSAD tarzı bir düşüncenin ürünü olup, taşeronları da Paralel Yapı ve Laik Türkiye’nin tartışılmaz “erkleri” olarak kabul edilen ANAYASA MAHKEMESİ, YARGITAY, DANIŞTAY ve HSYK gibi kurumları ile T.C. mahkemelerinde görev yapan FETÖ mensubu hakim ve savcılardı.

Gerek Türkiye’de gerekse Mısır’da görev yapan bazı hakim ve savcılar ile bazı anayasal vesayet kurumları, kendilerine güç, makam, itibar, mevki kazandıran Firavunların emirlerini şimdilik gözü kapalı bir şekilde yerine getiriyorlar. BM’de 5 ülkenin gözünün içine bakan ve çaresizce el kaldırıp el indiren 200’e yakın ülke de aynı durumda değil mi?

15/16 Temmuz 2016 darbesinin aktörleri de yine aynı. Darbenin düşünsel mutfağında çalışanlar CIA, BND, MOSSAD ve diğer istihbarat kuruluşları iken servis yapanlar FETÖ mensubu ASKER KILIKLI vatan haini köpekler.

Bugün dünyanın değişik bölgelerinde çeşit çeşit firavunlar yaşıyor. Dünya dönüyor, asırlar geçiyor ama ne firavunlar bitiyor, ne de Fethullah Gülen denilen soysuz bir şerefsize tapanlar.

DR.Mehmet Hakan Sağlam

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber