(Article 073-09.04.2015)
7 Haziran 2015’de yapılacak Milletvekilliği Genel Seçimleri’nin aday belirleme sürecinde muhalefet partilerince Başbakan Davutoğlu’na çok ciddi saldırılar yapılıyor. Tabii bu saldırıların baş aktörü her zaman olduğu gibi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve avanesi. Konu ne? Vay efendim AK Parti’nin milletvekili adaylarını Başbakan’ın kendisi değil de Cumhurbaşkanı Erdoğan belirliyormuş, Davutoğlu etkisiz elemanmış. 7 Haziran itibarıyla seçime girecek 21 parti milletvekili aday listelerini YSK’na sundu. Bundan sonrası vatandaşın takdiri. Ülkemiz için hayırlı olsun.
Türkiye’de neredeyse son üç yıldan beri Merkez medya ve Okyanus medyasınca Recep Tayyip Erdoğan’ın adeta bir diktatör edasıyla ülkeyi yönettiği, basın mensuplarını içeri attırdığı imajı yaratılmaya çalışılıyor ve hatta eniştesini aç köpeklerin önüne attırıp parçalatan Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-Un’dan daha diktatoryal bir yapı kurduğu iddia ediliyor. Yalan, iftira ve atıp tutma hususunda emsali çok nadir görülebilecek bir kadro, işi gücü bırakıp hemen her gün uluslararası haber ajanslarına abuk sabuk haberler servis ediyor. Demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda kendine toz kondurmayan CHP’liler maalesef ne bugünü nede geçmişi hiç mi hiç okuyamıyor. Geçmişlerinden habersiz olan bu cahillere bazı şeyleri hatırlatmakta fayda var.
Yıl 1927. İkinci Dönem Milletvekilliği Genel Seçimleri yapılacak. Cumhurbaşkanı görevini Mustafa Kemal Atatürk, Başbakanlığı ise İsmet İnönü yürütüyor. Bakın milletvekili adaylarını kim belirlemiş;
- KemalAtatürk’ün 1927’de yayınladığı tamimden; “Aziz vatandaşlarım. CumhuriyetHalk Fırkası namına bütün memlekette Türkiye Büyük Millet Meclisi azalığı için tespit ettiğim zevatın heyeti umumiyesini ittilanıza (bilginize) arz ediyorum. Her vatandaş için yeni devrede beraber çalışmayı münasip gördüğüm arkadaşların heyeti umumiyesinin birlikte görülmesini faydalı addettim. Bunlardan, her daire-i intihabiyeye (seçim bölgesine) tefrik edeceğim mebus namzetlerini ayrıca imzam tahtında arz edeceğim”.
Yani ne olmuş? Milletvekili adaylarını bizzat Mustafa Kemal belirlemiş ve bu işi ne İnönü’ye ne de CHP’nin yetkili organlarına bırakmış. Bir cümlede çok önemli; “… Yeni devrede beraber çalışmayı münasip gördüğüm arkadaşların heyeti umumiyesinin birlikte görülmesini faydalı addettim.”
Mustafa Kemal bu tamimle vatandaşa diyor ki; “arkadaş ben öyle parlamenter demokrasi falan bilmem, ben bu ülkenin Başkanıyım, çalışacağım kişileri de kendim belirlerim”.
Bunun öncesi de var… Birinci Meclise darbe yapan M. Kemal, 1923 yılında yapılan Birinci Dönem Milletvekilliği Genel Seçimleri’nde de sadece kendi oluşturduğu listenin katılmasına izin vermişti. Bağımsız adaylar baskılarla çekilmeye zorlanmış, neticede M. Kemal’in listesi dışında sadece iki veya üç kişi Meclis’e girebilmişti. Bu konu o dönemin gazetelerinde karikatürize edilerek eleştirilmiştir. Bu arada Türkiye’nin demokratik bir Cumhuriyet olduğunu lütfen göz ardı etmeyelim.
Peki nasıl bir Cumhuriyet? Örneğin İngiltere parlamenter monarşik bir yönetim tarzıyla yönetilmesine rağmen herhalde dünyanın en özgür ülkesidir. Osmanlı Devleti ise Türkiye Cumhuriyeti’nden daha demokratik bir yapıya sahipti. Zira gayr-i müslimlerin kendi dinlerine göre yargılanmasına imkân tanıyan özel mahkemeler açmıştı. İnsanlar kendi dillerini özgürce konuşuyorlardı.
Basın özgürlüğü konusu ise CHP döneminde herhalde eşi benzeri görülemeyecek uygulamalara sahne olmuştur. 4 Mart 1925’de yürürlüğe giren Takrir-i Sükûn Kanunu ve 1931 yılında çıkartılan Matbuat Kanunu ile ülke genelinde birçok gazete kapatılmış ve birçok gazeteci de İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanmıştır. Hatta Rusya, Fransa, Mısır, Avusturya, Suriye gibi ülkelerde yayınlanan bazı gazetelerin Türkiye’ye girişi dahi yasaklanmıştır. Bu türden demokratik uygulamalar! hangi tür ülkelerde görülür? Ama maalesef hala bu gerçeği göremeyenler var.
Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlüğe girdikten hemen sonra 3 Mayıs 1925’de 1846 sayılı kararname ile “Havali-i Şarkiyede İdare-i Örfiye Mıntıkasında Tatbik Edilecek Sansür Talimatnamesi” kabul edilmiştir. İlk iş olarak iki İstiklâl Mahkemesi kurulur ve meclisin onayını almadan doğrudan idam kararlarının infazını gerçekleştirme yetkisi ile donatılır. Bu kanuna dayanarak Son Telgraf, İzmir’de Sada-yı Hak, Trabzon’da İstikbal ve Kahkaha, İstanbul’da Press de Suar, Tanin, Tevhid-i Efkâr, Sebil-ür Reşat, Aydınlık ve Resimli Ay gibi değişik eğilimlere sahip gazete ve dergiler hemen kapatılır. Daha sonra Vatan ve Vakit gazeteleri de kapatılıp, gazetelerin sahip ve yazarları İstiklâl Mahkemeleri’nce yargılanarak tutuklanır. Takrir-i Sükûn Kanunu ile basına yönelik bir susturma hareketi başlatılmış ve tüm muhalif basın organları ve kuruluşları yasaklanmış ve kapatılmıştır.
Milli Mücadele’ye destek veren gazetelerin kapatılmasını anlamak elbette mümkün değildir. Örneğin Faik Ahmet öncülüğünde Trabzon’da çıkan İstikbal gazetesi, Trabzon’da hatta bütün Karadeniz ve Doğu Anadolu’da halkın Milli Mücadeleyi desteklemesinde önemli bir rol oynamıştı. Üstelik bu gazete Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin yayın organı durumundaydı.
İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılanan ilk isim Hüseyin Cahit Yalçın’dır. 19 Nisan 1925 günü tutuklanan Hüseyin Cahit, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanır. Mahkemeye sevk edilmesine gerekçe gösterilen suç (!) ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın merkezinde yapılan aramayı Tanin Gazetesi’nde “baskın” olarak vermesidir. Bu saçma ve gülünç suç isnadına karşı savunmasını yapar ama yargılama sonucunda Çorum’a sürgün edilmekten kurtulamaz. Eski Kastamonu Milletvekili ve Adana’da yayımlanan Tok Söz Gazetesi’nin yönetmeni Abdülkadir Kemali ise 25 Kasım’da Müdafa-yı Umumiye Fırkası’nı kuracağını açıklamasından sadece beş hafta sonra 30 Aralık 1924’te gözaltına alınır. “Tok Söz” kapatılır, kendisi de söz konusu partiyi kuramadığı gibi 6 ay hapis cezasına çarptırılır.
Tutuklanan diğer gazetecilerin yargılanması Elazığ İstiklâl Mahkemesi’nde Eylül ayına kadar sürer. Bu arada gazeteciler M. Kemal’e telgraflar çekerek kendilerini mahkemenin şerrinden kurtarmasını rica ederler. Bunun üzerine M. Kemal, mahkemeye bir telgraf çeker ve neticede gazeteciler beraat eder.
Şimdi bu durumda mahkemeler, siyasal iktidarın “emri ile” hareket etmiş olmuyor mu?
O dönem yargılananlar arasında bulunan Zekeriya Sertel, gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın henüz yoldayken affedilmesi halinde bir daha gazetecilik yapmayacağına dair M. Kemal’e bir telgraf gönderdiğini söyler. Nitekim İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandıktan kısa bir süre sonra affedilen Ahmet Emin Yalman, söz verdiği üzere gazeteciliğe on yıl ara verip, araba lastiği ticareti ve reklam metni yazarlığıyla uğraşarak geçimini sağlamaya çalışır. Ahmet Emin’in bir daha gazetecilik yapmamaya söz vermesi karşılığında beraatine karar verildiği açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Ahmet Emin Yalman’ın aktardığına göre dönemin devlet idarecileri, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması gerektiğine ilişkin yazıların Vatan Gazetesi’nde yayınlanmasını ister. Ancak bu istek gerçekleşmeyince bu defa da Vatan gazetesi de kapatılır. Vatan Gazetesi ılımlı bir gazete olmasına karşın, iktidarın beklediği içeriği sayfalarına taşımadığı için yayın hayatı sona erer. Ahmet Emin Yalman gibi İstiklâl Mahkemesi’nde yargılananlar arasında hükümetin eski Matbuat Umum Müdürü (Basın Yayın Genel Müdürü) Zekeriya Sertel’de bulunmaktaydı. Zekeriya Sertel, görevdeyken, basına sansür uygulanmayacağı yolunda yayınladığı bildiri nedeniyle 14 Kasım 1923’te görevinden alınmıştı. Basın özgürlüğü naraları atan demokrat aydınlarımıza sormak lazım; Hangi medeni ülkede basın mensuplarına karşı böyle zulüm yapılmıştır?
Tanin gazetesinin kapatılma nedeni ise 14 Nisan 1925’te yayımladığı “Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek muhalefet susturulmak isteniliyor” içerikli yazıydı. Kemalist yazarlardan Orhan Koloğlu, aralarında Velid Ebüzziya, Suphi Nuri, Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü’nün bulunduğu birçok gazetecinin İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandığını, üstelik Hüseyin Cahit, Cevat Şakir, Zekeriya Sertel gibi bazı yazarların sürgün ve 15 yıla kadar hapse mahkum olduğunu kitabında belirtir. Koloğlu’nun zikrettiği gazetecilerden Velid Ebüzziya Kurtuluş Savaşı’nın başlarında Türk Matbuat Cemiyeti’nin başkanlığına getirilmişti. Ebüzziya, hem sahibi olduğu Tevhid-i Efkâr gazetesindeki yayın politikasıyla, hem de İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasına yaptığı yardımlarla Kurtuluş Savaşı’nı maddi ve manevi olarak destekleyen kişilerdendi. Ayrıca gazetesinde M. Kemal’in resmine ve biyografisine ilk yer veren kişiydi. Latin harflerinin kabulüne de taraftar olan Velid Ebüzziya tüm bunlara karşın dikta rejimden yakasını kurtaramamıştı. Hemen her gazeteciye bir yafta yapıştırmak moda haline dönüşmüştü. Gazetecilerin hayatı, “mürteci” (irticacı), “vatan haini”, “komünist”, “mandacı”, “hilafetçi”, “seriatçı” gibi uydurma yakıştırmalarla karartılıyordu.
İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey, “Halifenin istifa etmesine taraftar olmadığı” yönündeki düşüncesini dile getirdiği için 5 yıl kürek cezasına çarptırılmıştı. Takrir-i Sükûn Kanunu ile yapılan zulümler yetmezmiş gibi, bu sefer 8 Ağustos 1931’de ilginç ve hukuka aykırı maddeler ihtiva eden 1931 Matbuat Kanunu çıkarıldı. Yasanın yürürlüğe girişinden 11 gün sonra ilk iş olarak Yarın gazetesi kapatılır ve gazetenin Başyazarı Arif Oruç ve Sorumlu Müdürü Süleyman Tevfik tutuklanır. Arif Oruç 1 sene 3 ay 15 gün hapis, 312 lira para cezasıyla 2500 lira manevi tazminat ödemeye, Süleyman Tevfik ise 7 ay 1 gün hapis ve 222 lira para cezası ödemeye mahkum edilir.
Arif Oruç, Mücadele isimli yeni bir gazete çıkartır ve yazılarını orada yayınlamaya başlar. Ancak bu gazetenin de ilk sayısı toplatılır ve devamı yasaklanır. Dünya Tarihi’nde herhalde “yayınlandığı gün kapatılan” ilk ve tek gazete budur. 14 Eylül 1930’da Yeni Asır gazetesi yazarlarından Behzat Arif, Yazı İşleri Müdürü Abdullah Abidin üç buçuk yıl ağır hapis cezasına çarptırılır. Hizmet gazetesi Yazı İşleri Müdürü Bedri Bey ve Başyazarı Zeynel Besim de tutuklanır.
Son Posta Gazetesi’nde Cumhuriyet Halk Fırkası’na (CHP) yönelik sert eleştiriler yaptığı gerekçesiyle Ahmet Ağaoğlu ve Zekeriya Sertel ile gazetenin Sorumlu Müdürü Selim Ragıp üç yıl ağır hapis cezasına çarptırılır. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’na destek veren, ordunun Dumlupınar’da Yunanlıları yenmesini sevinçle karşılayan Vedat Nedim, Şevket Süreyya ve Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali’nin yer aldığı Aydınlık dergisi ile Muhit ve Türk Yurdu dergileri de bu yasayla kapatılan süreli yayınlardandı.
1931 Matbuat Kanunu’nda çok ilginç maddeler bulunuyordu. İşte bazı örnekler;
Madde 27) Her gazete ya da derginin yayınından doğan sorumluluk genel yayını fiilen yöneten kişi ile bu gazete ya da dergi sahibine aittir.
Madde 30) İntihar olaylarını o yerin en büyük zabıta memurundan izin almaksızın yayınlamak yasaktır.
Madde 40) Padişahlık ve hilafetçilik yolunda yayın yapılamaz.
Madde 50) Ülkenin ulusal siyasetine dokunacak yayından dolayı bakanlar kurulunun kararı ile gazete ve dergilerin yayınına devam edenler hakkında 18. madde (hükümlere muhalefet eden gazete ve dergiler en büyük mülkiye amirinin emriyle derhal kapatılırlar) hükmü uygulanır. Bu surette kapatılan bir gazetenin sorumluları, tatil süresince başka bir ad ile gazete çıkaramazlar.
Gelelim Türkiye’ye girişi yasaklanan gazetelere…
17 Ekim 1923 tarihinde İmdad ve Hakikat gazetelerinin Türkiye’ye girişi yasaklanır. Aynı şekilde Posta isimli evrak, Politiki Erena isimli risale, Rizo Pastis, Itila, Adalet, Yarın, Pastis, ve Politiya gibi gazetelerin de ülkeye girişine yasak konulur. 22 Temmuz 1923’te TBMM Reisi M. Kemal Atatürk başkanlığında toplanan İcra Vekilleri Heyeti’nin aldığı kararla, Yeni Fikir gazetesinin Türkiye’ye girişi ve yayınlanması yasaklanır. Aynı kararla Trabzon’da basılan İstikbal gazetesine de yayın yasağı konulur. İcra Vekilleri Heyeti, 1 Eylül 1923’te M. Kemal Atatürk başkanlığında toplanarak Yeni Hayat, Rençber, Komünist ve Başkurd gazetelerinin ülkeye girişini yasaklar. Ziya Gazetesi de bu yasaklardan nasibini alır ve 19 Haziran 1923’de Türkiye’ye girişi ve satışı yasaklanır. Sonraları Correspondan Enternasyonal ve Rizo Pastis gazetelerinin ülkeye girişi yasaklanırken, 22 Temmuz 1923 tarihinde yine İcra Vekilleri Heyeti kararıyla bu sefer Anadolu Gazetesi’nin Türkiye’ye girişi yasaklanır. 20 Ağustos 1924’de ise Yeni Dünya gazetesinin ülkeye girişi yasaklanır ve İçişleri ile Dışişleri Bakanlıkları konu hakkında bilgilendirilir. Paris’te çıkartılan ve Türkçe yayınlanan Mücâhede Gazetesi de, Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk’ün başkanlığında toplanan İcra Vekilleri Heyeti kararıyla yasaklanır. 18 Mart 1925’de ise Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak “bütün Suriye basınının” Türkiye’ye girişi yasaklanır.
O dönemin gazeteci ve önde gelen isimleri CHP’nin basın kanununu bakın nasıl anlatıyor;
Zekeriya Sertel; “…Basın sıkı bir baskı altında yaşıyordu. Telefonla gazete başyazarlarına verilen emirlerin dışına çıkılamazdı. En ufak bir hata yüzünden, gazete haftalarca kapatılır, sorumlular mahkemeye verilirdi. Yani tek kelimeyle halk nefes alamıyordu. Havasızlıktan ve hürriyetsizlikten boğuluyordu.”
Ahmet Emin Yalman; “Hayretle şunu gördük ki Elazığ İstiklâl Mahkemesi huzurunda yargılanan gazeteciler garip bir çifte hayat yaşıyorlardı. Her gün takım takım ölüm cezaları veren ve hükümlerini kimseye sormadan, kimseye hesap vermeden yürüten korkunç bir İhtilal Mahkemesi’nin huzurunda saatlerce titremek, kanun filan tanımayan Mahkemenin sorguları karşısında sıkıntılı dakikalar geçirmek, her sabah sehpalarda sallanan cesetlere bakarak kendilerini de böyle bir akıbetin bekleyebileceğini hatırlamaktı.”
Ali Fuad Paşa (Cebesoy); “Takrir-i Sükûn ve İstiklâl Mahkemeleri devri başladıktan sonra İstanbul’da 14 yevmi gazetenin adedi 6’ya inmiş, bunların günlük baskısı 49 bine düşmüştür. Bu baskının, hiçbir devirde bu kadar azalmış olduğu görülmemişti. Matbuattan tenkit ve murakabe hakkının geriye alınması yüzünden halkın eskisi kadar gazete almadığı ve gazetelere ehemmiyet vermediği nazar-ı dikkatimi çekmişti. Bu bir nevi protestoydu.”
Niyazi Berkes; “Başlıca işi gazetelere direktif vermek, falan yazılacak, filan yazılmayacak ya da şöyle yazılacak demekti. Sırası gelince şefin keyfine göre Cumhuriyet gibi bir gazete bile şıp diye kapatılabilirdi. Kapatılma tehlikesinden kaçınabilmek için gazeteler kendi kendilerinin sansürlüğü ödevini yapmak zorundaydı. Bir dik kafalılık edip de dinlemeyen olursa onu yola getirecek çok basit bir yol vardı: Bir telefonla kapatmak. Basın Kanununa konan 50. madde giyotin satırı gibi inerdi. Gazeteler böyle bir riski göze alamazlardı.”
Metin Toker; “Gün geçmezdi ki Birinci Şubeden bir memur gelip yeni bir yasak kararını getirmesin ve dosyayı şişirmesin. Sonradan bu dosyayı gözden geçirmek fırsatını bulmuşumdur. Neler yoktu ki… Hangi haberin kaçıncı sayfada kaç sütun üzerine hangi puntolu harflerle gösterilmesi gerektiğinden, hava durumunun yazılmaması emrine kadar”.
Kazım Karabekir Paşa; “Gazi M. Kemal pek asabi idi. Muhaliflerden Ali Şükrü Bey, “Ankara’ya matbaa makinesi getirmiş.. Tan adında bir gazete çıkaracakmış, siz hâlâ uyuyorsunuz” diye yaveri Cevat Abbas Bey’e verdi; veriştirdi. Ve “yakın, yıkın” diye çıkıştı. Yalnız kalınca kendilerini teskin ettim. Bu tarzdaki beyanatının dışarıya aks edebileceğini ve pek de doğru olmadığını anlattım.”
Tek parti döneminde, gazetelere, CHP iktidarı tarafından hazırlanmış makaleler gönderiliyor ve bunların yayınlanması talep ediliyordu. Nitekim hazır bir makalenin altında, Matbuat Umum Müdürü Selim Sarper’in şu notu bulunmaktadır: “Yukarıdaki makaleyi yarınki nüshaya (sayıya) koymanızı rica ederim”
21 Ekim 1941 tarihinden itibaren Vatan gazetesinin sahip ve başyazarı Ahmet Emin Yalman “Berraklığa Doğru” adlı bir yazı dizisi yayınlamaya başlar. Yalman, yazısında tek parti idaresinin aksaklıklarına değinir, bunların temel nedeninin tek partiye dayalı yönetim biçimi olduğunu belirttikten sonra çözüm yolu olarak çok parti sistemini savunur. Yalman’ın bu yazı dizisinde tek parti konumundaki CHP’yi açıkça eleştirmesi, iktidarı kızdırır ve Vatan gazetesi 5 Aralık 1941 tarihinden itibaren 45 gün süreyle kapatılır. Gazetenin kapatılması hakkında gerekli İcra Vekilleri Heyeti kararının alınması için, Matbuat Umum Müdürü Selim Sarper, 4.12.1941 tarihinde Başvekâlete bir yazı gönderir ve neticede İcra Vekilleri Heyeti, 5.12.1941 tarihli toplantısında şu kararı alır: “Devletin umumi siyasetine aykırı neşriyat yaptığından dolayı Vatan gazetesinin 5.12.1941 tarihinden itibaren 45 gün müddetle kapatılması; matbuat umum müdürlüğünün 4.12.1941 tarih ve 7260/8445 sayılı tezkeresi ile yapılan teklif üzerine, matbuat kanunun 50. maddesi hükmüne tevfikan İcra vekilleri heyetince 51. kanun 1945 tarihinde kabul olunmuştur. Reisicumhur: İsmet İnönü”
Sadece rejimin adamlarına değil dönemin örnek alınan yabancı devlet adamlarına yapılan eleştiriler bile affedilmez. Charlie Chaplin’in Adolf Hitler’i canlandırdığı “En Büyük Diktatör” filminden fotoğraflar yayınlayan “Vatan Gazetesi”, CHP iktidarı tarafından 2 ay süreyle kapatılır.
Daha sonra çeşitli konularda birbirinden ilginç sansür uygulamaları başlar;
“Zabıta, adliye ve mülkiye memurlarının yaptıkları hata ve işledikleri suçlara ait neşriyat yapılmayacaktır. (Matbaa Umum Müdürlüğü) 24 Mayıs 1942”
“Türk rejiminden bu rejimin ideolojisinden gayrı, velev fikri tetkik namı altında dahi olsa başka ideolojilerden asla bahsedilmeyecektir. (Başbakan Refik Saydam) 22 Mayıs 1942”
“Mahkemelerimizin verdiği kararların aleyhinde hiçbir surette haber yapılmayacaktır. (Matbaa Umum Müdürlüğü) 6 Mayıs 1942”
“Anadolu Ajansı’nın haberlerinden başka haber yazılmayacaktır, Sansasyonel başlık yapılmayacaktır, Başmakale yazılmayacaktır, İkinci baskı ve ilave yapılmayacaktır. (Dahiliye Vakâleti’nden bildirilmiştir.)”
“Mebus (Milletvekili) General Kâzım Karabekir’in 23 Aralık 1940 günü TBMM’de yaptığı beyanat gazetelerimizde hiçbir şekilde yayınlanmayacak ve bu beyanattan bahsedilmeyecektir. (Başvekilimizin emriyle tüm vilayetlere Matbaa Umum Müdürlüğü’nden) 23 Aralık 1940”.
“Halkımıza vesika ile ekmek satışı hususunda gazetelerde hiçbir şekilde haber yapılmayacaktır. (Matbaa Umum Müdürlüğü) 9 Ocak 1942”
“Son günlerde artan şeker fiyatları hakkında gazetelerde haber yapılmayacaktır. (Matbaa Umum Müdürlüğü) 29 Ocak 1942”
“Ekmekten, odundan ve kömürden, etten, şikâyet kılıklı neşriyat yapılmayacaktır. (Matbaa Umum Müdürlüğü) 10 Ocak 1942”
“Otomobil yedek parçalarıyla lastiklerin bittiği, un stokunun azaldığı, meyve ve sebzeye yapılan zamlar asla yazılmayacaktır. (Matbaa Umum Müdürlüğü’nden yapılan Tebliğ) 10 Ağustos 1940”
“Geçmiş, halihazır ve geleceğe dair meteorolojik tahminlerin neşredilmemesinin bütün gazetelere tebliğini rica ederim. (Başvekil namına Müsteşar Vehbi Bey’den Tüm Valiliklere) 4 Kasım 1940”
“Reisicumhur İsmet İnönü, Ankara civarında küçük bir seyahat yapmak üzere hareket etmiştir. Gazeteler bundan başka hiçbir şey yazmayacaklardır. (Matbaa Umum Müdürü) 14 Aralık 1940”
“Vergilere yapılması düşünülen zamlar hakkında hiçbir neşriyatta bulunulmamasının, gazetelere tebliğini rica ederim. (Matbaa Umum Müdürü) 19 Mart 1941”
“Bakanlar Kurulu toplantılarının ne zaman ve hangi gündem maddeleri üzerine toplanacağına dair haber yapılmamasının gazetelerin başyazarlarına tebliğini rica ederim. (Matbaa Umum Müdürü) 23 Ağustos 1941”
“Memleket genelinde vuku bulan Tren kazaları hakkında gazetelerde haber yapılmayacaktır. (Matbaa Umum Müdürü) 4 Şubat 1941”
“Memleket genelinde baş gösteren un, şeker, yağ, tuz gibi vesair maddelerin stoklarının bitmesi hususunda gazetelerde haber yapılmayacaktır. (Dahiliye Vekâleti: Içişleri Bakanlığı] 7 Mayıs 1941.”
- KemalAtatürkdöneminde yasaklanan (yurtiçi ve yurtdışı) gazete, dergi, broşürlerden bazıları şunlardır; Journal des Debats gazetesi ve Le Mois dergisi, The Literary Digest dergisi, Turan, Koca Balkan ve Març gazeteleri, Londra’da yayınlanan The Islamic Review dergisi, Dostluk Gazetesi, Paris’te Yarın isimli broşür ve Yarın Kurtuluş Neşriyatı’nın tüm yayınları, Müdafaa-yı İslam Gazetesi, Ricordati di Tua Madre, Türkistan, Zarya Kafkas, Doğru Söz, La Georgie, İstanbul’da kadın ve uyuşturucu ticareti yapıldığını haber yapan Police Magazine, Yolumuz, İstanbul’da çıkan Bütün Dünya, Kazdağı, Almanya’da Türkçe yayınlanan Açıksöz ve Aydınyol, Hakikat, Revue Economique et Parlemantaire, Yeni Adam, Vatan Sesi, Millet Bayrağı, Milli Ateş, Vatan Dileği, Yasamız, İlham Kaynağı, Milli İnkılap, İstanbul’un Sesi, İzmir Postası, İnkılap Yolu isimli dergiler, El Muazzam, İkaz, Osmanlı Gazetesi, Adalet Gazetesi, Halkın Sesi ve Yeni Asır, Beyoğlu, El-Cedid, İstiklal, Zaman, Fransa’da yayınlanan Excelsior, Ticaret ve Türkiye İktisadı, Tan, Akşam, Cumhuriyet, Doğru Söz, Rol-Dumen, Akbaba, Otlu Yurt, Yeni Kafkas, Azeri Türk, Bildiriş isimli gazete ve dergiler, Japonya’da yayınlanan İlan-ı Hakikat, Türkçe Medeniyet, Kafkas Almanağı, Je Suis Partout, Halkın Sesi, The Caucasian Quarterly, Türkiye İhracatı, Kazanç, Maarif-i Umumiye, Türkiye Ticareti, Milli Ticaret, İzciler Birliği ve Balkan Ticareti isimli yayınlar ve broşürler, Almanya’da basılan “Der Brockhaus” isimli Atlas.
İsmet İnönü döneminde yasaklanan (yurtiçi ve yurtdışı) gazete, dergi, broşürlerden bazıları ise şu şekildeydi: Çağırış, Fransa’da yayınlanan Kafkas Eli ve La Nation, Almanya’da yayınlanan Delik, Bozkurt, Yurt ve Dünya, Verim, Kopuz, Adımlar isimli dergiler, Le Jour-Echo de Paris, Russky Golos, Bugün, İkdam, Journal d’Orient, Le Soir, Tasvir-i Efkar, İtalya’da yayınlanan La Stampa, Köroğlu, Haber, Beyoğlu, Yeni Sabah, Ege, Vakit ve İstanbul isimli gazeteler.
Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanlığı ve İnönü hazretlerinin Başbakanlığı döneminde basın ne kadar özgürmüş değil mi? Yüzlerce gazete ve dergi kapatılmış ve yasaklanmış, yine yüzlerce gazeteci cezaevlerine atılmış.
Bugün Türkiye’de yüzlerce televizyon ve radyo kanalı, yine yüzlerce dergi ve gazete istedikleri hemen her şeyi özgürce dile getiriyorlar. Ne kapanan gazete var ne de televizyon. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diktatör olduğu Türkiye’de bu diktatöre bile insanlar rahatlıkla hakaret edilebiliyor. Cumhuriyet ve demokrasi sevdalısı laik aydınlar tayfası, Erdoğan’a yaptıkları hakaretin binde birini dahi İnönü veya Mustafa Kemal’e yapmış olsalardı acaba başlarına neler gelirdi?
Düşünmesi bile kötü…