(Article 252- 21.04.2019)
Türkiye’de birbiri peşi sıra patlak veren olayları takip edebilmek bile büyük bir beceri gerektiriyor.
Geriye dönüp Türkiye’nin yakın geçmişinde neler yaşanmış diye baktığımızda, darbe sevdalılarının kimlerden medet umduğunu açıkça görebiliyoruz. Seçilmiş hükümetlerin hemen her eylemini “Laik Cumhuriyet ve sosyal hukuk devleti” bahanesiyle iptal eden Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi anayasal vesayet kurumlarına, sonraları çoğu kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı HSK’da katılmıştı. Hakimler ve Savcılar Kurulu Türkiye’deki tüm hakim ve savcıların atamalarını yapan, yerlerini değiştiren, soruşturan ve görevden alan tek yetkili kurum. Bu kadar stratejik öneme sahip bir kurumun neler yapabileceğine, 7 Şubat 2012 MİT Operasyonu ve 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi esnasında şahit olduk.
7 Şubat 2012’de Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın talimatıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan ifadeye çağrılmıştı. Hakan Fidan’ın çağrılma sebebi; MİT ile PKK arasında arabulucular eşliğinde yürütülen Oslo görüşmeleriydi. FETÖ’nün MİT operasyonu, Başbakan Erdoğan’ı paralel yapıya karşı harekete geçiren önemli bir dönüm noktası oldu. Bu olay İT Müsteşarının suçlu sıfatıyla ifadeye çağrıldığı ilk vaka olarak tarihe geçti. Havaalanlarında Hakan Fidan’ı gözaltına almak için VIP çıkışları tutulmuş, İstanbul’daki MİT binası terörle mücadele ekiplerince kuşatılmıştı. MİT Müsteşarı ise bordo berelilere “vur” emri vermişti. Bunun gibi birçok ayrıntıyı bugün ya hiç kimse bilmiyor ya da hatırlamıyor. Paralel Yapı mensupları kendilerini o kadar güçlü görüyorlardı ki ki her şeyi göze almışlardı. Kontrol edemeyecekleri hiçbir şeyin olmadığını düşünüyorlardı. Genelkurmay Başkanı tutuklandıktan sonra MİT Müsteşarının kilosu kaç para oluyordu ki?
7 Şubat operasyonunda Hakan Fidan tutuklanacak, Tayyip Erdoğan hakkında soruşturma başlatılacak, bazı bakanlar gözaltına alınacak, Hükümet düşecek ve ülkede kaos hakim olacaktı. Sonrasında Başbakan Erdoğan tutuklanacak ve ya Öcalan gibi cam muhafaza içerisinde ya da Mısır’ın devrik lideri Muhammed Mursi gibi demir parmaklıklar arkasında yargılanıp yeni bir vesayet sistemi kurulacaktı.
MİT Operasyonu tutmayınca bu defa Özel Yetkili İstanbul Savcıları Zekeriya Öz, Muammer Akkaş ve Celal Kara tarafından 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi sahneye konuldu. Burada da amaç; bazı bakanlar üzerinden kamuoyunun çok hassas olduğu yolsuzluk konularını bahane edip, Hükümeti ve daha da önemlisi Başbakan Erdoğan’ı devirmekti.
17 Aralık 2013 sabahı Türkiye büyük bir operasyon haberiyle sarsıldı! İstanbul merkezli “yolsuzluk ve rüşvet” operasyonunda hükümete yakın çok sayıda kişi gözaltına alınırken, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu, Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve çok sayıda kişi gözaltına alındı. Operasyonun ikinci günü AK Parti’nin ne yanıt vereceği beklenirken, ilk olarak polis teşkilatında çok sayıda üst düzey memur görevden alındı ve yerlerine yenileri atandı. Gün içerisinde gözaltına alınanların evlerinde yapılan aramalarda milyonlarca dolar para bulunduğuna yönelik yeni iddialar, merkez ve paralel medya tarafından sosyal medyaya servis edildi. Her şey o kadar güzel planlanmıştı ki, evlerde yapılan aramalarda profesyonelce hazırlanmış mizansenler sergileniyor; para kasaları, ayakkabı kutuları, dağınık yatak üzerinde çekilmiş milyonlarca dolar ve euro resimleri ortalıkta fink atıyordu.
Sonrası zaten herkesin malumu. Adalet mekanizması ve kolluk kuvvetleri içerisinde çöreklenen Gülen Cemaati’nin bu operasyonu, Başbakan Erdoğan’ın kararlı duruşu ve halkın gösterdiği ferasetle birleşince akamete uğradı. Binlerce polis görevden alındı, haklarında örgüt üyeliğinden soruşturma ve davalar açıldı. Devletin tüm birimlerinden Gülen Cemaati mensuplarının temizlenmesi amacıyla Milli Güvenlik Kurulu toplantısında bağlayıcı bir karar alındı ve Fethullah Gülen Örgütü bir “terör örgütü” olarak tanımlandı.
Derken 15 Temmuz 2016 askeri darbesi yaşandı. Ülke bir anda savaş alanına döndü. Türk halkı sokaklara dökülüp tanklara karşı koydu. 251 şehit ve üç bine yakın gazi ile bu kriz ucuz atlatıldı. Ülke tam anlamıyla bölünmenin eşiğinden döndü. Bu darbe, Fethullahçı Terör Örgütü’ne yönelik top yekun bir savaş açılmasına sebep oldu.
Erdoğan’a yönelik son darbe ise 31 Mart 2019 seçimleri esnasında bu defa hiç dikkate alınmayan YÜKSEK SEÇİM KURULU tarafından gerçekleştirildi. Ve bence FETÖ yapılanması bu defa gerçekten başarılı oldu.
Dışarıdan bakıldığında Sayın Erdoğan’ın durumu hiç de iç açıcı değil. AK PARTİ’nin ve Sayın ERDOĞAN’ın gidişatı ANAVATAN PARTİSİ ile Sayın Turgut Özal’ın son yıllarına benzemeye başladı. Bu aşamadan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işlevselliği ve gücü sık sık sınanacak, gittikçe itibarsızlaştırılacak. Şu an için Erdoğan’a sadık görünen çevreler, gemiyi birer ikişer terk etmeye başlayacak, ondan olabildiğince uzak durmaya çalışacaklar.
Erdoğan, gerek birçok milletvekilinden gerekse belediye başkanından çok büyük darbeler yemeye hazır olmak zorunda.
Şu konuda hemfikiriz ki 31 Mart 2019 seçimleri muhteşem bir FETÖ organizasyonudur. Bu işin fikir babaları bir – bir buçuk yıl öncesinden hemen her türlü detayı planlamış, YSK yöneticilerinden Kaymakamlık ve Nüfus Müdürlüklerine kadar hemen her kurumda gerekli tedbirleri almış, AK Parti il ve ilçe teşkilatlarına sızmış, AK Parti’nin müşahit ekibi içerisinde yer almayı başarmıştır. Bu arada MİT ve Emniyet İstihbarat uyumuş, AK Parti’nin İSTANBUL ve ANKARA il yönetimleri ele geçirilmiştir. Sonrası malumunuz.
Bundan sonra yaşanabilecek gelişmeler hakkında sizlerle bir beyin fırtınası yapmak istiyorum. Şimdi olası ihtimalleri düşünelim;
BİRİNCİ İHTİMAL; YENİ BİR YSK DARBESİ…
Eğer YSK içerisinde aktif ve etkin bir FETÖ yapılanması mevcut ise (ki ben buna yüksek bir ihtimal diyorum) İstanbul seçimleri YSK tarafından iptal edilecektir. Seçim iptali temelde üç amaca hizmet edecektir. Bunlardan birincisi; Gezi Olayları benzeri sokak eylemlerini başlatmak, ikincisi; sokak olaylarını bahane ederek Batı’nın Türkiye ve Erdoğan’a yönelik baskılarını arttırmak, üçüncüsü ise Ekrem İmamoğlu’nu mazlum konumuna düşürüp tekrarlanacak seçimde onu %55-60 gibi bir oyla iş başına geçirmek.
İKİNCİ İHTİMAL; AK PARTİ’YE RAKİP HUZUR PARTİSİ’NİN KURULMASI…
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimler önderliğinde kurulacak HUZUR PARTİSİ isimli siyasi oluşumda son aşamaya gelindiği artık sıkça duyulmaya başlandı. Bu partiye AK PARTİ, CHP ve İYİ PARTİ’den 55 milletvekilinin katılmak suretiyle TBMM’de grup oluşturulacağı ve bu yolla TBMM içerisinde AK Parti (291 milletvekili) ve MHP (49 milletvekili)’nin meclis çoğunluğunun elinden alınması ise uzak bir ihtimal değil. 600 sandalyeli mecliste şu an için 340 milletvekiline sahip olan Cumhur İttifakı’nın 299 milletvekiline düşmesi bence çok zor değil. Zira güç kaybeden Erdoğan’ı terk edip, kendilerince yeni bir soluk olarak görülen Abdullah Gül’ün yanında yer almaya hazır o kadar vefasız ve karaktersiz var ki sayarak bitmez.
ÜÇÜNCÜ İHTİMAL; EKREM İMAMOĞLU’NUN ÇOK BASİT BİR KAMİKAZE HAREKETİYLE 2023 YILINDA TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BAŞINA CUMHURBAŞKANI OLARAK GEÇMESİ…
Medyada Ekrem İmamoğlu ile ilgili olarak sıkça dillendirilen ve FETÖ mensubu olduğuna yönelik iddiaların bir an için doğru olduğunu varsayalım.
Bu ülkenin bir çok hakim ve savcısı, vali ve emniyet müdürü, kendi kendilerini yakacaklarını bildikleri halde Fetullah Gülen denilen meczubun bir talimatıyla Hükümeti düşürmek ve Erdoğan’ı ortadan kaldırmak için 17/25 Aralık Yargı ve emniyet darbesini icra etmediler mi? ETTİLER.
Peki, bu ülkenin en üst düzey asker ve komutanları, işin sonunda yargılanacaklarını ve ilelebet hapiste kalacaklarını bildikleri halde 15 Temmuz günü hükümeti ve Erdoğan’ı devirmek için fiili bir darbeye kalkışmadılar mı? KALKIŞTILAR.
Bu ülkenin YSK gibi çok önemli bir kurumunun yetkilileri, yapılan usulsüzlükler ortaya çıktığında yargılanacaklarını bile bile sandık başkanlarını kanuna aykırı olarak yetkin olmayan kişilerden atayıp, sandık sayım tutanaklarını sisteme farklı şekilde giren kişileri buralarda görevlendirdiler mi? GÖREVLENDİRDİLER.
Şimdi esas konuya gelelim. Ekrem İmamoğlu CHP’de görev yapmaya devam ederse siyasi hayatında görüp görebileceği en son mevki herhalde CHP Genel Başkanlığı koltuğu olacaktır.
İmamoğlu eğer bir FETÖ projesi ise Fetullah Gülen meczubunun tek bir hareketiyle kamikaze hareketi yapacak ve kendisine emir geldiği anda basının karşısına çıkıp şu şekilde bir açıklama yapacaktır; “Saygıdeğer Türk halkı. Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli seçim sürecinde sürekli olarak “beka meselesi” konusunu dile getiriyordu ve ben de Türkiye’nin böyle bir beka meselesinin olmadığını savunuyordum. Ancak gerek bölge coğrafyamızda gerekse Türkiye’de son günlerde yaşanan olayları alt alta yazdığımda Sayın Erdoğan’ın ve Sayın Bahçeli’nin doğru söylediğini anladım. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu beka meselesine mensubu bulunduğum CHP yöneticilerince gereken özen ve hassasiyet gösterilmediğinden CHP’den istifa ediyor ve bu dakikadan itibaren siyasi hayatıma AK PARTİ bünyesinde devam edeceğimi kamuoyuna saygı ile duyuruyorum.”
Oh ne âlâ ne âlâ! Körün istediği bir göz, İmamoğlu’nun verdiği iki göz. Böyle bir durumda olacakları söyleyeyim;
İmamoğlu’nu bugün oy hırsızlığı ile suçlayan sağ cenahın ne kadar sazan kapasiteli yazar ve çizer tayfası varsa bu defa başlayacak İmamoğlu’na methiyeler dizmeye. “İmamoğlu aşağı, İmamoğlu yukarı”. Onlar yazdıkça İmamoğlu parlayacak, çizdikçe ışıldayacak. Sonra bir bakacağız 2023 Başkanlık seçimlerinde İmamoğlu aday olarak Erdoğan’ın karşısına çıkacak ve muhtemeldir ki Cumhurbaşkanı seçilecek.
Sonra? Sonra bir bakacaksınız Fetullah Türkiye’yi ele geçirmiş!
Dikkat edin… Bu adamlar Erdoğan özelinde Türkiye’yi yıkmak için bir yöntemi ikinci defa asla uygulamıyor. Her defasında şeytanın bile aklına gelmeyecek yeni teknik ve taktiklerle karşımıza çıkıyorlar. Erdoğan’a yönelik yapılan her eylemde Türk halkının refleks ve hassasiyetlerini ölçüyor, dikkatlice not ediyorlar. İmamoğlu bu tarz bir eyleme giriştiğinde kaybedeceği tek şey CHP rozeti ve bence herhangi bir anlam ifade etmeyen CHP Genel Başkanlığı koltuğu olacaktır.
Peki, bir de kazanacaklarına bakalım. İmamoğlu, AK Parti’nin en önemli belediye başkanlarından biri ünvanını kazanırken, hükümetin desteğini arkasına aldığı için parladıkça parlayacak ve işin sonunda CUMHURBAŞKANLIĞI koltuğuna oturacaktır.
Sizce hangi koltuk daha cazip? CHP Genel Başkanlığı koltuğu mu yoksa Cumhurbaşkanlığı koltuğu mu?
Önümüzdeki günlerde kimlerin FETÖ mensubu olduğunu hem görmüş hem de anlamış olacağız.
Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresinin 216’ncı ayeti aslında her şeyi özetliyor; “SİZİN HAYIR BİLDİKLERİNİZDE ŞER, ŞER BİLDİKLERİNİZDE HAYIR VARDIR.”
Yani Yüce Allah diyor ki; “Ey kulum, yaşanacak her güzelliğe sazan gibi atlayıp hemen sevinmeyin, başınıza gelen kötü durumlar için de üzülmeyin. Bu seçimin bu şekilde sonuçlanmasını onlar istemedi ben istedim. Ben istediğim için AK Parti İstanbul’u, Ankara’yı, Antalya, Artvin, Ardahan, Bilecik, Bolu, Erzincan, Kırşehir ve Kütahya gibi büyükşehirleri kaybetti. Siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Ben bilenim, ben akıl sahibiyim, benden daha iyisini mi bileceksiniz? Onların bir planı varsa benimde bir planım var.”
Sözün özü; FETÖ bu defa müthiş organize çalışmış. Seçim sırasında ele geçirilmesi gereken tüm kurumlar kontrol altına alınmış. AK Parti’nin İstanbul ve Ankara il başkanlıkları başta olmak üzere kadın kolları, gençlik kolları ve hatta mahalle yapılanmaları dahi şekillendirilmiş.
Şimdi geriye bakıp düşünüyorum da AK Parti’nin İstanbul il başkanı olan şahıs aktif bir FETÖ üyesi olsaydı “SEÇİMİ KAYBETMEK İÇİN” ancak bu şekilde çalışabilirdi demekten de kendimi alamıyorum. Sıfır çalışma, sıfır gayret ve sıfır vizyon ile seçimin kazanılması zaten mümkün olamazdı.
Sayın Erdoğan’ın yeni saldırı ve yeni ihanetlere hazırlıklı olmasından başka çaresi yok.
Dr. Mehmet Hakan Sağlam