Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Makaleler / KEYNES’İN AMERİKASI…

KEYNES’İN AMERİKASI…

(04/08/2014)

Bir haftadır Amerika’dayız. Amerika’nın tüm doğu sahillerini daha iyi gözlemleyebilmek için bir araba kiraladık ve Boston’dan başlayarak Philadelphia, Washington, Richmond, North Carolina, South Carolina, Georgia ve Florida eyaletlerine kadar gittik.

Öncelikle üzüntü duyduğum ve ülkem adına hayıflandığım bir konuyu anlatmak istiyorum. Yol boyunca (ki yaklaşık üç bin kilometre) hayret ve şaşkınlık içerisinde “Bu ormanlar acaba nerede bitecek?” diye bekledim durdum, ama hiç bitmedi. 1929 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde büyük buhran patlak verip binlerce banka, milyonlarca şirket ve insan iflâs edip işsiz güçsüz kaldığında, ünlü İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes krizden çıkış için bir yol önerir. Bu yazıyı okuyan herkesin anlayacağı şekilde Keynes’in önerisini size basitçe izah etmek istiyorum.

Keynes, ekonominin durgunluğa girdiği ve çarkların dönmeye mecalinin kalmadığı dönemlerde devletin ekonomik hayata müdahale etmesi gerektiğini, kamu yatırımlarını ve harcamalarını arttırmak suretiyle istihdam yaratılıp işsizliğin azaltmasını, gerekli olsun veya olmasın yeni iş alanları yaratılıp devlet harcamalarının arttırılması fikrini ortaya atmıştır.

İngiliz iktisatçısının bu önerileri 1929 Dünya Buhranı ile mücadele etmek zorunda olan birçok devlet tarafından genel kabul görür ve her devlet kendine göre farklı uygulamalar geliştirir. Krizin ilk çıktığı ülke olan ABD, bu krizden çıkabilmek için doğrudan doğruya ekonomik hayatın içinde yer almaya başlar. Neler mi yapar? Amerika’yı bir uçtan diğer uca katedecek ve halen kullanılan otobanlar yapılır, barajlar ve limanlar inşa edilir ve şimdi dikkat edin “ulusal ağaçlandırma kampanyaları” başlatılır. Kriz dolayısıyla iflâs etmiş, işsiz güçsüz kalmış ne kadar insan varsa kamyonlara doldurulur ve her gün belli sayıda fidan dikme karşılığında onlara yemek verilip ücret ödemesi yapılır. Seyahatim esnasında yıllar önce çok değerli bir hocamdan duyduğum bu konunun gerçekliğini gözlerimle gördüm ve çorak bir ülkenin yeşil bir örtüyle nasıl kaplandığını imrenerek seyrettim. Bütün doğu sahili boyunca 3000 kilometre uzunluğundaki yemyeşil bir ormanda seyahat ediyorsunuz. Yol kenarlarında ne bir tane ev, ne biçimsiz binalar, ne de otel ve plazalar namına hiçbirşey yok. Sadece yeşil bir orman denizinde gidiyorsunuz. Üstelik yol kenarlarında binlerce kilometre boyunca tamamen bakımlı çim refüjler yer alıyor.

Bu işi Türkiye’de de başarmamız gerekiyor. 650-700 bin kişilik bir ordumuz, cezaevlerinde hafif suçlardan tutuklu onbinlerce insanımız var. Mahkemelerin hafif suç işleyen kişilere ağaç dikme cezası vermesi şehirlerimizin etrafını kısa sürede uçsuz bucaksız ormanlara dönüştürebilir. Diktikleri ağaç sayısına göre askerlerimize terhis sürelerinde, tutuklulara infaz sürelerinde, şirketlere ise ödeyecekleri vergilerde indirimler sağlanabilir.

Kendi ülkemizi bir bozkır havasında bıraktığımız için üzülürken, ülkelerini yemyeşil yapan Amerikalıları ise kıskandım.

Keynes’in bu fikri İngiltere’de de benimsenir ve İngiliz hükümeti, 1930 yılında İngiltere’ye sıçrayan ekonomik dünya buhranının etkilerini minimuma indirmek ve ekonomiyi tekrardan canlandırmak amacıyla ülkedeki eski evlerin yıkılıp tekrardan yapılması için ev sahiplerine hibe şeklinde paralar dağıtır. Bu yöntemde etkili olur ve ekonominin lokomotif sektörlerinden biri olan inşaat endüstrisi 10 yıl içinde İngiltere’yi düze çıkartır.

Bu yöntem Nazi Almanyası’nda otoban yapımı şeklinde kendini gösterdi. O yıllarda yolların niçin bu kadar geniş yapıldığına kimse anlam veremez ama 1939’da işgalci Alman tankları o otobanlar sayesinde saatlar içerisinde Fransa, Polonya ve diğer ülkeleri işgal eder.

Keynes’in bu fikrinin Türkiye’deki karşılığı ise “Devletçilik” şeklinde kendini gösterir ve bu fikir kısa sürede Cumhuriyet’in temel ilkeleri içerisinde kendine yer edinirken, o yılların tek partisi olan CHP’nin amblemindeki altı oktan birisi olur. Sümerbank’tan demir çelik işletmelerine kadar birçok kamu iktisadi teşekkülünün kuruluşu işte bu esasa dayanır.

Ülkemizde 170 üniversite, 140 iktisat fakültesi, binlerce akademisyen ve yüzbinlerce iktisatçı olmasına karşın 90 yılda bir tane bile Keynes yetiştirememişiz. Sabahtan akşama kadar kanal kanal dolaşıp, gazetelerde arz-ı endam edip beyanatlar veren ve kendini sözüm ona “iktisatçı” zanneden okumuş okumamış çok sayıda bildik şahsiyet, pazarda limon fiyatının bile nasıl oluştuğunu bilmeden, cari açıkla yatıp referans faiziyle kalkmakta, “ülke battı, ülke bitti” şeklinde boş muhabbetler yapmaktadır.

Amerikan halkının genel ekonomik durumu hakkında bazı gözlemlerimi aktarıp takdiri size bırakacağım.

Üç gün önce Philadelphia’da çeşitli meslek gruplarından insanlarla tanışma ve konuşma fırsatım oldu. Tekstil mağazası işletmecisi, garson, güvenlik görevlisi ve en sonunda da Washington’da Ulusal Tarih Müzesi’nin hemen elli metre ilerisinde bir sokağın köşesinde minibüs içerisinde dondurma satan Eritreli bir aileyle konuştum. Buraya geleli henüz üç yıl olmuş. Karı koca çalışıyorlar ve üç çocukları var. Çocuklar devlet okuluna gidiyor. Okul sekiz yaşına kadar ücretsiz, sonrası paralı. Bu aile, dondurma satabilmek için belediyeye ayda 470 dolar işgaliye bedeli, 170 dolar otopark parası, yıllık 200 dolar itfaiye harcı, kişi başı yıllık 2000 dolar sosyal güvenlik primi ödemesi yapıyor. Ülkede sağlık hizmetinden sadece özel sağlık sigortası olanlar yararlanabiliyor. Yaşınıza ve gelirinize bağlı olarak bu iş için yılda 6 ilâ 15 bin dolar arasında bir parayı gözden çıkarmanız gerekiyor. Green Kart sahibi olan Eritreli kadın, hamile ve ocak ayında doğum yapacakmış. Hastaneye doğum için 14 bin dolar ücret yatırması gerekiyormuş. Yanlış mı anladım diye iki defa sordum, doğru anlamışım. Sosyal güvenlik kesintisi 65. yılın sonunda emekli olduğunda ona sadece 300 dolar tutarında aylık bir gelir sağlıyormuş. Uçakta bir kuaför emeklisiyle tanışmıştım. “400 dolar emekli maaşı alıyorum” demişti de inanmamıştım meğerse doğruymuş. Bu karı koca ayrıca iki odalı bir ev için aylık 1100 dolar kira, 150 dolar ısıtma bedeli, arabaları için de 200 dolar sigorta ve park parası ödüyorlar. Yanlarında kaçak işçi çalıştırıyorlar. İşçinin saat ücreti 7 dolar. Zaten bu da asgari ücrete denk geliyor. En büyük firmalar bile işçilerin saatlığına 10 dolar ücret veriyor. Bu dondurma satıcısı günde 400 dolar ciro yapıyormuş. “Üçte biri maliyet, üçte biri vergiler, üçte biride bize kalıyor” diyor. Dondurmacının 12 yaşındaki küçük kızının geçen ay kolu kırılmış, alçı sarımı için hastaneye ödedikleri para ise 1550 dolar.

Dün akşam Washington’da Beyaz Saray’ın hemen üç dört sokak arkasında yer alan Çin mahallesinde yemek yedik. Saat sekiz olup hava kararınca her apartmanın girişinde bir evsiz yatmaya başladı. Sadece bir sokaktaki apartman kapı girişlerinde dört tane evsiz gördüm. Kendine böylesine güvenli bir yer bulanlar oldukça şanslı, bulamayanlar ise kaldırımların üzerine ikişer metre arayla uzanmış yatıyordu.

Arabanızla herhangi bir otoparka yarım saat araba park etmenin bedeli 18 dolar. Türkiye’deki gibi sokağa araç park etmek mümkün değil. Yanlış yaptığınız anda polisin nereden ve ne şekilde çıkacağı hiç belli olmuyor. Ülkede arabadan bol birşey yok. Jeep 25 bin dolar, aylık kirası 1300 dolar. Benzinin galonu 3,84 dolar, litresi bizim parayla 2,10 TL’ye karşılık geliyor.

Boston çok zengin ve elit bir şehir ancak Philadelphia’da tamamen farklı bir dünya var. Zenciler çoğunlukta. İnanın abartı değil sokaktaki insanların yüzde doksanı zenci ve bu zencilerin neredeyse yüzde yetmişi madde bağımlısı. Sokakta düzgün yürüyen, düzgün konuşan ve düzgün yapıda çok nadir insan var. Philadelphia’da Mc Donald restoranlarında çöpleri karıştırıp artık hamburger ve patatesleri toplayan çok sayıda insan gördüm.

Bu ülkede cebine ayda düzenli olarak 1000-1200 dolar para giren insan sayısı oldukça sınırlı. Doğrusunu söylemek gerekirse zekâ seviyeleri de oldukça düşük. Örneğin 11 dolarlık bir mal alıp 20 dolarlık banknot verdiğinizde direkt olarak paranın üstünü veriyorlar. Kolaylık olsun diye 20 doların yanında “bir dolar” verdiğinizde onun ne işe yaradığını kesinlikle anlamıyorlar.

Orlando’ya giderken park alanında zenci bir garsonla tanıştım. Çalışma saatleri 19.00-03.00 arası. Tek başına beş kişinin işini yapıyor. Aldığı para saatlik 10 dolar. Bu para ilk anda kulağa hoş geliyor. Günde sekiz çalışsa saatı 10 dolardan 80 dolar, 30 günde ise 2400 dolar eder. “İyi para” diyorsunuz ama işin aslı öyle değil. Bu arkadaş haftada en fazla üç veya dört gün çalışabiliyor. Kiralar aşırı derecede yüksek. Kazanılan paranın önemli bir kısmı kira ve mutfak masraflarına gidiyor.

Hasılı kelâm refah seviyesi olarak bizim en fakir insanımızın durumu bile ortalama bir Amerikalı’dan çok daha iyi.

“Bizden de, bizim ülkemizden de birşey olmaz” diyenlere duyurulur.

 

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber