(Article 019-08.09.2014)
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Ekmelettin İhsanoğlu, Türkiye ekonomisinde gelirin adil dağıtılmadığını belirtmiş ve “ortada şişko kediler var, onlar ciğerin büyük parçasını kapıyorlar” demişti. Ekmeleddin Bey seçim sürecinde sürekli pot üstüne pot kırıyor, kulağına fısıldanan her şeyi “aklıma yeni bir şey geldi, şu da vardı” deyip hemen ortaya atılıyordu.
“Şişko kedi” olarak herhalde 2002 öncesinde Türkiye’nin kanını emen 300 aileyi kasdetmiştir. Erdoğan’ın 12 yıllık iktidarında Türk ekonomisinde çok ciddi dönüşümlere imza atıldı. Onbinlerce Anadolu Kaplanı yaratıldı. Bu ülkede 12 yıl önce 26,5 milyar Euro tutarındaki havaalanı ihalesine, ya da 3 milyar Euro değerindeki köprü ihalesine Yap İşlet Devret yöntemiyle girebilecek kaç kişi vardı? Hadi müteahhitleri de geçelim, bu türden büyük yatırımları finanse edebilecek kaç tane Türk bankası vardı?
Aslında İhsanoğlu demek istiyor ki; “eskiden Türk ekonomisinin kaymağını 300 şişko kedi paylaşıyordu şimdi ise onbinlerce kaplan, olur mu böyle bir şey?”. Ekmeleddin’in efendileri ona “bu şekilde konuş” diye talimat verince, düşünüp taşınmadan kâğıttan okuyup gidiyor. Halbuki bundan 12 yıl önce insanlar hastanelerde rehin kalıyor, mezar yerleri para ile satılıyor, insanlar çocuğuna kitap parası bulamıyor, esnaf Başbakanlık önünde yazar kasa eylemi yapıyordu.
Paylaşma ve çalıp çırpma meselesine gelince Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kendi internet sitesinde yaptığı akademik çalışmalar sıralanırken; “Mehmet Akif’in eserlerini Arapça’ya çevirerek Araplar’a tanıtmaya çalıştı” şeklinde bir açıklama yer almaktadır. Beyefendi güya Mehmet Akif’i çalışmış ama İstiklâl Marşı’ndan haberi bile yok.
Peki Ekmeleddin’in işbirlikçileri kimler?
Demokrat ve aydın geçinen solcular, bu ülkeyi 90 yıldır İngiltere, Amerika ve İsrail’in oyuncağı durumuna düşürenler, lâik sosyal hukuk devleti safsatasıyla insanları aldatan ve sömüren politikacılar, medya grupları, anayasal vesayet kurumları, darbe heveslileri, kardeşi kardeşe kırdıran, bilerek ve isteyerek terör yaratan, devletin mahremini dış güçlere peşkeş çeken, kendi devletlerini kurma gayesi güden ve bunlara hizmet edenler. Bu kadar destekçiyi görünce “bu adama çok fazla kızmamak gerekir” diye düşünmüyor da değilim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler denilen organizasyonun artık herhangi bir işlevselliğinin kalmadığını sıkça dile getiriyor. Bu konuda da oldukça haklı. Çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi denilen organ, beş üye ülkeden oluşuyor. Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin. Kim bunlar? Bu devletler İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’ya karşı müttefik durumunda olan ülkeler. Peki bu yapıdan kim memnûn? Hiç kimse. Hatta Amerika ve İngiltere bile. Rusya’nın ve Çin’in bugünkü durumunu ve gücünü tahmin etmiş olsalardı kesinlikle onları bu yapının içine monte etmezlerdi. Rusya’nın Kırım’ı işgaline karşı hiçbir şey yapamamalarının, Çin’deki insan hakkı ihlâllerine karşı çaresiz kalmalarının temel nedeni de işte bu yapı.
BM Güvenlik Konseyi kendi içinde temelde iki gruptan oluşuyor. Bir tarafta Amerika, İngiltere ve Fransa, diğer tarafta Rusya ve Çin. Her iki grubunda kendilerine göre öncelikleri, hedefleri, stratejileri ve uzun vadeli projeleri var. Ortak hareket ettikleri konular sınırlı. Ve yine her iki grubun elinde birbirine karşı kullanacakları kapağı açılmamış çok sayıda şantaj malzemesi, politik ve siyasi silahlar var. Bu silahları birbirlerine karşı sıklıkla kullanıyorlar. Örneğin 11 Eylül saldırısının hemen sonrasında ABD’nin Irak işgaline Çin ve Rusya karşıydı. Fakat Amerika, gerek kendi kamuoyunun gerekse ülkedeki silah üreticilerinin baskıları sonucunda Çin ve Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetosunu kırmak için şantaj kartlarını ortaya koydu. O yıllarda Rusya’nın yumuşak karnı Çeçenistan sorunuydu. Bağımsız bir Çeçenistan’ın ABD tarafından tanınması durumunda Rusya ciddi sıkıntıya düşerdi ve bunu diğer bağımsızlık istekleri takip edebilirdi. Çin’in yumuşak karnı ise Doğu Türkistan, Tibet ve insan hakları konularıydı. Rusya ve Çin’in önüne “aklınızı başınıza alın” notu konulunca, BM Güvenlik Konseyi’nden uluslararası koalisyon aldatmacası adı altında Amerika’nın Irak işgaline onay çıktı. Anlayacağınız bu beşli çete, kurdukları poker masasında sürekli olarak birbirlerine kart gösterip duruyor. Kimin eli güçlüyse diğerlerine istediğini yaptırıyor. Bu masada alınan kararlarda doğruluk, dürüstlük ve ahlâktan söz etmek zaten mümkün değil.
Bu masanın bir diğer özelliği ise Birleşmiş Milletler’in diğer tüm önemli karar organlarında olduğu gibi, Müslüman ülkelere asla yer verilmemesi. İsrail’in Gazze saldırısından dolayı defalarca toplanan Güvenlik Konseyi, yıllardan beri İsrail aleyhinde tek bir olumsuz karar alamadı. Amerika, Güvenlik Konseyi’nin diğer tüm ülkelerini ya siyasi, ya politik, ya da ekonomik zaafiyetlerini kullanarak bir şekilde iknâ etmekte ve yönlendirmekte.
Ancak BM’deki bu yapı adım adım sona yaklaşmaktadır. Artık yeni bir dünya kuruluyor. BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) Rusya öncülüğünde yeni bir IMF ve yeni bir Dünya Bankası kurma konusunda karar almaları oldukça manidar. BRICS ülkelerinin bu girişiminin asıl nedeni; yanlı davranışları ile diğer birçok ülke tarafından eleştirilen IMF, Dünya Bankası, BM ve NATO gibi uluslararası kuruluşlara duyulan güvenin gittikçe azalmaya başlaması. Bu kurumlardan rahatsız olan ülkelerin başında ise hiç şüphesiz Türkiye geliyor.
Müslüman ülkelerin neredeyse tamamı Birleşmiş Milletler’de sadece el kaldırıp el indiriyor. Suudi Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt, Ürdün ve Mısır gibi ülkelerin BM’de Batılılara kafa tutması zaten mümkün değil. Bu ülkelerin liderleri bilirler ki, gerek Amerika gerekse İsrail aleyhine en ufak bir şey telafuz ettiklerinde ipleri aynı anda çekilir. Bu minvalde Birleşmiş Milletler’de İsrail ve ABD aleyhine herhangi bir Arap ülkesince verilen aleyhte tek bir önerge bile bulunmamaktadır.
Bugün için 193 devletin üye olduğu Birleşmiş Milletler çürümüş bir organizasyondur. Yakın gelecekte dünya çapında yeni kutuplaşmalar ve yeni işbirlikleri ortaya çıkacaktır. Doğu ve Batı toplumları arasındaki makas hızla açılmaktadır. Müslüman ülkeler mevcut uluslararası yapılarda maalesef eşit şekilde temsil edilmemektedir. Dünyanın birçok bölgesinde yaşanan sorunlar karşısında naçar kalan veya sorunları çözmekten imtina eden Birleşmiş Milletler’in mevcut haliyle faaliyetine devam etmesi mümkün değildir. Avrupa Birliği, ABD, Asya Birliği, Afrika Birliği, Uzakdoğu Birliği gibi yeni birlik ve organizasyonlar, kendi aralarında rekabete girişerek daha kalıcı çözümler yaratabilir, kıtaların kalkınmasına daha fazla katkı sağlayabilir, asırlara dayalı sorunları nihayete erdirebilir.
Suriye’de son üç yılda yüzbinlerce insan öldü, milyonlarcası yaralandı ve bir o kadarı da topraklarını terk edip mülteci durumuna düştü. Saddam’ın Irak’ına kimyasal silah bahanesiyle girip milyonlarca insanın ölümüne ve ülkenin bölünmesine sebep olan BM ve Amerika, konu Suriye olunca ağzını açıp tek kelime etmemekte. Çünkü Suriye’nin ne ekonomik, ne de siyasi altyapısı küresel güçler açısından herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Suriye kimin açısından ne derece önemli öncelikle buna bakmak gerek. Suriye ilk olarak Rusya açısından çok önemli. Çünkü; Tartus Limanı’nda Rus askeri üssü var ve Tartus’un elden çıkması Rusya’yı Akdeniz’de ciddi sıkıntıya sokar. İkinci olarak Türkiye açısından çok önemli. Çünkü; Türkiye’nin Suriye’de hem soydaşları var hemde bu ülke ile sınırdaş. Diğer ülkeler açısından Suriye hiçbir anlam ifade etmemektedir. Ancak Irak’ta olduğu gibi Suriye topraklarından da günde iki üç milyon varil petrol çıksaydı, BM’de bugün sesi çıkmayan devletlerin neredeyse tamamı uluslararası bir operasyon yapıp Esed’in gönderilmesi için birbirlerinin üzerine basar ve soru cevaplamak için birbirini tepeleyen ilkokul çocukları gibi parmak yarıştırırlardı.
Suriye bugün yapayalnız. Suriye halkının yanında Allah’a çok şükür ki en azından Türkiye gibi bir komşuları var. Bugün Afrika’da, Asya’da ve hatta Avrupa’nın göbeğinde mülteci konumuna düşüp kendilerini kabul edecek ülke arayan milyonlarca insan bulunmakta. Hadi bunları da geçelim, bugün sayıları iki milyonu bulan Suriyeli mültecileri tek başına kabul edebilecek ikinci bir ülke gösterebilir misiniz?
Yunanistan ve İtalya gibi kendilerini Batı medeniyetinin kurucusu olarak tanıtan devletler, Kuzey Afrika’dan kaçıp kendilerine iltica eden mültecilerin kayıklarını bilerek batırıp, insanların fareler gibi boğulmasını uzaktan seyretmekte. Hadi mülteci kabul etmelerinden de vazgeçtik, Gazze’ye yiyecek yardımı götürmek isteyen yardım kuruluşlarına Müslüman geçinen Mısır bile izin vermemekte. Mısır diyor ki, “Gazzeliler açlıktan ölmesi beni ilgilendirmez. Filistinliler için ABD ve İsrail ile kötü olamam”. Amerika’nın her yıl kendilerine verdiği iki buçuk milyar dolarlık sus parasını aç köpekler gibi kapışan Mısır’ın darbeci paşaları, Filistin’de ölen çocukları şehvet içinde seyretmekte.
Müslümanların ahlâksızlığını, Müslümanların yüzüne yine Batılılar vurmakta. “Filistin’e yardım” diye feryat edildiğinde “Müslümanlar bile sessiz, biz niye yardım edelim ki? diyorlar. Ortadoğu coğrafyası, gelecek elli altmış yılda yaşayabileceği toplumsal ve siyasal dönüşümlerin bütününü şu bir kaç yıl içinde birbiri peşi sıra yaşadı ve halen yaşamakta. Bir gün uyandığımızda bazı Arap ülkelerinin yerinde olmadığını görebiliriz. Haksızlığa, adaletsizliğe, sessizliğe karşı öfkesi had safhaya çıkmış halklar var. Suudlar, Sisiler ve diğerleri belki bir fiskede yok olup gidecekler.
Yakın gelecekte Ortadoğu’da çok şey değişecek. Sadece bekleyelim, sabredelim ve görelim.