(Article 193 – 06.12.2017)
ABD Başkanı Donald Trump’ın ülkesinin büyükelçiliğini 6 Aralık’ta Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacağı iddiası İslam dünyasını bir anda hareketlendirdi. ABD’nin atacağı bu adım domino etkisi gibi ardı arkası kesilmeyecek yeni olayların habercisi niteliğinde.
Kudüs’ün statüsü, İsrail ve Filistinliler arasındaki en tartışma konularından biri. İsrail, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda Doğu Kudüs’ü işgal etmişti. Bu bölge halen işgal altında. İsrail Kudüs’ün tamamını ülkenin bölünmez başkenti olarak tanımlıyor. Filistinliler ise Doğu Kudüs’ün gelecekte kuracakları devletin başkenti olmasını istiyor. Ancak her iki iddia da uluslararası alanda kabul edilmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin dünkü grup toplantısında bu konuyu ele aldı ve “Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir. Eğer böyle bir adım atılacak olursa; hemen, beş on gün içerisinde İslam İşbirliği Teşkilatı Liderler Zirvesi’ni İstanbul’da toplayacağız. Kaldı ki bu, bizim diplomatik ilişkilerimizi İsrail ile koparmaya kadar gidebilir” diye konuştu.
ABD’deki Sarraf davası ile ilgili de konuşan Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin Türkiye’ye karşı bir planı olduğunu belirterek, “Bu dava cambaza bak cambaza oyunudur. Bununla tek taşla pek çok kuş vurmak istiyorlar. ABD’deki dava Türkiye’ye kurulmuş bir komplodur. Amerika’da ülkemizdeki 28 Şubat dönemine benzer bir süreç yaşanıyor. Eski yönetim bakiyesi bir grubun ülkemiz konusunda Trump yönetiminin iradesine aykırı olarak yönetim izlediği anlaşılıyor” ifadesini kullandı.
Erdoğan’ın bu cümlelerini ABD ile Türkiye’nin artık fiilen savaşa girdiği olarak algılayabiliriz.
Dostluk, müttefiklik, stratejik ortaklık gibi kavramların boş ve anlamsız kelimelerden ibaret olduğu artık anlaşılmıştır.
Peki ABD’nin İslam ülkelerinde infiale yol açacak bu kararına nasıl cevap vermek gerekir?
Erdoğan’ın yerinde olsam öncelikle İslam İşbirliği Teşkilatı’nı İstanbul’da YILDIZ SARAYI’nda toplar, birinci gündem maddesi olarak İSLAM HALİFESİ SEÇİMİ’ni masaya yatırır, YAVUZ SULTAN SELİM HAN’ın HİLAFET KAFTANI’nı sırtıma geçirir, milyonlara çağrı yapıp İslam ülkelerinin liderleriyle beraber AYASOFYA’ya kadar yürür ve AYASOFYA’da Cuma namazını kılmak suretiyle LOZAN ANLAŞMASI’nı Batılıların suratına fırlatırdım.
Kudüs, İsrail’in başkenti olursa LOZAN’a taraf devletlerin hiç birisi güvende olmamalıdır.
Bugün Kudüs’e göz dikenler yarınlarda Mekke ve Medine’yi gözlerine kestirecek, sonrasında İstanbul’u isteyeceklerdir.
Kudüs düşerse Şam düşer, Halep düşer, Beyrut düşer, Musul ve Kerkük düşer.
Batılıların Yemen, Libya, Tunus, Cezayir, Suudi Arabistan, Irak, İran, Suriye, Pakistan, Lübnan ve diğer İslam beldeleri için planladıkları “parçalama” planları birer birer gerçekleşir.
İslam ülkelerinin kendi geleceklerine yönelik tedirginliğini, Batılılara taşımak zorundayız.
Kudüs yoksa Lozan’da yoktur. Lozan yoksa Yunanistan’da yoktur, Kıbrıs’ta yoktur, 12 Adalar’da yoktur, Mısır, Suriye, Irak, Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan, Yemen, Libya, Saraybosna, Arnavutluk, Sırbistan, Bulgaristan’da yoktur.
Aslın Lozan olmadığı takdirde olmayacak o kadar çok ülke var ki.
Osmanlı devletinin yıkıntılarından kaç tane devletin çıktığını bileniniz var mı? Tam 64 tane devlet.
Bugün Birleşmiş Milletler’de devlet olarak tanınan 196 devletin 64 tanesini geçmişte bizler yönettik.
Merak edenler için Osmanlı’nın idare ettiği ülkeleri ve bu ülkelerin kaç yıl egemenliğimiz altında kaldığını aşağıda sıraladım.
1.Türkiye
2.Bulgaristan (545 Yıl)
3.Yunanistan (400 Yıl)
4.Sırbistan (539 Yıl)
5.Karadağ (539 Yıl)
6.Bosna-Hersek (539 Yıl)
7.Hırvatistan (539 Yıl)
8.Makedonya (539 Yıl)
9.Slovenya (250 Yıl)
10.Romanya (490 Yıl)
11.Slovakya (20 Yıl) Uyvar
12.Macaristan (160 Yıl)
13.Moldova (490 Yıl)
14.Ukrayna (308 Yıl)
15.Azerbaycan (25 Yıl)
16.Gürcistan (400 Yıl)
17.Ermenistan (20 Yıl)
18.Güney Kıbrıs(293 Yıl)
19.Kuzey Kıbrıs(293 Yıl)
- Güney Rusya (291 Yıl)
21.Polonya (25 Yıl)-Lehistan
- Güneydoğu İtalya (20 Yıl)
23.Arnavutluk (435 Yıl)
24.Belarus (25 Yıl) -himaye-
25.Litvanya (25 Yıl)-himaye-
26.Letonya (25 Yıl) -himaye-
27.Kosova (539 Yıl)
28.Voyvodina (166 Yıl) Banat
29.Irak (402 Yıl)
30.Suriye (402 Yıl)
31.İsrail (402 Yıl)
32.Filistin (402 Yıl)
33.Ürdün (402 Yıl)
34.Suudi Arabistan (399 Yıl)
35.Yemen (401 Yıl)
36.Umman (400 Yıl)
37.B.A.E. (400 Yıl)
38.Katar (400 Yıl)
39.Bahreyn (400 Yıl)
40.Kuveyt (381 Yıl)
41.Batı İran (30 Yıl)
42.Lübnan (402 Yıl)
43.Mısır (397 Yıl)
44.Libya (394 Yıl)
45.Tunus (308 Yıl)
46.Cezayir (313 Yıl)
47.Sudan (397 Yıl) Nubye
48.Eritre (350 Yıl) Habeş
49.Cibuti (350 Yıl)
50.Somali (350 Yıl) Zeyla
51.Kenya sahili (350 Yıl)
52.Tanzanya sahili (250 Yıl)
53.Kuzey Çad (313 Yıl) Resade
54.Nijer (300 Yıl) Kavar
55.Kuzey Mozambik (150 Yıl)
56.Fas (50 Yıl) -himaye-
57.Batı Sahra (50 Yıl) -himaye-
58.Moritanya (50 Yıl) -himaye-
59.Mali (300 Yıl) Gat
60.Senegal (300 Yıl)
61.Gambiya (300 Yıl)
62.Gine Bissau (300 Yıl)
63.Gine (300 Yıl)
64.Etiyopya (350 Yıl) Habeş
Prof. Dr. Aleksandr Dugin, Rus dış politikasını şekillendiren önemli isimlerden birisidir. Türk-Rus uçak krizinin aşılmasında çok kritik rol oynadı, neredeyse iki ülke arasında mekik dokudu. Putin’e doğrudan verdiği raporlar, iki ülke ilişkilerinin geleceğini belirledi. 15 Temmuz öncesinde Amerikancı bir FETÖ darbesinin yapılacağı konusunda Türkiye’yi uyaran isimdi. Darbe sonrasında Türkiye’ye tam destek verdi, Türk-Rus yakınlaşmasının mimarlarından biri oldu.
Dugin’e göre; “Rusya, Türkiye’ye sadece hali hazırda var olan Şangay İşbirliği Örgütü gibi kuruluşları önermiyor. Türkiye, tabii ki bunlara üye olabilir ama bizim teklifimiz bundan da öte. Biz, Türkiye-Rusya-İran üçgeninin birlikte kurulmasını öneriyoruz. Bu daha kurulmamış, yeni bir örgüt olacak. Buna Avrasya Üçgeni de diyebiliriz. Bu, askeri, siyasi ve stratejik bir ittifak modeli.”
Dugin’in bu cümleleri aslında Batılıların Türkiye’ye karşı neden topluca saldırıya geçtiklerinin en önemli göstergesi.
Kafanızı çevirip Batı’ya doğru bir bakın. Askeri, siyasi veya ekonomik açıdan Türkiye’ye rakip olabilecek kaç tane ülke var?
Avrupa tarihinin en zayıf ve en çaresiz yüzyılını yaşıyor. Varlığı da belli değil yokluğu da. “Batı” denilince hemen herkes sadece ABD’yi anlıyor.
Aslında içinde yaşadığımız şu günlerde tarihe tanıklık ediyoruz.
Yeni bir dünya düzeni kuruluyor.
Yeni dünya düzeni iki eksenli olacak. Bir tarafta ABD’nin öncülük edeceği ve giderek zayıflayacak olan BATI dünyası, diğer tarafta TÜRKİYE, RUSYA, İRAN ve ÇİN’in yer alacağı DOĞU dünyası olacak.
NATO tarihe karışacak. Avrupa Birliği YIKILACAK.
DOĞU dünyasının güçlenmesinden endişe duyan ABD ve onun eniklerinin aç sırtlanlar gibi Türkiye’ye saldırmalarının esas nedeni işte bu yeni birliktelik.
Bu coğrafyada tarih yeni baştan yazılıyor. Trans-Asya Demiryolu Hattı ile karada ve denizde yeni ve modern bir İpekyolu kuruluyor. Çin’den başlayıp Londra’da bitecek yeni demiryolu hattının en kritik ülkesi hiç şüphesiz Türkiye.
Türkiye, Rusya ve Çin’in yanında yer alan ülkeler zenginleşirken gerisi fakirleşecek.
Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Rusya, İran, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye ve bu güzergâh üzerinde yer alan diğer tüm ülke ve beldelerin malları, tıpkı bundan 500 yıl önce olduğu gibi TRANS-ASYA DEMİRYOLU HATTI vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim Köprüsü üzerinden oluk oluk Avrupa’ya akacak. Taşıma maliyetleri ve taşıma süreleri en alt seviyeye inecek. Yük ve konteyner gemileri ile Avrupa limanlarına iki üç ayda ulaşan Uzakdoğu malları, sadece iki hafta içerisinde Avrupa’nın göbeğine taşınacak.
İnşaatı büyük oranda tamamlanan bu demiryolu koridorunun bütünüyle çalışır hale gelmesi durumunda Çin ile Türkiye arasındaki mal sevkiyat süresi 30 günden 10 güne düşecek. Pekin’den Türkiye’ye deniz yolu ile 2 ayda teslim edilen ürünler, 7-8 gün içerisinde İstanbul’da olacak. Karayolu mesafesinde de 3 bin kilometrelik azalma sağlanacak.
Marmaray, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Bakü-Tiflis-Kars ve Edirne demiryolu projeleri Modern İpek Yolu’nun orta koridorunu oluşturuyor. Batılıların temel endişe ve korkusu işte bu tür projelerden kaynaklanıyor.
1488 yılında Bartlemeo Dias’ın keşfettiği ve Doğu ülkelerinin fakirleşmesine yol açan Ümit Burnu önemini kaybediyor.
Yeni İpekyolu’nun devreye girmesiyle birlikte Avrupa genelinde gemi ve konteyner taşımacılığı yapan şirketler, sigorta şirketleri, gümrük ve liman işletmeleri batacak, fabrikalar kapanacak, Kıta Avrupa’sında işsizler ordusu oluşacak.
Yeni İpekyolu’nun deniz ayağında ise Basra Körfezi ve Kızıldeniz son derece önem taşıyor. Türkiye son üç beş yıl içerisinde her iki denizin lojistik güvenliğini temin açısından önemli adımlar attı ve Basra Körfezi’nde Katar’da, Kızıldeniz’de ise Somali’de ASKERİ ÜSLER kurdu. Bu askeri üsler, gerek Afrika ve Ortadoğu’nun deniz güvenliği, gerekse Katar hadisesinde görüldüğü üzere bu bölge ülkelerinin kendi güvenliklerini temin açısından son derece önem arz ediyor.
Ne mutlu ki tarih 100 yıl önceye döndü.
Osmanlı’nın Ortadoğu ve Afrika coğrafyasından çekilmek zorunda kaldığı 1918 yılından sonra ilk kez bir Müslüman ülke, bu coğrafyada tekrardan güvenliği temin eder duruma geldi.
İşte tüm bu gelişmeleri alt alta yazdığımda Batılılar açısından şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor; Ortadoğu ve Afrika coğrafyasını önümüzdeki bir 100 yıl boyunca yeniden sömürebilmek, var olan devletlerden yeni devletçikler yaratabilmek, Müslümanları köleleştirmek için ERDOĞAN’ın öldürülmesi gerekiyor.
Erdoğan ve Türkiye son kaledir.
Erdoğan düşerse Türkiye düşer.
Türkiye düşerse Kâbe düşer, Mekke ve Medine, Kudüs, Halep ve Şam, Beyrut, San’a ve Kahire düşer.
İşte bu nedenle su uyuyor, ama düşman uyumuyor.
İşte bu nedenle bir yandan PKK, HDP, YPG, JPG, DHKP-C, diğer yandan FETÖ ve onun siyasi ayağı konumuna dönüşen CHP saldırdıkça saldırıyor.
İşte bu yüzden ABD, Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya, Fransa, İngiltere, İsveç gibi terör destekçisi ülkeler açık şekilde Türkiye’ye cephe alıyor.
Ama bunların hiç ama hiçbiri önemli değil.
Allah bize vekildir.
Allah var gam yok…
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM
İnşallah tekerimize soktukları çomağı münasip yerlerine sokma zamanı da gelir