(Article 021-16.09.2014)
Kudüs, 11 Aralık 1917…
Osmanlı Devleti çökerken, Kudüs’ü 401 yıl 3 ay 6 günlük hakimiyetten sonra 9 Aralık 1917 tarihinde bir Pazar günü bırakırız. Zaten tutmaya da imkân yoktur. Ordu bozulmuş, çekiliyor. 11 Aralık 1917’de Osmanlı ordusunu yenerek Kudüs’e giren İngiliz Orduları Komutanı Orgeneral Edmund Allenby, Selâhaddîn Eyyubi’nin mezarına ayağıyla vurarak; “Kalk Selâhaddîn biz yine geldik” şeklinde bir konuşma yapar. “Yine geldik” derken 1189 yılında 3. Haçlı Seferine katılan ve başarısız olan İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard’ın ilk gelişini kasdediyordu.
İstanbul, 8 Şubat 1919…
İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan hemen sonra anlaşma gereğince 13 Kasım 1918’de İstanbul’u fiilen işgal etmişti. 16 Mart 1920’deki ikinci ve sert işgal dalgası ise tam bir gözdağı niteliğindeydi. İşgal sırasında İngiliz askerleri Şehzadebaşı Mızıka Karakolu’nu basıp askerleri süngülemiş, resmi daireleri işgal etmiş ve Meclis-i Mebusan üyelerinden bir kısmını tutuklayıp Malta Adası’na sürgüne göndermişlerdi. İşgal sırasında işgalci subay ve askerler içlerindeki yüzlerce yıllık kin ve nefreti ortalığa saçtılar. Özellikle Fransız General Franchet d’Esperey’in yaptıkları Müslüman İstanbul ahalisini derinden yaraladı. Oysa Fransızlar Osmanlı Devleti tarafından sürekli korunup kollanmış ve uzun yıllar kadim dost olarak görülmüşlerdi. Fransızların gerçek yüzü Osmanlı Devleti’nin gücünü kaybettiği 19. yüzyılın başlarında Napolyon’un Mısır’ı işgali ile ortaya çıkmıştı. Fransız General d’Esperey, 8 Şubat 1919’da gösterişli bir şekilde İstanbul’a giriş yaptı. Galata rıhtımından Beyoğlu’na kadar zafer alayı tertip ettirdi. İki zencinin başından çektiği dizginsiz “beyaz” bir ata binmişti. Eski Roma İmparatorları gibi etrafını selamlayarak alay halinde ilerliyordu. İstanbul’un fethine gönderme yaparak Fatih Sultan Mehmet’in bindiği gibi beyaz ata biniyor ve aslında “Romalılar geri döndü” demek istiyordu. Dolmabahçe Sarayı’nda oturmak istediğini ve Padişah’ın sarayı terk etmesini söyleyerek yoluna devam etti. İstanbul’da bulunan gayri Müslimlerin tezahüratları altında Beyoğlu’ndaki Fransız Sefaretine girdi.
Bursa, Temmuz 1920….
Yunan askerleri Bursa’ya girmiştir. Askerlerin başında Venizelos’un yedek subay oğlu Sophoklis Venizelos vardır. Osmanlı’nın ilk başkentinde tarih sanki 600 sene öncesine dönmüştür. Tutsak şehirde ezanların hıçkırdığı bir Ramazan günüdür. Sophoklis’in günlerdir beklediği Atinalı fotoğrafçı nihayet şehre gelmiştir. Sophoklis fotoğrafçıyı da yanına alarak bir manga askerle Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin türbesine yönelir. Türbenin yanına vardıklarında kapının kilitli olduğu görülür. Venizelos’un askerleri bir kale burcuna saldırırcasına türbe kapısına yüklenirler. Tahta kapıyı kırıp türbeye girerler. Ne yapacağını anlamayan askerler her an birileri çıkıverecekmiş gibi süngülü tüfeklerini türbe kapısına doğrulturlar. Osman Gazi’nin sandukası, başındaki sarığıyla öylesine vakur öylesine haşmetlidir ki ister istemez irkilirler. Sophoklis şaşkın bakışlar arasında sandukanın yanına gelir, mahmuzlu çizmelerini kaldırarak sandukaya üst üste üç tekme savurur. Sophoklis kılıcını çekip hayâli düşmanına doğru hamle yapar gibi sallarken bağırır: “Koca Osman! kurduğun devleti yıktık. Seni öldürmeye geldim”. Bir müddet türbenin içinde kılıcını sallayarak dolaştıktan sonra zafer kazanmış bir kumandan edâsına bürünür. Bir ayağını sandukanın üzerine koyar, kılıcına dayanır ve fotoğrafçıya seslenir: “Çek bakalım bir Bursa hatırası…”
Sophoklis, Don Kişot edasıyla çektirdiği bu fotoğrafın arkasına şu satırları yazarak Atina’ya gönderir; “Ordularımız Bursa’ya hakimdir. Şu anda Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman ayaklarımın altındadır. Bizans’ın intikamını aldım.”
Üç olay üç hikâye. Birisi Kudüs’te, biri İstanbul’da, diğeri ise Bursa’da yaşanıyor. Üç olayında birbirinden hiçbir farkı yok. Her üç olay da bizim ruhumuzda derin yaralar açtı ve hiç unutulmadı. Birbiri peşi sıra kaybedilen topraklar, küçülen sınırlar, ihanetler, hayâl kırıklıkları, mal ve can kayıpları ve daha neler neler. Biz milyonlarca kilometre karelik toprak parçalarını birbiri peşi sıra kaybedip, Avrupa, Asya ve Afrika topraklarından çekilirken geride milyonlarca insanımızı bıraktık. Hem de ne bırakma? Vücudumuzdaki tüm damarlar lime lime söküldü. Aradan 90 yıl geçmesine rağmen ödünç verdiğimiz Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Kırım, Gürcistan, Mısır, Sudan, Tunus, Libya, Cezayir, Yemen, Mekke, Medine, Halep, Filistin, Kudüs, Beyrut, Şam, Basra, Musul ve Kerkük bizim için halen vatandır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun geçenlerde yaptığı bir konuşma çoğu kimsenin dikkatinden kaçtı. Başbakan; “2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir CİHAN DEVLETİ olacağını” dile getirdi. Bundan on beş yirmi yıl önce herhangi bir Türk Başbakanı böyle bir konuşma yapsaydı “Türkler İmparatorluk sevdasına düştü” diye Avrupa’da kıyamet kopardı. Fakat bugün hiç kimse herhangi bir tepki bile göstermiyor. İlgisizlikten falan değil, artık onlarda bu durumun gerçekleşeceğini kabullenmeye başladı.
Bu arada Batı dünyasında da çok ilginç gelişmeler yaşanıyor. Yeni bir Avrupa doğuyor. Belçika, İspanya, İtalya ve İngiltere’de kazan kaynadıkça kaynıyor. Bu ülkeler parçalanmaya doğru emin adımlarla ilerliyor. Hiç ummadığımız ülkelerde ayrılık rüzgârları esiyor ve “demokrasinin beşiği” olmakla ünlenen bu ülkeler ne yapacağını bilememenin şaşkınlığını yaşıyor. Şüphesiz Avrupa kıtasında en uzun süreli ayrılık isteği İspanya’da Katalonlara ait. 11 Eylül 1714’de Bourbon orduları Katalonya’ya girip Barcelona’yı ele geçirmişti. İşte bu sebeple her yıl bu tarihte saatler 17.14’ü gösterdiğinde sokakları dolduran binlerce Katalon kendi milli marşlarını okuyarak ve ellerindeki Katalon bayraklarını sallayarak seslerini duyurmaya çalışıyor. Öyle veya böyle İspanya’da bir Katalon bölünmesi her an yaşanabilir. Bunu Bask bölgesi ve akabinde diğer özerk yapılar takip edecek.
Valon, Flaman ve Brüksel olmak üzere üç bölgeli federal yapıya sahip Belçika’da ise 13 Haziran 2010’daki erken genel seçimlerde, bölünmeyi savunan bir parti ilk defa oy patlaması yaparak birinci sırayı aldı. Flaman İttifakı, ülke nüfusunun %60’ını oluşturan ve gelir seviyesi yüksek olan Flaman bölgesinde oyların %28’ini alarak en yakın rakibi Hıristiyan Demokratlar’a 10 puan fark attı. Nüfusun yaklaşık %40’ının yaşadığı Fransızca konuşan Valon bölgesinde ise Sosyalistler (PS) %38 oy aldı. Seçimlerin ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen Valon Sosyalistler’in Başkanı Elio Di Rupo, bölge hükümetlerinin daha fazla otonomi isteği nedeniyle çalışmalarından sonuç alamayınca Eylül ayında istifasını sundu. Ülke yaklaşık altı ay boyunca hükümetsiz kaldı. Bunun üzerine Flaman ve Valon partilerini uzlaşmaya zorlayan Belçika Kralı, Flaman İttifakı Başkanı De Wever’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Ancak De Wever’in uzlaşma belgesi, Belçika’nın bölünmesinin altyapısını hazırladığı gerekçesiyle Valon partilerince reddedildi. Yapısı gereği koalisyon hükümetleriyle yönetilmeye mahkûm olan Belçika’da ayrılık taleplerinin ciddi boyutlara ulaşması, ülkenin geleceği hakkındaki soru işaretlerini de arttırdı. Flamanlar ile Valonlar arasında hem dil, hem de ekonomik ve politik alanda farklılıklar var. 1900’lerin başında Valonların sanayileşip zenginleşirken, Flamanların tarım ekonomisine devam etti. Flamanlar bu süreçte ülke içinde giderek dışlandı. Yönetimde yer almak için Fransızca bilmek zorunlu tutulurken, sadece Flamanca bilenler ikinci sınıf vatandaş olarak görüldü. Ancak son 50 yıl içinde kömür ve çelik endüstrisi sayesinde bu defa Flaman bölgesi zenginleşirken Valonlar keskin bir düşüşe geçti. Bu durumda ekonomik ve politik üstünlük Flamanlara kaydı. Ülke her an bölünmeye hazır şekilde bekliyor.
Fakat asıl sürprizi İskoçya yaptı. 18 Eylül 2014’de İskoçya’da Bağımsızlık referandumu yapılacaktı. Halk, ya 307 yıllık beraberliğe devam diyecek ya da “bu kadar yeter” değip kendi devletini kuracaktı. Referandum öncesi İskoçya’ya bir ziyaret gerçekleştiren İngiltere Başbakanı David Cameron, duygusal bir konuşma ile İskoç halkından üç asırlık birlikteliğin bozulmamasını talep etti. Büyük Britanya’nın değerli ve çok özel bir ülke olduğunu dile getiren Cameron, İskoçya, İngiltere, Galler ve Kuzey İrlanda’nın tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir yapıya sahip olduğunu belirtti. Bu birliğin bir halk oylaması ile bozulması durumunda, sonsuza dek tarihe karışacağı uyarısında bulunmayı da ihmal etmedi. Kraliçe II. Elizabeth ise sessizliğini korudu zaten yapacak fazla bir şeyi de yoktu. Ancak konunun asıl tartışılan kısmı, İskoçya’nın İngiltere’den ayrılması durumunda uluslararası ilişkilerdeki rolüydü. Örneğin İngiltere ile birlikte Avrupa Birliği ve NATO üyesi olan İskoçya, ayrılık halinde bu oluşumların içinde üye olarak kalacak mıydı?
İskoçya’daki referandum sadece İskoçlar için değil, Büyük Britanya’yı oluşturan Galler ve Kuzey İrlanda açısından da çok önemliydi. Galler bu grupta olmasa bile neredeyse 100 yıldan beri bağımsızlık mücadelesi veren Kuzey İrlanda’nın İskoçya’yı takip edeceği bir gerçek. Kuşçubaşı Eşref, Teşkilatı Mahsusa’nın Arap Yarımadası’ndan sorumlu başkanı olarak görev yaptığı sırada, Süveyş Kanal Harekâtı’nda (1916) öncü birliklere komutanlık etti. Teşkilat-ı Mahsusa Birliği Hayber’de savaşırken, Eşref yaralı olarak ele geçti. Yakalandıktan sonra Lawrence’a şöyle dediği söyleniyor; “Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle sıkıntılar salacağız ki, iki asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz.” Kuşçubaşı’nın bu sözleri, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA)’nun Teşkilatı Mahsusa tarafından örgütlendiği ve desteklendiği anlamına geldiği iddia edilir. Aradan iki asır değil sadece bir asır geçti ve ayrılık çanları şimdi “üzerinde güneş batmayan” İmparatorluğun son kalıntıları için çalıyor.
Evet şimdi sandukaya vurma zamanı bize geldi.
İngiliz kral ve kraliçeleri, Cromwell, Arabistanlı Lawrence, Lloyd George, Allenby ve Balfour mezarlarından kalksında görsün koca İngiliz İmparatorluğu’nun ne hallere düştüğünü.
İskoçya’nın bağımsızlık referandumu Büyük Britanya ile sınırlı kalmayacak. Bunu ilk aşamada İspanya’da Katalonlar ve Basklar, Belçika’da Flaman ve Valonlar, İtalya’da Güney Tyrol bölgesi takip edecek. Sonrasında ise Avrupa ülkelerinde birçok etnik grubun referandum talepleri olacak.
- Yüzyılda Osmanlı Devleti’ni parçalayıp çok sayıda pergel ve gönye devletleri kuran Batı ülkelerini kötü günler bekliyor.