(Article 217 – 01 Nisan 2018)
Hemen her toplumsal olayda en önde yürüyen, gündemde kalabilmek için artistik hareketler yapan ve her biri birer demokrasi havarisi olan sözüm ona aydın ve sanatçı “kırıntılarının” uluslararası alanda herhangi bir başarısına tanık oldunuz mu?
Askeri darbeye, Türkiye düşmanlarına, vatan hainlerine, terör örgütlerine karşı duran, bunları eleştiren bir Türk aydını gördünüz mü?
Ya da herhangi bir Türk aydınının! uluslararası arenada adam yerine konulup ciddi bir konferans veya toplantıya konuşmacı olarak davet edildiğini duydunuz mu?
Yaptığı resim veya heykel çalışması yurtdışında milyon dolarlara satılan bir Türk sanatçısı duydunuz mu?
Hadi bunları da geçin; Laik Cumhuriyet Aydınlarının kendi dertlerini anlatabilecek derecede birkaç yabancı dile vakıf olduğunu duydunuz mu?
Kendinizi fazla zorlamaya gerek yok, çünkü Cumhuriyet aydınlarının maalesef neredeyse tamamının böyle bir meziyetleri yok.
Ancak; askeri darbeleri alkışlayan, terör örgütlerine destek veren, onlara marşlar ve şarkılar besteleyen, devleti karalayan, kalkışmalara destek veren, kamuoyunu kışkırtan, kendi sanatı dışında her işi yapan, yandaş hükümetlere yalakalık yaptığı için “devlet sanatçısı” ünvanını kapan dünya kadar aydınımız! var değil mi?
Fular takmak, aykırı renkte elbiseler giymek, dağınık saç veya sakalla dolaşıp, sol elinde pipo veya puro tutup sağ elinde içki yudumlamak aydınların ve sanatçı kırıntılarının ortak özelliği.
Bu ülkede Osmanlı’dan sonra ne Mimar Sinan ve Mimar Kemalettin gibi mimarlar, ne Buhurizade Mustafa Itri Efendi ve Hacı Arif Bey gibi bestekârlar, nede Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Riza ve Şeker Ahmet Paşa gibi ressamlar yetişmedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Sayın Erdoğan bazı sanatçıları Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen bir toplantıya davet etmişti. Bunların içinde biri vardı ki toplantının kendisinden çok bu sanatçının yaptıkları uzunca süre gündemi meşgul etti. Metin Arolat denilen bu şahıs toplantıya katılıp Erdoğan’a kitap imzalatmayı dahi ihmal etmedi ancak, toplantıdan hemen sonra Twitter üzerinden ilginç açıklamalarda bulundu. Erdoğan’a şunu demiş de bunu demiş de vs.vs. Aslında adamın hiçbir şey dediği yok, çünkü “diyemez”. Sanırım aşırıya kaçan bir akşam yemeğini takiben uykusunda “kıçı” açıkta kaldığı için rüyasında sayıklayıp durmuş. Ben bu olaydan sonra Sayın Erdoğan’ı çok eleştirdim ve halen de eleştiriyorum. Gezi Olaylarının bir kalkışma ve isyan hareketi olduğunu, kamu mallarına zarar verildiğini, Türkiye’nin uluslararası piyasalardaki kredi notunun düşmesine neden olduğunu, yüzde 4,15’lere kadar gerileyen devlet iç borçlanma faizlerinin bu olaylar sonrasında yüzde 9,45’lere yükseldiğini, çatışmalarda bazı kişilerin öldüğünü herkes hatırlar. O günlerde kanal kanal dolaşıp halkı isyana teşvik eden, attıkları yalan yanlış Twitter mesajlarıyla infiale sebep olan sanatçı kırıntıları herkesin malumudur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tarz insanlara artık hiçbir şekilde yüz ve değer vermemesi hususunu canı gönülden diliyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesi şu şekildedir; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Şimdi bu maddenin son kısmını biraz irdeleyelim ve “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti” kısmına dikkat edelim.
Bu ülke nasıl bir “demokratik” bir ülkedir ki anayasasını hiçbir zaman kendisi hazırlayamamış, sürekli askerlere yazdırmıştır.
Nasıl bir demokratik ülkedir ki; 90 yıldan beri yazarlar yazdıklarından, çizerler çizdiklerinden, gazeteciler makalelerinden, politikacılar söylemlerinden dolayı yargılanmış, cezaevine girmiş, sürgün edilmiş ve toplumdan dışlanmıştır.
Lâiklik meselesine gelince bu konu tam bir komedidir. Kelimenin doğrusu Fransızca “laisizm” olup, devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız kalmasını savunan prensiptir. Türkçe’ye geçmiş olan “lâik” kelimesi ise Latince “din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk” anlamına gelen “laicus” sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde Hıristiyanlığın ilk yıllarından itibaren kilise adamlarına Latince “clerici”, bunların dışında kalanlara da Latince “laici” denilmiştir. Lâiklik konusuna Fransızca anlamı üzerinden bakarsak Türkiye’de devlet, dinler karşısında tarafsız mıdır? Latince anlamını Müslümanlık kavramına uyarlamaya çalışırsak “Müslüman olmayan kişi” anlamına gelmektedir. Yani anlayacağınız her iki halde de lâiklik kavramı, “din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması” gibi bir şeye karşılık gelmeyip, tamamıyla “din dışı” bir durumu ifade etmektedir.
Anayasa’nın “sosyal bir hukuk devleti” kısmı ise tam bir saçmalıktan ibarettir. Eski Türkiye’nin sosyal hukuk devletinde 15 yıl öncesine kadar hastane kapılarında insanlar ölüyor, hastane morgundan cenazesini teslim almak isteyenler teminat senedi vermeden cenazesini dahi teslim alamıyor, insanlar rüşvet vermeden ölüsünü defin edecek mezar yeri bile bulamıyordu. Hukuk devletinin ne olduğunu ise Türk halkı son 10 yıldır televizyon ekranlarından canlı canlı izliyor.
Tamamen sahte belgeler, hukuksuz dinlemeler, montaj tape kayıtları ve gizli yürütülmesi gerekirken an itibarıyla medya organlarına servis edilen operasyon görüntülerine bu ülke insanı 2013 yılındaki 17/25 Aralık yargı ve emniyet darbesi sırasında şahit oldu. Savcıların mahkeme önünde basın toplantısı düzenleyip evrak dağıttığını, Milli İstihbarat Teşkilatı’na savcılık kararıyla operasyon düzenlendiğini, Twitter üzerinden Başbakan’a alenen tehditler savrulduğunu herhalde duymayan görmeyen kalmamıştır. Peki bu nasıl bir hukuk devleti?
Türkiye’deki aydınların ve sosyal demokratların şapkalarını önüne koyup bunları sorgulamasının zamanı gelmiş de geçiyor.
Taksim Gezi Olayları esnasında attıkları twitlerle halkı kışkırtıp Türkiye’de iç savaş çığırtkanlığı yapan sanatçı, bankacı, işadamı, gazeteci, medya patronu ve yurtdışı destekçilerin meydanda kasılarak dolaşmalarını ve televizyon ekranlarında aylar boyu görünmelerini hiç kimse unutamaz. Gezi Olayları sırasında “Çapulcu” olduklarını ilan edip, “mesele Gezi değil sen hâlâ anlamadın mı?” diyerek hükümeti bir ayaklanma sonucu devirmeye çabalayanların pişkin tavırları ise halen hafızalarımızda.
Gezi Parkı protestoları, 27 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul’da başlayan ve diğer illere de yayılan AK Parti karşıtı protestolar olarak tarihteki yerini aldı. Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında 28 Mayıs 2013 günü Gezi Parkı’nın bir duvarının yıkılması ve bazı ağaçların kesilmesi üzerine önce oturma eylemleri başlamış, ardından olaylar geniş bir protesto hareketine dönüşmüştü. Eylemler ilk başta Ankara, İzmir gibi büyük şehirlere ardından Türkiye’nin diğer illerine yayılmıştı.
1 Haziran günü Taksim’de bazı televizyon kanallarının canlı yayın araçları ateşe verilmiş, 3 Haziran günü, Mehmet Ayvalıtaş göstericilerin otoyolu trafiğe kapama eylemi sırasında bir aracın ezmesi sonucu, Abdullah Cömert ise protestolar sırasında aldığı ağır darbeler sonucunda hayatını kaybetmişti. 6 Haziran 2013’te göstericilere müdahale sırasında Mustafa Sarı isimli bir komiser köprüden düşerek (kimi kaynaklara göre bir kişinin itmesi sonucu) hayatını kaybetti. 1 Haziran günü Ankara’daki eylemde polisin ateş açması sonrası ağır yaralanan Ethem Sarısülük 14 gün sonra hayatını kaybetti. Otopsisinde kafasında mermi çekirdeği bulundu. Gezi Parkı olaylarının ilerleyen günlerinde protestoların yanı sıra, polisle çatışma, kamu malına zarar verme, yol kapatma, kundaklama gibi eylemlerde yaşandı. İçişleri Bakanlığı’nın 23 Haziran’da yaptığı açıklamaya göre Bayburt ve Bingöl hariç 79 ilde düzenlenen eylemlere toplam iki buçuk milyon kişi katıldı.
27 Mayıs 2013, Gezi Olaylarının başladığı tarih oldu. Birkaç haftalık süreçte 27 Mayıs 1960 darbesini hatırlatan gelişmeler yaşandı. Halkın oylarıyla işbaşına gelmiş olan hükümet tıpkı 27 Mayıs 1960 Darbesi öncesinde olduğu gibi sokak hareketleriyle baskı altına alınıp devrilmek istendi. Göstericiler ordunun müdahale etmesi beklentisine girdi. Zello adı verilen internet tabanlı cep telefonu yazılımıyla birbiriyle görüşen eylemcilerin organize faaliyeti, aynı anda çok sayıda ilde patlak veren olayların anlık gelişmediğini, planlı bir şekilde belirli güçler tarafından yönlendirildiğini ortaya koydu.
Özel yazılımlar yoluyla birbiri peşi sıra açılan yüzbinlerce sahte Twitter hesabıyla farklı görüşlerdeki kitleler olayların içine çekildi. Yalan haberler sadece sosyal medya tarafından değil, merkez medya olarak bilinen yerel ve yabancı medya gruplarınca da flaş haber olarak tüm dünyaya aktarıldı. Montajlanmış sahte resimlerle insanlar kandırıldı. Üzerinden güya “Toma” isimli polis aracı geçerek ezilmiş veya polis tarafından kimyasal madde kullanıldığı için yüzü gözü yanmış insan görüntüleri müthiş bir algı operasyonunun malzemesi olarak kullanıldı. Sanatçı Memet Ali Alabora’nın kitleleri olaylara katılmaya çağırdığı “Mesele Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı” twiti olayların çevre duyarlılığı olmadığını ispatlayan bir simge haline geldi. Garanti Bankası’nın en üst yetkilisi açıkça protestoculardan yana tavır aldı. Cem Boyner “Ben de çapulcuyum” diyerek onlara destek verdi. Garanti Bankası ve Boyner gibi birçok kurum, kuruluş ve sanatçı da açıkça protestoculardan yana tavır aldı.
6 Haziran 2013 tarihinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından kabul edilen Taksim Dayanışması üyelerinin bu görüşmede dile getirdiği talepler ise hiçbir zaman unutulmadı ve olayların aslında kimler tarafından planlanıp, kimlere hizmet ettiğini ortaya koydu. Platform üyeleri;
- Gezi Parkı‘nın park olarak kalmasını,
- Topçu Kışlasının yapılmamasını, projenin iptal edildiğine dair resmi bir açıklama yapılmasını,
- Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmasına ilişkin girişimlerin durdurulmasını,
- Gezi eylemlerine müdahale eden tüm sorumlular ile İstanbul, Ankara ve Hatay il Valileri ile Emniyet Müdürlerinin görevden alınmasını,
- Gaz bombası kullanımının yasaklanmasını,
- Direnişe katıldığı için gözaltına alınan kişilerin derhal serbest bırakılmasını ve haklarında hiçbir soruşturma açılmamasını,
- Taksim ve Kızılay meydanları başta olmak üzere Türkiye‘deki tüm meydanlarda toplantı, gösteri, eylem yasaklarına ve fiili engellemelere son verilmesini,
istiyorlardı.
TMMOB Şehir Planlamacıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Tayfun Kahraman ise esas bombayı patlatıyor ve isteklerini şu şekilde sıralıyordu;
- Üçüncü Boğaziçi Köprüsü yapılmayacak,
- Üçüncü İstanbul Havaalanı yapılmayacak,
- Kanal İstanbul Projesi yapılmayacak,
- Hidro elektrik santrali inşaatları durdurulacak.
Gezi eylemlerinin esas amacı birçok kişi tarafından işte bu istekler neticesinde anlaşıldı. Türkiye’nin bölgesel güç olması engellenmek isteniliyordu.
AK Parti’nin dış politikasından rahatsızlık duyan Suriye ve İran gibi ülkelerin yanı sıra ABD ve Avrupa ülkeleri de Gezi Olaylarında açık tutum aldı. Claudia Roth başta olmak üzere bazı Avrupalı parlamenterler Gezi Olaylarına Taksim’de bizzat katıldı. Hemen her ilde tencere tava çalma eylemleri başladı. ABD televizyon kanalı CNN, Gezi Olayları’na tepki amaçlı düzenlenen ve milyonların destek verdiği AK Parti mitinglerini bile sanki hükümet karşıtı eylemlermiş gibi gösterecek kadar çılgınlaştı. CNN’in yalan haberciliği Gezi’nin simgelerinden biri haline geldi. CHP’ye yakınlığı ile bilinen Halk TV, İşçi Partisi’ne yakınlığı ile bilinen Ulusal Kanal, Alevi kesimlere yakınlığı ile bilinen CEM TV eylemler boyunca yer yer canlı yayınlarla, program ve marşlarla eyleme dair geniş bilgi aktardı. 3 Haziran’da Bloomberg HT ekranlarında yayınlanan, sunuculuğunu Ali İhsan Varol’un yaptığı Kelime Oyunu yarışmasında tüm sorular Gezi Parkı eylemlerinde kullanılan gaz bombası ve medyanın sansürüne uğrayan sözcüklerden oluştu.
Peki Gezi Olaylarına kimler destek verdi?
Duman adlı müzik grubu protestolara destek için “Eyvallah” adında bir şarkı bestelerken, Demir Sert 31 Mayıs sabah beşte Gezi Parkı’nda yaşadıklarını anlattığı “Bu Gaz Bi Harika Dostum” isimli şarkıyla olaylara müzisyen olarak destek verdi. Boğaziçi Caz Korosu, “Çapulcu Musun Vay Vay” adındaki şarkıyı yaparken, Kardeş Türküler Başbakan’ın sözlerinden ilhamla “Tencere tava hep aynı hava” şarkısını besteledi. Oğuzhan Uğur çapulcu ve ayyaş söylemini eleştiren “Birinci Vazife” adında bir şarkı yaptı. Marsis Gezi Parkı olaylarında Başbakan’ın tutumunu “Oy Oy Recebum” adlı şarkıyla eleştirdi. Müzisyen Fazıl Say sahne aldığı konserde tencere çalarak olaylara destek verdi. Boyner Grubu adına Ümit Boyner, Herry markasının sahibi Selami Sarı, Silk & Cashmere markasının kurucusu ve CEO’su Ayşen Zamanpur gibi perakende grupları Taksim Meydanı’na bir alışveriş merkezi inşa edilmesi durumunda burada yer almayacaklarını açıkladı.
Can Bonomo, Demet Evgar, Ayşegül Aldinç, Gonca Vuslateri, Zülal Kalkandelen, Gürsel Tekin, Memet Ali Alabora, Okan Bayülgen, Şebnem Sönmez, Devrim Evin, Halit Ergenç ve eşi Bergüzar Korel, Cem Yılmaz ve Gülse Birsel protestolara destek verdiğini açıkça dile getirdi. Şebnem Ferah, Tarkan ve Sezen Aksu açıklamalar yaptı. Futbolculardan Didier Drogba, Manuel Fernandes, Gökhan Gönül, Selçuk İnan, Salih Uçan, Burak Yılmaz, Juan Pablo Pino, Wesley Sneijder, Colin Kazım Richards, Yekta Kurtuluş, Dany Nounkeu, Sercan Yıldırım, Recep Niyaz, Felipe Melo, Ersan Gülüm, Tomas Ujfalusi ve Pascal Nouma eylemi desteklediklerini sosyal medya aracılığıyla duyurdu. Mehmet Okur, Işıl Alben, Carlos Arroyo, Deron Williams, Jaka Lakovic, Josh Shipp, İbrahim Kutluay, İlkan Karaman, Jamon Gordon, Angel McCoughtry, Doğuş Balbay, Ufuk Sarıca, Cappie Pondexter, Eda Erdem ve Sinan Güler gibi basketbolcular da sosyal medyada konuyla ilgili görüşlerini paylaştı.
Memet Ali Alabora, Ahmet Şık, Nasuh Mahruki, Okan Bayülgen, Erdal Beşikçioğlu, Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Can Bonomo, Cem Adrian, Fazıl Say, Sezen Aksu, Levent Üzümcü, Nejat İşler, Duman, Hayko Cepkin gibi ünlü kişilerde sosyal medya üzerinden veya protesto eylemlerine bizzat katılmak suretiyle destek verdi. TV’de program yapan Aslı Aydıntaşbaş ve Cüneyt Özdemir gibileri de unutmamak lâzım.
31 Mayıs 2013’te ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, Taksim Gezi Parkı’ndaki olaylarla ilgili kaygılı olduklarını açıkladı. 1 Haziran 2013’te ise Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Laura Lucas tarafından yapılan açıklamada barışçıl halk gösterilerinin demokratik ifadenin bir parçası olduğu belirtilip “kamu otoritelerinin sorumlu ve itidalli davranmalarını bekliyoruz” denildi.
Bu arada Amerikan hükümetinin Ferguson olayları esnasında sergilediği itidali ve sorumlu davranışı! herhalde görmüşsünüzdür.
Avrupa Parlamentosu, 13 Haziran 2013 tarihinde, İstanbul Gezi Parkı protestolarında polisin aşırı güç kullanmasını kınayan bir karar tasarını onayladı. Kararda, barışçıl protestoculara karşı sert yöntemlere başvurulmaması istendi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a birleştirici ve uzlaşmacı bir tavır sergileme çağrısı yapıldı. Parlamentonun kararında şiddetten sorumlu polis memurlarının yargı önüne çıkarılması, gözaltındaki barışçıl protestocuların salıverilmesi ve kurbanlara tazminat ödenmesi istendi. Kararda, mevcut hükümetin demokratik yollarla seçilmiş bir hükümet olduğu da vurgulandı. Almanya Başbakanı Angela Merkel hukuk devleti anlayışının, güvenlik makamlarının her zaman orantılı ve uygun hareket etmesi gerektirdiğini belirterek tarafları itidale çağırdı.
Almanya’daki Hamburg eylemleri sırasında Şansölye Merkel’in protestoculara karşı sergilediği orantılı güç uygulaması ise! tek kelimeyle muhteşemdi.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın 31 Mart günü Ayasofya Camii Şerifi’nde düzenlenen Yeditepe Bianeli’nin açılış konuşmasında kendi ülkesine ve kendi Mehmetçiğine düşman vatan haini aydınları açıkça eleştirmesi bence çok anlamlı ve doğru bir davranış.
Vatan hainlerine ve devlet düşmanlarına yabancı ülkelerde nasıl davranılıyorsa bizde de aynı şekilde davranılmasının zamanı gelmiş geçmektedir.
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM