(Article 013-29.08.2014)
Bundan yıllar önce iktidarda bulunan ve bugün birçok kişinin ismini bile hatırlamadığı vesayetçi askerler, hukukçular, politikacılar, rektörler ve bazı aydın kırıntıları, yaptıkları her konuşmada mutlaka bir konuyu vurgularlardı: “Türkiye lâiktir lâik kalacak, Türkiye İran olmayacak.”
İran bizim hemen yanı başımızda 5000 yıllık geçmişe sahip kadim devletlerden biridir. Doğrusunu isterseniz onlar bu coğrafya da bizden çok daha eskidir. Hatta şu an üzerinde yaşadığımız toprakların bir kısmını da geçmişte onlardan almışız. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren aramızda herhangi bir sınır anlaşmazlığı da yok. Her iki devlet de Müslüman. Ancak onlar Şii, biz ise çoklukla Sünni. Onların bizim topraklarımızda gözü yok, bizimde onların. Peki bazı kesimlerin ve şimdilerde Paralel Yapı mensuplarının temcit pilavı gibi hemen her fırsatta İran’ı dile getirmelerinin nedeni ne? Çünkü Ortadoğu’da ABD ve İsrail’e kafa tutan tek Müslüman ülke İran.
Humeyni 1980 yılında sürgünde ikamet ettiği Fransa’dan Tahran Havaalanı’na indiği anda, bu coğrafyayı asırlar boyu etkileyecek köklü değişimlere imza attı. İlk olarak ülkenin ismini İran İslâm Cumhuriyeti olarak değiştirdi ve şeriat usüllerini uygulamaya soktu. ABD Büyükelçiliği İranlı öğrencilerce işgal edildi ve elçilik görevlileri esir alındı. ABD bu kişileri kurtarmak için operasyon yaptı ve sonuçta büyük bir hüsran yaşadı. Derken İran-Irak savaşı başladı, her iki taraftan milyonlarca insan öldü. Sekiz yılın sonunda savaş sona erdi. Bu arada hem Irak hem İran milyarlarca dolarlık petrol gelirlerini Batılılardan silah alımına harcadı. Daha sonra ABD, İslâm devrimi ihraç ettiğini bahane göstererek İran’a kalıcı bir ambargo başlattı. Yıllarca ambargo altında yaşayan İran, en işe yaramaz bilgisayarlarla çalıştı çabaladı ve sonuçta birçok gelişmeye imza attı. İnsansız hava aracı üretti, uranyum zenginleştirmeyi başardı, silah teknolojisini geliştirdi. Bizim üniversitelerimizin teknik ve parasal imkânları onların elinde olsaydı neler yaparlardı varın siz düşünün.
ABD ve İsrail karşı olduğu için bizimde İran’a karşı olmamız sanki mecburiyetmiş gibi geçmiş iktidarların tamamı, İran düşmanlığı yapıp Batılılardan “aferin” almayı bekledi. Türkiye’nin çapsız idarecileri, bin yıldır komşu olduğumuz bir ülkeyi kaybetme pahasına, hepi topu 200 yıllık geçmişi sahip ve bizden on bin kilometre uzaklıktaki bir ülkenin müstemleke yöneticisi gibi hareket etti.
İran bizim için neden önemlidir? Her şeyden önce İran bizim sınırdaşımızdır. İki ülkenin halkları da çoklukla müslümandır ve daha da öte İran nüfusunun neredeyse yüzde 40’ını 30 milyon kişiyle Azeri Türkleri oluşturmaktadır. Herkes günü geldiğinde, bu coğrafyayı terk edip gidecek, ama biz İranlılarla birlikte yaşamaya devam edeceğiz. ABD ve İsrail’in gönlünü hoş tutabilmek için komşumuzla kötü olmamalıyız.
Tersten düşünelim; ABD, bizim gönlümüzü hoş tutmak için İngiltere, Almanya, Meksika veya Kanada ile kötü olur mu? Asla olmaz. Peki biz niçin kötü oluyoruz? İran, petrol ve doğalgaz üreticisi önemli bir ülkedir. Türkiye’nin üretim ve ihracat yapabilmesi için İran’ın petrol ve gazına, ambargolar altında ezilen İran’ın ise Türkiye’nin parasına ve dostluğuna ihtiyacı bulunmaktadır.
İran’ı her fırsatta tekellüm edip İsraillilerin veya Amerikalıların ağzıyla konuşanların neye hizmet ettikleri ortadadır. Doğubeyazıt’tan çıkıp Tahran’a kadar sadece Türkçe konuşarak seyahat edebildiğimiz İran ile stratejik işbirliğini arttırmanın bize hiçbir zararı yoktur.
İran ve Türkiye’nin kaderi ortaktır. Her yıl milyonlarca İranlı turist ülkemize geliyor ve milyarlarca dolar para harcıyor. Yedi yaşındaki ilkokul çocukları gibi eline küçük bayrak alıp Anıtkabir’de “Türkiye İran olmayacak” diye böğüren rektörleri ve bazı öğretim üyelerini ise akıl ve mantıklarını kullanmaya davet ediyorum. Aynı eylemi sokaklarda yapan ve kimlere hizmet ettiği belli olan sivil toplum örgütlerini ise dikkate bile almıyorum. İran’ı “Büyük Şeytan” olarak lanse edip Türkiye’nin kırmızı kitabına en büyük tehlike olarak sokan 28 Şubat sürecinin aktörlerini ise Allah’a ve tarihe havale ediyorum. Türkiye son 12 yılda İranlaşmamış, aksine İran Türkiyeleşmiştir. İran gittikçe özgürleşmekte, demokratik reformlara imza atmaktadır. Kur’an öğrenmeye çalışan başörtülü küçük çocukları örnek gösterip; “bak işte Türkiye İran oluyor” diyen embesilleri ise bu eşsiz vizyonel bakışlarından dolayı tebrik ediyorum!
Tutuklanan paralelci polis şeflerinin tamamı, bir zamanlar kendilerini devletin sahibi ve başı gibi gören Nuh Mete Yüksel ve Vural Savaş’ın ağzıyla konuşuyor. Kendisini geçmişte devlet yerine koyup gazete ve internet haberleri üzerinden partilere kapatma davası açan Nuh Mete Yüksel, milletvekillerinin evini basıp polis arabasına karga tulumba bizzat kendisi sokuyor, sonrada medyaya “nasıl güzel yaptım mı?” gibilerinden poz verip lâik devlet vurgusu yapıyordu. Türkiye işte bu tür sığ ve derinliği olmayan, vizyonel bakıştan yoksun, cahil ve embesil idareciler yüzünden 90 yıldır ne uzamış ne de kısalmıştır.
Gerek 28 Şubat sürecinde, gerekse Hakan Fidan’a yönelik MİT operasyonu ve 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi sürecinde tüm olayların İran ile ilişkilendirilmesinin tek nedeni; yapılan haksızlık, usülsüzlük, ahlâksızlık ve vatan hainliklerine Batılı ülkeler nezdinde “meşruiyet” kazandırmaktır. Artık bir tehdit unsuru olarak algılanmayan İran yerine, Paralel yapılanmanın Kırmızı Kitap’a konmasının nedeni de işte budur.
Menderes’i “gizli ödenekten maydonoz aldırdı” tarzında kuru iftiralarla itibarsızlaştırmaya çalışan ve kasasından “kadın külotu” çıktı diye iftira atanlar ile Hakan Fidan’ın İran’a hizmet ettiğine yönelik iftira atanlar arasında zerre kadar fark yoktur.
Hasıla-yı kelâm İran bize düşman falan değildir. Asıl düşman din simsarlığı yapan ve “cin olmadan adam çarpmaya çalışan” Paralel Yapı mensuplarıdır.