(Article 007-14.08.2014)
Ortadoğu’da Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopartılarak kurulan ülkeleri ve bu ülkelerin bizimle kaç yıl birarada yaşadıklarını size hatırlatmak istiyorum;
Irak (404 yıl), Suriye (402 yıl), Ürdün (402 yıl), İsrail (402 yıl), Lübnan (402 yıl), Filistin (401 yıl), Kuveyt (375 yıl), Suudi Arabistan (393 yıl), Katar (42 yıl), Bahreyn (56 yıl), Yemen (146 yıl), Umman (8 yıl), Batı İran (28 yıl) ve Kıbrıs (343 yıl).
1914’de Birinci Dünya Savaşı başladı ve savaşın sonunda Ortadoğu toprakları elimizden bir su gibi akıp gitti.
Bugün 2014 yılındayız.
Aradan neredeyse 100 yıl geçmiş. Bu dönem zarfında Türkiye yıllar boyu iç sorunlarıyla mücadele etti. Ülkenin sinerjisi sürekli olarak; 1960 Darbesi, 1970 Muhtırası, Sağ-Sol çatışmaları, 1980 Darbesi, ASALA ve PKK sorunu, 28 Şubat 1997 Post Modern Darbesi, Parti kapatma davaları, Gezi Olayları, 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi gibi olaylarla zayıflatıldı.
Ortadoğu ülkeleri ise Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra bir daha hiçbir zaman huzur bulamadı. Hemen her ülke, siyasi ve ekonomik açıdan kendisinden binlerce kilometre uzaklıktaki bir başka ülkenin sömürgesi haline dönüştü. Suudi Arabistan ARAMCO ile ABD’nin, Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar gibi ülkeler ise Shell ve BP üzerinden İngiltere’nin sömürgesi oldu.
Bu ülkelerin kâğıt üzerinde devletleri var ama toprağın altındaki petrolde hiçbir hakları yok. Yeraltından 10 dolarlık petrol çıkarılsa ellerine geçen para en iyi ihtimalle bir veya iki dolar. Parsanın büyüğünü yıllar boyu Batılılar toplamış. Geri kalan para ise petrol zengini ülkelerin insanlarına harcanacağı yerde, bu ülkeleri yöneten kral ve emirlerin banka hesaplarına akmış. Suudi Arabistan’dan Katar’a, Bahreyn’den Kuveyt’e kadar hemen her ülkede durum aynı. Yüz milyarlarca dolarlık servete sahip krallar, emirler, prensler paralarını İsviçre, ABD ve İngiltere bankalarında istifleyip duruyor. Aslında o da biraz metazori.
Ortadoğu coğrafyasında yüz yıldır değişmeyen tek bir gerçek var. O da; hiç sağlanamayan huzur ve barış. Osmanlı’nın Ortadoğu’daki siyasi ve idari yapılanmasını gösteren eski taş baskı haritalar üzerinde detaylı araştırmalar yaptım. Vilayet, sancak ve mutasarrıflıklar arasındaki sınırlar o kadar hassas ve dikkatlice çizilmiş ki insanın inanası gelmiyor. Her türlü etnik ve mezhepsel farklılıklar, örf ve inanışlar bu haritalarda dikkate alınmış. Hiçbir etnik ve dinsel yapının bir diğeri üzerinde tahakküm kurmasına asla izin verilmemiş. Şii mezhebinin çoğunlukta olduğu yerlere Şii idareci, Sünnilerin olduğu yerlere Sünni, Süryani ve Hıristiyanların bulunduğu yerlere de yine kendi içlerinden idareciler atanmış. Hiç kimse kimseye ezdirilmemiş.
Şimdiki Irak’ı ele alalım. Osmanlı döneminde Irak diye bir yer veya mıntıka zaten bulunmuyordu. Hatta o bölgede birbirinden tamamen ayrışmış Bağdat, Musul ve Basra vilayetleri yer alıyordu. Sünniler Bağdat vilayetinde, Şiiler Basra’da, Kürt ve Türkmenler ise Musul vilayetinde yaşıyordu.
“Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış” misali bugün tüm dünya oturmuş Ortadoğu’nun nasıl iflâh olacağını, nasıl düzeleceğini tartışıyor. Hiç kimsenin aklına geçmişe bakmak gelmiyor. Şeyh Edebali diyor ki: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”. Osmanlı’yı 623 yıl boyunca ayakta tutan temel devlet prensibi budur. Ekonomi, hukuk, maliye ve diğer tüm konularda bu temel prensibe riayet edilmiştir. Adalet konusunda herhangi bir karar alınırken öncelikle “insan” esas alınmıştır. Mali konularda insanların ödeyebileceği miktardan daha fazla vergi talep edilmesi hiçbir zaman arzu edilmemiş, ekonomi politikası belirlenirken bireylerin azami fayda elde edeceği provizyonist ekonomi politikaları esas alınmıştır. İşte bu hassasiyetler, bünyesinde çok sayıda etnik yapı, farklı dil, din, inanış ve mezhep gruplarını barındıran Osmanlı Devleti’ni 623 yıl boyunca kusursuz bir şekilde ayakta tutmuştur.
Osmanlı’da köklü geleneklere sahip mükemmel bir devlet yapılanması mevcuttur ve devletin genelinde sıkı bir gelenekçilik vardır.
Osmanlı’nın Ortadoğu ve Afrika coğrafyasında kurduğu düzen yüzyıllar boyu kusursuzca işlemiştir. Dünyanın en mükemmel ve en güvenilir arşivlerine sahip olan Osmanlı Devleti’nin şükürler olsun ki tüm arşiv materyali bugün elimizde. Bu arşivin bir kısmı Cumhuriyet döneminde vagonlara doldurulup Bulgaristan’a hurda kâğıt olarak satılmışsa da gerisi halen elimizde mahfuz. Bu arşiv belgelerini lütfen inceleyin. 400 küsur yıllık Ortadoğu hükümranlığı sırasında cinayet ve hırsızlık gibi adi vakalar haricinde, İstanbul’a intikal eden ve toplumsal rahatsızlık yaratan vaka ve olay sayısı çok azdır. Halbuki bugün bırakın tüm Ortadoğu ülkelerini, bir gün içerisinde sadece Irak’ta veya sadece Suriye’de veya Ortadoğu’nun herhangi bir köşesinde yaşanan etnik ve mezhepsel olayların sayısı Osmanlı’da 400 yılda yaşanandan bile daha fazladır.
Ortadoğu’nun toplumsal, siyasi, ekonomik ve sosyal anlamda ciddi bir sıfırlanmaya ihtiyacı vardır. Sorunun çözümüyle uğraşanlar mikro sorunlarla uğraşmaktan, esas problemi görememektedir. Sorun; yapay sınırlardır. Sorun; insana değer verilmemedir. Sorun; hakça paylaşımın olmamasıdır, insanların kendi zenginliklerine sahip çıkamamasıdır. Kendi kendilerini, kendi içlerinden çıkmış idarecilerce yönetememeleridir. Emperyalist devletlerin güdüm ve kontrolünden çıkamamalarıdır. Gözü bağlı şekilde değirmen taşını çeviren at misali, aslında tam bir kısır döngü yaşadıkları halde düz yolda gittiklerini zannetmeleridir. Ortadoğu’yu 1918 öncesine bir çevirebilsek, hafızaları bir tazeleyebilsek, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” aldatmacasının bizi dünyadan izole etmek için uydurulan yalan olduğunu bir anlayabilsek herşey düzelecek.