(Article 047-09.12.2014)
1994 yılında bir araştırma için Osmanlı arşivlerine gidip bazı konu indekslerini incelediğimde Osmanlı idari yapısıyla ilgili olarak hiçbir şey bilmediğimi anladım. Arşiv belgelerini inceleme fırsatını bulduğumda ise bu kanaatim bir kat daha arttı. O dönemin sosyo kültürel, coğrafi ve ekonomik koşulları içerisinde 623 yıl boyunca dünya coğrafyasının önemli bir bölümünü elinde tutan Osmanlı İmparatorluğu, hemen her konuda muntazam işleyen bir devlet sisteminin öncülüğünü yapmıştır.
Yemen’den Arnavutluk’a, Romanya’dan Yunanistan’a, Gürcistan’dan Cezayir ve Libya’ya kadar milyonlarca kilometrekarelik bir coğrafyada insanları idâre etmek, devlet kurum ve kuruluşlarının işleyişini sağlamak, vergi toplamak, toplanan vergileri yerli yerine harcamak, savaş ve savunma için ordu beslemek, eğitimden sağlığa hemen her konuda sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamak çok kolay bir olay olmadığı gibi müthiş bir organizasyon da gerektirmektedir.
Arşiv belgeleri üzerinde yaptığım incelemelerde resmi ve gayriresmi tüm yazışmaların büyük bir disiplin içerisinde evrâk sayı ve tarih numarası verilerek yapıldığını, bu evrâkların yine büyük bir titizlikle takip edilip yönlendirildiğini, talep konusu olaylar hakkında tarafların bilgilendirildiğini ve resmi yazışma sisteminin günümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin yazışma sisteminden farklı olmadığını da öğrendim.
Bir insan topluluğunun talep edebileceği hemen her konuda çeşitli yazışmalar yapan, bu doğrultuda ferman, irâde, kararnâme ve kanûnlar çıkartan Osmanlı Devleti, toplumsal hayatı düzenlemeye yönelik kanûnları büyük bir titizlikle “Düstûr” isimli kitap kataloglarında toplamıştır. 1839 Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu’ndan itibaren Padişah fermanı, Meclis-i Meb’ûsan kararnâmesi, irâde-i seniyye veya kanûn olarak çıkartılan her düzenleme bu kitap kataloglarında sınıflandırılmıştır.
Osmanlı Düyûn-ı Umûmiyye İdâresi hakkında araştırma yaparken haberdar olduğum 20+5 ciltlik Düstûr kataloglarında Hicâz Sıhhiye teşkîlatının işleyişinden, Afyon’da evi yanan veya Isparta’da depreme maruz kalan insanların sorunlarının çözümüne, Cebel Lübnan Dağları’nın karlarından, Bolu sancağında yürütülen frengi mücadelesine kadar binlerce konuda kanûn ve kararnâme çıkartıldığını gördüm ve bu noktada Osmanlı Devlet sistemine olan hayranlığım bir kat daha arttı.
Ekonomiden sağlığa, uluslararası ilişkilerden devlet iç yazışmalarına kadar birçok konuda araştırmacılara yardımcı olacağına inandığım Düstûr kılavuzunu altı ay gibi bir zaman süresi içerisinde hazırladım. Bu çalışma kendi araştırma konularıyla ilgili olarak Osmanlı’nın çıkardığı kanûn, kararnâme, ferman, irâde-i seniyye ve padişah buyuruldularını bulmak isteyen araştırmacılara büyük bir kolaylık sağlayacak mahiyettedir.
Tanzimat’tan sonra Osmanlı Devleti’nde ve kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nde kabul edilen kanun, nizamname ve diğer tüm hukuki mevzuatı bir araya getiren resmi külliyat “Düstûr” isimli kitap serilerinde bir araya getirilmiştir. İlk olarak 1851 yılında (h. 1267) Tanzimat’ın başlangıcından o tarihe kadar ki hukuki mevzuat 142 sayfalık isimsiz bir kitapta toplanmış, daha sonradan Cevdet Paşa’nın gayretleriyle Şubat 1863’de (h. Şa’bân 1279) yeni kabul edilen kanun ve yönetmelikleri eklemek, yürürlükten kaldırılanları da çıkartmak suretiyle Düstûr isimli bir kitap meydana getirilmiştir. Mayıs 1866’da yine aynı yöntem izlenerek Düstûr ikinci defa yayımlanmış, sonraki yıllarda ilave ve çıkartmalar yapılarak sırasıyla 1872 (1289), 1873 (1290), 1876 (1293) ve 1879 (1296)’da I, II, III ve IV. Cilt Düstûr’lar yayımlanmıştır. 1882’de (1299) IV. Cilt Düstûr’un ikinci baskısı yapılmış, 1879 (1299) yılından 5 Aralık 1884 (16 Safer 1302) tarihine kadar kabul edilen kanun, nizamname ve talimatnameler ise dört zeyl halinde yayımlanmıştır. I. ve II. Zeyller h. 1299’da, III. Zeyl h. 1300’de, IV. Zeyl h. 1302 yılında yayımlanmış, bu tarihten II. Meşrutiyet’e kadar (1908) geçen dönem zarfındaki mevzuat ise uzunca süre basılmamıştır. Ancak Cumhuriyet’in ilanından sonra Birinci tertip Düstûr’un Osmanlı döneminde yayımlanmamış durumda olan eksik ciltleri basılma imkânı bulmuş, V. cilt Düstûr 1937’de, VI. cilt 1939’da, VII. cilt 1941’de ve VIII. cilt 1941 yılında Ankara’da yayımlanmıştır.
Birinci Meşrutiyet’ten itibaren çıkan hukuki mevzuatın yayımına ise Meşrutiyet’ten sonra devam edilmiş, 14 Temmuz 1908-23 Nisan 1923 tarihleri arasındaki hukuki mevzuat İkinci Tertip Düstûrismiyle basılmıştır. İlk cildi 1911 (1329) yılında yayımlanan İkinci Tertip Düstur’un tamamı 12 cilttir. İkinci tertip Düstûr içeriğinde kanun ve nizamnamelerin yanı sıra devletlerarası sözleşmeler, umumi mukaveleler, cemaat reislerinin beratları da yer almıştır. Bu arada 1884-1918 (1302-1336) yılları arasındaki boşluğu doldurmak amacıyla 25 Mart 1872-17 Ağustos 1907 (15 Muharrem 1289-8 Receb 1325) tarihleri arasında kabul edilmiş ancak I ve II. Tertip düstûrlarda yer almamış olan 72 adet kanun, nizamname ve talimatnameyi ihtiva eden tek ciltlik bir ek 1914 (1333) yılında yayımlanmıştır.
Düstûr’un basımına Cumhuriyet döneminde de üç tertip halinde devam edilmiştir. Cumhuriyet dönemine ait 41 ciltten oluşan III. Tertib Düstûr 23 Nisan 1923’den 27 Mayıs 1960 tarihine kadar yayımlanan kanûnları, bir ciltten oluşan IV. Tertib Düstûr 27 Mayıs 1960 ile 1 Kasım 1961 tarihleri arasında Millî Birlik Komitesi ve Kurucu Meclis tarafından yayımlanan kanûnları, halen basılmakta olan V. Tertib Düstûr ise 1 Kasım 1961 tarihinden bugüne kadar yayımlanan kanûnları ihtiva etmekte ve yılda bir cilt olarak yayımına devam edilmektedir.
Tarih Vakfı tarafından yayımlanan Osmanlı Devlet Mevzuatı isimli iki ciltlik kitabımda Osmanlı dönemine ait Birinci Tertip Düstûr ile İkinci Tertip Düstûr ve bunların ekleri olan zeyllerinin endeks kısımları Latin harflerine çevrilmiş, Hicri ve Rumi tarihler Miladi takvime dönüştürülmüş, kanûn ve konu başlıklarının daha iyi anlaşılması için kitabın son kısmına bir Düstûr Sözlüğü ve Düstûr Dizini ilâve edilmiştir.
Son günlerde Osmanlıca konusunda yaşanan ipe sapa gelmez tartışmaları görünce kendimi daha fazla tutamadım ve bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissettim. Ben Osmanlıca’yı bundan 26 yıl önce sadece bir gecede kendi kendime öğrendim ve zaman içinde geliştirdim. Osmanlıca bilmek bana hiçbir şey kaybettirmedi, aksine kazandırdı. Osmanlıca bilemediğimiz için sadece hukuk konusunda ne kadar geri ve ne kadar cahil kaldığımızı Osmanlı Düsturlarını inceleyince ziyadesiyle anladım. Osmanlıca bilmeyen bir kişi kendisine aydın diyemez, bilim adamı hiç diyemez. Osmanlı devlet geleneği, 22 milyon kilometrekarelik bir toprak parçasında onlarca hatta yüzlerce ırk ve toplumu bir arada tutma ve yaşatma yeteneğini barındırmaktadır.
Cumhuriyet, Osmanlıca’yı ortadan kaldırarak sadece hukuk alanında ne tür garabetlere yol açtı biliyor musunuz? İtalya’dan ceza yasası alınırken, Fransa’nın idare hukuku benimsendi, Almanya’dan ceza yargılama hukuku alınırken, İsviçre’nin medeni hukukunu kendimize lâyık gördük. Uğur Mumcu’nun Türk tarifi işte bu noktada çok doğru; “Türk ne demektir, Türk vatandaşı kimdir? Türkler, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasalarına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulüne göre yargılanan, Fransa idare hukukuna göre idare edilen ve İslâm hukukuna göre gömülen kişidir.”
Halbuki Osmanlı İmparatorluğu 3 kıtada milyonlarca insanı sadece ve sadece kendine has adalet mekanizması ile bir arada tutmayı başarmıştır. Bizim hiç kimsenin kanun ve hukuk sistemine ihtiyacımız yoktu. Ancak Cumhuriyetin aydın geçinen bir kesimi sırf Osmanlı’yı karalamak, düşman göstermek, gözden düşürmek, kendi cahilliklerini ört pas etmek, Osmanlı’nın dört beş dil bilen aydın kesiminden kendilerini soyutlamak için kendilerine has bir yazı sistemi geliştirdi ve bizim bu coğrafyadaki 900 yıllık kültürel geçmişimizin üzerine beton döktü. Kütüphaneler kapatıldı, kitaplar yakıldı, Osmanlı arşivleri başka devletlere hurda kâğıt niyetine satıldı, Osmanlı dönemine ait mimari eserlerin üzerindeki kitabeler ve tuğralar çıkartılan kanunlarla yok edildi. Sonuçta ne oldu? 90 yıl önce herkesin okuryazar olduğu bir toplum, bir sabah cahil olarak uyandı.
Süleymaniye Kütüphanesi’ne, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’ne, Beyazıt Kütüphanesi’ne, Ankara Milli Kütüphane’ye, Osmanlı Devlet Arşivleri’ne yolunuz düşerse lütfen içeriye girin ve kartotekslere dikkatlice göz atın. Matematikten astronomiye, fizikten kimyaya, biyolojiden zoolojiye, tıptan eczacılığa, elektrikten mekâniğe kadar binlerce farklı konuda yüzbinlerce kitap, dergi ve makale yayımlandığını görürsünüz.
O kitapları görünce geçmişinize yapılan ihanetlerden dolayı ağlarsınız, bu ülkeyi yönettiğini zanneden insanlara lanetler yağdırırsınız.
Mesele mezar taşı okuyamamak değil dostlar. Bizler 623 yıllık Devlet-i Osmaniye’nin bilgi birikiminin üzerine 90 yıl boyunca o bilgilerin zekâtı kadar bilgi ilave edemedik.
Ne kadar acı değil mi?