(Article 088-08.07.2015)
Paralel Yapı’ya yönelik mücadelede bugüne kadar önemli adımlar atıldı. Tam olmamakla birlikte örgütün temel yapılanma şeması çözüldü. Operasyonlar neticesinde 1000’i aşkın kişi gözaltına alındı, 250 kişi tutuklandı. Devletin neredeyse tüm kurumlarına sızan örgütün ana yuvasının ise emniyet ve yargı temelli olduğu artık herkesin malumu. TSK, TİB, TÜBİTAK, HAVELSAN, Telekom, ÖSYM, TBMM, bakanlıklar, üniversiteler ve diğer tüm devlet kurumlarında hem adli hem idari soruşturmalar başlatıldı.
17-25 Aralık darbe girişimleri ile deşifre olan örgütün üye ve yöneticileri “Fethullah Gülen Terör Örgütü yöneticiliği veya üyeliği”, “siyasal ve askeri casusluk”, “darbeye teşebbüs”, “yasadışı dinleme”, “resmi evrakta sahtecilik”, “kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydetme”, “özel hayatın gizliliğini ihlal”, “suç delillerini yok etme”, “görevi kötüye kullanma” ve “yasaklanan bilgileri açıklama ve temin etme”, “kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık” gibi çok ahlaksızca suçlardan yargılanıyor. Paralel örgütün yapısını ortaya koyacak bir başka soruşturma daha yürüyor: “Ana örgüt” soruşturması hem İstanbul hem Ankara Başsavcılığı’nda iki ayrı dosya üzerinden yürütülüyor. Örgüt lideri Fethullah Gülen ile birlikte diğer tüm yöneticiler tespit edildikçe soruşturmaya dahil ediliyor.
Paralel Yapı’ya yönelik ilk büyük operasyon geçen yıl 22 Temmuz’da İstanbul İstihbarat ve Terörle Mücadele Şubeleri’nde görevli emniyet mensuplarına yapıldı. 22 kente yayılan operasyonlarda 75’i Terörle Mücadele Şubesi’nde ve 39’u İstihbarat Şube’de görevli 114 polis gözaltına alındı. Bu polisler, sözde “Selam Tevhid Örgütü” bahanesiyle “yasadışı dinleme” ve “casusluk” faaliyeti yürütmekle suçlandı. Gözaltına alınanlar arasında eski İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürleri Yurt Atayün, Ömer Köse, eski İstihbarat Şube Müdürleri Ali Fuat Yılmazer, Erol Demirhan da vardı. “Casusluk” ile suçlananların sözde Selam Tevhid Örgütü bahanesiyle Başbakan Erdoğan, bakanlar ve MİT müsteşarını 3 yıl süreyle dinlediği, örgütü üyesi bahanesiyle de 4 bin kişiyi yasa dışı olarak dinlediği ortaya çıktı.
İkinci operasyon Pensilvanya’da yaşayan örgüt lideri Fethullah Gülen’in talimatı ile 2010’da Nur cemaatine bağlı Tahşiyeciler grubuna kumpas kurdukları gerekçesiyle 14 Aralık 2014’te yapıldı. Bu operasyonda Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın da aralarında bulunduğu 31 kişi gözaltına alındı. Tahşiyeciler soruşturması kapsamında Fethullah Gülen hakkında ilk kez yakalama kararı çıkarıldı. Paralel Yapı’nın “milli güvenliği tehdit eden paralel devlet yapılanması” olarak tanımlanması ve Kırmızı Kitap’a alınması ise 29 Nisan 2015’teki MGK toplantısında gerçekleşti.
Emniyetteki soruşturmalar neticesinde İstihbarat, Terörle Mücadele, Organize Suçlarla Mücadele, Mali Şube ve Bilişim Şubeleri’nin de bu yapının kontrolünde olduğu ortaya çıktı. Paralel Yapı’nın Ergenekon, Balyoz, şike, fuhuş ve askeri casusluk, 17-25 Aralık gibi soruşturmaları yürüttüğü, İstanbul Emniyeti’ni adeta ana karargâh olarak kullandığı belirlendi.
İstihbarat Şube’ye yönelik “yasadışı dinleme” soruşturmasının ikinci dalgası, Ali Fuat Yılmazer’in ifadeleri doğrultusunda 5 Ağustos 2014’te daha alt kadrolara yapıldı. 33 polise yönelik operasyonlarda İstanbul’un Seyrantepe ve Halkalı’daki polis lojmanlarına baskınlar düzenlendi. 19 Ağustos 2014 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, “Paralel Yapı” tarafından dinlenildiğini iddia eden 62 kişinin şikayeti üzerine yeni bir soruşturma başlattı. İzmir Emniyeti’ndeki Paralel ekibin, kendi müdürlerini “kamyoncu” üst düzey bürokratları ise “pavyoncu” adı altında dinledikleri ortaya çıktı. 22 Ağustos’ta 32 polisten 11’i tutuklandı.
25 Aralık 2013’te hükümeti devirmeye kalkışan polislere yönelik ilk operasyon ise 31 Ağustos 2014’te yapıldı. Gözaltına alınan 32 polisten eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mahir Çakallı, Mali Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürü Yakup Saygılı ile yardımcısı Kazım Aksoy’un da aralarında bulunduğu 8 kişi tutuklandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde kullandığı çalışma ofisine ve Başbakanlık Merkez Binası’na yerleştirilen böceklerle ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 13 şüpheli hakkında Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Koruma Müdürlüğü yapan Zeki Bulut ve TÜBİTAK Yöneticisi Hasan Palaz da sanıklar arasında yer aldı. İddianamede, şüphelilere “siyasi casusluk, haberleşmenin gizliliğini ihlal, aleni olmayan konuşmaları dinleme” suçlamaları yöneltildi. ‘Örgüt’ suçlaması ile ilgili dosya ise ayrı bir soruşturma olarak yürütüldü. Sanıklar 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor. İki firari polis ise bundan bir kaç ay önce Romanya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildi yargılandı ve hapis cezasına çarptırıldı.
21 Ekim 2014’te İstihbarat Dairesi’nin eski çalışanlarına “yasa dışı dinleme” suçlamasıyla operasyon yapıldı. Bu soruşturma kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Ömer Altıparmak, yardımcısı Selahattin Dinçer, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube’den sorumlu eski Emniyet Müdür Yardımcısı Lokman Kırcılı, eski İstihbarat Şube Müdürü Ali Arslantaş, yardımcısı Hasan Ali Okan şüpheliler arasında yer aldı. Şüphelilerin savunma projelerinde görev alan devlet görevlilerini ve bazı siyasetçileri dinlediği tespit edildi. Sivil savcılığın yanı sıra Genelkurmay Askeri Savcılığı da Türk Silahlı Kuvvetleri içinde Paralel Yapı mensuplarını tespit ederek ayıklamak için soruşturma yürütüyor. Kasım 2014’te askeri soruşturma kapsamında Askeri Yargıtay’da üye olarak görev yapan bir kişi ‘gizli tanık’ sıfatıyla ifade verdi. Bu kişi, Askeri Yargıtay içinde Paralel yapılanma ve sürdürülen çalışmalar hakkında önemli bilgiler verdi. Paralel Yapı mensuplarının isimlerini tek tek vererek Askeri Yargı’daki yapılanmalarını anlattı.
“Paralel Devlet Yapılanması Erdoğan döneminde biterse biter, aksi durumda Türkiye biter” düşüncesi ise artık genel bir kanı niteliğinde. Türk siyasetinde şu an için böyle bir yapılanmayla mücadele edebilecek hiçbir güç yok. Meclis içindeki Bahçeli, Kılıçdaroğlu ve Demirtaş ile Meclis dışındaki Kamalak ve Destici ise siyaseten Fethullah Gülen’e bağlı olduklarını, gerek Cumhurbaşkanlığı gerekse 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimlerinde yaptıkları ittifaklarla ziyadesiyle gösterdi. 7 Haziran seçimlerinde AK Parti’yi tek başına iktidar olabilme hedefinden uzaklaştıran güçler ise MHP-CHP-HDP koalisyonunun kurulmamasından dolayı şimdilerde oldukça sinirli, şaşkın ve özellikle de saldırgan bir tavır sergilemekte.
Seçim öncesinde AKP kadrolarındaki rehaveti ve yumuşamayı fark eden Erdoğan, mecburen meydanlara inmek zorunda kalmış ve mitingler düzenlemişti. O kadar çalışmasına rağmen AKP’nin oyunu ancak yüzde 41 seviyesine çıkartabildi. “Çıkartabildi” diyorum çünkü Erdoğan sahaya çıkmasaydı yüzde 35 oy bile zor bir ihtimaldi. Bu sonucun nedenlerini “Milli Görüş‘ün Çapsız Meritokratik Yapısı” başlıklı makalemde ele almıştım. İşin doğrusu bu yazımdan dolayı özellikle “çapsız” Milli Görüşçülerden çok sayıda eleştiri aldım ama hiç umrumda değil.
Erdoğan’ın Paralel Yapı’ya karşı verdiği mücadele kendi şahsı için değildir. 1980’li yılların Bulvar ve Tan gazeteleri tarzında tamamen uydurma ve yalan haberler yazan Sözcü, Zaman, Taraf ve Cumhuriyet gibi gazeteler ne kadar aksini yazarsa yazsın, Erdoğan’ın mücadelesi bir milletin “ayakta kalma ve var olma” mücadelesidir.
Şimdi farklı bir senaryoyu gözünüzün önüne getirin. Erdoğan bir şekilde bertaraf edilmiş ve Cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirilip cezaevine konulmuş ve Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi gibi kafese konulup yargılanmaya başlanmış. Devrik Devlet Başkanı Erdoğan’ı yargılayanlar ise Fethullah Gülen’i mehdi veya peygamber gibi gören savcı ve hakimler olsun. 1960 Darbesinden sonra Yassıada Mahkemesi’nde yargılanan devrik başbakan Adnan Menderes’e yöneltilen iddiaları şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Güya Başbakanlık makamında arama yapılmış ve kasanın içinde kadın külotu bulunmuş. Ve güya Adnan Menderes devletin örtülü ödeneği ile evine maydanoz aldırmış. Ve güya sevgilisinin henüz doğmamış çocuğunu öldürtmüş. Bu iddiaların tamamı boş çıktı ve koca Başbakan eften püften sebeplerle idam edildi. Adnan Menderes’e bu kadar çamur atan bir yapı acaba Erdoğan’a neler yapar. Ben şahsen bunu tahmin bile edemiyorum. Bilal Erdoğan’ın gemileri, Sümeyye Erdoğan’ın başındaki eşarptan kolundaki çantaya kadar her şey sorgulanır. Bu arada davaya müdahil olacak kişileri varın siz düşünün. En başta barolar, odalar, sendikalar, karınca sevenler derneği tarzındaki tüm abuk sabuk dernekler “bende zarar gördüm” deyip Erdoğan’dan intikam almaya çalışacaktır.
Erdoğan kendisine yöneltilen her türlü iddiayı rahatlıkla cevaplayabilecek kapasiteye ziyadesiyle sahiptir. Ancak Adnan Menderes’in yaptığı gibi sanık sandalyesinde kibarca oturmayacaktır. Fakat şu da var ki kendini ne kadar savunursa savunsun iddia makamındaki savcılar ve yargılamayı yapan hakimler, tıpkı Menderes’e yaptıkları gibi “Tamam haklısın ama Fethullah Gülen senin katlini istiyor” deyip basacaklar müebbeti.
Erdoğan için müebbet hapis cezası almak son derece “iyi” bir ihtimal. Daha yargılama süreci dahi bitmeden Erdoğan hücresinde kendini asabilir, banyoda ayağı kayıp başını mermer kurnaya çarpmış olabilir, çay ocağının tüpü açık kaldığından zehirlenmiş olabilir, okuduğu kitabın kapağını bıçak gibi kullanıp bileğini kesmiş olabilir, yatağından düşüp boynunu kırmış olabilir.
Ancak Erdoğan için bu olumsuzluklar bile çok iyi bir sonuç olarak kabul edilebilir. Hiç şüphesiz çok daha da kötüleri olabilir.
Mesela hem Erdoğan’ı ortadan kaldırmak hem de ona acı yaşatmak için öncelikle ailesi hedef alınabilir. Erdoğan’ın ve ailesinin bindiği uçak veya helikopter düşürülebilir. Eşref Bitlis’e bu yapılmamış mıydı? Veya bindikleri arada yolda giderken havaya uçurulabilir. İtalya’nın mafyayla mücadele eden cesur savcısı Di Pietro’ya bu yapılmamış mıydı? Veya yedikleri içtikleri bir yiyecekten dolayı zehirlenip ölebilirler. Turgut Özal’a hem de Çankaya köşkünün içinde bu yapılmamış mıydı?
Erdoğan’ın bu şekilde yargılanması veya öldürülerek ortadan kaldırılması durumunda yerli ve yabancı medya kuruluşlarının atacağı manşetleri varın hayal edin. AK Parti yüzde 41 oy aldığında zil takıp oynayanlar, Erdoğan ortadan kaldırıldığında herhalde Fatih Sultan Mehmet öldüğünde kilise çanlarını günlerce çalan Hıristiyanlar Avrupalılar gibi aylar boyu sevinçten uyuyamazlar. İsrail rahat bir nefes alır ve “Oh şükür Allah’ım artık Ortadoğu’nun tümüne sahip oldum” derken, İngiltere ve Amerika enerji koridoru haline gelen Türkiye’yi kendi dominyonları gibi yönetmeye başlarlar. Almanya, Mavi Akım ve Türk Akımı’ndan kendisine gelecek Rus doğalgazını garantiye aldığı için rahatlarken, yanı başımızdaki kıçı boklu Yunanistan bile bize kafa tutmaya başlar. Kürtler ve Nusayriler Suriye’de devlet kurar, Türkiye bölünür ve bizler hüzünle yaşananları seyrederiz. Ta ki Allah bize bir kaç asır sonra yeni bir lider bahşedene ve gönderene kadar.
Paralel yapıyla mücadele işte bu nedenle çok önemli. Ya bu yapı bitecektir, ya da Türkiye. Erdoğan’ın mücadelesi işte bu nedenle çok önemlidir. Erdoğan’ı devirmek için Fethullah Gülen’le işbirliği yapan beyinsiz aydınlar ve sözüm ona Atatürkçü laikler tayfasının şimdiki durumu, 1979 İran İslam Devrimi’nde Şah Riza Pehlevi’yi devirmek için Humeyni yanlılarına destek veren laik İran aydınlarının tutumuyla birebir aynı. CIA ve Fransız gizli servisince yetiştirilen ve alâ-yı valâyla Tahran’a indirilen Humeyni ile CIA ve NSA tarafından yetiştirilen Fethullah Gülen arasında herhangi bir fark görebiliyor musunuz?
17-25 Aralık darbe girişimleri başarılı olsaydı Fethullah Gülen denilen meczup Esenboğa’ya inecek ve muhtemelen kendini peygamber veya mehdi ilan edip Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirecekti. Cemaatin polisleri İran’ın Devrim Muhafızları gibi kendilerini adeta Allah gibi görecek, görüşlerine muhalif olan kim varsa bunları birer ikişer ortadan kaldıracaktı. Bizim beyinsiz solcularımızın ve “Atatürk’ün pisliğini dahi avuçlayarak yerim” diyen laik tayfamızın böyle bir ortamda ne yapacağını ise çok fazla düşünemiyorum. Muhtemelen anında ters bir “U” dönüşü yapıp, bizlerden daha inançlı, daha muhafazakar yeni bir mahlukata dönüşüp ortama ayak uydururlardı.
Bir fani olarak elbet Erdoğan’da bir gün ölümü tadacaktır ancak şimdi soruyorum; “BU SAVAŞ KİMİN SAVAŞI?” Erdoğan’ın mı yoksa Türkiye’nin mi?