(Article 037-04.11.2014)
Kalkınma ve büyüme açısından iki konu çok önem taşıyor. Bunlardan birincisi patent üretebilme, diğeri ise markalaşma. Zaten bu ikisini sağlıklı şekilde gerçekleştirdiğiniz takdirde para, zenginlik ve refah gibi kavramlara daha aşina oluyorsunuz.
Çok basit bir test yapalım. Günlük hayatta talep ettiğimiz her türlü yerli ve yabancı ürünleri alta yazalım. İşinizi basitleştirmek için kendinize örneğin elektrik elektronik, tekstil, otomotiv gibi belli bir sektörü baz alabilirsiniz. Listedeki yerli ürün sayısının ne kadar cılız, halbuki diğer tarafta yer alan yabancı ürün sayısının ne kadar fazla olduğunu hemen fark edersiniz. Marka ve patente sahip olabilmek çok büyük çaba ve emek gerektiriyor. Ayrıca çok da büyük harcama.
Dünyada iki tane üniversite vardır ki bulundukları ülkeye çok önemli katkılar sağlamış hatta o ülkelerin teknolojik gelişmişlik düzeyini doğrudan doğruya etkilemiştir. Bunlardan birincisi ve en önemlisi ABD’de Boston’da bulunan MIT (Massachusetts Institute of Technology), diğeri ise Güney Kore’deki KAIST (Korea Advanced Institute of Science and Technology). Bu üniversiteleri görmeden veya onlar hakkında bilgi sahibi olmadan hiçbir eğitim kurumu yüksek öğretim faaliyeti yürüttüğünü iddia edemez. Güney Kore bugünkü gelişmişlik düzeyine KAIST sayesinde ulaşmıştır. Samsung gibi bir elektronik devini ortaya çıkartan da KAIST’tır. MIT’nin uzay ve havacılık çalışmalarından tutunda çevre ve sağlık konularındaki buluş ve icatlarının ne sayısı ne de önemi anlatmakla bitirilemez.
Bir üniversitenin önemi ne öğrenci sayısıyla ne de binalarının güzelliğiyle ölçülür. Gazete haberlerinde gözümüze sıkça çarpan “İlk 500’deki Türk üniversiteleri” haberleri ise asparagas ve uydurmacadan başka bir şey değildir. Kendisine ait buluş ve keşifleriyle ön plana çıkan tek bir tane Türk üniversitesi gösterebilir misiniz? Kalkınmanın temeli her şeyden önce gerçekten kaliteli ve verimli bir yüksek öğretim sisteminden geçmektedir. Bu olmadan hiçbir şey olmaz. Bazı işadamlarımız Türk devlet üniversitelerini yıllar boyu destekledi. Karınca kararınca bağışlarda bulundular. Son 15 yıl içinde Üniversite-Sektör işbirliği moda kavram olmaya başlayınca bazı sanayici ve işadamlarımız başta büyük üniversiteler olmak üzere kendi şehirlerindeki üniversitelerle çok çeşitli eğitim işbirliği anlaşmaları yapmaya başladı. Ancak işin sonunda anlaşıldı ki ülkemiz üniversitelerindeki bilim insanlarıyla bir şey üretebilmek mümkün değil.
Gelişmiş ülkelerde yükseköğretim kurumları bilim ve teknolojinin gelişmesine öncülük edip, patente bağlı buluşlarını endüstrinin hizmetine sunarken, Türkiye’de bu durum tersten işlemektedir. Bugün birçok KOBİ ve büyük sanayi işletmelerinin entelektüel zekâsı maalesef üniversitelerimizin kat be kat önündedir. Batı ülkelerinin yenilikler hususunda öncü rol üstlenen çağdaş üniversitelerine karşılık, Türkiye’nin “ilerlememek” için direnen tutucu bir yükseköğretim sistemi bulunmaktadır. Nitekim Ülker’in sahibi olan Murat Ülker’in dünyanın en köklü ve saygın bilim akademilerinden biri olan Harvard Üniversitesi Toplum Sağlığı Fakültesi’ne (Harvard School of Public Health- HSPH) 24 Milyon dolarlık bağış yapmasının nedeni; sanırım Türk üniversitelerinden yıllar boyu beklediğini bulamamasıdır. Harvard’ın şu anda aktif şekilde çalışmakta olan Genetik ve Kompleks Hastalıklar Laboratuvarı, 10 yıl boyunca Sabri Ülker Merkezi (Sabri Ülker Center) adıyla anılacak. Dünyaca ünlü bilim insanı Prof.Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in başkanlığını yürüttüğü bu merkez, hem Türkiye’den hem dünyanın diğer ülkelerinden gelen bilim insanlarının araştırmalarına ev sahipliği yapacak.
Türkiye’de faaliyet gösterip yıllar boyu bu ülke insanının sırtından para kazanarak zenginleşen, kendi içinde büyüyen firmalara bir göz atalım. Ülkemiz ekonomisinde etkinliği yüksek olan sektörleri alt alta sıralayalım; Tekstil, İnşaat, İmalat, Enerji, İletişim, Otomotiv, Finans ve diğerleri. Örneğin tekstil sektöründe 90 yılda kurumsallaştığını zanneden firmalar hangileridir? Vakko, Beymen, İGS, Kiğılı, Sarar, Mavi, LC Waikiki, Damat, De Facto, Collezione, Koton vb. Peki bu firmalardan kaç tanesi Türkiye’yi yabancı ülkelerde temsil etmektedir? Onu da geçin acaba kaç tanesi Türkiye’nin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirleri dışında tanınmaktadır? Asgari ücretle çalışan bir işçinin aldığı maaştan daha yüksek fiyata gömlek satan bazı Türk firmaları, maalesef Şişli ve Osmanbey sınırları dışında pek tanınmamaktadır.
Bir dünya markası olabilmek için Ar-Ge ve Pi-Ar çalışmalarına ağırlık vermesi gereken firmalarımız, elde ettikleri gelirleri yıllar boyu sadece zenginleşmenin bir aracı olarak kullanmıştır. 90 yılın sonunda çizgiyi çekip altta ne var diye baktığımızda; “sıfıra sıfır elde var sıfır”. Londra, Paris ve New York sokaklarında tek bir Türk firmasının tabelasını göremiyorsak bundan daha büyük bir kayıp olabilir mi? Halka açık veya halka açılmayı düşünen tekstil firmalarının şapkalarını önlerine koyup, nerede hata yaptıklarını analiz etmesi gerekiyor.
Türkiye’deki tekstil ve hazır giyim sektörü 1980 yılında uygulamaya konulan ihracata yönelik kalkınma ve teşvik politikası ile hızla bir büyüme trendine girdi ve bu tarihten itibaren sektöre yapılan yatırımlar arttı. Bu sektör ekonomiye sağladığı net döviz girdisi, istihdam ve yatırım gibi makro-ekonomik büyüklükler bakımından Türk ekonomisinin önemli lokomotiflerinden biri haline geldi. Bugün tekstil ve hazır giyim sektörü, ülkemiz GSYİH’sının yaklaşık %7’lik kısmını tek başına sağlamakta ve %3,4 pay ile dünyanın 7. büyük hazır giyim ihracatçısı konumundadır. AB ülkelerine tekstil ve hazır giyim ihracatında ise Çin’in ardından 2. sırada yer almaktadır.
Ancak bu sektörde faaliyet gösteren işletmelerin çoğu küçük ve orta ölçeklidir. Sosyal Güvenlik Kurumu istatistiklerine göre Türkiye genelinde tekstil ve hazır giyim sektörlerinde faaliyet gösteren firma sayısı 52.000 civarında olup bu firmalarda yaklaşık 918.000 kişi istihdam edilmektedir. Ülkemiz 2013 yılında bir önceki yıla göre %8,9 oranında artış kaydederek 17 milyar dolarlık hazır giyim ihracatı gerçekleştirilmiştir.
52 bin firma ile bir yılda gerçekleştirilen tekstil ihracatının tamamı 17 milyar $ seviyesinde iken, dünya markası haline gelmiş yedi tane yabancı firmanın toplam satış rakamı ne kadar biliyor musunuz? Tam tamına 33,5 Milyar $. Louis Vuitton listenin ilk sırasında yer alıyor ve yıllık satış hasılatı 9,4 Milyar $, onu Gucci (4,7 Milyar $), Coach (5,1 Milyar $), Hermes (4,5 Milyar $), Prada (3,4 milyar $), Chanel (4,4 Milyar $) ve Burberry (3,0 Milyar $) firmaları takip ediyor. Şimdi Türkiye’ye dönelim. Vakko’nun 2012 yılı satış hasılatı 283 milyon TL (126 milyon $). Beymen’in 2013 yılı satış hasılatı ise 553 Milyon TL (246 Milyon $).
Türkiye’nin 2014 yılı ihracat rakamı kabaca 160 milyar $. Amerikan teknoloji devi Apple’ın yıllık satış hasılâtı ise yaklaşık 160 milyar $ iken, Güney Koreli Samsung firmasının yıllık satışları 181 milyar $, Paris merkezli sigorta kuruluşu AXA’nın hasılatı 149,3 milyar $. Amerikan mağazalar zinciri Wal-Mart’ın cirosu 476 milyar $ iken, IKEA’nın cirosu 35,5 milyar $.
Rakamlara bakar mısınız? 77 milyonluk Türkiye’nin bir yıllık ihracat gelirinin tamamını Apple firması tek başına gerçekleştiriyor. Ya da Wal-Mart denilen bir mağazalar zinciri Türkiye’nin yıllık ihracatının üç katı ciro gerçekleştirebiliyor.
Türk insanı marka yaratma hususunda maalesef başarılı değil. Kısa ve orta vadede yapılması gereken en önemli şey; dünya markalarını satın alıp bunları birer Türk markası haline dönüştürmek olmalıdır.
Bugün ajanslara çok önemli bir haber düştü ve tam da bu konuyla ilgiliydi. Ülker’in sahibi Murat Ülker dev bir satın alma işlemi gerçekleştirerek Yıldız Holding’i dünyanın üç numaralı bisküvi şirketi konumuna getirdi. Son altı yılda dünyanın en önemli premium çikolata markalarından Godiva’yı ve ABD’nin köklü şekerleme şirketi DeMet’s’i bünyesine katan Yıldız Holding, sektörel küreselleşme yolunda en büyük adımını United Biscuits ile attı. 1830 yılında İskoçya’da kurulan Carr’s ile McVittie Price ve MacFarlane Lang’in 1948 yılında birleşmesinden doğan United Biscuits’in yedisi İngiltere’de olmak üzere dünya çapında toplam 14 fabrikası bulunuyor. Şirketin İngiltere’de 4.613, İngiltere dışında ise 2.558 olmak üzere 7.171 çalışanı var. Şirketin 2013 yılı sonu itibarıyla toplam satışları 1 milyar 146 milyon Pound. Yıldız Holding, United Biscuits’in lider konumda olduğu İngiltere’nin yanı sıra, Afrika ülkeleri, Hindistan, Fransa, Belçika ve Hollanda piyasasındaki pazar payını da arttırma fırsatı elde edecek. United Biscuits’in şu anda 20 ana markası bulunuyor. En ünlü markaları arasında McVitie’s, Jacob’s, Delacre, Twiglets, BN, Go ahead, Sultana, Penguin, Carr’s, Verkade, DeliChoc, Mini Cheddars ve Jaffa Cakes bulunuyor.
Bu vizyon ve öngörüsünden dolayı Murat Ülker’i takdir etmek lâzım. Onun sayesinde Türkiye artık gıda konusunda çok önemli bir dünya markasına sahip oldu. Murat Ülker’in bu yöntemini birçok işadamımızın örnek alması gerekiyor. Aksi durumda kendi küçük dünyalarında üç sene, beş sene, on sene daha yaşayıp, günün birinde piranha balığının birine yem olacaklar. Tıpkı iki asırlık İngiliz firmasını Ülker’in bir lokmada yuttuğu gibi…