(Article 130-21.01.2017)
Sibel Deniz Edmond uzunca süre Türkiye’de yaşayan eski bir FBI tercümanı.
ABD’nin Erdoğan’a nasıl baktığını anlamak için Edmond’un anlattıklarına kulak kabartmak gerekiyor.
Edmond diyor ki; “Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için bir şeytan, bir düşman haline dönüştü? CIA’nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı ve ardından bir gecede ortadan kaldırdığı bilenen bir gerçek. Aslında ABD ile Türkiye arasındaki temel sıkıntılar Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Ancak burada şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. CIA, 1997’den sonra Gülen’i oyuna dahil etti, Amerika’ya getirtti ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başındaki bir eve yerleştirdi. Gülen 15 yıldır ABD’de yaşıyor, 20-25 milyar dolarlık bir finansal ağı kontrol ediyor ve hiç kimse bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Gülen cemaati ve CIA, satın almalar yoluyla Türkiye’de büyük bir medya ağı kurdu. Polis teşkilatına, adalet sistemine ve askeri alanlara sızdı. Önce Gezi Parkı olayları patlak verdi. Gülen, Erdoğan’la arasındaki kavgada bu kalkışmayı bir fırsat olarak değerlendirmek istedi ve protestolara kendi cemaatinden insanları da soktu. Bu arada ABD ve Avrupa basınında eş zamanlı olarak Erdoğan “diktatör” lafları yayılmaya başlandı. Erdoğan’ın El Kaide ile ilişkisi olduğu ileri sürüldü.”
Tezgâh ne kadar açık değil mi?
Hedef ülkelerdeki medya ve yayın organlarını satın alma yoluyla ele geçir, Fethullah Gülen gibi kontrol edilebilecek bir tane satılık köpek bul, bu adamın kuyruğuna takabileceğin ne kadar it varsa hepsini yedir, içir, doyur, bu şerefsizi cilalamak için Papa’dan tut da Patrik hazretlerine kadar herkesin huzuruna çıkar, İslâm diniyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu meczubu “ılımlı İslâm” temsilcisi olarak tüm dünyaya lanse et, devletin tüm kılcal damarlarına yayılmasına olanak tanı, yeri geldiğinde bunlara referans olup ülke ülke dolaşmaları için gereken her türlü imkânı sun, ondan sonra gelsin darbeler gitsin isyanlar.
CIA’nin planı, Türkiye’yi bir model ülke olarak kullanmak ve diğer İslâm ülkelerini de aynı şekilde hizaya getirmek. Ortadoğu’da ılımlı İslam projesi yaratılacak, laiklik ve demokrasi safsataları ile hemen her ülkenin farklı düşünceye sahip toplumsal sinir uçları ateşlenmeye hazır dinamit fitili gibi gerektiğinde patlatılacaktı.
Erdoğan, Amerika’ya asla boyun eğmeyeceğini göstermek için, “milyarlarca dolarlık silah alımlarını sizinle değil, Çin’le yapacağım” açıklamasında bulundu. Bu açıklama ABD ve NATO’nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu ki, NATO ve ABD’li silah üreticilerini çileden çıkardı.
Erdoğan bir sonraki mesajını ise doğrudan doğruya Avrupa Birliği’ne verdi ve AB’ye girmek için yıllardır bekletildiklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığı için AB yerine Şangay Birliği’ne katılmak istediğini söyledi. Bu durum, yıllar boyu Batılıların elinde kukla olarak kalmış bir ülkenin sahibine karşı isyanından başka bir şey değildi.
İşte bunları yaptığı için Erdoğan birden bire son kullanım tarihi dolan lider konumuna geldi. Böyle bir durumda ABD’nin keseceği cezanın diğer ülkeler için de ibretlik olması gerekiyordu ki, başkaları aynı hatayı tekrar etmesin. Aksi takdirde Erdoğan’ın bu tavrı, Ortadoğu başta olmak üzere diğer ülkelerde domino etkisi yaratabilir, ortalık değişim yapabilecek liderlerle dolabilirdi. ABD ve AB açısından bu risk göze alınamazdı.
Gezi Olayları öncesinde CIA ve ABD derin devleti tarafından açık veya üstü örtülü şekilde Erdoğan’a şu seçenekler sunuldu;
- Pozitif seçenek: Bize biat edeceksin, ÇİN ve RUSYA ile yaptığın savunma sanayi görüşmelerinde geri adım atacaksın, İsrail ile ilişkilerini düzeltecek onu rencide edebilecek “One Minute” tarzı açıklamalardan kaçınacaksın, AB rotasından şaşmayacak Şangay’dan uzak duracaksın ve en önemlisi ipi bizim elimizde olan Gülen’e bulaşmayacaksın.
- Ilımlı seçenek: Sessizce istifa edip gideceksin, Türkiye’deki siyasi yapılanmalarda taraf olmayacaksın. Buna karşılık İngiltere’ye gitmene ve orada yaşamana izin vereceğiz.
- Kötü tercih: Bunları tercih etmeyip burnunun dikine gidecek olursan üçüncü seçenek devreye girecektir ki, bu durumda ya Kaddafi ve Saddam gibi yok edilirsin, ya da seni Taksim meydanında Gezi Parkı’nda öldürürüz. Hüsnü Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olacak olursan da seni İngiltere’de bir hapishaneye atarız, yaşamının geri kalanını orada sürersin.
Erdoğan’ın yakın geçmişte başına gelebilecekler en iyi ihtimalle bunlar olacaktı. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek’e sunulanlarla birebir aynı.
Kaddafi’nin sonu…
Libya’nın devrik lideri Kaddafi’nin yaralı olarak yakalandığında iki bacağından yaralı durumdaydı. Muhalif gruplar Kaddafi’yi bir dehlizde ele geçirdi ve onu döverek öldürdüler. Vahşice ve canavarca linç ettiler. Öldürülmezden önce “Bana yaptığınız haramdır, siz günah işliyorsunuz evlatlarım ben sizin babanızım, bu olamaz haram nedir bilmiyorsunuz?” diyecek kadar da şuuru ve sağlığı yerindeydi.
Kaddafi adalete teslim edilseydi büyük ihtimalle yine idam edilirdi. Ama onu idam eden mahkeme olurdu. Ayrıca mahkemede onun açıklayacağı bir sürü dosya vardı. Hangi ülkeye hangi rüşvetleri verdiğini, kimlerle gizli anlaşmalar yaptığını, onu şimdiye kadar iktidarda kimlerin tuttuğunu teker teker anlatırdı. Ancak olmadı. Yakın mesafeden kafasına ve karnına sıktılar, canlı girdiği ambulanstan ölü olarak çıktı.
Saddam’ın Hazin Ölümü…
Devrik lider Saddam Hüseyin bir sığınakta ele geçirildi ve hemen yargılanıp idama mahkum edildi. Temyiz mahkemesine başvurdu ancak sonuç beklenmeksizin hem de Kurban Bayramı’nın dördüncü günü idam edildi. Saddam Hüseyin’in Kurban bayramında hem de sabah namazından hemen sonra neden idam edildiğini hiç merak ettiniz mi?
Bu Amerika’nın tüm dünyadaki Müslümanlara bir gözdağıdır. Saddam’ın cesedinin üzerinde birkaç Şii’nin dans etmesine ne demeli? Dikkat edin Amerika asıl savaşı o zaman başlattı. Sünni ve Şii çatışmasını körükledi. Artık Şiilerle Sünnilerin çok büyük bir savaşa tutuşması an meselesidir. Saddam en büyük katliamını Halepçe’de Kürtlere karşı yaptı. Fakat o, bu yüzden asılmadı. Halepçe katliamının mahkemesi bile olmadı. Çünkü HALEPÇE katliamının arkasındaki güçler, kimyasal bombaların Saddam’a kimler tarafından verildiğinin ortaya çıkmasını istemediler. Saddam’ı konuşturmadılar bile.
Ya Erdoğan’ın sonu…
Erdoğan ise hem Başbakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı sırasında Batılıların hiçbir tehdidine boyun eğmedi gibi “Eyvallah” da demedi.
Erdoğan, büyük bir liderdir doğru.
Erdoğan, Türk milletinin ve bu coğrafyadaki tüm Müslümanların 100 yıldan beri beklediği liderdir bu da doğru.
Ama Erdoğan’ı Erdoğan yapan asıl faktörü hiçbir zaman unutmamak gerekiyor. O faktör; Türk halkının bizzat kendisidir.
Gezi Olayları, 17/25 Aralık Yargı ve Emniyet Darbesi ve son olarak 15 Temmuz 2016 Askeri Darbesi sırasında bu mümtaz halk, Erdoğan’ın “sokaklara dökülün” çağrısını yapmasından saatler öncesinde kendisini tankların önüne atmış, F16’lardan atılan füzelere göğsünü siper etmişti.
Geçmişte birçok kez başkanlık sistemine karşı olduğunu dile getiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 15 Temmuz darbesinin başarılı olması durumunda Türkiye’nin parçalanacağını gördüğü için Ekim 2016’da hükûmete çağrı yaparak Anayasa değişikliğine yeşil ışık yaktı. Bir aylık görüşmelerin ardından Aralık’ta teklif üzerinde anlaşmaya varan AK Parti ve MHP, böylece önerinin referanduma sunulması için gereken meclis sürecini başlattı.
20 Ocak 2017’de beşte üç oy sayısı olan 330’u aşarak 339 oy toplayan anayasa değişikliği teklifi meclisten geçerek referandum kararı verildi. Anayasa maddeleri değişikliğinin onaylanmasına ilişkin referandum oylaması muhtemelen Nisan ayının ortasında gerçekleşecek.
Benim kişisel tahminin Anayasa’nın %60 civarında EVET alarak kabul edileceği yönünde. Bunun altında oy alınırsa suçluyu dışarıda aramaya gerek, bunun sorumlusu AK Parti teşkilatlarının kendisi olacaktır.
Peki “Evet çıkacağı kanaatine nereden vardınız?” diye soracak olursanız, HDP, PKK, Kandil, FETÖ, CHP ve darbeye destek veren ABD ve Batılı ülkelerin “HAYIR” çağrısına Türk halkının şiddetli bir şekilde “YETER SÖZ MİLLETİNDİR” şeklinde cevap vereceği ve liderini hiç kimseye yem ettirmeyeceği.
Yeni Türkiye adım adım kuruluyor.
Biraz sabır, biraz çaba ve gayret ile bu işin de üstesinden geleceğiz inşallah.
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM