(Article 133-02.02.2017)
Türkçeyi anlamayan veya kullanmasını bilmeyenler, zaman zaman başka dillerle karşılaştırma yoluna gidip, kendi öz dilimizi fakir bir dil gibi göstermektedir.
Türkler, tarih boyunca çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, dünyanın farklı bölgelerinde devletler kurmuştur. Bu durum, kültürün taşıyıcısı ve en önemli göstergesi olan dile de yansımış, Türk dili ile diğer milletlerin dili arasında önemli birliktelikler kurulmuştur.
Arap ve Fars dillerinin Türkçe üzerinde niçin daha fazla etkili olduğunu anlayabilmek için, tarihî, sosyolojik ve kültürel faktörleri dikkate almak gerekir.
Türkçeyi yeterince tanımayanlar, İngilizce, Almanca gibi dillerin birkaç yüz binlik kelime varlığına karşılık Türkçenin 50-60 binlik bir kelime hazinesinin bulunduğunu, dolayısıyla fakir bir dil olduğunu savunurlar.
Türkçenin bilim dili olmadığını ve fakir bir dil olduğunu ileri sürenlerin ilk dayanak noktası, kelime varlığımızın yetersiz olduğu düşüncesidir. Sözlüğümüzün 50 bin civarındaki kelime sayısını İngilizce ile kıyaslayanlar, “Türkçe zengin bir dil değildir.” şeklindeki kanaatlerini ispatladıklarını zannederler. Oysa bir dilin gücünü, sadece o dildeki kelime sayısıyla ölçmek dil bilimi açısından doğru bir yol değildir.
1988 yılında Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı Türkçe sözlükte ortalama 60 bin sözcük bulunurken, Redhouse 1968’de 160 bin, Cambridge International Dictionary of English 1995’te 100 bin, Webster’s New World Dictionary 1970’te 80 bin İngilizce sözcük bulunmaktadır.
Kaşgarlı Mahmut’un XI. yüzyılda yazdığı Divan ü Lugati’t-Türk‘te yer alan Türkçe kelime sayısı 8624’tür. Oysa aynı dönemde hazırlanmış Lâtince-İngilizce sözlükte yer alan kelime sayısı sadece 3000’dir. Türkçedeki kelime sayısı, bu dönemde, İngilizcede bulunan kelime sayısının yaklaşık üç katı kadardır. Üstelik Kaşgarlı Mahmut, eserinde, canlı dilde yaşamayan ve Türkçe kökenli olmayan kelimelere yer vermediğini de belirtmiştir. Türkçenin ilim dili olamayacağı hususu, bilgisizlikten başka bir şey değildir.
Türkçe bütün olumsuzluklara rağmen, günümüz dünya dillerinin hiçbirisinden geride değildir. Kelime sayılarına dayalı bir karşılaştırma, Türkçenin yapı ve işleyişinden dolayı kelime ve kelime değerinde olan anlatım araçları sözlüklerde yer almadığı için gerçek ve doğru sonuçlar ortaya koymaz. Sözlükte yer almayan veya hepsi sözlüklerde yer almayan, ancak her biri diğer kelimeler gibi birer anlatım aracı olan Türkçenin gizli diyebileceğimiz çok geniş bir söz varlığı bulunmaktadır.
Türkçenin bilim dili olamayacağını iddia edenlerin içinde bulunduğu gaflet ve cehalet, Kurtuluş Savaşı döneminde İngiltere’nin veya Amerika’nın mandacılığını isteyenlerden kat kat ileridedir.
Aydınlarımızın bu tutumlarına karşılık, yabancıların kendi öz dillerine ilişkin hassasiyetleri, bizimle onlar arasındaki farkı açıkça gözler önüne sermektedir. Fransızlarca Ağustos 1994’de çıkarılan 94-665 Sayılı Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin Yasa’da; “Yabancı bir dilde yazılması zorunlu olan sözleşme, belge, bildiri gibi yazıların Fransızca çevirileri ya da özetleri de yer alacak; bu sözleşmelerde, yabancı dilden bir deyime ya da sözcüğe; bu deyim ya da sözcüğün aynı anlamda Fransızca bir karşılığı bulunuyorsa ve özellikle bu karşılık, Fransız dilinin zenginleştirilmesiyle ilgili tüzük hükümlerinin öngördüğü koşullara da uygun ise yer verilemez.” şeklinde ifade yer almaktadır. Bizde ise Yüksek Öğretim Kurulu’nun 2547 Sayılı Yasa Taslağı’nda yer alan puanlandırma sistemine göre; “Türk dili ile yazılan inceleme ve araştırma eserlerinin, sırf dili dolayısıyla ikinci sınıf bir değerlendirmeye tâbi tutuldukları” görülmektedir. Bu iki örnek, bugün dahi Türkçeye sahip çıkılmadığını ve insanların Türkçe’yi bilme ve kullanma hususundaki yetersizliklerinin suçunu Türkçenin üzerine attıklarını göstermektedir.
Türkiye Türkçesinin çeşitli dönemlerine ait bütün klâsik eserlerinde yer alan kelimeleri kapsayan sözlükler bile hazırlanmadan; Türkçenin kelime varlığını sadece bir dönemde yazı dilinde kullanılan kelimeleri içeren sözlüklerdeki sayıyla sınırlayıp, sonra da bunları başka dillerin bütün ağızlarındaki, bütün şivelerindeki, bütün klâsik eserlerindeki kelimeleri kapsayan sözlüklerdeki sayıyla karşılaştırmak doğru olur mu?
Dilimiz, tarih boyunca aydınlarımız tarafından çeşitli sebeplerle şuurlu bir yaklaşımla işlenmediği hâlde bugün hiçbir dünya dilinden daha geride değildir. Türkçenin bütün klâsik eserlerinde yer alan kelimelerini içeren eksiksiz bir sözlüğü hazırlanmamıştır.
Şimdi Türkçede sadece “yüz” kelimesiyle üretilen atasözü, deyim ve bileşik sözcüklere bir göz atalım ve bu dilin zengin veya fakirliğine öyle karar verelim; yüz bulmak, yüz bulunca astar istemek, yüz çevirmek, yüz etmek, yüz geri etmek, yüz göstermek, yüz kızartmak, yüz kızdırmak, yüz surat davul derisi (veya mahkeme duvarı), yüz sürmek, yüz takınmak, (bir şeye) yüz tutmak, yüz tutmak, yüzü sararmak, yüz verince astar istemek, yüz vermemek, yüz yapmak, yüz yazmak, yüz yüzden utanır, yüze çıkmak, yüze duramamak, yüze gelmek, yüze gülmek, yüze vurmak, (bir şeyin) yüzü açılmak, yüzü düşmek, yüzü asılmak, (bir şey) yüzü görmemek, yüzü gözü açılmak, yüzü gülmek, (birinin) yüzü kâğıt gibi olmak, yüzü kalmamak, yüzü karışmak (veya allak bullak olmak veya alabora olmak), yüzü kasap süngeriyle silinmiş, yüzü kireç kesilmek, yüzü kireç gibi olmak (veya ağarmak), yüzü kızarmak, yüzü olmamak, yüzü seçilmemek, yüzü sıcak olmak, yüzü suyu hürmetine, yüzü suyuna, yüzü soğuk olmak, (bir şeye) yüzü tutmamak, yüzü yazılı kalmak, yüzü yere gelmek (veya geçmek), yüzünden akmak, yüzünden düşen bin parça olmak, yüzünden kan damlamak, yüzünden okumak, yüzüne bağırmak, yüzüne bakamaz olmak, yüzüne bakılır olmak, yüzüne bakılacak gibi olmak, yüzüne bakılmaz olmak, yüzüne bakmamak, yüzünün derisi yere geçmek, yüzüne bakmaya kıyamamak, yüzüne bir daha bakmamak, yüzüne duramamak, yüzüne gözüne bulaştırmak, yüzüne gülmek, yüzüne hasret kalmak, yüzüne kan gelmek, yüzüne karşı, yüzüne su çarpmak, yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır, yüzüne vurmak (veya çarpmak), (birinin) yüzünü ağartmak, yüzünü buruşturmak (veya ekşitmek), yüzünü duvara yapıştırmak, yüzünü gören cennetlik, yüzünü görmemek, (birinin) yüzünü gözünü açmak, yüzünü güldürmek, yüzünü karartmak, yüzünü kara çıkarmak, yüzünü kızartmak (veya kızdırmak), (birinin) yüzünü kızartmak, yüzünü şeytan görsün, (birinin veya bir şeyin) yüzünü unutmak, yüzüne yazmak, yüzünü yere getirmek (veya geçirmek), yüzünün derisi kalın, yüzünüze güller,
yüz akı, yüzbeyüz, yüz görümlüğü, yüz göz, yüz havlusu, yüz kalıbı, yüz kaplama, yüz karası, yüz kızartıcı suç, yüz kiri, yüz ölçümü, yüz sabunu, yüzsuyu, yüzüstü, yüz yazısı, yüz yüze, yüze gülücü, yüze soğurma, yüzü ak, yüzü asık, yüzü kara, yüzükoyun, yüzü pek, yüzü yerde, yüzü yumuşak, arayüz, arka yüz, çatık yüz, dış yüz, eğri yüz, ekşi yüz, güler yüz, içyüz, iç yüz, kara yüz, paralel yüz, ters yüz, o yüzden, şu yüzden, gökyüzü, ters yüzü, yeryüzü, yorgan yüzü, eli yüzü düzgün, eli yüzü temiz.
Şimdi de Türkçede “göz” kelimesiyle üretilen atasözü, deyim ve bileşik sözcüklere bir göz atalım;
göz açamamak, göz açıp kapayıncaya kadar, göz açtırmamak, göz alabildiğine, göz ardı etmek, göz atmak, gözaydın etmek, gözaydına gelmek, gözaydına gitmek, göz boyamak, göz değmek, göz dikmek, göz doldurmak, göz doyurmak, göz etmek, göz gezdirmek, göz gördüğünü ister, göz göre göre, göz görmeyince gönül katlanır, göz görür, gönül katlanır, göz gözü görmemek, göz kamaştırmak (veya almak), göz kaş süzmek, göz kesilmek, göz kırpmadan, göz kırpmak, göz kırpmamak, göz koymak, göz kulak olmak, göz (veya gözünün) kuyruğuyla bakmak, göz süzmek, göz (veya gözünün) ucuyla bakmak, göz ucuyla görmek, göz ucuyla süzmek, göz var, izan var, göz yıldırmak, göz yummak, göz yummamak, gözden çıkarmak, gözden (veya gözünden) düşmek, gözden geçirmek, gözden gönülden çıkarmak, gözden ırak olan gönülden de ırak olur, gözden ırak tutmak, gözden ırak tutulmak, gözden (veya gözünden) kaçırmak, gözden (veya gözünden) kaçmak, gözden kaybetmek, gözden kaybolmak, gözden nihan olmak, gözden (veya gözünden) sürmeyi çalmak (veya çekmek), gözden uzaklaşmak, gözden uzak tutmak, göze almak, göze batmak, göze çarpmak, göze diken olmak, göze gelmek, göze girmek, göze görünmek, göze görünmemek, göze yasak olmaz, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek, gözle yemek, gözleri bayılmak, gözleri berraklaşmak, gözleri buğulanmak (veya bulutlanmak), gözleri çivilenmek, gözleri çakmak çakmak (olmak), gözleri çukura gitmek (veya kaçmak), gözleri dolmak (veya dolu dolu olmak), gözleri dönmek, gözleri fıldır fıldır olmak, gözleri fıldır fıldır etmek, gözleri ışıklı (olmak), gözleri kan çanağına dönmek (veya kanlanmak), gözleri kapanmak, gözleri parlamak (veya parıldamak), gözleri sulanmak, gözleri süzülmek, gözleri şıldır şıldır dönmek, gözleri takılıp kalmak, gözleri velfecri okumak, gözleri yaşarmak, gözleri yuvalarından (veya evinden) fırlamak (veya uğramak), gözlerinde şimşek çakmak, gözlerinden okumak, gözlerine inanamamak, gözlerine mil çekmek, gözlerini bayıltmak, gözlerini belertmek, gözlerini bitirmek, gözlerini devirmek, gözlerini fal taşı gibi açmak, gözlerini kaçırmak, gözlerinin içi gülmek, gözlerinin içine kadar kızarmak, gözü (veya gözleri) açılmak, gözü akmak, gözü alışmak, gözü almamak, gözü arkada kalmak, gözü bulanmak, gözü büyükte olmak, gözü çıkasıca, gözü dalmak, gözü değmek, gözü doymak, gözü dönesi, gözü (veya gözleri) dönmek, gözü dumanlanmak, gözü dünyayı görmemek, gözü gibi sakınmak (veya saklamak veya esirgemek), gözü gibi sevmek, gözü gitmek, gözü gönlü açılmak, gözü görmemek, (birini veya bir şeyi) gözü görmez olmak, gözü göz değil, gözü hiçbir şey görmemek, gözü ısırmak, gözü ilişmek, gözü (veya gözleri) kamaşmak, gözü kalmak, gözü (veya gözleri) kararmak, gözü (veya gözleri) kaymak (veya kaçmak), gözü kesmek, (birini veya bir şeyi) gözü kesmemek, gözü kızmak, gözü korkmak, (bir şeyin) gözü kör olsun, gözü (veya gözleri) okşamak, (bir şeyde) gözü olmak, gözü (veya gözleri) (bir şeyde veya bir şeyin üzerinde) olmak, (bir şeyde) gözü olmamak, gözü sönmek, (birinden) gözü su içmemek, gözü (veya gözleri) takılmak, gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz, gözü toprağa bakmak, (birini veya bir şeyi) gözü tutmak, gözü uyku tutmamak, gözü (veya gözleri) üstünde kalmak, gözü yememek, gözü yılmak, gözüm!, gözüm çıksın (veya kör olsun), (birini) gözüm görmesin, gözün aydın!, gözün görsün, (birinin) gözünde, gözünde büyümek, gözünde büyütmek, (bir şey birinin) gözünde olmamak, gözünde (veya gözlerinde) şimşek (veya şimşekler) çakmak, gözünde tütmek, gözünden kıskanmak, gözünden (veya gözlerinden) uyku akmak, gözünden (veya gözlerinden) yaş (veya yaşlar) boşanmak, gözüne (veya gözlerine) bakmak, gözüne batmak, gözüne çarpmak, gözüne diken olmak, gözüne dizine dursun, (birinin) gözüne girmek, gözüne hiçbir şey görünmemek, gözüne ilişmek, gözüne karasu inmek, gözüne kestirmek, gözüne sokmak, gözüne uyku girmemek, gözünü (veya gözlerini) açmak, (birinin) gözünü açmak, (bir kadın bir erkekte) gözünü açmak, (bir yerde) gözünü açmak, gözünü ağartmak, gözünü alamamak, (bir şey) gözünü almak, gözünü ayırmamak, (birinin bir şey) gözünü bağlamak, (bir şeyin) gözünü çıkarmak, gözünü daldan budaktan (veya çöpten) esirgememek (veya sakınmamak), gözünü (veya gözlerini) dikmek, gözünü doyurmak, gözünü dört açmak, gözünü (veya gözlerini) duman bürümek, gözünü gözüne dikmek, gözünü hırs bürümek, gözünü hırsı bürümek, gözünü (veya gözlerini) kan bürümek, gözünü (veya gözlerini) kapamak, gözünü karartmak, gözünü (veya gözlerini) kırpmadan, gözünü kin bürümek, (birinin) gözünü korkutmak, gözünü (veya gözlerini) oymak, gözünü sevda (veya aşk) bürümek, gözünü sevdiğim, gözünü seveyim, gözünü toprak doyursun, gözünü üstünden ayırmamak, gözünü yıldırmak, gözünü yummak, (bir şeye) gözünü yummak, gözünün bebeği gibi sevmek, gözünün çapağını silmeden, gözünün içine baka baka, gözünün (veya gözlerinin) içine bakmak, gözünün üstünde kaşın var dememek, (birinin) gözünün yaşına bakmamak, gözünün önüne gelmek, gözünün önünü görmemek, (bir şeye) gözüyle bakmak, gözüyle görmek, gözüyle (veya gözleriyle) tartmak, göz açıklığı, göz akı, göz alıcı, gözaltı, göz altı, göz aşısı, göz aşinalığı, göz bağcı, göz bağı, göz bankası, göz banyosu, göz bebeği, göz bilimi, göz boncuğu, gözdağı, gözdemiri, göz dikeği, göz dişi, göz doktoru, göz emeği, göz erimi, göz etçiği, gözevi, göz göz, göz göze, göz hakkı, göz hapsi, göz kadehi, göz kamaştırıcı, göz kapağı, göz kararı, göz kesesi, göz memesi, göz merceği, göz nuru, göz önü, göz pencere, göz pınarı, göz sevdası, göz taşı, gözyaşı, göz yoklaması, göz yuvarı, göz yuvası, göz zarı yangısı, göze göz, gözü aç, gözü açık, gözü bağlı, gözü dışarıda, gözü doymaz, gözü gönlü tok, gözü kapalı, gözü kara, gözü keskin, gözü pek, gözü sulu, gözü tok, gözü yolda, gözü yüksekte, açgöz, açıkgöz, aynagöz, camgöz, cam göz, cingöz, çekik göz, dört göz, eski göz ağrısı, gümüş göz, ilk göz ağrısı, karagöz, Karagöz, kem göz, kene göz, kötü göz, lokma göz, paragöz, patlak göz, petek göz, sarıgöz, sulu göz, süzgün göz, tepegöz, uyur göz, yalıngöz, yüz göz, balıkgözü, devegözü, horozgözü, kartalgözü, kedigözü, kemer gözü, koltuk gözü, koyungözü, kuşgözü, malın gözü, mandagözü, öküzgözü, palamar gözü, sığırgözü, torpido gözü, turnagözü, tütsü gözü, gündüz gözüyle, çıplak gözle, bu gözle, halkalı gözler, tepegözler.
Yapısı dolayısıyla anlatım gücünü artıran ögelerin pek çoğu göz ardı edilmekte, sözlüklerde bu unsurlara yer verilmemektedir. Yanlış bir yaklaşımla Türkçeyi kelime sayısı bakımından yabancı dillerle karşılaştırmak ve sonuçta Türkçenin fakir bir dil olduğunu iddia etmek, yanlış bilgilere dayalı değerlendirmelerdir.
Yukarıda örnek verilen “yüz” ve “göz” kelimelerinin deyim ve bileşik sözcüklerini, kendi dillerinde izah edebilmeleri için İngiliz ve Fransız filologların aylar boyu çalışması ve herhalde 30-40 sayfalık yeni bir sözlük hazırlamaları gerekir.
Evet! Şimdi ne diyorsunuz? Türkçe ne kadar fakir! bir dilmiş değil mi?
Dr. Mehmet Hakan Sağlam