(Article 001-15.07.2005)
Şimdi farklı bir Türkiye hayâl edin. Yıl önemli değil…
Türkiye’nin Güneydoğu noktasında Kürtlerin oluşturduğu henüz iki yaşında yeni bir devlet: Kuzey Kürdistan. Üstelik bu devletin kuruluşuna Türkiye Cumhuriyeti izin ve onay vermiş durumda.
Eski ismiyle Diyarbakır şimdiki ismiyle Amed ülkenin başkenti. Şırnak, Hakkâri, Batman, Siirt, Bitlis, Van, Muş ve Bingöl bu yeni devletin diğer şehirleri. Türkiye’den ayrılan bu dokuz vilayette on milyona yakın insan birikmiş durumda. Kentlerin nüfusu ya bir milyonun altında ya da biraz üstünde. Türkiye’nin geri kalan 72 vilayetinde tek bir Kürt kalmamış. Bundan iki yıl önce çıkartılan Mübadele Kanunu ile Kürdistan ve Türkiye halkları yer değiştirmiş. İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Gaziantep gibi birçok metropol de artık tek bir Kürt yok.
1984-2013 arası dönemde PKK ve onun siyasi uzantısı durumundaki partiler “özerklik” ya da “bağımsızlık” gibi kelimeleri dile getirdiğinde şiddetle karşı çıkan Türkler, artan terör olayları ve peş peşe verilen şehitlerden sonra bir gün ansızın “haydi bölünelim” dedi ve her şey iki yıl içinde nihayete erdi.
Mübadele Kanunu’nu ilk defa okuyanlar aslında bu kanunun ne tür sonuçlara yol açacağını tahmin bile edememişti. Her şey o kadar çabuk ve o kadar seri gerçekleşti ki çoğu insan “Toplum bölünmeye bu kadar mı hazırdı acaba?” demekten de kendini alamadı.
Özgürlük ve bağımsızlık gibi kavramların Kürtler arasında yaygınlık kazanması kırk yıl gerektirirken, Türk halkının bu isteklere olumlu yanıt vermesi için iki yıl yetti de arttı bile. Türklerin bu kararı almasında hiç şüphesiz PKK’nın uzun süreli saldırıları, şehir eylemleri, yakıp yıkılan kamu binaları, çoluk çocuk gözetilmeksizin gerçekleştirilen molotof saldırıları oldukça etkili oldu. Türk mahkemeleri yerine PKK’nın yerel mahkemelerini tercih eden, devlete elektrik ve su parası ödemeyen, sıkça Türk bayrağı yakan Türkiye Kürtlerini zorla bir arada tutmanın pek de bir anlamı da kalmamıştı zaten.
Güneydoğu’nun dokuz kentine sıkışıp kalan Kürtler ise siyasi ve ekonomik açıdan tamamen izole edilmiş durumda. Tek bağlantıları Kuzey Irak Kürdistanı. Üstelik Türkiye’de kaçak durumda yaşayan ve yakalandıkları anda sınır dışı edilen Kürtlerden dolayı Türkiye Kürdistanı’nın nüfusu giderek artmakta. Mübadele Kanunu ise tüm Kürtleri fakirleştirmiş. Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşayan milyonlarca Kürt yasa gereği 15 gün içinde tüm varını yoğunu geride bırakıp Kürdistan’a giderken yılların birikimi olan arsa ve arazilerini, işyerlerini, menkul ve gayrimenkullerini geride bırakıp gitmek zorunda kalmış. Tabi aynı sıkıntıyı Kürdistan’ı terk etmek zorunda kalan Türklerde yaşamış ama Kürtlerin kaybı oldukça fazla.
Sadece mal mülk değil insanlar ve aileler bile bölünmüş. Kürdistan şehirlerinde nüfusa kayıtlı iken kaydını Türkiye’ye aldıranlar, evlenme dolayısıyla nüfus kaydı değişen Kürtler ve Türkler bile mübadeleye konu olmuş. Şimdi hem Türkiye’de hem Kürdistan’da bitmek bilmeyen bir sürek avı başlamış. Kürtler Türkleri, Türkler Kürtleri ihbar ediyor ve sınırda sürekli olarak insan değişimi yaşanıyor.
Özerklik ve bağımsızlık kavramlarını çok sık dile getiren ve bu iki sihirli sözcüğü duyunca işaret ve orta parmaklarını gururla havaya kaldırıp zafer işareti yapan Kürtler ise, ayrılığın ne olduğunu aslında mübadeleden sonra daha iyi anlamış durumda. Ülkede yoksulluk ve işsizlik had safhada. Düne kadar İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin büyük şehirlerinde lüks ve refah içerisinde yaşayan Kürt zenginler ise, şimdilerde Şah döneminin kuruşa muhtaç İranlı zenginleriyle aynı kaderi paylaşmakta. Tüm birikimlerini geride bırakarak Kürdistan’a göç etmek zorunda kalan bazı Kürt zenginleri, şimdilik başkent Diyarbakır’ın lüks semtlerinde yaşamakta. Türk mahkemeleri ise oldukça yoğun bir şekilde boşanma davalarına bakıyor. Zira her iki ülkede de Kürt veya Türk asıllı çocukların okula kaydı mümkün değil. Eşi Kürt veya Türk olan herkes, çocuklarıyla beraber ülkeyi terk etmek zorunda. Türklerin Kürdistan’a gitmek gibi bir derdi yok ama Kürtler için durum tam tersi.
Ekonomik farklılıklar had safhada. Bölünmeden önce kişi başı milli gelirin 15 bin dolar olduğu Türkiye’de bölünmeden sonra bu rakam 30 bin doları aşmış durumda. Kürdistan’da ise milli gelir taş çatlasa 400-450 dolar seviyesinde. İşleyen tek tük fabrikanın ürettiği malın alıcısı ise neredeyse yok gibi bir şey. Girip de çıkmayacaklarını bildiklerinden Kürdistan pasaportu taşıyanlara hiçbir ülke vize vermiyor. Çalışmak amacıyla Türkiye’ye kaçak yolla girenlerin Türkiye’de iş bulması ise zaten mümkün değil çünkü Türkler artık Kürtlere iş vermiyor.
Kürdistan’da sosyal güvenlik sistemi diye bir şey kalmamış. Bölünme öncesi Türkiye Cumhuriyeti devletinden emekli maaşı alan veya yeşil kartıyla her türlü sağlık gereksinimini rahatlıkla karşılayan insanlar şimdi çaresizlik içerisinde. Güvenlik konusu ise ayrı bir sorun. Her iki ülke de kendi ordusunu yenilemiş durumda. Sınır çekilince taraflar belli olmuş hedefler belirginleşmiş. Türk ordusu kendi topraklarına Kürdistan’dan en ufak bir saldırı veya sızma olduğunda en sert ve seri şekilde karşılık veriyor.
Abdullah Öcalan serbest bırakılmış. Başkent Diyarbakır ve diğer şehirlerde Atatürk heykellerinin yerini Abdullah Öcalan’ın, Atatürk Caddesi ve Atatürk Bulvarı gibi yerlerin ismini ise yine Öcalan ve Kürt Özgürlük mücadelesinin önde gelenlerinin ismi almış durumda. Kürdistan Devlet Başkanı Abdullah Öcalan, Kuzey Irak Kürdistanı ile birleşmeye çalışıyor, ancak Kuzey Irak bu talebe sıcak bakmıyor. Zira bölgesel gelişmişlik farklılığı had safhada. Kuzey Irak’ta kişi başı milli gelir yaklaşık 15 bin dolar seviyesinde, Türkiye ilişkileri had safhada ve problemli bir yapıyla birleşme gibi bir arzuları da yok. Kuzey Irak’ın tüm petrol ve doğalgazı Türkiye üzerinden dünya piyasalarına arz ediliyor. Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Türkiye ile ilişkileri bozulur endişesiyle Türkiye Kürdistanı ile ilişki kurmaktan özellikle imtina ediyor.
Türk ordusu profesyonel bir yapıya kavuşmuş. Sınırda yüksek teknolojiye dayalı güvenlik duvarı oluşturulmuş. Termal kameralar ve özel güvenlik birimleri sınırda kuş uçurtmuyor. Sınır taşları ve tabelalar olmasa bu sınırı İsrail ile Batı Şeria’yı birbirinden ayıran sınırdan ayırt etmek mümkün olmayacak.
Kürtlerden arındıktan sonra işsizlik oranı neredeyse yok denecek seviyeye gerileyen Türkiye’de ise ekonomi oldukça canlanmış. 1984-2010 arası döneminde teröre yaklaşık 400 milyar dolar para harcayan Türkiye’nin yıllık savunma harcamaları, bölünmeden sonra hızla gerilemiş ve 25-30 milyar dolar düzeyinden tek haneli rakamlara inmiş durumda.
Amid Havalimanı’na tek tük inen bazı ülke uçakları ise şimdilik sadece diplomatik ilişki kurmaya gelen ülke temsilcilerini taşıyor. Kürdistan halkı PKK’ya oldukça tepkili. Özgürlük denen şeyin kendilerine fakirlik, yokluk ve acı sunacağını düşünmüyorlarmış. İstanbul’da doğup büyüyen ve tek kelime Kürtçe bilmeyen Ahmet isimli biri “Halbuki Türkiye’den ayrılıp Kürdistan’ı kurduğumuz gün sevinçten sabahlara kadar halay çekip havaya yüzlerce kurşun sıkmış, meydanda yüzlerce Türk bayrağı yakmıştık” diyor. Sevinçten herkesin birbirine sarıldığını, sarı kırmızı yeşil Kürdistan bayrağını boyunlarına sarıp hüngür hüngür ağladıklarını anlatıyor. “Sonra bir daha asla Türkiye’ye dönemeyeceğimi anladım. Kendimi bir anda Diyarbakır’da buldum, hiçbir şeyim yok işsiz kaldım ne yapacağımı bilmiyorum” değip ağlamaya başlıyor. Diyarbakır sokaklarında üç aşağı beş yukarı herkesin hikâyesi aynı. İnsanlarda müthiş bir ümitsizlik, moralsizlik var. Hiç kimse yarın ne olacağını, ne yapacağını bilmiyor.
PKK ve onun lider kadrosunda yer alanlar bu yeni devletin hemen her aşamasında söz sahibi. Henüz iki yıl önce Kürdistan’ın kuruluş coşkusunu birlikte yaşayan insanlar, bugün gittikçe derinleşen ve çeşitlenen sorunlarla karşı karşıya. Dokuz vilayete sıkışıp kalan on milyon Kürt yeni bir devletin karşılaşabileceği hemen her sorunu en ağır şekilde yaşıyor. Hiçbir işi olmayan milyonlarca genç ülkesini terk etmenin ve başka bir ülkeye gitmenin hayâlini kuruyor.
Bölünmeden dolayı Türkiye’de çok fazla bir sorun yok. Türk halkı dostla düşmanın belli olmasından ve safların belirginleşmesinden dolayı oldukça memnûn. “Artık silah sıkılırsa hedef belli” diyenler çoğunlukta. Eskiden Kürtlerin tekelinde olan pek çok iş kolu Türkler tarafından hemen doldurulmuş durumda. Kürtlere ait iken devlet tarafından kamulaştırılan her türlü menkul ve gayrimenkuller ise şimdilerde Milli Emlak tarafından haraç mezat satılıyor ve Türklerin eline geçiyor. Laleli ve Aksaray’daki oteller, tekstil fabrikaları, entegre tesisler, nakliye şirketleri, benzin istasyonları birer ikişer Türk yatırımcılara satılıyor. Herkes durumundan memnûn. Devlet hazinesi ise 72 ilin tamamında kendisine intikal eden Kürt menkul ve gayrimenkullerinin satışından elde edilen gelirler sayesinde rahatlamış durumda. Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’ne ait bonolar tüm dünyada revaçta. Bölünme stresinden uzaklaşmış ve terörden arınmış bir Türkiye’ye dünyanın hemen her tarafından yatırımcılar akın ediyor. Ülkede yeni cazibe merkezleri ve yeni metropoller oluşuyor. Kürdistan şehirlerinden göç etmek zorunda kalan Türklere ise Türkiye tarafından muadili mallar dağıtılmış durumda.
Kürdistan ise tam bir şok yaşıyor. Bugüne kadar sadece eleştiren PKK ve onun siyasi uzantıları ise gittikçe artmaya başlayan talepleri karşılayamamanın sıkıntısını yaşıyor. Halk infial içerisinde. Maaşlar ödenemiyor, hemen hiçbir sağlık hizmeti verilmiyor. Üretim ise neredeyse yok denecek seviyede. Düne kadar bölünme sarhoşluğu yaşayan insanlar ise “Neden, niçin ve ne uğruna bölündük?” sorusunu bugün sık sık kendisine soruyor.
Başkanlık sisteminin uygulandığı Kürdistan’da hemen her şey Abdullah Öcalan’ın kontrolünde. Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermek uğruna yakıp yıkılan altyapı yatırımlarını onarmak ve tekrardan çalışır duruma getirmek ise neredeyse imkânsız gibi bir şey. Kuzey Irak Kürdistanı’na sahip olduğu petrolden dolayı her türlü krediyi şimdilik veren yabancı finans kuruluşları Türkiye Kürdistanı’na şu an uğramıyor bile.
Ülkenin ulusal para birimi Kürdistan Dinarı. Ama bu paranın pek bir geçerliliği yok. Kürdistan Devlet Başkanı Abdullah Öcalan’ın kendi militanlarını denetlerken dağda çekilmiş bir fotoğrafının yer aldığı üzeri bol sıfırlı Kürtçe ve Türkçe basılmış bir para. Maaşlar ve devlet harcamaları bu paralarla yapılıyor. İhracat ise neredeyse yok denecek seviyede. Türk Lirası Kürdistan’da geçiyor ancak, Kürt Dinarı’nı Türkiye’de kabul eden yok. İlaç ve benzin gibi zorunlu mallar Kuzey Irak’tan temin ediliyor ancak oldukça sınırlı miktarda ve olabildiğince pahalı. Kürdistan araba ve araç mezarlığına dönmüş durumda. Bu haliyle Afganistan veya Bengladeş’ten hiçbir farkı yok. Kürdistan’ın hemen her şehri adeta siyah beyaz fotoğraftan çıkmış 100 yıl öncesinin herhangi bir Ortadoğu kasabası görünümünde. Çalışan hemen her alet ve makine bozulduğu veya ömrü dolduğu anda bir daha çalışmıyor. Ülkede yan sanayi ve yedek parça üretimi yok.
Bazı kişiler kendi aralarında gizliden gizliye Türkiye’ye yeniden bağlanmayı konuşuyor. Hatay’ın Türkiye’ye ilhakının ne şekilde gerçekleştiğini inceleyenler de yok değil. Hatta bu amaçla bazı düşünürler ve sınırlı sayıdaki Kürt yazarları makaleler yazıyor. Ancak doğrudan doğruya Başkan’a bağlı Kürt İstihbarat Teşkilatı (KİT)’nın şerrinden korktukları için bu makalelerin dozajı şimdilik oldukça düşük düzeyde.
Murat Karayılan Kürdistan’ın ilk Genelkurmay Başkanı. Ancak gerilla yapısından düzenli ordu sistemine geçmeye çalışan Kürt Ordusu oldukça sıkıntılı bir süreçle karşı karşıya. Başıboş ve kendine buyruk yapılar halen mevcut. Hatta bazıları Türkiye’ye sızma ve saldırı girişiminde bulunabiliyor. Ancak bu tür terörist saldırılara Türk jetleri ve topçu birliklerince en sert şekilde karşılık veriliyor.
Kürdistan ve Türkiye karşılıklı olarak birbirlerinin sınırını tanımış ve iki ülke arasında terörizmle mücadele konusunda her türlü anlaşma parafe edilmiş durumda. Kürdistan’ın en önemli gelir kaynağı eskisi kadar olmamakla birlikte yine uyuşturucu trafiği. Ancak bu ticaret artık çok rahat yapılamıyor. Afganistan ve İran yoluyla Kürdistan’a giren ve eskiden İstanbul üzerinden Avrupa’ya ulaşan uyuşturucuyu Türkiye-Kürdistan sınırından geçirip aynı güzergâhı kullanarak Avrupa’ya ulaştırmak artık hiçte kolay değil. Çünkü güvenlik en üst seviyede, ayrıca eskiden bu uyuşturucu trafiğine göz yuman Türk güvenlik mensupları da artık ortada yok. Söz konusu malları Suriye üzerinden Avrupa’ya ulaştırmak ise zaten olası değil.
Türkiye Cumhuriyeti pasaportları iptal edilen yurtdışındaki Kürtler ise tam bir kimlik bunalımı yaşıyor. Başkan’ın baskısından daha uzakta ve neticede daha rahat konumda durumda bulunan Yurtdışı Kürtler yeniden Türkiye’ye bağlanma konusunda daha istekli ve bu amaçla dernek ve vakıflar kurup yeniden kamuoyu oluşturma gayesinde. Süresi biten ve Kürtlere ait olan T.C. pasaportları Türk konsolosluklarınca temdit edilmiyor ve anında delinerek iptal ediliyor. Birçok ülke bu kişileri ya sınır dışı ediyor ya da geçici seyahat belgesi veriyor. Kürdistan Başkanı ve yönetimi ise Yurtdışı Kürtlerin bu tür girişimlerinden oldukça rahatsız. Türkiye’ye bağlanma konusunda aşırı çaba sarf eden bu insanlar (Başkan’ın değimiyle ajanlar), PKK ve KİT’in Avrupa teşkilatları tarafından birer ikişer infaz ediliyor. Benzer infazlar ve faili meçhuller Kürdistan’ın kendi içinde de yaşanmıyor değil.
Türk Ordusu geri çekilme sürecinde kendine ait tüm askeri lojistik ikmal yollarını, binaları, köprü, geçit ve demiryollarını imha ettiğinden Kürdistan’ın altyapı olanakları neredeyse tamamen çökmüş durumda. Uluslararası iletişim olanakları ise oldukça sınırlı. Sabit ve mobil telefon hatları ise işlemez durumda. Okul, hastane, sağlık ocağı gibi tesisler hizmet vermiyor. Buralarda çalışacak personel var ama maaş ödemesi yapacak kurum yok. Kürtler arasında eğitim seviyesi oldukça düşük. Kürt Ulusal Meclisi’nde bölge milletvekilleri arasında tartışmalar ve gerginlikler oldukça yaygın. HDP en büyük Kürt partisi konumunda. Buna karşılık Türkiye ile yeniden birleşmeyi savunan azınlık partileri de yok değil. Ancak Türkiye Cumhuriyeti kendini bu tartışmaların oldukça dışında tutuyor ve muhatap olmuyor. Türkiye Cumhuriyeti hükümet yetkilileri ise zaman zaman kendilerine yöneltilen Kürdistan cephesindeki bu birleşme sorularını ya cevapsız bırakıyor ya da açıklamalar; “Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir devletin toprağında gözü olmadığı” şeklindeki ulusal stratejiyi tarif eden olağan söylemlerle sınırlı kalıyor.
Kürdistan’ın şehir ve sokakları ise yoksullukla mücadele eden, dostlarından ve yakınlarından ayrılmış yüzbinlerle dolu. Hemen her köşe başında ağlayan, feryat eden insanları görebilmek mümkün. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Antalya’da, Mersin’de refah içerisinde yaşarken kendini bir anda Hakkâri’de Batman’da Şırnak’ta, Diyarbakır’da bulan insanlar, bugün karnını doyuracak bir parça ekmek bulmanın derdinde. “Bu da geçer” diyenler yok değil ama bu konudaki ümitler o kadar zayıf ki. Kürdistan’da petrol, doğalgaz, sanayi ve ticaretten eser yok. 1915 sonrasında Ermenilerin boşalttığı köy ve şehirleri adeta talan eden Kürt varlığından, tarih adeta intikam alıyor.
Kürdistan tüm bu eksikliklere rağmen kendi devlet mekanizmasını oluşturma gayreti içerisinde. Mahkemeler, yasama ve yürütme organları birer ikişer şekilleniyor. Nüfus kanunundan, icra iflâs kanununa kadar hemen her kanun peş peşe çıkartılıyor daha doğrusu çıkartılmaya çalışılıyor. Kanun ve yönetmeliklerin neredeyse tamamı Türkiye Cumhuriyeti kanunlarından örnekleniyor. Bakanlık ve müsteşarlıklar oluşturulurken dış ilişkilerin geliştirilmesine de özel bir önem veriliyor. Türkiye’yi zora sokma noktasında PKK’ya her türlü desteği veren Batılılardan ise tek bir ses yok. Rolünü iyi oynayamayan ve Türkiye’yi zora sokacağı yerde ondan ayrılarak terör problemini sona erdiren Kürdistan’ın dost bulması hiç de kolay görünmüyor.
Kendilerini Kuzey Irak Kürdistanı ile karşılaştırma hatasına düşen Türkiye Kürtleri sonuçta yapayalnız. Türkiye Kürdistanı’nı bazı ülkeler doğrudan tanırken, bazıları ise Türkiye ile var olan stratejik ilişkilerini ön planda tutarak geri planda kalmayı tercih ediyor.
Kürdistan’ın sınırlı sayıdaki yeraltı zenginliğinin başında mermer üretimi geliyor. Ancak PKK’nın yıllar boyu süren baskı, tehdit ve haraç talepleri bu konudaki yatırımları engellemiş, halen de engellemekte. Kürdistan’ın kurulmasını müteakip düzenli ordu içerisinde yer almasına karar verilen PKK mensupları ise başlı başına bir problem. Bu gruplar kimsenin lafını dinlememekte. Geniş bir coğrafyaya yayılan küçük ve dağınık yerleşim birimleri ise başıboş grupların rahatlıkla at koşturmasına olanak tanımakta. PKK’ya karşı geçmişte şiddetle mücadele veren korucu aşiretlerle milliyetçi Kürtler arasındaki mücadele ise oldukça kanlı geçmekte. Bağımsız bir Kürdistan’ın belki de en fazla ezilen ve haksızlığa maruz kalan insanları korucu aşiretler. Kendi topraklarında kendi insanları ile mücadele etmek zorunda kalan bu aşiretler, aşiretin gücüne ve büyüklüğüne bağlı olarak sadece günü kurtarıyor fakat çoklukla da sorgusuz sualsiz infazlara maruz kalıp ortadan kaldırılıyor.
Eğitim konusu ise gerçekten içler acısı. Düne kadar zaten çok zor şartlar altında eğitim hizmeti veren okulların kapısına kilit vurulmuş. PKK tarafından yakılıp yıkılan okul ve hastane binalarının tamiratı bile yapılamıyor zira para yok. Eğitmen yokluğundan dolayı uzun süre kapalı kalacak okullar, bir neslin eğitimden mahrum kalmasına sebep olacakmış gibi görünüyor. Daha da önemlisi ülkede Kürtçe eğitim materyali yok. Devletin resmi dili Kürtçe olmasına rağmen halkın neredeyse %60’ı Kürtçeyi bilmiyor, bilenlerde ancak konuşma düzeyinde. Ders kitaplarının Kürtçeye tercüme edilmesi, ilköğretim, lise ve üniversite hocalarının yetiştirilmesi başlı başına bir problem. Benzer şekilde cami, mescit ve diğer ibadethanelerde düzenli düzensiz hizmet veriyor. Pek çoğu farklı dini grupların etkisi altında kalan aşiretler, birbirlerinin camisine bile gitmiyor. Bu ülkede artık “Türk’ün” değil “Kürd’ün Ateşle İmtihanı” söz konusu.
Bölünme öncesinde adeta yolgeçen hanı konumunda olan İran, Irak ve Suriye sınırları ise artık sıkı bir duvar konumunda. Türkiye sınırını koruma konusunda pek başarılı olamayan İran’ın kendince tehlikeli gördüğü Türkiye Kürdistanı’na ait sınırı koruması oldukça kolay. Aynı şey Suriye içinde söz konusu. Kürtlerin en rahat giriş çıkış yapabildiği tek nokta Kuzey Irak Kürdistanı. Bölünme öncesinde adeta bir Kürt şehri konumuna gelmiş olan Mersin ise Kürtlerin elinden uçup gitmiş. Akdeniz’e inme hayâlleri bir daha gerçekleşmemek üzere sona ermiş. Giresun’da fındık, Adana’da pamuk toplayan ve geçimini bu işten sağlayan Kürtlerin yerini ise Türkler almış.
Terör stresinden kurtulan ve savunma harcamalarını minimum seviyeye çekmiş Türkiye’ye karşılık, Ortadoğu çıkmazında yalnızlığa ve yoksulluğa mahkûm bir Kürdistan.
Bu arada Türkiye kendi konumunu Ortadoğu ekseninde güçlendirme gayesinde. Kürdistan sınırları içerisinde kalan karayolları ve demiryolları Suriye ile yapılan ikili anlaşmalarla alternatif eksenlere kaydırılmış. Türkiye Kürdistanı adeta bir kamyon mezarlığı haline gelmiş. Sınır ticareti yoluyla Kuzey Irak’tan mazot ve petrol taşıyan tankerler Türkiye’nin ambargosundan dolayı getirdiklerini satamayınca bu iş de sona ermiş. İletişim ise gerçekten ciddi bir sorun. Bu bölgede faaliyet göstermekten zaten çok da hoşnut olmayan GSM operatörleri bölgeden çekilince iletişim imkânları olanca hızıyla çökmüş. PKK tarafından yıllar boyu tahrip edilen iletişim altyapı şebekesi ise mumla aranılacak duruma gelmiş.
Kürdistan’da finans ve bankacılık sistemi ise neredeyse 80 yıl öncesine dönmüş. Terör saldırıları sırasında molotof kokteyllerinin ilk hedefi olan ve utanma belası hizmet vermek zorunda kalan çoğu banka, Kürdistan’ın kurulacağı lafını işittiği anda bölgeden çekilmiş. Şimdi başkent Diyarbakır ve diğer birkaç şehirde köşe sarrafı gibi faaliyet gösteren bazı esnaflar türemiş. Fakirlik ve yokluk o kadar had safhaya çıkmış ki, Kürt halkının geçmişte tasarruf ettiği Cumhuriyet liraları hızla bu sarraflara satılıyor. Sarraflar ise bu altınlarla şimdilik Kürdistan’ın ihtiyaç duyduğu mübrem malların ithalatını yapıyor.
Kürtlerin elinde bulunan Türk Merkez Bankası banknotları Kürdistan’da tedavül ediyor ancak bu paralar gizlice Türkiye’ye sokulurken yakalanırsa müsadere edilip Hazine’ye irad kaydediliyor. Kürtlere ait banka hesaplarına ise zaten Türkiye Cumhuriyeti tarafından el konulup Hazine’ye aktarılmış durumda. Kürt köylüsünü tarihin alaca karanlık kuşağında bekleyen esas tehdit ise, Türkiye’den göç etmek zorunda kalan Kürt zenginler. Bu kişiler, fakir halkın elindeki arazileri hızla toplamaya başlamış. Hem de üç kuruş beş paraya.
Yeni Türkiye safralardan ve sorunlarından arınmış şekilde dünyaya entegre olurken, Kürdistan’da yeni bir feodal düzenin temelleri atılıyor. Genç Kürdistan’ın en büyük sorunu feodal yapı. Ülke diktatörlük ve demokrasi arasında sıkışıp kalmış. Halk meclisleriyle idare edilen mahkemelerde ise adaletin şaşmaz terazisinden şimdilik eser yok.
Kürdistan’ın gelir kaynakları içinde Batman’daki sınırlı petrol üretimi ilk sıralarda geliyor ancak ne stoklama nede yeni kuyu açma imkânları bulunmadığından çok fazla bir gelir elde edildiği yok. Hayvancılık ise neredeyse yapılacak tek meslek niteliğinde. Halkın neredeyse tamamı hayvancılıkla uğraşıyor. Geçmişte bu hayvanların tamamı Türk piyasasında paraya çevrilirken Türkiye’nin ambargosu artık buna imkân tanımıyor.
Türkiye Kürdistanı ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi arasındaki tüm görüşmeler ise dostluk ve iyi niyet mesajlarından öteye geçmiyor. Elektrik ve işlenmiş benzin talebi dahi Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nce reddedilen Kürdistan’da moraller oldukça bozuk.
Türkiye’den Kürdistan’a girdiğinizde sizi karşılayan “Kürdistan’a Hoş geldiniz” yazısı ise Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olarak yazılmış. Zaten sonrasında pek bir tabela yok çünkü tabelaların çoğu çekilme sonrasında ya çalınarak hurdacılara satılmış ya da köy ve yer isimlerini değiştirme gayesiyle sökülüp yerine yenileri konulamamış. Bir yerden bir yere giderken sürekli olarak camdan kafanızı uzatıp insanlara yol sormaktan başka çareniz yok.
Kürdistan’ın tamamında elektrifikasyon şebekesi çökmüş durumda. Yol tabelalarıyla aynı akıbeti paylaşan elektrik direkleri ve trafolar üç kuruş beş paraya hurdacılara satılmış. Bölünme öncesinde PKK tarafından imha edilen trafo ve elektrik altyapısı ise, ülkenin kırsal kesimi bir yana büyük kentlerinde bile elektrik sıkıntısına neden oluyor. Türkiye tarafından Kürdistan’a Keban’dan elektrik verilmediği için, ülkenin hemen her yerinde şimdilik jeneratörlerle idare ediliyor. Su şebekesinin durumu da bundan farklı değil.
Kürdistan’da yaşanan sorunların başında güvenlik konusu ön planda geliyor. Kürt vatandaşlarının can ve mal güvenliği neredeyse yok gibi bir şey. Yargısız infazlar had safhada. Geçmişte Türkiye Cumhuriyeti ile işbirliği yaptığına inanılan hemen herkes yargılama dahi yapılmaksızın derhal idam edilmekte. İnfazlar da İran modeli uygulanıyor ve sokaklarda herkesin gözü önünde yapılıyor. Başkan’ın gazabına uğrayanların başında koruculuk yapan aşiret mensupları, muhbirler, T.C. yanlısı sivil toplum örgütü yöneticileri, gazeteciler, iş adamları bunların başında geliyor. Üstelik bu yargısız infazlar kendini savcı ve yargıç yerine koyan ve çoğu hukuk eğitimi olmayan eski PKK militanlarınca yapılıyor. Nazi döneminin S.S. subayları tarzında her türlü hakkı kendilerinde gören bu militanlara karşı çıkmak zaten mümkün değil. İnsanlar hemen her konuda çok tedirgin. Gecenin bir vakti evinden alınıp götürülen ve bir daha kendisinden haber alınamayan binlerce insan var.
Kürdistan’da gelecekte derinleşecek bir diğer sorun ise mezhep çatışmaları olacakmış gibi görünüyor. Sünni, Şafi ve Alevi Kürtler tam bir gruplaşma içerisinde. Birbirleri arasındaki sınırlar o kadar katı ve kesin ki en ufak kıvılcım aşiretleri bir anda karşı karşıya getirebiliyor. Gün geçmiyor ki ülkenin herhangi bir köşesinden bu yönde bir çatışma haberi gelmesin.
Ülkede nüfus artış oranı oldukça yüksek. Kürdistan Sağlık Bakanlığı nüfus planlaması konusunda etkin bir kampanya yürütüyor. Ancak çoğu sağlık ocağının ve hastanenin kapalı olmasından dolayı özellikle son iki yıldan beri doğum sırasında anne ve bebek ölümleri önemli oranda artmış. Kalp, kanser ve diyaliz gibi ciddi hastalıkları tedavi edebilmek ise zaten mümkün değil. Diyarbakır Tıp Fakültesi Hastanesi öğretim üyesi ve doktor yokluğundan dolayı çoktan kapanmış, laboratuar ve ameliyathaneler hurdaya çıkmış.
Ülkenin zenginleri benzin istasyonu, hastane, GSM ve elektrik şebekelerini ele geçirmenin derdinde. Ülkede rüşvetsiz hiçbir işi yaptırmak mümkün değil. Kimlik dağıtımı yapan Kürdistan Vatandaşlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden tutunda ikametgâh belgesi veren mahalle muhtarlarına kadar hemen her yerde rüşvet kol geziyor. Ülkede binlerce kahvehane var. Genç, yaşlı on binlerce insan bu kahvelerde sigara içip zaman geçiriyor. Batı Avrupa ülkelerine işçi olarak gidebilmek için çare aramayanlar da yok değil. İngiltere veya Fransa başta olmak üzere herhangi bir Avrupa ülkesine kaçak yolla gitmek için ödenen paralar kişi başı 30 bin dolar seviyesinde.
Spor müsabakaları çok ilgi görüyor ama eski kulüplerden eser kalmamış. Futbol sahaları iki yıl içinde mezbelelik duruma gelmiş. Müzeler ise Irak’ın Amerika tarafından işgal edilmesi sürecinde olduğu gibi resmen talan edilmiş. Urartu, Hitit ve Sümer dönemine ait binlerce eser Avrupa piyasalarını doldurmuş durumda.
Ülkede kolluk kuvvetlerinin durumu ise tam bir keşmekeş. Jandarma ve polis kuvvetleri, PKK’nın farklı fraksiyonlarının etkisi altında. Kırsal alanda jandarma insanlara nefes aldırmıyor. Şehirlerde ise tam bir başıboşluk var. Türkiye’nin serbest bırakıp Kürdistan’a iade ettiği Kürt mahkûmlar ise Kürdistan için ayrı bir sorun. Suç oranı inanılmaz boyutlarda. Hırsızlık, uyuşturucu ve adi suçlar ön planda.
Bölünme öncesi Türkiye Cumhuriyeti ile tam bir it dalaşı içinde olan eski HDP milletvekilleri ile eski Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir gibi isimler ise tamamen tasfiye edilmiş durumda. Aslında insanların kafası oldukça karışık. Kimin ne düşündüğü, bağımsızlıktan kimin memnûn olup olmadığı belli değil. Bir grup “bağımsızlık değil özerklik olmalıydı” derken, başkaları bölünmenin hiç gerçekleşmemesi gerektiğini ileri sürüyor. Kürdistan’ın cari harcamalarını karşılayacak bütçesi bile yok. Bağımsızlığın asıl mağdurları ise hiç şüphesiz sade vatandaş. Zaten oldukça fakir olan halk, bölünmeden önce her türlü sağlık harcamasından ücretsiz yararlanırken, şimdi çaresiz durumda ne yapacağını bilemiyor. Bağımsızlık öncesinde Valilikler tarafından dağıtılan kömür, para ve yiyecek yardımlarından ise artık eser yok. Bu konuda halkın öz eleştirilerine sık sık rastlanılmıyor değil.
Türkiye ise hemen her konuda halinden oldukça memnûn. Bölünme meselesi ilk konuşulmaya başlandığında var olan kamuoyu tepkisi ise şimdilerde gittikçe azalmış durumda. Gerçekten de Kürdistan’dan çıkıp Türkiye’ye giriş yaptığınız anda, başka bir dünyaya ve zaman dilimine adım attığınızı hemen hissediyorsunuz. Hatta “Keşke bu bölünme PKK’nın ilk eylemini gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli baskınları sırasında 1984’de olsaydı” diyenler de hiç de az değil.
Kürdistan’ın yazılı ve görsel medyası ise oldukça ibtidai şartlarda hizmet veriyor. Kağıt yokluğundan dolayı çoğu yerel gazete fasikül tarzında basılıyor. Televizyon kanalları ise reklamdan ari şekilde sadece yayın yapmış olmak için yayın yapar nitelikte. Kürt Radyo Televizyon Kurumu (KRT) ise Kürdistan milli marşı eşliğinde sarı kırmızı yeşil renkli Kürt bayrağının göndere çekilmesiyle açılıp kapanıyor, tıpkı yıllar önce TRT’nin yaptığı gibi. Tabi arka fonda Kürdistan Devlet Başkanı Abdullah Öcalan’ın gülücükler dağıtan fotoğrafı eşliğinde. Bu arada bazı yaşlı Kürtler, İstiklal Marşı’nı kasdederek “niye bizim marşımız yerine bu marş çalıyor” diye birbirine sormuyor da değil.
Türkiye’de ise Kürt varlığı adeta aforoz edilmiş durumda. TRT ŞEŞ artık Kürtçe yayın yapmıyor. Kürdistan’da ise biraz özlemden birazda mecburiyetten dolayı radyo ve televizyonların neredeyse tamamı Türkçe ve Kürtçe yayın yapıyor. Çünkü sokaktaki insanların çoğu Türkçe konuşuyor. Hatta Türkçe konuşmak bir üstünlük gibi görülüyor. Gençler neyse ama yaşlıların bu durumu kabullenmesi daha zor oluyor. Gün geçmiyor ki Türkiye’ye niçin geçemediğine anlam veremeyen ve bu nedenle sınırda kavga çıkaran bir Kürt haberine rastlanılmasın. Kürdistan’ın dağıttığı yeni kimlik kartlarını ise T.C. kimliğini kasdederek “benim zaten kimliğim var” değip reddedenler de az değil.
Kürdistan anayasası ise Kürtlerin yıllarca eleştirip karşı çıktığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın neredeyse kelime kelime aynısı. Bu anayasada da vesayet kurumları ziyadesiyle var. Kürt Ceza Kanunu, Kürt Medeni Kanunu, Kürt Ticaret Kanunu’da hiç farklı hazırlanmamış. Kürdistan’ın nüfus ve tapu daireleri ise tam bir karmaşa içerisinde. Kimse ne yapacağını, neyi ne şekilde kaydedeceğini bilmiyor. Bir anda iki üç katına çıkan bölge nüfusu daha önceden para bile etmeyen arsa ve arazileri oldukça kıymetlendirmiş. Arsa ve arazilerdeki sınır anlaşmazlıkları, miras ve paylaşım sorunları ise akrabalar ve aşiretler arasında oldukça kanlı çatışmalara sebebiyet verebiliyor.
Bölünmüş aileler ve çocuklar ise gerçekten çok önemli bir sorun. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kapanmasından dolayı bir anda açıkta kalan çocukların durumu ise oldukça içler acısı. Türkiye’den anne veya babasıyla göç etmek zorunda kalan ve Kürdistan’da okul bulamadığı için okuyamayan milyonlarca çocuğun durumu da hiç farklı değil. Kürdistan’da aslında her şey artık el yordamıyla yapılıyor. Ziraat Bankası tarafından çiftçilere verilen krediler hızlı bir şekilde tahsil edilip çiftçinin elindeki alet edevat bir anda haczedilmiş olduğundan çiftçilerde iş yapamaz durumda. Bu haliyle Kürdistan genelinde çok nadir traktör ve iş makinesine rastlanılıyor. Hemen her iş, kol ve beden gücüyle yapılıyor.
Türkiye’nin acil sağlık ihtiyaçları haricinde Kürdistan vatandaşlarına vize vermemesi ise otobüs firmalarını zaten bitirmiş. Kürdistan genelinde faal olan otobüslerin Türkiye karayollarında seyahat etmesi ise Türkiye’nin uygulamaya koyduğu yeni taşıma yönetmeliğinden dolayı zaten mümkün değil. Kürdistan belediyeleri ise çaresizlik içerisinde. Neredeyse tümü çalışanlarının maaşını ödeyemiyor, temizlik ve cenaze hizmetleri gibi zorunlu hizmetler dahi verilemiyor. Diyarbakır başta olmak üzere diğer birçok Kürt kentinde, yollarda biriken çöplerden dolayı kesif bir koku hakim.
Kürdistan’ın en önemli sorunu ise dağdan inen silahlı militan grupların bir türlü dizginlenememesi ve gerek kırsalda gerekse kentlerde sayısı belli olmayan yüz binlerce silah. Silah ve insan o kadar bütünleşmiş ki, 50-100 dolara satın alınan silahları, sokakta dolaşan hemen herkesin belinde görebilmek mümkün. Fakirlik o kadar had safhada ve insanların morali o kadar bozuk ki, trafikte veya sokakta yaşanan en ufak tartışma veya sözlü atışma bir anda silahlı çatışmaya dönüşebiliyor. Sonrası ya aşiret mahkemelerinde çözülüyor ya da yıllar boyu sürecek kan davasına dönüşüyor.
Yolların durumu ise içler acısı. Bakımsızlıktan dolayı köstebek yuvasına dönüşmüş asfalt yollarda araba ile gidebilmek özel bir beceri gerektiriyor. İki üç saatlik yollar ancak dört beş saatte alınabiliyor. Karda kapanan yolları açmak ise araç yokluğundan dolayı ancak havalar ısınınca mümkün olabiliyor.
Bakkal ve marketlerde birçok malı bulabilmek mümkün değil. Büyük grup marketlerinin tamamı kapanmış durumda. Açık olanlarda ise toplam mal çeşidi 100-200 kalemden fazla değil. Şeker ve un gibi ürünler oldukça kısıtlı. Türk firmaları tahsilât güçlüklerinden dolayı Kürdistan’a mal satmıyor. Kürt marketleri bu haliyle; içinde tek tük mal satılan ve komünizmden yeni çıkmış Bulgaristan ve Romanya kooperatiflerini andırıyor. Birçok mal ve üründe karne usulü geçerli. Alışveriş muhtarlarca mahalle sakinlerine dağıtılan karnelerle yapılıyor, tabi paranız olursa. Çoğu kimse elinde karne olduğu halde parası olmadığı için mal alamıyor ve ellerindeki karneleri küçük bir para karşılığı başkalarına devrediyor.
Kürdistan’da gençlerin askere gitmesi zorunlu. Askerlik süresi 16 ay. Daha önce askerlik yapmış olanlar askerlikten muaf. Ancak ordunun hiçbir fiziki olanağı yok. Kışla ve karargâhlar sıfırdan kuruluyor. Ülkenin savunma stratejisi Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı belirleniyor ancak planlamanın nasıl yapıldığı şüpheli.
Hayvancılığın aksine tarımda durum hiç de iç açıcı değil. Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamında eskiden sulanabilen araziler, Kürdistan’a giden kanallara Türkiye’nin su vermemesi yüzünden artık kıraç bir arazi görünümünde. Su olan yerlerde de gerek gübre gerekse tohumluk sıkıntısı yüzünden istenen verim elde edilemiyor.
Türkiye bölünürse!!! Hayâli bile kötü değil mi?
DR.Mehmet Hakan Sağlam