Çarşamba , Aralık 4 2024
Anasayfa / Makaleler / BU ÜLKE NE CUMHURBAŞKANLARI GÖRDÜ…

BU ÜLKE NE CUMHURBAŞKANLARI GÖRDÜ…

(Article 071-03.04.2015)

Sayın Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesinden sonra Eyüp Sultan Camii’nde yapılan cenaze törenine Başbakan Davutoğlu dışında hiçbir siyasi -Mustafa Destici denilen şaklabanı ise siyasiden saymadığım için görmemezlikten geliyorum- katılamadı Nedeni çok basit; hiç kimsenin katılacak yüzü yoktu da ondan. Kemal Kılıçdaroğlu, Gezi Eylemleri’ne katılan teröristleri uzunca süre yere göğe sığdıramamış TBMM kürsüsünden “o gençlerin gözlerinden öpüyorum” diyerek alkışlatmıştı. İşte o gözünden öptüğü gençlerden iki tanesi 46 yaşında başarılı bir devlet adamını şehit etti. Berkin Elvan denilen teröristle yatıp onunla kalkan aydın, demokrat, ilerici ve özgürlük savunucusu ne kadar tırışkadan solcu varsa neredeyse iki yıldan beri Berkin Elvan’ın sırtından reyting kazanıp duruyordu. Bu konuda da oldukça da başarılı olduklarını söyleyebiliriz. 14 yaşında terörist olmayı beceren bir çocuğa gösterilen sempatinin tek bir kaynağı var, o da; Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı. Etrafımda hemen her siyasi düşünceden insan var. Ancak son yaşanan terör eylemi Türkiye’de siyasi dengeleri altüst etmiş gibi görünüyor. Kılıçdaroğlu’nun eylemciler hakkında sarf ettiği cümleler çoğu sol görüşlü insanı bile “yeter artık” deme noktasına getirdi. Hükümeti hemen her aşamada eleştirmeyi adet edinenler dahi CHP genel başkanının cenaze törenine katılmamasını kabullenemedi. Seçim üzeri artan tepkilerden çekinen Kılıçdaroğlu ise yaptığı eşekliğin farkına geçte olsa varıp akşam üzeri cenaze evinde kurulan taziye çadırını ziyaret etti ancak evin önündeki vatandaşlar tarafından şiddetle protesto edildi ne hatta kendisine pet şişe atıldı.

Kılıçdaroğlu’ndan hemen sonra bu defa Sayın Cumhurbaşkanı taziye evini ziyaret etti. Evin önünde toplanan binlerce kişi tarafından büyük bir saygı ve coşku ile karşılanan Sayın Cumhurbaşkanı, Romanya’daki programını yarıda kesip Türkiye’ye döndü ve şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın Başakşehir’de oturan ailesini ziyaret etti. Şehit Savcı Kiraz’ın babası Hakkı Kiraz onu kapıda karşıladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti yaklaşık 50 dakika sürdü. Erdoğan, burada Kur’an-ı Kerim’den İnfitar Suresi’ni okudu. Erdoğan’ın okuduğu İnfitar Suresi’nin meali şöyleydi: “Gök çatladığı vakit, Yıldızlar döküldüğü vakit, Denizler yarılıp akıtıldığı vakit, Kabirlerin içi dışına getirildiği vakit, Herkes neyi önünden gönderdiğini ve neyi geri bıraktığını bilir. Ey insan! İhsanı bol Rabb’ine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün yapılı kılıp ölçülü bir biçim verdi. Seni dilediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu. Hayır hayır, siz cezayı yalanlıyorsunuz. Oysa üzerinizde koruyucular var. Değerli yazıcılar. Onlar, siz her ne yaparsanız bilirler. Kuşkusuz iyiler nimet içindedirler. Kötüler de cehennemdedirler. Ceza günü ona girecekler. Onlar o cehennemin gözünden kaçamazlar. Ceza gününün ne olduğunu sen bilir misin? Evet, bilir misin nedir acaba o ceza günü? O gün, hiç kimsenin başkası için hiçbir şeye sahip olamadığı gündür. O gün buyruk yalnız Allah’ındır.”

Bundan 12-13 yıl önce bir Cumhurbaşkanı’nın değil Kur’an-ı Kerim okuması namaz kılması bile sorundu. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında, Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay tarafından verilen resepsiyonlarda bazı milletvekillerinin önüne içmeyecekleri bilindiği halde şarap bardakları konulmuyor muydu? Sırf onları zor duruma düşürmek ve Refah Partisi’nin Türkiye’ye şeriatı getireceği imajını yaymak için. Anlayacağınız milletvekilleri içki içmeyince Türkiye’ye şeriat geliyormuş. 6 asır boyunca İslamın ve Türklüğün bayraktarlığını yapmış bir milletin son 100 yılda geldiği durum ne kadar içler acısı değil mi? Ahmet Necdet Sezer’in İslamiyete bakışı millet nezdinde oldukça belliydi. Rivayeten anlatılanlar dışında cuma namazına gittiğini bile gören olmadı. İsmet İnönü ise tam bir ateistti. Ülkedeki binlerce camiyi sattırdı, bu camilerin bazıları ahıra bazıları meyhaneye dönüştürüldü. Ezan onun döneminde Türkçeleştirildi. Kuran kitapları toplatılıp yakıldı. Recep Tayyip Erdoğan ise tıpkı Fatih Sultan Mehmet gibi, tıpkı Kanuni Sultan Süleyman gibi, tıpkı Yavuz Sultan Selim gibi bu milletin genetik kodlarını birer birer Türk halkına hatırlatıyor. Namazını kılıyor, orucunu tutuyor, Kur’an’ını okuyor. Tüm bunları yaparken de ecdadından zerre kadar utanmıyor ve Osmanlı’yı hemen her durumda ön plana çıkartıyor. Türk-İslam medeniyetine, bu ülkenin bizzat Reis-i Cumhurlarınca 100 yıl içinde yapılan bunca ihanet ve dinsizliği gördükten sonra Allah’a ne kadar şükretsek azdır.

Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesi olayında asıl sınıfta kalan kesim ise hiç şüphesiz “medya”. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Sayın Savcının fotoğraflarını yayınlayan ve terör örgütünün propagandasını yapan Cumhuriyet, Hürriyet, Bugün, Radikal, Milliyet gazeteleri hakkında resen soruşturma başlattı. Bütün yurt çapında DHKP-C örgütüne yönelik operasyonlar yürütülüyor. Antalya, İstanbul, İzmir’de daha şimdiden 50’den fazla kişi gözaltına alındı. Bu saatten sonra DHKP-C’ye yönelik çok ciddi operasyonlar başlayacak ve bu örgüt kurutulacak. Emniyet ve yargı koordineli çalıştığı takdirde bu örgüt biter. Polisin yakaladığı örgüt mensupları, adliyenin ön kapısından girip arka kapısından zafer kazanmış bir gladyatör gibi çıkıp giderlerse bu örgüt bir 50 yıl daha gider.

Herkes safını seçecektir. Polis, asker, savcı, hakim, hükümet, muhalefet ve daha niceleri duracağı yeri bilmek zorundadır. Türkiye, DHKP-C denilen bu örgütü bitirmelidir. Ancak bunun için temelde üç birleşene ihtiyaç bulunmaktadır. Hükümet ve muhalefetin kararlılığı, güvenlik güçlerinin istihbari ve operasyonel çalışmaları ve hepsinden öte yargı mekanizmasının tutumu. Ülkemizde bu üç birleşeni bir arada görmek maalesef oldukça zayıf bir ihtimal. Öncelikle en milli ve ulusal konularda dahi hükümet ile muhalefet arasında bir uyum söz konusu değil. Bunun yüzlerce örneğini hemen her olayda gördüğümüz gibi, DHKP-C terörüne kurban giden Mehmet Selim Kiraz olayında da gördük. Hükümet bu olayda kararlılığını en sert ve en seri şekilde ortaya koyarken, muhalefet partilerinin neredeyse tamamı ayrı telden çaldı ve hemen her konuşmalarında terör örgütlerini ve teröristleri savunan bir duruş sergiledi. Teröristleri “gözlerinden öpen” Kemal Kılıçdaroğlu bir yana, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli dahi “bu olayla Berkin Elvan bir defa daha ölmüştür” diyerek devletin şerefli bir savcısı ile 14 yaşındaki bir teröristi aynı cümle içinde kullanma ahlaksızlığını gösterdi. Yazıklar olsun.

Sayın Savcıyı öldüren teröristlerin saldırı esnasında Bulgaristan ve Yunanistan’daki DHKP-C yöneticileriyle defalarca telefonla konuştuğu tespit edilmiş durumda. Terörün rengi, dini, mezhebi ve milliyeti olmaz. Teröre destek veren bunun bedelini ödemek zorundadır. Yunanistan kendi sınırları içerisindeki Lavrion kampında bu teröristleri eğitip Türkiye’ye göndermektedir. Bunun bir bedeli olmalıdır. Türkiye uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanıp Yunanistan’a saldırsa ve mesela 12 Adaları ele geçirse hiç de kötü olmaz. Böylelikle hem terörizme destek veren bir ülkeye haddini bildirmiş oluruz, hem de 12 Adalar’dan dolayı hali hazırda Ege Denizi’nde kara, hava ve denizde yaşanan sınır anlaşmazlıklarını da ortadan kaldırmış oluruz. Daha da önemlisi Ege Denizi’ni tekrardan bir Türk Denizi haline dönüştürürüz.

Evet, herkes safını belirleyecektir.

Sadece Yunanistan mı? Hayır. Düşünsenize ortada DHKP-C gibi bir örgüt ve binlerce militan var. Bunların eğitimi, parası, lojistiği ve silahı nasıl temin edilmektedir? Hangi ülkeler destek vermektedir? Bu örgüte destek veren ülkelerin başında hiç şüphesiz Suriye yönetimi gelmektedir. Aynı nedenden dolayı yine uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı kullanarak geçmişte zaten bize ait olan Halep, Şam ve Beyrut mıntıkasına da el koyabiliriz. Akdeniz, Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasını bir barış ve huzur havzasına çevirmek istiyorsak, öncelikle teröre destek veren ve terörden medet uman devlet yapılarını ortadan kaldırmak gerekmektedir. Türkiye’nin terör gerekçesiyle düzenleyeceği askeri hareketlerin benzerleri zaten mevcuttur. ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırısını bahane ederek Afganistan ve Irak’a düzenlediği operasyonlar da bu tarz bir gerekçeye dayanmıyor muydu? Türkiye’nin küresel terör faaliyetlerini sona erdirmeye yönelik bu tarz karşı ataklarına itiraz edecek her ülke Türkiye’nin düşmanı olduğunu ispat edecektir.

Türkiye’de terörün bitmesini kim istemez?

Bu sorunun cevabını bulduğumuz anda terör sorununu zaten kökten hallederiz. Ben kendimce bu soruyu cevaplayayım. Türkiye’de terörün sona ermesini en başta Almanya istemez. Aynı gerekçelerle İngiltere ve Fransa’da arzu etmez. Çünkü sorunlarından arınmış bir Türkiye’nin Doğu Avrupa ve Balkanlar’da etkinliğinin artacağını ve şu an için Almanya egemenliğine girmiş olan onlarca küçük Balkan devletinin eksen kayması yaşayacağını çok iyi tahmin ediyorlar. Ortadoğu’ya barış ve huzur gelir diye İsrail hiç istemez. Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve diğer birçok pergel ve gönye devletini parmağında oynatan İngiltere ve Amerika ise hiç ama hiç istemez. Terör probleminden arınmış bir Türkiye, hem kendi bölgesinde hem de Ortadoğu, Balkan ve Kafkas coğrafyasında etkinliğini arttıracaktır

“Herkes safını belirleyecek” denilirken aslında Yeni Türkiye’nin kodlarını da belirliyoruz. Medya ve basın dünyası da safını belirlemek zorundadır. Bu amaçla gerekirse yeni yasal düzenlemeler yapılmalı, teröre destek veren her kim olursa olsun malı, mülkü müsadere edilip devlete irad kaydedilmelidir. Terör örgütlerine destek veren vakıf ve dernekler, şirketler, şahıslar, para aktarmaya yardımcı olan banka ve finans kuruluşları, terör propagandası yapan gazete ve dergiler, televizyon ve radyo kanallarına el konulmalı, bunlara destek veren kamu görevlilerinin meslek ve ünvanlarına ne olursa olsun işlerine derhal son verilmelidir. Terörle başka türlü mücadele edebilmek mümkün değildir. 11 Eylül saldırısında Usame Bin Ladin’in pilotları uçaklarla İkiz Kulelere ve Pentagon’a bindirdiğinde hiçbir Amerikan gazetesi tek bir kelime yazamadı ve aylar boyunca saldırı hakkında yorumda bile bulunamadı. Ve özgürlükler ülkesi Amerika’da hiçbir gazeteci “nerede basın özgürlüğü?” diye sitemvari bir başlık bile atamadı. Atsaydı ne olurdu? Terör hakkında tek bir kelime yazan gazeteciler 25 yıla varan hapis cezalarına maruz kalırlardı.

Paralel medyanın Zaman gazetesinde Mümtaz’er Türköne isimli zat-ı muhterem tarafından “Çağlayan saldırısı AK Parti’ye kaç oy getirir?” başlıklı bir yazı kaleme alındı. Bu fındık beyinli profesör, Çağlayan “eyleminin” AK Parti’ye oy kazandırmak amacıyla tezgahlandığı mealinde bir yazı yazmış. Ben hükümete çağrı da bulunuyorum. ALLAH RİZASI İÇİN TÜRKİYE’DE Kİ PROFESÖR ÜNVANLARININ TÜMÜNÜ LAĞVEDİN. Ortalıkta “Profesör” ünvanına sahip ve bilim adamı vasfını zerre kadar hak etmeyen o kadar çapsız insan var ki, Öğretim Üyeliği mesleğinin onurunu, şerefini, itibarını iki paralık ediyorlar. Becayiş yöntemiyle karşılıklı profesörlük ünvanı dağıtıldığını artık sağır sultan bile biliyor. Hemen her bilim dalında bu türden çapsız ve zevzek hocalar mevcut. Türkiye’deki profesörlerin tamamına yakını inanın bir lisans öğrencisinden daha geri düzeydedir. Birilerinin adamı olduğu için veya birilerini devreye sokarak bu ünvana haksız şekilde konan ahlâksızların çoğunun master ve doktora tezleri dışında –ki onlarda çalıntıdır- tek bir tane özgün bilimsel çalışmaları bulunmamaktadır. İddia ediyorum bu “profesör kırıntılarını” kendi bilim dallarıyla ilgili sınava alın çoğu daha ilk aşamada dökülür gider. Profesörlük ünvanını alnının teriyle kazanmış bilim insanları benim ne demek istediğimi şu an çok iyi anlıyorlardır. Ancak bu ünvanı mezar taşlarına kazıtma derecesinde sahiplenen ahlaksızlar herhalde öfke içerisindedir.

Bundan bir ay kadar önce Berkin Elvan denilen teröristin ölüm yıldönümü olan 11 Mart tarihinde “hayatı durduralım” diye gazetelere ilan veren aydın ve sanatçılar vardı. Hatta bu iş için film bile çektiler. Tarık Akan, Levent Üzümcü, Mustafa Altıoklar, Cahit Berkay ve Zuhal Olcay gibi birçok sanatçının destek verdiği Sanat Meclisi imzalı kısa filmle Berkin Elvan’ın ölümü “11 Mart’ta Berkin için adalet için hayatı durdur!” sloganıyla protesto edildi. Youtube’a yüklenen iki dakikalık kısa film “Ben Berkin Elvan, Katilim nerede?” sorusuyla sona eriyordu. Tırışkadan profesörlerin ünvanını iptal etmek bence yeterli değil. Kendisine bir şekilde devlet sanatçısı ünvanı verilen ve ancak sanat dışında her şeyle ilgilenen bu tarz sanatçı bozmalarının ünvanlarını da iptal etmek gerekiyor. Bu ülkede maalesef taşlar bağlanmış, itler serbest bırakılmış. Yeniçerilere ulufe olarak dağıtılan paralar gibi, ünvan ve payelerde rastgele dağıtılmış.

Bu devlette ciddi bir yaprak dökümüne ihtiyaç vardır. Hak etmediği halde ünvan ve makam sahibi olanların, kadro ve imtiyaz edinenlerin sistemden derhal uzaklaştırılması gerekmektedir. Aksi durumda Yeni Türkiye’yi kuramayız, kursak da işletemeyiz. İki ay önce Fransa’da Charlie Hebdo isimli mizah dergisine baskın yapıldı çok sayıda karikatürist öldü. Paralel ve merkez medyanın tüm yayın organları Batıya yaranmak ve yalakalık yapmak uğruna ellerine pankartlar alıp “hepimiz Charlie’yiz” tişörtleri giyip ekran karşısına çıktı. Ama dün Cumhuriyet’in savcısı katledildikten sonra “Hepimiz Mehmet Selim Kiraz’ız” baskılı bir manşet bile atamadılar. Ve hatta teröristler için özellikle “eylemci” tabirini kullanmayı yeğlediler. Buna da yazıklar olsun.

Ama inanın bu millet hiçbir şeyi unutmaz. Kim bilir? Bugün teröre sessiz kalanlar bu dünyadan geberip gittiklerinde belki bizde şöyle tişörtler yaptıracağız; “Biz onlardan DEĞİLİZ”.

Bunada Bakın

SİZLER; MUSTAFA KEMAL’İN DEĞİL ASKERLERİ, İTİNİN PİSLİĞİ BİLE OLAMAZSINIZ…

(Article 258 – 05.09.2019) Son dönemde Türkiye’de yaşanan bazı olaylar toplumun giderek kutuplaştığını ve bu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hacker Blog Hack Haber