(Article 191 – 24/11/2017)
Olaya bir de şu açıdan bakalım. FETÖ yapılanmasının kendine yeni bir yaşam alanı yarattığını ve Okyanus’un karşı yakasında gözden ırak bir şekilde yaşamını idame ettirdiğini düşünelim. 323 milyonluk Amerika, Pensilvanyalı İmam’ın ellerine geçmiş durumda.
Riza Sarraf üzerinden Erdoğan’a yapılmak istenilen operasyon, işin sonunda Trump’a dayanacak. Bu işin örneği o kadar fazla ki…
El Kaide ve Taliban bunun en güzel örneği.
Şimdi biraz gerilere, 1970’li yıllara gidelim. Yetmişli yılların ilk çeyreğinde Afganistan kendi halinde bir ülke idi. Ortada tam anlamıyla işleyen bir devlet var idi.
Ancak 27 Aralık 1979’da Sovyetler Birliği Afganistan’ı fiilen işgal etti. Devlet başkanı Hafızullah Amin öldürüldü ve yerine Babrak Karmal getirildi. Sovyetler’in işgal hareketi, çok sayıda Afganlı’nın Pakistan ve İran’a sığınmasına sebep oldu.
1979’da Afganistan Sovyetler Birliği tarafından işgal edilince ülke içindeki bazı gruplar Sovyet işgaline karşı direnişe başladı. İlk ayaklanma doğu vilayeti Herat’ta yaşandı. Afgan askerleriyle birlikte hareket eden halk yönetimi ele geçirdi. Ancak Kabil hükümeti Sovyetlerden aldığı uçaklarla ayaklanan halkı bombaladı.
Yaklaşık 50 bin kişi bu olaylar sırasında hayatını kaybetti. Köyler kasabalar basıldı ileri gelen din adamları idam edildi. Sovyetler Birliği işgaline karşı direnişe başlayan Afganlar, dünyanın dört bir yanından gönüllü olarak gelen Müslümanların da katılmasıyla yedi büyük cephe oluşturdu.
Mücahitlerin Sovyet işgaline direnişi, Sovyetler Birliği’ni Afganistan’daki ordularını 1988’de geri çekmeye mecbur bıraktı. Michael Gorbaçov 8 Şubat 1988 tarihinde Sovyet ordusunun 10 ay içinde Afganistan topraklarından çekileceğini, ancak Afganistan’la Sovyetler Birliği’nin iyi ilişkilerinin devam edeceğini ve Necibullah hükümetine verdikleri desteğin süreceğini açıkladı.
Savaş sırasında Afganistan’da öldürülen Sovyet askerlerinin sayısının 15 bin ila 30 bin arasında olduğu ve 1000’den fazla Sovyet tankının tahrip edildiği belirtilmektedir.
Tıpkı Vietnam’da Amerika’nın yaşadığı gibi Sovyetler Birliği’de, 50.000 kişilik bir kuvvetle Afganistan’ın işgal edilebileceğini hesaplamış, ancak bu kuvvet 150.000 kişiye çıktığı halde, yine de başarısız kalmıştı.
15 Şubat 1988’de Sovyet orduları, arkalarında yaklaşık bir buçuk milyon Afgan şehit bırakarak Afganistan’dan çekilmeye başladı. Afganistan savaşındaki bu yenilgi SSCB’nin hızla dağılma sürecine girmesine yol açtı. Zira bir yandan Afganistan operasyonuna ayrılan muazzam bütçe, diğer yandan birliğe mensup ulusların bağımsızlık istekleri, Sovyetler için kaçınılmaz sonu hazırladı.
Sovyet Kızıl Ordusu’nun Afganistan’dan çekilmesinin ardından mücahitler Necibullah hükümetine karşı savaşmaya başladılar. Rusların çekilmesinin ardından iyice zayıflayan Necibullah yönetimi, kentleri birer birer kaybetti. Mücahitler Kabil kapılarına dayandığında Necibullah’ın yanında en güçlü komutanlarından biri olan Özbek general Raşid Dostum kalmıştı. Hem kendi bölgesi Mezar-ı Şerif’i hem de Kabil’i mücahitlere karşı savunan Dostum, 1992 yılının başlarında Cemiyet-i İslami Afganistan adlı gruba bağlı Ahmet Şah Mesud’la anlaşarak mücahitlerin 17 Nisan’da Kabil’i ele geçirmelerinin önünü açtı.
Bu dönemde başkent Kabil savaş zamanında bile rastlanmayan büyük bir yıkıma uğradı, binlerce kişi bombardıman ve çatışmalar sonucu hayatını kaybetti. Her iki grup arasında devam eden savaşta her iki taraftan toplam 25 bin Afganlı öldürüldü. Bu savaş esnasında İran ve Tacikistan Rabbânî cemaatine silah, para ve devletlerarası mahfillerde siyâsî dayanak desteği verdi. Pakistan ise Hikmetyar cemaatine kucak açtı.
Pakistan Yönetimi, Rabbânî ile mücadelesinde çıkarları doğrultusunda kesin bir şey elde edemeyince Hikmetyar’dan vazgeçti ve 1994 yılında Peştunların yoğunluklu olarak yaşadığı Kandahar’da Diyobend medresesine bağlı Molla Muhammed Ömer adındaki din adamının etrafında toplanan öğrencilerden “Taliban” ismiyle anılan yeni bir grup oluşturdu. Pakistan İstihbâratı [ISI] Amerikan İstihbârat Teşkilâtı’nın [CIA] bilgisi dahilinde Hikmetyar cemaatine alternatif olmak üzere bunun hazırlığını yapmıştı.
Pakistan destekli Taliban, kuvvetli ve hızlı bir şekilde sahnedeki yerini aldı. Afganistan’daki şehirlere ve arazilere saldırıda bulunarak peş peşe buraları eline geçirdi.
Taliban yönetimi döneminde Afganistan, adeta kendi yağıyla kavrulan bir yalnızlıklar ülkesi haline geldi. Taliban yönetimi ülkede bireysel silahları halktan toplamaya başladı. Özellikle Kabil’in Taliban’ın eline geçtiği 1996 yılından düşüşüne kadar ülkede öne çıkan en önemli husus, güvenliğin tamamen sağlanması oldu.
Taliban döneminde hukuki cezalarda İslam şeriatı uygulanmak istendiyse de yoksullukla mücadele eden halka yönelik bilinçsizce girişilen bazı uygulamalar halkın tepkisini çekti. Bu arada, 1998 yılında ülkede başlayan ve tam üç yıl süren kuraklık da Afganistan’ı dış dünyanın yardımına muhtaç hale getirdi.
Afganistan’da ekonomik zorluklar sürerken Kenya ve Tanzanya’daki ABD büyükelçiliklerine yönelik gerçekleşen saldırılar bu ülkeyi bir anda dünya gündeminin birinci maddesi yaptı. Bill Clinton başkanlığındaki ABD yönetimi her iki saldırının arkasında da Afganistan’da yaşadığı bilinen Usame bin Ladin’in olduğunu açıkladı ve Afganistan ilk kez ABD’nin doğrudan hedefi haline geldi.
Bu saldırıdan önce, Taliban Hareketi’nin Birleşik Devletler ve Suudi Arabistan ile alâkası dostane ve sıcak ilişkilerdi. Ancak elçiliklerin bombalanması bu ilişkileri zedeledi. Bu olaydan sonra Amerika ve Suudi Arabistan, ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine karar verdi. Taliban, elçiliklerin bombalanması olaylarından kaynaklanan problemleri sona erdirmek için Usâme bin Ladin’in teslim edilmesi hususunda Suudi Arabistan ile görüşmelere girişti. Fakat Amerikan uçaklarının 1998 yılında Afganistan’ı bombalaması, Ladin’in teslim edilmesi görüşmelerinin tamamlanmasını engelledi.
11 Eylül olayları patlak verdiğinde ise işler tümüyle tersine döndü.
Afganistan’ın işgaller ve iç savaşlarla dolu 20 yıldan fazla süren bu dönemi, yüzbinlerce ölü, yaralı ve sakat insanın yanı sıra, süper güçlere kafa tutmayı göze almış, dağlarda barınıp savaşmaktan başka bir şey bilmeyen bir militan kadrosunun oluşmasına neden oldu. Bu militan kadro, birçok silahlı örgüte insan kaynağı oluşturdu.
Usame Bin Ladin ise 1979 ile 1989 arası Afganistan Sovyet işgali altındayken Afganistan’a gitmiş ve Sovyetlere karşı savaşmıstı. O yıllarda Usame bin Ladin, ABD’nin aradığı bir terörist değildi. ABD’nin bakış açısına göre Komunistlere karşı savaşmış bir antikomunist gerillaydı. HATTA ABD ÇIKARLARI İÇİN SAVAŞMIŞ KAHRAMANDI.
ABD, bu savaşta Usame Bin Ladin’i her tür silah ve mühimmat yardımıyla destekledi.
Daha önce Sovyet Emperyalizmine karşı savaşan Usame Bin Ladin 1990 yılında ABD emperyalizmine karşı savaşmaya karar verdi. Usame Bin Ladin’e bağlı El Kaide örgütü birçok eylemde bulundu. Ancak 2001’de İkiz kulelere çarpan uçaklara kadar isimleri pek duyulmamıştı.
Sovyetler Birliği’ni zayıflatıp dağıtmak için ABD tarafından kurulup desteklenen TALİBAN, 2001’de İKİZ KULELERE ve PENTAGON binasına yolcu uçaklarıyla saldırı düzenledi.
ABD, kendisi tarafından kurulan, kendisi tarafından finanse edilen, kendisi tarafından silah desteği verilen bir terör örgütünün saldırısı karşısında inanılmaz bir şok yaşadı.
Sonrasında Usame bin Ladin öldürüldü ancak Usame’nin yetiştirdiği teröristler Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya Avrupa’dan Asya’ya kadar her tarafa dağıldı ve kendilerince çok başarılı eylemlere imza attı.
Tarihten ders almayan ABD, bugün ikinci bir USAME vakasıyla karşı karşıya.
15 Temmuz Darbesi’ne açıkça destek veren ABD yönetimi, FETÖ liderini ve bu liderin mankurtlarını koruyabildiği kadar koruyor.
Riza Sarraf operasyonu her ne kadar Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik bir operasyon gibi görülse de aslında oyun düğün TRUMP’ın başına.
Türkiye’de ordu, emniyet ve yargı kurumları başta olmak üzere hemen her devlet birimine profesyonelce sızan FETÖ militanları, ABD kurumlarına da aynı şekilde sızmış durumda.
ABD yargısının, kongre mensuplarının, çok sayıda senatör ve valinin FETÖ’den talimat almak suretiyle 17/25 ARALIK Yargı ve Emniyet Darbesi’ni, Amerika Birleşik Devletleri’nde sil baştan hayata geçirmeleri başkaca nasıl izah edilebilir ki?
Kadere bakar mısınız?
Bundan tam 241 yıl önce 1776 yılında Amerikalılarca kurulan ABD, 2017 yılı itibarıyla Türkiye’den kaçan VATAN HAİNLERİ tarafından ele geçirilmiş durumda.
Amerikalılar kendilerini çok akıllı sanıyor ama bir sümüklü meczubun esiri olup gittiler.
FETÖ mensuplarının elinde çok sayıda senatör ve yargı mensubunun gizlice çekilmiş görüntülerinin olduğu da bilinmeyen bir şey değil.
MHP’li bazı milletvekillerine ve CHP lideri Deniz Baykal’a yaptıkları gibi yarınlarda birçok Amerikalıya ait seks kasetleri birbiri peşi sıra yayınlanmaya başlayınca hiç şaşırmayın.
İşin sonunda bu Amerikalılar bir bakacaklar ki ellerinde UNITED STATES OF AMERICA yerine UNITED STATES OF FETULAMERICA diye bir devlet duruyor.
Ama o zaman iş işten geçmiş olacak.
Üzülsem mi sevinsem mi bir türlü karar veremedim ama “üzülmemek” daha ağır basıyor.
Dr. Mehmet Hakan SAĞLAM